ISLAMI CEMAATLERİN BİRBİRLERİNE
UZAK VE DÜŞMAN OLMASI
İDDİASININ ÇARESİ
Daha öncede söylediğimiz gibi müslüman cemaatlerin içinde bulunduktan durum ile ilgili yapılan tesbitler doğru ve yerindedir. Bunu hiç kimse inkar edemez. Bununla birlikte vakıanın böyle olması bizi ümitsizliğe, uzlete çekilmeye mi götürmelidir?
Önceki yaptığım açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bu dinen asla caiz değildir. Hiç kimse böyle bir nedenle İslâmi hareketi terkederek köşesine çekilemez.
Niye çekilemez bunu şu sıralayacağımız sebeplerle açıklayabiliriz:
a) Çünkü Allah müslümanlan Allah'ın kopmaz ipine sımsıkı sarılmak, fitne ve tefrikaya düşmemekle mükellef kılmıştır. Allah'ın pratikte yapılamayacak birşeyi yapın ya da yapmayın diye kullarına emretmesi düşünülemez.
islâm'dan önce Arap kabileleri bölük pörçük birbiriyle devamlı surette harbeden, ırkçılık sebebiyle birbirini yiyen, menfaatleri yüzünden binlerce parçaya bölünmüş, hareket noktaları kin ve intikamdan başka birşey olmayan bir milletti. Ne zamanki Allah (c.c.) onları hidayete erdirdi ve "Toptan Allah'ın ipine sarılın. Ayrılığa düşmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Zira sizler düşmandınız da Allah sizin kalplerinizi bir araya getirdi ve onun islâmi cemaatlerin birbirlerine düşman olması rivle kardeşler oldunuz. Siz ateşin kenarında iken Aliah sizi ondan kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye Allah işte böylece ayetlerini size açıklar" (Ali İmran, 103) ayetini indirdi. İşte o zaman birbirlerine sarılarak dost oldular. Silahlannı atarak kardeş olan kullardan oldular. Tek buyruk altında toplandılar. Başlarına İtaat ediyor emredileni anında yerine getiriyorlardı. Emirlerinin yönlendirmesiyle tüm yeryüzüne İslâm mesajını ulaştırmışlardır.
Evs ve Hazreç kabileleri İslâm şemsiyesi altında kardeş olmadan önce ne haldeydiler bu hepimizin malumudur.
Bir takım ümitsizliğe yakalanmış davetçilerin bu tür büyük iddialarına dayanak gösterecek hiçbir delilleri yoktur. İslâmi cemaatlerin paramparça oluşunu îslâmi hareketi terketmek için sebep göstermesi ise hiçbir delile dayanmamaktadır. Yapacaklan en hayırlı şey, içinde bulundukları vehimden kurtulmak, zihinlerindeki bu saçma düşünceleri bir tarafa bırakarak İslâm'ı yeniden diriltme noktasında samimiyet ve ihiasla çalışan davetçilere katılmaktır.
b) Cemaatler arasındaki bu ihtilaf ve parçalanmanın başlıca nedenleri vardır. Eğer îslâmi cemaatler isterlerse bu ihtilaf nedenlerini ortadan kaldırarak birleşebilirler.
Eğer ihtilaf ettikleri nokta içtihada dayalı bir fikir ayrılığı ise, ittifak ettikleri noktalarda birleşir, ihtilaf ettikleri noktalarda ise birbirlerini mazur görürler. Madem ki mesele içtihad dairesindedir. Da-vetçi, içtihadında isabet eden müçtehidin iki, hata eden müçtehidin ise bir sevap aldığını bilmelidir. Öyleyse içtihadı farklılıktan kaynaklanan fikri İhtilaflar yüzünden parçalanmanın da İslâmi bir yanı yoktur.
Eğer sebep metod meselesiyse: O zaman cemaatlerin ileri gelenleri biraraya gelerek ortak bir plan ve yöntem üzerinde anlaşırlar. Eğer tek bir yöntem üzerinde ittifak mümkün değilse en azından birbirleriyle yardımlaşma ve her cemaat kendi sahasında çalışma yapmak üzere anlaşabilirler.
