HURÛF-I MUKATTAA
Kur'ân'daki bazı sûrelerin başlarında yer alan harflere mukattaa harfleri (kesik harfler) denir. Zahirî itibariyle herhangi bir manaya delâlet etmediklerinden dolayı "hakîkî müteşâbih" olarak kabul edilen söz konusu harfler hakkında İslâmın ilk yıllarından itibaren bazı yorumlar yapılagelmiştir.
Bu yorumlara geçmeden önce hurûf-ı mukattaa hakkında genel bir bilgi vermemiz uygun olacaktır. [1]
1. Genel Bilgiler
Mukattaa harfleri, 29 sûrenin başında yer almıştır. Bu harfler tek oldukları gibi ikili, üçlü, dörtlü ve beşli bir kompozisyon da oluşturmaktadırlar. Tamamı, 14 farklı harf olup, 13 ayrı şekil altında görünmektedirler[2] .
Müfessirlerin beyânına göre vahiy geldikçe Hz. Peygamber bunları insanlara tebliğ ederdi. Ancak Kur'ân'ın meydan okuması karşısında âciz kalan müşrikler ve gayr-i müslim unsurlar diyorlardı ki,
"... Sakın şu Kur'ân'ı dinlemeyin, okundukça gürültü edin, belki bastırır galip gelirsiniz".[3] Ancak hurûf-ı mukattaanın yer aldığı sûreler nazil olunca bu harfler, kâfirlerin de dikkatlerini çekmiş böylece gürültü etmekten vazgeçerek Kur'ân'a kulak vermeye başlamışlardır[4].
Hurûf-ı mukattaanın müstakil âyet olup olmadığı konusunda farklı iki görüş vardır. Bir görüşe göre, bu harflerden bazıları müstakil birer ayet bazıları da kendilerinden sonra gelen âyetlerin cüz'üdür yani Müstakil âyet değildir. Meselâ altı sûrenin başında bulunan ve başlı başına birer âyet kabul edildikleri halde müstakil âyet sayılmayıp başlarında yer aldıkları âyetlerin birer cüz'ü kabul edilmişlerdir. Bu görüşü ileri sürenler, Kûfelilerdir[5]. Müfessir ez-Zemahşerî de aynı görüşü destekleyerek söz konusu harflerin müstakil âyet sayılıp sayılmamasının tevkıfî/ilâhî olduğunu söylemektedir[6].
Bu konudaki diğer görüş ise Basra'lılara aittir. Onlara göre de yirmi dokuz sûrenin başında bulunan mukattaa harflerinin hiçbirisi müstakil âyet değildir[7].
2. Hurûf-ı Mukattaa’nın Yorumu Meselesi
Hurûf-ı mukattaanın yorumlanıp yorumlanamayacağı konusunda birbirine muhalif iki görüş vardır. Bu görüşleri şöylece sınıflandırmak mümkündür. [8]
a. Selefin Görüşü
Selefe göre mukattaa harfleri Kur'ân'ın sırlarındandır ve manaları insanlardan gizlenmiştir. Nitekim Hz. Ebû Bekr (öl.l3/634)'in: "Her kitabın bir sırrı vardır. Allah'ın Kur'ân'daki sırrı da sûre başlarında yer alan harflerdir."[9] ve Hz. Ali (öl.40/660)'nin: "Her kitabın bir özü vardır. Bu kitabın özü de hurûf-ı mukattaadır"[10] şeklindeki ifadeleri de bunu açıkça ortaya koymaktadır[11].
Bu konuda bazı müfessirler de selefi bir çizgi takip ederek söz konusu harflerin anlamlarının bilinemeyeceğini söylemişlerdir. Meselâ er-Râzî şöyle demektedir: "Nasıl bir tarlaya sulama esnasında nehrin suyunun tamamı verilmeyip o tarlanın kaldırabileceği kadar su veriliyorsa, Allah katında bulunan bilgilerden de rasullerine lüzumu kadar verilmiştir. Bu sebepten dolayıdır ki, peygamberler âlimlere, onlar da insanlara tahammül edebilecekleri kadar bilgi sunmuşlardır. Alimler, peygamberler ve melekler için sırlar vardır. Her grup kendisine verilenden fazlasını kaldıramaz. Çünkü akıl tam ve mükemmel değildir. Göz, güneş ışığına tahammül edemediği gibi akıl da sırlara dayanamaz[12].
