Bu Blog içinde Ara

21 Haziran 2012 Perşembe

Kur'ani Terimler ve Deyimler 18

U'budû:


U'budû ve 'ibâdet üç şekilde tefsir edilir:
1. Tevhid edin/birleyin
"Allah'a ibâdet edin (a'budû) (Allah'ı birleyin); sizin için O'nun gayrı bir ilah yoktur." [1]
"Allah'a ibâdet edin; sizin için O'nun gayrı bir ilah yoktur." [2]
"Allah'a ibâdet edin (a'bûdû) (Allah'ı tevhid edin/birleyin), O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın!" [3]
"Allah'a ibâdet edin (a'budû) (O'nu tevhid edin/birleyin), O'na ittika edin!" [4]
2. İtaat ederler
"O gün onların hepsini haşredecek/bir araya getire­cek, sonra da meleklere diyecek ki: "Bunlar size mi ibâdet (şirk hususunda size mi itaat) ediyorlar­dı." Diyecekler ki: "Seni tenzih ederiz, onlara karşı bizim velîmiz Sensin. Aksine onlar cinlere ibâdet (bizlere ibâdet etmekle şeytanlara itaat) ediyorlardı." [5]
"Biz Sana teberri ediyoruz. Onlar bize ibâdet (şirk hususunda bize itaat) etmiyorlardı." [6]
"Size ahd vermedim mi: "Ey Ad em oğulları! Şeytana ibâdet (şirk hususunda itaat! etmeyin!" diye?!" [7]
3. Mülk altındakiler (kullar, köleler)
"(Tarafımdan tebliğ edip) de ki: "Ey nefisleri aleyhine haddi aşan 'ıbâdım" (mülkiyetim, altındakiler (kölelerim/kullarım))..." [8]
"O'na 'ıbâdından (mülkiyeti altındakilerden, kö­lelerinden/kullarından)) bir cüz yaptılar." [9]
" 'Ibâdınızdan (mülkiyetiniz altındakilerden, kö­lelerinizden) de sâlihleri..." [10]

Ucâb:


Ucâb, son derece hayret verici. Halîl şöyle der: "acîb" acayip demektir. Ucâb ise, acayiplik sınırını aşan şey manasınadır.[11]

Udvân:


Udvân, zulümde aşırı gitmek demektir. 

Ufuk:


Ufuk, kıyı ve kenardır. Özellikle gökyüzünün kenarları­na, kıyısına ve eteğine denir. Rüz­gârların estiği yönlere de denir.

Ufuk-ı Mübîn:


Ufuk-ı mübîn, apaçık ufuk, beyan edici ufuk, açık ufuk demektir. Necm Sûresi'ndeki "ufukı'1-a'la" deyiminde ifade edilen ufuktur. Gündüzün geldiği, güneşin doğduğu, eşyayı orta­ya çıkaran, gösteren doğu tarafı diye tefsir edilmiştir.
Mücâhid'den, "Ecyad tarafın­dan ufuk-ı mübini a'lada" diye ifade rivayet edilmiştir. Ecyad, di­ğer adıyla Ciyad, Mekke'nin do­ğusunda bir dağın adıdır. Bîr de Mekkeliler için burçların doğdu­ğu yerlerin en yükseği, yengeç burcunun göründüğü en yüksek yer olduğundan "en yüksek ve apaçık ufuktan maksat odur" de­nilmiştir.

Uhdûd Ve Hadd:

Uhdûd ve hadd, yerde olan uzun ve büyük hendek ve yarığa, bir de kamçı ile dövülen kimselerin bedenlerinde oluşan kamçı izleri­ne denir. Çoğulu "ehâdid" gelir.

Uiddet:


Hazırlanmış manasına olup i'dâd masdanndan gelmektedir. Beyzâvî şöyle der: "Bu kelime, onlar için hazırlanmış ve onlara azap için malzeme yapılmış" manasınadır.

