Mallarını Allah Yolunda Harcayanların Hali- Yedi Başak Bitiren Bir Tohum
"Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, her başağında yüz dâne olmak üzere yedi başak veren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediğine kat kat verir, Allah ihsânı bol olan, hakkıyla bilendir" (Bakara, 2/261).
Bu âyette ihlas ile Allah yolunda harcanan malın, âhirette bîre yedi yüz ve hatta Allah'ın dilediği kadar kat kat sevap getireceği, bir tanede yedi başak temsîliyle anlatılmıştır. Amellerin ihlâs derecesine göre bu verimlilik farklılık gösterir.[1] Bu temsille, manevî bir mefhûm olan ecir ve sevap, insanların gözleri önüne dikilmiş oluyor.[2] Bazan bu mükâfat, yedi yüz bine veya milyona kadar varır. Allah'ın dilemesine sınır yoktur.[3]
İlahi ilkelere uygun şekilde ve Allah rızası için harcanan her şey, kişinin kendi ihtiyaçları veya akrabalarının ihtiyaçları için, kamu yararına veya İslam'ı tebliğ için, ya da cihad için harcanmış olan her şey, Allah yolunda harcanmış demektir.
Ayette geçen "İnfak" deyimi, Kur'an'ın vücud vermek istediği mükemmel insanın en belirgin özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Az veya çok, birşeyleri kendisinden başkalarına aktarmayan insanda hayır görmeyen Kur'an, infakı imanın, sevginin belirgin özelliği olan bir paylaşım ruhu olarak ortaya koymaktadır. İnfak, bir paylaşım ahlakıdır. Bu paylaşım, ölümsüz Ragıb el-İsfahani'nin en güzel deyimiyle "maldan olabileceği gibi, başka değerlerden de olabilir." Önemli olan, insanın sahip bulunduğu maddesel ve ruhsal tüm imkanlardan başkalarını yararlandırmasıdır. İnsan "gece ve gündüz, gizli ve açıktan" sürekli infak sergilemelidir. (Bakara: 2/274)
Ayetin anlatım düzeninden akla ulaşan ilk mana, matematik bir işlem ile bir tanenin yediyüz taneye kadar artmasıdır. Ancak daha üst ve derin bir boyutta düşünüldüğünde ayetin ifadesinde canlı bir hayat tablosu ortaya çıkmaktadır. Evet, diri bir tabiat… Bol bol tane veren bir bitki… Sonra bitkiler dünyasından gayet tuhaf bir manzara.. Yedi başak taşıyan bir dal. Ve her başağın içerisinde gizlenmiş yüz tane!. .
İlerleyen ve gelişen hayat çizgisini anlatan kelimelerin yanısıra ayet insanların vicdanına dönüyor. Ve insanları sadaka ve yardıma davet ediyor. Gerçekten sadaka veren kişi vermiyor, aksine alıyor. Verdiği malı eksilmiyor, aksine çoğalıyor. Ve böylece gelişen, artan sadaka dalgaları hızla ilerliyor. Tohum ve verdiği ürün sahnesinin coşturduğu hayır duyguları kat kat artıyor.
Allah'ın sınırsız kaynakları olduğu ve O her şeyi bildiği için, kişi Allah yolunda harcarken ne kadar samimi ve istekli olursa, Allah'tan göreceği mükafat da o denli büyük olacaktır. Kişi, bir tohumdan yedi sekiz yüz tane üreten Allah'ın, yapılan iyilikleri de yedi yüz misli ile mükafatlandırmaya kadir olduğuna kesinlikle inanmalıdır.
Bu gerçeği gözler önüne serdikten sonra, bu bağlamda Allah'ın kaynaklarının sınırsız olduğunu ve O'nun yapılan işleri hakettikleri ölçüde mükafatlandırabileceğini göstermek ve O'nun her şeyi bildiğini, neyin hangi niyetle harcandığından habersiz olmadığını göstermek amacıyla, Allah'ın iki sıfatı özellikle zikredilmiştir. Bu nedenle kişinin hakettiği mükâfatı kaybetmesi söz konusu değildir.