İbn Teymiyye (ö1.724/1323) de aynı görüşü destekleyerek bu harflerin manalarını Hz. Peygamber (sav)'in dışında hiç kimsenin anlayamayacağını ifade etmektedir[13].
Elmalılı Hamdi Yazır'ın bu konudaki görüşü de şöyledir: "Hurûf-ı mukattaa, Kur'ân nazil olurken Hz. Peygamber (sav)'in kulağında bir hususiyetle çınlayan ve çeşitli manaları Hz. Peygamber'in kalbinde tesbit eden vahiy sesleridir. Bu sesler, yalnız ona mahsus olduğundan mahiyetlerini de ancak o bilmektedir"[14].
Kısacası Selef âlimleri, mukattaa harflerini Kur'ân'ın özü ve sırrı kabul etmektedirler. Onlara göre bu harflerin mutlaka manaları vardır, ama onları Hz. Peygamberden başkası kavrayamaz. Çünkü bu hususta tek selahiyyetli odur. [15]
b. Halefin Görüşü
Hurûf-ı mukattaa konusunda ileri sürülen ikinci görüş de halefin yani "müteahhirûn Ehl-i sünnet kelâmcılar" ın görüşüdür. Onlara göre de, Allah Taâlâ'nın muhatapları için anlamı olmayan şeyleri inzal etmesi uygun değildir. Ayrıca Kur'ân'da insanları tefekküre sevkeden birçok âyet vardır. Şayet söz konusu harflerin herhangi bir manası olmasaydı, o takdirde bunların istisna edilmeleri gerekirdi. Yine bunlar, manaları bilinmeyen harfler olsaydı, o zaman da Kur'ân'ın meydan okuması caiz olmazdı[16]. Daha başka deliller de ileri süren müteahhirûn Kelâmcılar, ilimde rüsuh sahibi olanların bu harflerin manalarını çözebileceklerini söylemişler ve kendileri de bazı te'viller yapmışlardır. Ama onlar da, hurûf-ı mukattaadan ne kastedildiği hususunda yapmış oldukları yorumlarda birlik temin edememişlerdir. Bu konuda birbirinden farklı 20 kadar görüş ortaya atılmıştır[17]. Bunların birkaçını şöylece sıralayabiliriz.
1. Mukattaa harfleri, Allah Taâlâ'nın isim ve sıfatlarından bir kısmına işaret etmektedir[18]. Bu görüşü savunanlar, iddialarını delillendirmek için söz konusu harflerle ilgili bazı değerlendirmeleri de örnek olarak ileri sürmektedirler. Meselâ, İbn Abbâs'a nisbet edilen bir rivayete göre oluşturan harfler, "Allah", "Latîf" ve "Mecîd" isimlerini gösterir[19]. ed-Dahhâk'a göre de eliften maksat "Allah" lamdan maksat "Cebrail", mimden maksat da "Muhammed" (sav) dir[20].
Yine İbn Abbâs'tan gelen bir nakilde daki harflerin "Kâfiyen", "Hâdiyen", "el-Alîm", "el-Âlim" ve "es-Sâdık" isim ve sıfatlarına[21], Muhammed b. Ka'b el-Kurezî'nin rivayet ettiği bir nakilde de daki harflerin "er-Rahmân", "el-Alîm", "el-Kuddüs", ve "el-Kâhir" sıfatlarına işaret ettiği zikredilmektedir[22].
Kelâmcılardan bazılarına göre de, mukattaa harfleri, Allah Taâlâ'nın aynı harfle başlayan bütün isim ve sıfatlarına delâlet etmektedir. Meselâ, deki "elif", "Ehad, Evvel, Âhir, Ezelî ve Ebedî", "lam" "Latîf", "mim", "Melik, Mecîd ve Mennân" isimlerine işaret eder[23].