Ukad/Ukde:


'Ukad, "ukde"nin ço­ğuludur. Ukde, bir şeyin uçlarını derleyip birbirine sıkı tutturmak, yani düğüm yapmak, düğümle­mek demek olan "akd" madde­sinden isim olduğu için esas manası düğüm demektir. Fakat "akd" hissî ve manevî alanı da içi­ne alacak şekilde genel bir anlama sahip olduğundan, "ukde" de, sa­dece hissî bir düğümden ibaret ol­mayarak bir çok anlama gelir.
Bu nedenle, düğüm denilince sıradan bir ip düğümü anlaşılma­malıdır. Kâmûs'ta, düğüm yeri, beldeler üzerine yönetici, biat, sa­hibinin mülk addettiği akar, gelir, ağacı çok ve girift yer, develer için otlağı bol otlak, bolluk gibi bir çok anlama geldiği ifade edilmiştir.
"Neffâsâtin fi'l-'ukad" deyi­mi ise, düğümlere üfleyen, yani sihir ve büyü yaparak insanları aldatan demektir. Neffâsât, Türk­çe'de "nefes etmek" tabiri ile karşılanabilen, üflemek demektir. Bi­raz tükürüklü veya tükürüksüz olarak üfürür gibi yapmaktır.

Ukbâhâ:


Ukbâhâ, onun akibeti, sonucu demektir.

'Ukud, Akd:


Ukud, "akade"nin ço­ğuludur. Akd tevsik olunmuş (bel­gelenmiş, sağlamlaştırılmış) ahid demektir. Bir şeyi diğerine sağlam surette bağlayan bağ ve düğüme, mesela ip düğümüne denir.
Lügatte ukud, sıkı bağlamak ve düğümlemek, sağlam bağ ve düğüm demektir. Buradan kay­naklanarak bir kimsenin bir şeyi iltizam veya aheze (gerektirmek, lüzumlu saymak veya sonuçlan­dırarak) kendini veya diğerini bağlamasına veya bağlanmaları­na akid denmiştir. İtikad da bun­dan çıkmıştır. Yeminler de bu ka­bildendir.

'Uluvv:


UIûvv ululan­maktır.
" 'Ulûvv", imana tenezzül et­memek, kibirlenmek, kafa tut­mak, fesad çıkarmak, herhangi bir şeyi ve malları faydalı olacak du­rumdan çıkarmak, Rabbine isyan ile kendini heder etmek anlamla­rında kullanılır.

Umumu'1-kura:


Umumu'1-kura, Mekke-i Mükerreme'dir.

Umyun:


"Umyun" "A'ma" kelimesinin çoğuludur. Körler demektir.

Unşuzu:


Kalkın. Bir kimse, oturduğu yerden kalkıp bir kenara çekildi­ğinde "Neşeze" denir. Geniş zamanı "Yenşizu" gelir. Bunun aslı, "yüksek yer" mânâsına gelen  "Neşez" kökündendir.

Unzurnâ:


Bize bak, bakmak ve "beklemek" mânâsından emirdir. Bir kim­se, birisini bekleyip gözetlediğinde “Nazartu’r-racule” der. Buna göre bu kelimenin mânâsı "Bizi gözet, bize mühlet ver" demek olur.

Unzurunâ:


Bizi bekleyin.

Urcûn:


Urcûn, meyletmek mânâsına gelen "İn’ırâc" kökünden olup üzerinde hurma salkımlarının bulunduğu dal demektir. Cevheri şöyle der: Urcûn, hurma salkımı koparıldıktan sonra ağaçta kalan ve kuruyup eğilen kök kısmıdır.[12]
Urcûn, eğri salkım çöpü demektir. Özellikle hurma salkımının dip çöpü, geçen seneki çöpü anlamında kullanılır. Çünkü o çöp kuruduğunda daha eğri, daha renkli olur.
Bu kelime teşbihen hilal ile il­gili olarak da kullanılmaktadır. Ancak "urcûn" ifadesi sadece hi­lalin ilk ve son şeklini göstermek­le kalmıyor, Ay'ın o menzilde gi­derken Dünya etrafında bir ayda kat ettiği mesafenin/yörüngenin kesinleşmiş/resmileşmiş şeklini de göstermiş oluyor.

'Urda':


Urda, gergi ve engel yahut açıktan hedef gibi bir şeye maruz olup duran demektir.