"Yedi başak veren bir tohum'a" benzetilen "İnfak"ın Kur'an tarafından belirlenen ilkelerini şöyle tesbit edebiliriz:
1) İnfakta işe en yakınlardan başlamak gerekir. Yakınlıktan maksat ikidir: Önce bize kan bağıyla yakın olanlar dikkate alınacaktır. (Bakara: 2/215) Bir insanın kendi anası, babası, çocuğu, yeğeni, halası, teyzesi vs. perişanlık içinde iken, onun başkalarına cömertlik gösterisi yapması, çıkar hesaplarına yönelik bir riyakarlıktır. Kur'an bu riyakarlığa engel olmak istemiştir. İkincisi, yaşadığımız çevredeki insanlar öne alınacaktır. Kendi mahallesinde, köyünde, kentinde, ülkesinde muhtaç insanlar kol gezerken uzak diyarlara, yabancı ülkelere yardım romantizmine tutulmak dengesizlik ifade eden bir aktörlüktür. Kısacası, önce kendi akrabalarımızın muhtaçlarını, ikinci olarak da kendi ülkemizin muhtaçlarını dikkate almak borcundayız.
2) İnfak edileni başa kakmamak: Bakara: 2/262. ayete göre, Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazandıracak infak, bu demektir ki, hayata ve insana hayır getirecek infak, başa kakma ve horlama aracı yapılmayan infaktır. Aynı surenin 263. ayetine göre: "Güzel bir söz ve affetmek, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir." Bu ölçüler içinde yapılan infak, Allah katında yüzler, hatta binlerle ödüllendirilir. (Bakara: 2/261)
3) İnfak bir saçıp savurma gösterisi olmamalıdır. Furkan: 25/67. ayet Kur'an'ın infak konusunda da israftan uzak durmayı esas aldığını göstermektedir.
4) İnfak riya için yapılmamalıdır. Riyakarlıkla infakta bulunanlar, Allah'a ve ölüm sonrasına gerçekten inanmış insanlar olamazlar. (Bakara: 2/264) Bakara: 2/272'ye göre infak, "yalnız ve yalnız Allah rızası için olacaktır".
5) İnfak, sevilen şeylerden yapılmalıdır. Çöpe atılacak şeyleri başkalarına vermek infak değildir. Ali İmran: 3/92. ayet, zafer ve mutluluğu, sevilen şeylerden infak etmeye bağlamıştır. Bakara: 2/267 bu ilkeyi şöyle tamamlamaktadır:
"Ey inananlar, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden infak edin. Kendiniz göz yummadan almıyacağınız kötü şeyleri başkalarına vermeyin."
6) Allah yolundan ayrı koymak için yapılan infakın insanlığa hiçbir hayrı dokunmaz. (Enfal: 8/36)
7) İnfakta, ihtiyacını, yoksulluğunu ortaya koymaktan çekinen, iffet ve onuruna çok düşkün kişileri bulup öne çıkarmak, iman ve hizmet erlerinin görevidir. Bakara. 2/273 bu konuda çok duygulandıncı bir ifade kullanmaktadır:
"İnfak, öncelikle şu yoksullara özgülenmelidir ki, Allah yolunda kapanıp kalmışlardır. Yeryüzünde gezip dolaşamazlar. Onur ve utangaçlıklarından dolayı, kendini bilmezler onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük edip insanlardan istemezler onlar."[4]
Gösteriş îçin Hayra Mal Sarfedenlerin Hali-Üzerinde Biraz Toprak Bulunan Kaya Gibi Olanlar
"Ey îman edenler! Allah'a ve Âhiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde biraz toprak bulunan şu kayanın durumu gibidir ki, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. (Böyleleri) kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah inkâr eden kimseleri doğru yola eriştirmez" (Bakara, 2/264)
Bu âyetteki temsilde, riya için malını harcayan kimse, müşebbehdir. Müşebbehün bih ise, kaypak kayadır. Üzerine kuvvetli bir yağmur inince, üstündeki az bir toprağı da alıp götürdüğü gibi, Allah'a ve âhiret gününe inanmayıp Allah rızası için malını sarfetmeyen kimsenin kıyamet gününde elinde avucunda hiç bir şey kalmayacaktır. Şu halde iyilikleri, gösterişle, minnet ve ezâ ile değil, ihlâs ile yapmalıdır.[5]
Riya, Kur’an'da isim ve fiil halinde 5 yerde geçer. Sayı fazla değildir. Kur’an riyaya öylesine ağır ve şiddetli bir negatif mana yüklemiştir ki, riyakar otamatik olarak din dışı ilan edilebilmektedir. Bu mana şiddeti, tekrara lüzum bırakmaz. Ancak, münafıklığın bütün negativitelerinin aynı anda riya için de geçerli olduğunu unutmamalıyız.