Bu konuda İbn Abbâs'tan gelen bir başka rivayet de şöyledir. 'den maksat, "Ben Allah'ım, her şeyi bilirim"; maksat, "Ben Allah'ım, her şeye hükmederim dan maksat da "Ben Allah'ım, her şeyi görürüm"[24] demektir.
2. Allah Taâlâ bu harflerle yemin ederek söze başlamaktadır.[25] Bu görüş, el-Ahfeş (öl.l77/793)'e nisbet edilmektedir. Ona göre Allah nasıl kendi şerefi, yüceliği ve kâinattaki bazı varlıklar üzerine yemin etmişse, hurûf-ı mukattaa ile de aynı şekilde yemin etmiştir. Bu yemin, söz konusu harflerin değerini yükseltmekte ve söze ayrı bir güzellik kazandırmaktadır[26]. Bu anlayışa göre âyeti; "Hurûf-ı hecâya yemin olsun ki bu, kendisinde asla şüphe olmayan bir kitaptır"[27] şeklinde manalandırılabilir.
Ancak şunu hemen belirtelim ki, bu durumda [28] ve [29] âyetlerinde olduğu gibi peşpeşe iki yemin söz konusu olmaktadır. Halbuki bir şey üzerine iki defa yemin edilmesi, hoş karşılanmayan bir durumdur[30].
3. Mukattaa harfleri, başında bulundukları sûrelerin isimleridir. Bu görüşün el-Halil ve es-Sibeveyh'e ait olduğu zikredilmektedir[31]. Konuyu kitabında ele alan ez-Zerkeşî de şunları söyler: Şayet bu harfler başlarında yer aldıkları sûrelerin isimleri kabul edilirlerse, o takdirde aynı harflerle başlayan birden fazla sûreyi birbirinden ayırmak nasıl mümkün olabilir? Tabiatıyla bu durumda o sûreleri belirli hale getirecek birtakım niteliklere ihtiyaç duyulacaktır. Meselâ, Zeyd ismini alan iki kişiyi birbirinden ayırmak için her ikisinin isimlerine iki farklı sıfat eklenerek birisi, Zeyd el-Fakih, diğeri de Zeyd en-Nahvî diye çağrılırsa o takdirde herhangi bir karışıklık söz konusu olmaz, aksi halde iltibas/karışıklık meydana gelebilir. Tıpkı bunun gibi sadece sûresi demek yeterli değildir. Çünkü bu harflerle başlayan sûrelerin sayısı birden fazladır. Bu durumda söz konusu isimle acaba hangi sûre kastedilmiştir. Elbette ki bunu anlamak mümkün olmaz. Bundan dolayı kastedilen sûrenin anlaşılabilmesi için, o sûreyi diğerlerinden ayıran bir vasfın zikredilmesi gereklidir. Buna göre meselâ sûresi ile şayet "Bakara Sûresi" kastedilmişse o zaman, sûresi demek lazımdır. Çünkü ancak o vakit bu sûreler arasında bir karışıklık meydana gelmemiş olacaktır[32].
Görüldüğü gibi bu görüş de diğerleri gibi tenkid edilebilir mahiyettedir. Zira, hurûf-i mukattaayı surelerin isimleri olarak görmek, en azından aynı harf gruplarının bulunduğu sûreleri birbirinden ayırmak için oldukça meşakkatli bir yola girmek demektir. Halbuki Kur'ân'daki her sûrenin bir ismi bulunmaktadır. Dolayısıyla söz konusu harfleri bulundukları sûrelerin ismi kabul etmek esasen bir zorlamadan ibarettir.