Urf/Arife/Ma'rûf/Örf:


'Urf, gü­zel ve iyi iş demektir. "Her emir 'urftur, şüphesiz 'urf, yapılması gereken ve varlığı, yokluğundan hayırlı olan şeydir." Bir başka ifa­de ile "güzel, mustahsen bir iş ve eylemdir."
Kısaca örf; "ma yetaarifehu ennas" diye tarif edilir. İnsanlar tearüf eder, yani birbirlerini karşı­lıklı olarak tanır, hareketlerini tas­vip ederler; yani birbirlerine karşı "Böyle şey mi olur?" diye red ve inkara kalkışmadıkları şey de­mektir.
"Örf ile emretmek" demek, "Her örf, her ma'ruf emrolunan şeydir, emrolunması vaciptir" de­mek değildir. Her ma'ruf emirdir ama, her ma'ruf emredilen şey değildir. Kötü şeyler örften sayıl­mazlar.

'Urub:


Urub, "eşine düşkün" mânâsına gelen "Arub" kelimesinin çoğuludur.
Üç anlamda tefsir edil­miştir.
1- Kocalarına aşık-ı şeyda, ya­ni kocalarını çok seven sevgili ka­dınlar anlamına.
2- Cilveli ve işvekâr anlamına
3- Güzel söz söyleyen anla­mına.
Şüphesiz işve ve güzel söz, se­vişmenin en latif sebeplerinden ve nazenînlik şiarlarındandır.

'Usbe:


Usbe, sayısı belli olan bir kalabalık veya toplu­luk demektir. Ondan kırka kadar olan bir topluluğu kapsadığı da ifade edilmiştir.

Usrâ:


Usrâ, zorluk ve sıkıntıya yani cehenneme götüren haslet.

'Usret:


'Usret, darlık, şiddet ve yokluk zorluk zamanı demektir. 'Usret saati, güçlük anı ve vakti yani zorluk zamanı de­mektir. Hendek Savaşı gibi sıkıntı dolu günlerdeki "güçlük zamanı"na dikkat çekilmektedir.
Aynı şekilde Tebük seferinde çekilen sıkıntılardan dolayı bu or­duya "ceyş-i usreti" yani "zorluk ordusu" denilmiştir.

Usve:


Usve, kendisine uyulacak, arka­sından gidilecek, örnek alınacak model, önder demektir.

Utull:


Utull, katı, kaba, çabucak kötülük yapan demektir. Şiddetle çekmek mânâsına gelen "atele" kökünden alınmıştır: "Huzuhu fa’tiluhu: Tutun onu, ce­hennemin ortasına sürükleyin"[13] Cevherî şöyle der: Bir kimse bir adamı tu­tup şiddetle çektiğinde "Ateltu’r-racule" der.[14]

Uztu:


Allah'a sığınıp ondan emân diledim.

Uzlifet:


Yaklaştırıldı. Bir şey yaklaştığında "zelefe" denir. Geniş zamanı "Yezlifu" dür. "Ezlefehu: onu yaklaştırdı" demektir.

Uztu:


Sığındım, korundum.

'Uzzâ:


'Uzzâ, Nahle'de bir ağacın yanındaki putun adı idi. Katafan/Gatafan kabilesinin pu­tuydu. Kureyş'e göre putların en büyüğü bu puttu. Kureyş ona Hurad vadisinde "Sükam" adında bir koruluk yapmış ve burayı Kabe'nin haremine benzetmeye ça­lışmışlardı. Hâlid bin Velîd'in, Peygamberimizin emriyle bu putu ve putun içinde olduğu binayı yıktığı rivayet edilir.



[1] A'râf: 7/59
[2] A'râf: 7/73
[3] Nisâ: 4/36
[4] Nûh: 71/3
[5] Sebe': 34/40-41
[6] Kasas: 28/63
[7] Yâsîn: 36/60
[8] Zümer: 39/53
[9] Zuhruf: 43/15
[10] Nûr: 34/32.
[11] Kurtubî, 15/150
[12] Bkz. Kurtubî, 15/31. Sıhâh, “’arece” maddesi. Fîrûzâbâdî, Kâmûs, adı geçen madde.
[13] Duhân: 44/47
[14] Cevheri-Sıhah maddesi