Riya, Maun Suresi'nin açık beyanına göre, örtülü bir din inkarı, yani dinsizliktir. Ve en kötü dinsizliktir. Çünkü sinsi ve kahpe bir tahripçidir.
İnkarın en kuduz şubesi münafıklık, münafıklığın en zehirli yanı riyadır. Bu yüzden riya, Son Peygamber tarafından gizli şirk olarak adlandırılmıştır.
Riyada, Allah'ın görmesi için sergilenen fiil, kul görsün diye sergilenir ve Allah'tan beklendiği söylenen sonuç kuldan beklenir. Bu demektir ki, riyada iki başlı bir yalan saklıdır. Riyakar, Allah için sergilediğini söylediği fiili kullar için sergileyerek bir yalan, Allah'tan beklediğini iddia ettiği karşılığı kullardan bekleyerek bir başka yalan içine girmiş durumdadır. Bu, tam bir kişilik çöküntüsü ve ruhsal iflastır.
Allah'a giden yola en amansız pusuyu kuran ve dini içinden yıkarak insanlığı kaosa ve onursuzluğa mahkum eden bir numaralı illet, riyakarlıktır. Bütün erdirici ve yaratıcı atılımların belini kıran ve insanoğlunu hiçliğe esir ederek ömür sermayesini boşa harcatan kahredici bir beladır riyakârlık… Bu belaya çarpılmış birey ve toplum kalıcı, huzur ve mutluluk getirici hiçbir değer üretemiyor. Çünkü riya, güzeli ve iyiliği öldürmekle kalmaz, güzele ve iyiye yönelik ümitleri de mahveder.[6]
İbn Hacer, riyanın en kötüsünün imanda riya olduğunu ve bunun da Kur'an'da münafıklık diye anıldığını söylemektedir. İşte yukarıda verdiğimiz ayette örnek gösterilen ve iman edenleri sakındırmaya yönelik davranış biçimi münafıklıktır.
Bu ayet, açıkça münafığın Allah'a ve ahiret gününe inanmadığını vurgulamaktadır. Onun diğer insanlara göstermek için harcaması, onun mükafat istediği ilahın -Allah değil- insanlar olduğunu göstermektedir. Bir münafık Allah'tan hiçbir mükafat beklemez ve bir gün bütün amellerini değerlendirip ceza veya mükafatla karşılaşacağına da inanmaz.
Bu örnekte yağmur, cömertlik ve harcamaktır (infak). Yağmurun düştüğü sert ve çıplak kaya ise bu harcamada güdülen kötü niyettir. İnce toprak tabaka ise kötü niyetini saklayan ve harcamayı iyi gösteren sözde fazilettir. Her ne kadar yağmur yağarak bitkileri büyütüyorsa da, eğer üzerinde ince bir toprak tabakası olan bir kayaya düşerse, üstündeki toprağı akıtıp kayayı çırılçıplak bırakarak, gerçekte, o kayaya zararlı olur. Aynı şekilde cömertlik ve eliaçıklık, fazileti geliştiren bir güç olmasına rağmen iyi niyetle yapılmadığı zaman fazileti geliştirmez. Bu şartlar olmaksızın infak edilen servet, aynen, üzeri ince bir toprak tabakası ile kaplı çıplak kayaya düşen yağmur gibi boşa gitmiş olur.
Bir kimse imanın bahşettiği huzur ve saadetten habersizse, onun bu riya örtüsüne bürünmüş kaskatı kalbi "üzerinde toprak bulunan kaya" gibidir. Yumuşaklıktan ve bitkiden eser bulunmayan bir taş parçası. Katılığını gizlemek için üzeri hafif bir toprakla örtülmüş. Tıpkı iman nurundan mahrum kalblerin katılığını riyanın örtüp kapattığı gibi. .