4. Mukattaa harfleri inanmayanların dikkatini çekmek için konulmuştur[33]. Bu yaklaşım tarzını, el-Ferrâ (öl.207/822) ve el-Kutrûb (öl.206/821)'un ortaya attığı zikredilmektedir. Onlara göre Allah Taâlâ, bazı sûrelerin başına koyduğu bu harflerle hem inanmayanların dikkatini çekmekte hem de onlara üstü kapalı bir şekilde meydan okumaktadır. Yani Yüce Allah bir anlamda müşriklere, söz konusu harfler sizin de çok iyi bildiğiniz gibi hecâ harfleridir. Kur'ân'ın tamamı da bu harflerle nazil olmuştur eğer güç yetirebilirseniz, o Kur'ân'ın bir benzerini getirin, demiş olmaktadır[34].
Bu görüş, İslam âlimlerinin çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Psikolojik bakımdan insanları, ilgilenmedikleri şeylere yönelten bir metod olması bakımından oldukça enteresan görünmektedir[35]. Bu fikri ez-Zemahşerî (öl,.538/1143), el-Beydâvî (öl.685/1286) İbn Teymiyye (öl.728/1328) ve Hafız el-Mizzî (öl.742/1341) benimsemiştir[36].
Aynı yaklaşım tarzı içerisinde olan el-Bâkillânî (öl.403/1012)'ye göre de Allah Taâlâ'nın hurûf-ı mukattaa ile yemin etmesi ya da bu harflerin O'nun isim ve sıfatlarından alınmış olmaları uzak bir ihtimaldir. Bu konuda ileri sürülecek en doğru görüş Allah'ın, Kur'ân'a sırt çevirenlerin dikkatlerini çekmek ve onların kendi dinine girmelerini te'min etmek maksadıyla bazı sûrelerin başına söz konusu harfleri koymuş olmasıdır[37].
Daha önce de belirttiğimiz gibi bazı âlimlerin, Allah ile Rasulü arasında birer şifre olarak kabul ettikleri mukattaa harflerinin, tek başlarına ya da bulundukları sûrelerin başındaki durumlarına göre ifade ettikleri bazı gizli manaları olabilir. İbn Teymiyye[38] ve Elmalılı'nın[39] da zikrettiği şekilde bu harflerin manalarını Hz. Peygamber biliyordu. Çünkü Kur'ân'ın ilk muhatabı ve en selahiyetli müfessiri o idi. Aksini iddia etmek, Resûlullah (sav)'ın Kur'ân'dan bazı âyetlerin manalarını anlamadığı sonucunu ortaya çıkarır ki, bunun doğruluğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Ancak burada şöyle bir soru akla gelebilir. O halde Hz. Peygamber söz konusu harflerin manalarını neden açıklamadı?
Bilindiği üzere bu konuda Resûlullah (sav)'dan nakledilen tek bir hadis mevcuttur. O da: "Allah Taâlâ'nın kitabından bir harf okuyana on misli sevab verilir. Ben bir harftir demiyorum. Elif bir harf, lâm bir harf, mim bir harftir"[40] hadisidir ve görüldüğü gibi bu hadîs, harflerin manalanyla ilgili herhangi bir bilgi vermemektedir. Bu durumda şu üç ihtimal üzerinde durulabilir:
1. Ya Allah Taâlâ bu harflerin Resulü ile kendi arasında birer sır olarak kalmasını istemiştir.
2. Ya sahâbîler bu konuda Peygamber'e bir şey sormadıkları için Resûlullah (sav) herhangi bir açıklama yapmamıştır.
3. Ya da esasen sahâbîler de kendi bilgi ve zekâ seviyelerine göre bu harflerin manalarını anlıyorlardı, o yüzden de Peygamber (sav) bu harflerin manalarıyla ilgili olarak herhangi bir beyânda bulunma ihtiyacı hissetmemişti.
Bizim şahsî kanaatimize göre Allah Resûlü'nün bu harflerin anlamlarını bilmemesi mümkün değildir. Ancak Peygamberimizin onların muhtevalarını açıklamaması, söz konusu harflerin içerik itibariyle müslümanlara yönelik bir sorumluluk anlamı taşımadıklarından kaynaklanıyor olabilir. En doğrusunu Allah bilir. [41]
[1] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 193.