Bir tanesi nefis tezkiyesine önem verir, diğeri eğitim ve kültür üzerine yoğunlaşır. Bir diğeriyse siyasi sahada faaliyet gösterir. Böylece İslâmi şahsiyetin oluşmasında ve İslâm'ın kuşatıcılığını ortaya koymada birbirlerini tamamlamış olurlar. Sonuçta cemaatlar arasında genel bir yardımlaşma, İslâm'ın yücelmesine götüren gizli bir ittifak meydana gelmiş olur. Eğer böyle yapmazda, her grup kendi yaptığı İle yetinmeye kalkar, birleşme noktasında herhangi bir gayret içerisine girmez ise, bu parçalanmaları ve birbirinden nefret etmeleri sebebiyle Allah (c.c.) katında mesul olurlar. Onların hali şairin şiirinde kınadığı şu durum gibidir. "Ne benim nede senin şikayetin var, Toplumdaki parçalanma ve başı bozukluktan başka Herkesin ayrı bir arzu ve gayreti var, Göremezsin ne yazık ki iki kişinin birleştiğini İçimizde her cemaatin bir İmamı var, Ama ümmet muhtaçtır bir imama."
Eğer ihtilaf sebebi nefsani ise yani bu cemaatlere liderlik edenler kibir, haset, gurur, kendini beğenme, makam ve mevki arzusu gibi kalbi hastalıklara müptela iseler, böyle önderlerin aralarında anlaşmaları imkanızdır. Aralarında herhangi bir yakınlaşmanın olması muhaldir. Bu tür şahsiyetlerin yapmaları gereken en doğru şey, başkalannı İslâm'a davet etmeden önce kendi nefislerini, bu gizli afetlerden ve nefsi hastalıklardan kurtarmaya çalışmaktır. Umulur ki böylece şahsiyetleri kemale ermiş, kalpleri de Allah (c.c.)'e bağlanmış olur.
Davetçi kardeşim;
Bu konuyla ilgili olarak "Davetçil erdeki gizli hastalıklar" bölümüne müracaat edersen orada nefisleri bu hastalıklardan kurtara-. cak bu tür kalbi afetlerden koruyacak kesin çözümü bulacaksın..." Eğer böyle yapmazsan iyi bil ki sonun çok açıklıdır, mesuliyeti çok büyüktür ve iş gerçekten tehlikeli bir boyut almıştır.
Davetçilerden ümitsizliğe düşmüş olanlar, şayet müslüman cemaatlerin liderleri, kendi aralarındaki ihtilaf sebeplerini, tefrikaya götüren nedenleri ortadan kaldırırlarsa, toplumunda birbirine simsıla kenetlenip, sağlam bir İslâm cephesi oluşturabileceklerinin farkındalar mı? Bu cephe yüzyıllar boyunca süren dinsizliği kökünden yıkacak, fesad ve fitnenin ele başlarını yerlebir edecektir... Bu hiçte zor, imkandışı bir şey değildir. Özellikle de yardımcısı Allah (c.c.) olan için, bu iş ne kadar kolaydır. Önemli olan samimiyetle, gelecek hakkında ümitvar olmak, toplumun ıslahı için bıkmadan usanmadan, Allah (c.c.)'ın bahşettiği tüm imkanları seferber ederek çalışmaktır.
c) Zira İslâm tarihi bu konuda seksiz şüphesiz çok kesin bir delildir. Geçmişte müslümanların aralannda nice mezhebi ihtilaflar, siyasi kavgalar olmuş, ama sonuçta kalpler bir araya gelmiş, ihtilaflar giderilmiştir. Eskisinden daha kuvvetli bir kardeşlik, daha güçlü bir vahdet meydana gelmiştir. Evs ve Hazreç kabilesi arasında cahiliyet döneminde meydana gelen şiddetli harplere hatta müslüman olduktan sonra yahudilerin oyununa gelerek, eski cahiliye düşmanlıklarını hatırlamalan, birbirlerine intikam alınacak bir düşman gözüyle bakmaya kalkışmaları, buna en güzel örnektir.
İki mümtaz sahabi: Hz. Ali ve Muaviye arasında geçen düşmanlık ve hadler hep münafik bir yahudi olan Abdullah bin Seben'in (Allah'ın laneti üzerine olsun) hile ve desiseleri ile meydana gelmiş olup, işte bu hadise anlaşma, bir araya gelme, kalplerin temizlenmesi noktasında en büyük delildir.
Allah Resulü (s.a.v) cahiliyye dönemindeki düşmanlıklarına rağmen Evs ve Hazreç kabilelerini kardeş yapmıştır, İslâm'a girdikten sonra yahudi birinin oyununa gelerek yeniden silaha sarılmaya yeltenmeleri neticesinde Rasulullah (s.a.) Allah'ı hatırlatarak, onlan uyarmıştır.