"Şiddetli bir yağmur isabet ettiğinde onu katı bir taş halinde bırakır," şiddetli yağan yağmur o kaskatı kayanın üzerindeki toprağı da silip süpürür. Ve kaskatı kaya apaçık meydana çıkar. Ne bir bitki var üstünde, ne de bir meyveden eser… İnsanlara gösteriş için malını infak eden kalbler de aynen o kaya gibidir. Ne hayırlı bir semere verir, ne de ahirette bir sevaba ulaşır.
Ayette sözü edilerek kaçınılması istenen "iyiliği başa kakmak"; yapılan yardım, verilen destek ne ölçüde büyük olursa olsun, Kur'an nazarında bir hiçtir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de insanı bu hassas konuda uyarırken şöyle diyor: "Sizi iyilik yapıp da başa kakmaktan uzak durmaya çağırırım. Bunu yapmak, Allah'a şükrü siler süpürür, iyilikten beklenen karşılığı yok eder." Cenabı Peygamber böyle insanlara Allah'ın rahmet nazarıyla bakmayacağını da bildirmiştir.
İnsanoğlu hep iyilik yapılandan teşekkür beklemek gibi bir egoizmi yaşatmıştır. İyilik yapmış olma bahtiyarlığına ulaşmamızı sağlayanlara siz neden teşekkür etmiyorsunuz? İnsan onuruna ve akla yakın olan tavır bu değil midir? Kur'an bu noktada şöyle konuşuyor:
"Allah'ın kulları.. Yoksula, yetime, esire gönülden bir istekle, sevdiği yemeği yedirirler. Ve şöyle derler: Biz size, sadece Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık bekliyoruz, ne de bir teşekkür." (İnsan-Dehr: 76/6-8)
Konuyu Hz. Mevlana'nın, gözü aldatan dışla, fark edemediğimiz öz ilişkisine dikkat çekerken kullandığı bir deyişle noktalıyalım:
"Bir gün cevizler kırılır ve kabuğun içinde bir öz taşıyanlardan başkası helak olur."[7]
Allah Rızâsı için Mallarını Sarf Edenlerin Hali-Yüksek Tepedeki Bahçe
"Allah'ın rızasını kazanmak ve kalblerindeki (îma)nı sağlamlaştırmak için mallarını sarf edenlerin hali, bir tepede bulunan, bol yağmur aldığı zaman yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisentisi düşen bir bahçenin durumu gibidir. Allah yaptıklarınızı görür" (Bakara, 2/265).
Bu temsil de de Allah Teâlâ, kendi rızası için malını harcayanların halini yaylada bulunan bir bahçeye temsil etmiştir. Onların Allah rızası için az veya çok harcamalarını, kuvvetli yağmura veya yağmur çisentisine benzetmiştir.[8] Onların asıl verimini sağlayacak olan ise tarlanın özündeki cevher, yani malını harcayan mü'minin kalbindeki ihlâsdır. Onların kalblerine iman ve Allah rızasının yerleşip kökleşmesidir.[9] Bu meselden elde edilen fâide, Allah yolunda ihlâs ile mal sarfetmeye teşviktir.[10]
Ayet, daha önce işlediğimiz konunun tam tersi bir örnekle başlıyor. Artık karşımıza malını insanlara gösteriş olsun diye değil de, Allah'ın rızasını kazanmak ve imanının samimi bir yansıması olarak infak eden bir davranış biçimi çıkıyor. Bu davranış imandan coşup gelmekte ve kökleri ta vicdanın derinliklerine inmektedir.
Riya ile perdelenmiş katı bir kalbi, üzerinde az bir toprak yığını bulunan kaskatı bir kaya temsil ettiğine göre, inanmış kalbi de cennetin temsil etmesi gerekir. Evet, üzerinde bir avuç toprak bulunan kayaya karşılık mümin kalbi de üzerinde toprak yığını bulunan yemyeşil bir bahçe gibidir, şiddetli bir yağmur bu bahçenin toprağını götürmek yerine tam aksine verimini arttırıyor ve yemişlerini iki katına çıkarıyor.
Bol yağmur olmasa da bir çisinti bile bu bahçeye yeter. Sağnak yağmur, en iyi niyetlerle ve samimiyetle yapılan infaktır. Yağmur çisintisi ise samimi olmasına rağmen, birincisinde olduğu gibi duygu derinliğine ve yoğunluğuna sahip olmayan infaktır. İşte müminin ameli de böyledir. Az olsun, çok olsun asla boşa gitmez. Allah onu kabul eder, çoğaltır ve güzel amel işleyen herkesin amelini niyetine göre arttırır. Çünkü Allah kullarının tüm işlediklerini görmekte ve hiçbir şey O'na gizli kalmamaktadır.