[2] Bu konuda geniş bilgi için bkz- er-Râzî, Mefâtihu'l-ğayb, I, 5-9; II, 6-8; el-Kurtubî, el-Cami I,155-161; ez-Zerkeşî el-Burhân I 164-177; es-Suyutî el-İtkan, II 11-16; el-Alusi Ruhu’l-meani,I,104 vd; Şeltut, Mahmud Tesir Usulü,s.134-148; Ateş Süleyman Çağdaş Tefsir,I, 87-90
[3] Fussilet: 41/26.
[4] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 75.
[5] Elmalılı, Hak Dini, I, 152; Cerrahoğlu İsmail, Tefsir Usûlü, s. 136.
[6] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 25; el-Âlusî, Rûhu'1-meânî, I, 89.
[7] Elmalılı, Hak Dini, I, 52; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 136.
Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 193-194.
[8] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 194.
[9] el-Kurtubî, el-Câmi', I, 154; ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 173; Elmalılı, Hak Dili, I, 159; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 136
[10] Elmalılı, Hak Dini, I, 159; Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 236; Cerrahoğlu, İsmail Tefsir Usûlü, s. 136.
[11] Şeltüt, Mahmûd, Tefsiru'l-Kur'ân, s. 69.
[12] er-Râzî, Mefâtihu'l-ğayb, II, 3.
[13] İbn Teymiyye, Mecmû'u fetâvâ, XVII, 399.
[14] Elmalılı, Hak Dini, I, 161.
[15] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 194-195.
[16] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 138.
[17] Bkz. er-Râzî, Mefâtihu'l-gayb, II, 5-8.
[18] el-Bakillanî, el-İntisar, s. 180; er-Râzî, Mefâtihu'l-gayb, II, 5; ez-Zerkeşî, el-Burhan, I, 173; es-Suyûtî, el-İtkan, II, 12.
[19] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 173.
[20] er-Râzî, Mefâtihu'l-gayb, II, 6; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 140.
[21] et-Taberi, Câmiu'l-beyân, I, 205; İbn Kuteybe, Te'vilu muşkili'l-Kur'an, s. 299; er-Râzi, Mefâtihu'l-gayb II, 6.
[23] Ateş, Süleyman, Çağdaş Tefsir, II, 88.
[24] er-Râzî, Mefâtîhu'l-gayb, II, 5-6; es-Suyutî, el-İtkân, II, 11.
[25] İbn Kuteybe, Te'vilu muşkili'l-Kur'ân, s. 300; ez-Zerkeşi, el-Burhan, I, 173.
[26] İbn Kuteybe, Te'vilu muşkili'l-Kur'ân, s. 301; ez-Zerkeşî, el-Burhan, I, 173.
[27] el-Bakara 2/1.
[28] el-Kalem 68/1.
[29] ez-Zuhrûf43/l.
[30] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 140.
[31] er-Razi , Mefâtihu'l-gayb, II, 5; ez-Zerkeşî ise yalnız es-Sibeveyh'in ismini iir. (Bkz. el-Burhân, I, 173).
[32] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 173.
[33] er-Râzî, Mefatihu'l-gayb, II, 6; el-Kurtubî, el-Câmi', I, 155; ez-Zerkeşî, el-Burhan,I,175.
[34] el-Kurtubî, el-Câmi' I, 155; ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 175; Subhi es-Sâlih, Mebahis, s.235.
[35] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 141.
[36] Subhi es-Salih ,Mebahis,s.235;Cerrahoğlu,İsmail ,Tefsir Usulü ,s.141.
[37] el-Bakillani,el-İntisar ,s. 181-182.
[38] İbn Teymiyye, Mecmû'u Fetâvâ, XVII, 399.
[39] Elmalılı Hak Dini, I, 161.
[40] et-Tirmizî, Fezâilu'l-Kur'ân, 16; ed-Darimî, Fezâilu'l-Kur'ân, 1.
[41] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 195-200.