Sonuçta islâm kardeşliği ile, Allah'ın (c.c.) ipine sımsıkı sarılarak iman bayrağı altında yek vücut, Allah (c.c.) için birbirlerini seven kardeşler olmuşlardır.
Hz. Ali'nin (r. a) fitneyi ortadan kaldırmak, müslümanların kanının akmasını önlemek ve parçalanmış İslâm saflarını birleştirmek için. Muaviye lehine hilafetten çekilmiştir. Böylece Emevi döneminde safları sımsıkı, güçlü, yek vücut, anlayış ve hoşgörünün hüküm sürdüğü, akidesine bağlı ve İslâm mesajını tüm dünyaya haykıran bir İslâm devleti kurulmuştur.
Ümitsizler, müslümanlar arasındaki ihtilaf ne kadar büyük olursa olsun, düşmanların İslâm'ı yok etmek için birleştikleri, durumun çok kri tiki eştiğini gördükleri zaman, kalplerini kötülük ve kardeşlerine duydukları düşmanlık ateşinden temizleyecek, tek yumruk olacaklarını hala öğrenmediniz mi?
Bu gerçeği artık idrak ettiyseniz, kafalarınızda tasavvur ettiğiniz uzleti, ümitsizliği bir tarafa bırakarak tam bir güven ve umut içerisinde dört elle davanıza sahip çıkın. Göreceksiniz ki İslâm bayrağı tüm bayrakların üstünde dalgalanıyor. Allah'ı dini tüm dinlere üstün gelmiştir. Bu Allah için hiçte zor bir iş değildir.
Bir tanesi nefis tezkiyesine önem verir, diğeri eğitim ve kültür üzerine yoğunlaşır. Bir diğeri siyasi sahada faaliyet gösterir. Böylece İslâmi şahsiyetin oluşmasında ve İslâm'ın kuşatıcılığıni ortaya koymada birbirlerini tamamlamış olurlar. Sonuçta cemaatler arasında bir genel yardımlaşma, İslâm'ın yücelmesine götüren gizli bir ittifak meydana gelmiş olur. Eğer böyle yapmazda, her grup kendi yaptığı ile yetinmeye kalkar, birleşme noktasında herhangi bir gayret içerisine girmez ise, bu parçalanmaları ve birbirinden nefret etmeleri sebebiyle Allah (c.c.) katında mesul olurlar. Onların hali şairin şiirinde kınadığı şu durum gibidir:
"Ne benim ne de senin şikayetin var Toplumdaki parçalanma ve başıbozukluktan başka Herkesin ayn bir arzu ve gayreti var, Ama ümmet muhtaçtır bir imama "
Eğer ihtilaf sebebi nefsani ise, yani, bu cemaatlere liderlik edenler kibir, haset, gurur, kendini beğenme, makam mevki arzusu gibi kalbi hastalıklara müptela iseler, böyle önderlerin aralarında anlaşmaları imkansızdır. Aralarında herhangi bir yakınlaşmanın olması muhaldir. Bu tür şahsiyetlerin yapmaları gereken en doğru şey baş
Mâm'a davet etmeden önce kendi nefislerini, bu gibi afet-n ve nefsi hastalıklardan kurtarmaya çalışmaktır. Umulur ki, h"vlece şahsiyetleri kemale ermiş, kalpleri de Allah'a (c.c.) bağlanmış olur.
Davetçi kardeşim.
Bu konuyla ilgili olarak" Davetçiîerdeki gizli hastalıklar" bölümüne müraacat edersen orada nefisleri bu hastalıklardan kurtaracak bu tür kalbi afetlerden koruyacak kesin çözümü bulacaksın. Eğer böyle yapmazsan iyi bil ki sonun çok acıklıdır, mesuliyeti çok büyüktür ve iş gerçekten tehlikeli bir boyut almıştır.
d) Son olarak ta her akıl ve izan sahibine şu gerçeği açıklamak istiyorum:
Davet yolunda tökezlemekten, tembellik ve bıkkınlıktan sakınan tüm ıslah ve davet erleri, ilim adamlan şu hakikati çok iyi bilmelilerdir. Artık İslâm güneşi ufukta belirmiştir. Müslüman Gençlik kızıyla ve erkeğiyle gaflet uykusundan uyanmış, îslâmdan başka ölçü, Muhammed'den (s.a.) başka önder tanımamaktadırlar.