Bu gerçeği ortaya koyan ve Allah'ın ilminin inceliğini ve kapsayıcılığını, ilahi kudretin enginliğini ve hesap konusundaki adaletini canlı olarak vurgulayan bir başka ayet te şudur:
"Oğulcuğum, işlediğin bir şey hardal tanesi kadar da olsa bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde de bulunsa, Allah onu getirir. Muhakkak ki Allah Latif’dir. Habir'dir." (Lokman: 31/16)[11]
Amellerinden Fayda Görmeyeceklerin Hali
"Hangi biriniz, kendisi ihtiyarlamış ve çocukları da âciz ve güçsüz iken altlarından ırmaklar akan, hurma, üzüm ve her çeşit meyveleri bulunan bahçesinin, ateşli bir kasırga vurup yanmasını ister, işte Allah size düşünesiniz diye âyetlerini böyle açıklar" (Bakara, 2/266).
Bu âyetteki temsil, bir anlayışa göre, iyi amellerini Allah rızası için işlemeyen, işlediği amele en çok ihtiyaç duyacağı kıyamet gününde ameli boşa giden kimsenin uğrayacağı hasretli halini gözler önüne serer.[12]
Süddî'den, infâk eden; fakat infakını iptal ederek riya ve başa kakma (minnet) gibi davranışlarda bulunup kıyamet günü ona şiddetle ihtiyaç duyduğu zamanda elini boşa çıkaracak kimsenin haline temsil olduğu rivayet edilmiştir.[13]
İbn Abbas'dan rivayet de şöyledir: Hz. Ömer (r.a):
“Bu âyetin kimin hakkında indiğini düşünürsünüz?” demiş. Ashâb:
“Allah bilir,” demişler. Bunun üzerine Hz. Ömer kızmış ve:
“Biliyoruz veya bilmiyoruz, deyin” demiştir. Ibn Abbas da:
“Kalbimde o hususda bir şey var, mü'minlerin emîri,” deyince, Hz. Ömer (ra):
“Söyle yeğenim, kendini küçük görme,” demiştir. Bunun üzerine îbn Abbas (ra):
“Bu bir amel için darbedilmiş bir meseldir,” demiş. Hz. Ömer:
“Hangi amel?” deyince, Ibn Abbas (ra):
“Allah'ın tâatında amel işleyen zengin bir adam için,” şeklinde cevap vermiştir. Sonra “o adama Allah şeytanı göndermiş, o da amellerini batırıncaya kadar günah işlemiş,” diyerek sözlerini tamamlamıştır.[14]
Cehennem Odunları Veya Ateşin Yakıtları
"Küfre sapanlara gelince, ne mallan ne de çocukları onlara Allah'a karşı hiçbir yarar sağlamayacaktır. Onlar, işte onlar, ateşin yakıtıdırlar." (Ali İmran: 3/10)
Gerek Kur’an'ın ve İslam'ın özünün, gerekse insanların iman edip etmeme noktasında gösterdikleri farklılığın anlaşılması açısından en önde gelen kavramlardan bir "Küfr" dür. Kur'an'ı Kerim'de "küfür" terimi ve türevleri pek çok ayette geçer ve imansız kimselerin nitelikleri, karşı karşıya bulundukları tehlikeler açıklanır. Küfrün temelinde aynı şirkte olduğu gibi bir bakıma nefse tapınma ve bencillik vardır. Küfür; Allah'ı hakkıyla tanımamak, O'nun verdiği nimetlerin O'ndan olduğu gerçeğini sözle, davranışla ve kalben örtmek/ gizlemektir.
Küfre sapanlar, sahip oldukları yetenek ve becerilerin bütünüyle Allah'tan olduğunu unutur, bunları kendi nefsine malederek Yaratıcı'ya şükür etmezler. Yine onlar, Allah'ın Kitaplarını veya gönderdiği kitaplardan birini, peygamberlerin tamamını veya bir kısmını, Ahireti, melekleri, Peygamberlerin Allah'tan getirdiği esaslardan birini veya bir kaçını kabul etmezler. Bazılarıysa, "peygamber Allah'tan ne getirdiyse inandım" der, fakat hareketleriyle bunu yalanlar. Temel emir ve yasaklardan bazılarını yerine getirmez. Getirmediği gibi bu emir ve yasakların üzerine bir örtü çeker ve onları artık yok sayar. Kainatın yaratılışını, meydana gelen olayları raslantı, zorunluluk gibi bir takım hayali etkenlere bağlar. Sonunda ise bu davranışları yüzünden kalpleri örtülür; basiretleri yok olur, akılları işlemez ve dilleri hakkı söylemez hale gelir.
İşte verdiğimiz bu ayette Kur'an, küfre sapanların sonunun cehennem olduğunu, onları malları ve çocuklarının kurtaramayacağını söylüyor. Mal ve çocuğun himaye edici, koruyucu özellikler taşıdığı bir gerçektir. Fakat, geleceğinde şüphe bulunmayan bir günde bunlar hiçbir fayda sağlamayacaktır. O günün geleceği ise kesindir, O gün kafirler "ateşin yakıtları" olacaklardır. Böylece bu ifade, onları bütün insanlık vasıflarından soyup "odun, ağaç ve diğer yakılacak maddeler" şeklinde nitelendirmektedir.
Kur'an'da, küfre sapanların veya başka bir ifadeyle kafirlerin "Cehennem odunu" veya "ateşin yakıtı" olduğu gerçeğini ortaya koyan başka ayetler de vardır. Örneğin:
"…Korkun o ateşten ki yakıtı insanlar ve taşlardır. Küfre sapanlar için hazırlanmıştır o." (Bakara: 2/24)
"Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır." (Tahrim: 66/6)
Konuya katkısı olması açısından Abbasi halifesi Harun Reşid’in kardeşi Behlül'e ait olduğu rivayet edilen ve içinde hikmet unsurları taşıyan bir kıssadan söz etmek istiyorum.
Meczup tavırlarıyla tanınan Behlül’e bir gün nereden geldiğini sorarlar. O da:
"Cehennem'den geliyorum, ateş almaya gitmiştim." der. Bu cevap üzerine,
"Peki aldın mı?" diye alay yollu tekrar soranlara Behlül:
"Hayır! Cehennem'de ateş bulamadım. Oraya herkes ateşini kendi getirir." karşılığını verir.
Son sözü söylemek gerekirse "Nur" için yaratılmış olanların "Nar’a" yakıt olmamaları kendi özgür iradelerine verilmiş bir seçimdir. İnsanların Cennet'e gitme özgürlükleri olduğu gibi Cehennem’e gitme özgürlükleri de vardır. Ama unutulmamalıdır ki merhamet sahibi Allah'ın rızası Cennet'e girmek isteyenlerden yanadır.[15]
[1] Beyzâvi, I, 137.
[2] Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 393.
[3] Hakim Tirmizî, s.5. Prof. Dr. Velî Ulutürk, Kur’an’da Temsili Anlatım (Emsâlü’l-Kur’an), İnsan Yayınları: 42.
[4] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’daki İslam, S. 448-449. Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 49-53.
[5] Ş. Mansûr, s. 225-226. Prof. Dr. Velî Ulutürk, Kur’an’da Temsili Anlatım (Emsâlü’l-Kur’an), İnsan Yayınları: 43.
[6] Yaşar Nuri Öztürk, İslam’da Büyük Günahlar, S. 97.
[7] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 54-58.
[8] Ş. Mansûr, s.225-226, Beyzâvî, I, 139.
[9] Hakim Tirmizi, s.6.
[10] Ş. Mansûr, s.230. Prof. Dr. Velî Ulutürk, Kur’an’da Temsili Anlatım (Emsâlü’l-Kur’an), İnsan Yayınları: 42-43.
[11] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 59-60.
[12] Zemahşerî, Keşşaf, I, 395.
[13] Âlûsî, III, 38.
[14] Ibn Kesir, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, I, 319, Beyrut, 1969. Prof. Dr. Velî Ulutürk, Kur’an’da Temsili Anlatım (Emsâlü’l-Kur’an), İnsan Yayınları: 44-45.
[15] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 61-63.