Bu açıkça görülen uyanış ve Rabbani metoda sımsıkı sanlış şuna dalalet etmektedir. Artik doğusu batısıyla İslâm ümmeti, ilahi nizamın, geçmişteki şanlı tarihinin, gelecekte yapması gerekenin farkına varmıştır. Kızıyla erkeğiyle tüm gençlik, İslâm'ı din ve devlet, Kur'an ve sünnet, şefkat ve şiddet, ibadet ve siyaset, ahlak ve davranış, metod ve yöntemiyle gerçek bir hayat tarzı olarak benimsemiştir. Tek gayesi İslâm'ın bu kuşatıcılığı altında, tüm müslümanlan bir araya getirmektir.
Yeni İslâm neslinin bu şuurda olması ve devlete talip ol ması müslüman ilim adamlarına ve davetçilere büyük bir vazife yüklemektedir. Bu uyanmış nesli en doğru biçimde bilinçlendirmek, gerekli eğirim ve terbiyeyi vermek onların görevidir. Böylece bu İslâmi uyanış, doğu ve batı, kuzey ve güneyiyle tüm İslâm coğrafyasını kuşatarak özlenen, tüm müslümanlan kuşatan İslâm devleti artık kurulabilsin. ? ! !
Bugün İslâm Ümmeti, ilmiyle amil, gecesini gündüzüne katarak ihlasla çalışan davetçilere, mürşid ve aümlere her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktadır. Ümitsizliğe kapılmasınlar. Söylenenlere şeytanın fitne ve vesvesesine aldanmasınlar. Sakın köşelerine çekilip sorumluluklarını unutmasınlar. Zira neslin İslâm terbiyesiyle yetişmesi, akide, ahlak, ibadet noktasında insanlara örnek olacak gerçek birer davetçi olarak hazırlanmaları boyunlarının borcudur.
Eğer bu nesil îslâmi esaslara, iman, cihad, davet, takva gibi hakikatler benimsetilerek yetiştirüebilirse çok yakın bir gelecekte tüm müslümanlan kuşatan hilafetle yönetilen bir islâm devletinin kurulacağına tüm kalbimle inanıyorum. Böylece bir ucu şarkta bir ucu garpta üzerinde güneşin hiç batmadığı bir İslâm devleri kurulacaktır, inşallah.
Eğer İslâm toplumundaki davet ve ıslah önderleri îslâmi faaliyetten vazgeçer, uyanan İslâm ümmetinin elinden tutmaz, onlar uyanırken bir köşeye inzivaya çekilirlerse elbette ki bu yalnızca kendilerine zarar vermeyecek ve bilhassa İslâm ümmetinin yüzyıllardır ulaşmak için kan döktüğü, gözyaşı akıttığı, uğrunda zindanlarda çürüdüğü, horlandığı o şanlı zaferin gecikmesine de başlıca sebep teşkil edeceklerdir. Sözümü bitirmeden önce son kez ümitsizliğe kapılmış olanların kulağına şunları fısıldamak istiyorum:
İslâm için çalışmak isteyen kimse her şeyden Önce, tüm İslâm beldelerinde şubesi, her yerde müntesipleri olan köklü bîr cemaat aramalıdır. Metoduna, örgütlenme şeklîne baktığımızda İslâm'ın fert ve aile, toplum ve devlet olarak tüm yönlerini kapsamalıdır. Hedeflerine baktığımızda en başta gelen hedefinin, İslâmİ şahsiyetin o-luşmasi, tüm müslümanları kuşatan îslâmi bir devletin kurulması ve İslâm mesajını tüm dünyaya ulaştırılması olmalıdır, işte bahsettiğim, tüm dünyaya yayılmış, sayılan hedeflere sahip, İslâm'ın tüm yönlerini kuşatıcı bir cemaat Allah (c.c.)'a hamdolsun vardır. Bu cemaat Mısır toplumunda Şehid Hasan el-Benna tarafından kurulan ve yine kendisi tarafından hederleri ve çalışma yöntemi ortaya koyulmuş." müslüman Kardeşler" cemaatidir. Bu cemaati iyisi ve kötüsüyle, her den insan tanıyor ve dünyaca meşhur pek çok düşünür, on-ve toplum üzerindeki etkilerinden bahsediyor.
noğusundakiyie batisındakiyle bugünün İslâm Gençliği'ne bü-"k umutlar bağlanmıştır. Onlardan beklenen yeryüzünde Allah'ın seriatini hakim kılarak göklere İsiâm bayrağını çekmektir. Ümmet büvük bir uyanış içerisindedir. İslâm'ı her yönüyle ele alan İslâmi cemaatler vardır. Böyle iken birilerinin çıkıp ümitsizlik, uzlet ve inziva nameleri söylemelerinin, İslâmi faaliyetten uzaklaşmalarının hiç bir dayanağı yoktur. Tüm İslâmi hareketleri tek isim ve tek çatı altında toplamak mümkün değilse de yukarıda zikrettiğimiz cemaate dahil olarak İslâm davasına hizmet etmek ya da en azından bu cemaatlerle devamlı irtibat ve yardımlaşma halinde olmak mümkündür. Allah'ın rızasını kazanmak, dini uğruna gayret etmek, O'nun adını yüceltme noktasında samimi iseler en azından bunu
yapmalıdırlar.
Eğer böyle yapmazlarsa unutmasınlar tarih önünde, gelecek nesiller önünde ve en önemlisi de Allah katında mesuldürler. Birgün mutlaka hesaba çekileceklerdir. Davalarını terkedip yüklendikleri İslâm mesajını insanlara ulaştırmaktan kaçınanlar, elbette ki hakettikleri cezaya çarptırılacaklardır.!!?
Sözün Özü:
Ye'se düşmüş olanlar iyi bilsinler ki, Kur'an ümitsizliği haram kılmış, ye'se düşenleri şiddetle uyarmıştır.
Tarih, her devirde içine düştükleri sıkıntı ve belalar ne kadar büyük olursa olsun İslâm ümmetinin düşmanlarına galip geleceğine en büyük delildir.
Allah Resulü (s.a.) başına binbîr türlü bela ve musibet gelmesine rağmen, müstakbelin İslâm ümmetinin zafer iktidarına şahit olacağını müjdelemiştir.
Bütün bunları Öğrendikten sonra, önlerinde îslâmi harekete katılmaktan, Allah'a çağıran davetçiler kervanına iltihak etmekten başka çıkar yol kalmamıştır. Böyle yaparlarsa Allah (c.c) onların ayaldarını dinde sabit kılacak, yollarını açacak ve onların eliyle İslâm'ı zafere ulaştıracaktır. Şu sözlerin sahibi olan Allah'tan (c.c) daha doğru sözlü olan var mıdır? :" Siz Allah'a (dinine) yardım ederseniz, Allah'ta size yardım eder ve ayaklarınızı (dinde) sabit kılar". (Muhammed, 7)
Evet davetçi kardeşlerim, sizlere davetçileri davet yolun da döken, onları ye'se, fitne ve fesada, dünyaya, heva ve hevesine kul olmaya kadar götüren, hatta zamanla dininden bile eden psikolojik, ruhsal etmenlerin en önemlilerini sunmaya çalıştık.
Bir davetçinin bu tür İster bedensel, ister ruhsal hastalıklardan, isterse de ümitsizlik, acelecilik ve benzeri sebeplerden kaynaklanmış olan tüm etkenlerden kendini kur taramazsa, belalara sabreden, işlerini düzenli yapan, ahlakı düzgün, sağlıklı düşünebilen, fitnelere kapılmayan, İslâm mesajım insanlara yılmadan usanmadan ulaştıran biri olması imkansızdır. Tüm bunlarla ilgili sebep ve sonuçlan, hastalık ve tedavi yollarını geniş bir şekilde bir bir açıkladık.
Davetçilerden birisi bu tür hastalıklardan birine maruz kalır ya da yakalanırsa, hemen hiç vakit kaybetmeden tedavi yollarına başvurmalıdır. Allah'ın izniyle anlatmaya çalıştığımız bu Rabbani tedavi metoduyla tüm kalbi hastalıklara, dışarıdan gelen etkenlere karşı, kendilerini rahatlıkla koruyabileceklerdir. Rabbani metoddan şaşmadıkları sürece davet ve cihad yolunda emin adımlarla, hiç bir tesirin altında kalmadan, büyük bir ümit ve a2İmle yollarına devam edeceklerdir. Öyle ki İslâm bayrağı tüm ihtişam ve azametiyle dünya semasında dalgalanacak, tüm süper güçler; önünde eğilecek, Özlenen büyük İslâm Devleti kurulacaktır. Yeter ki bilinçli bir şekilde İslâm'a sarılsınlar, birleşip Rabbani metodla bıkmadan usanmadan, gece gündüz demeden çalışsınlar. Bunu yaptıklarında, yeniden dünyanın efendisi, insanlığın yol göstericisi, Allah adına hükmeden halifeler olacaklardır. Bu Allah için hiçte zor değildir. Ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.