Kur'an'ın Meselleri (Benzetmeler)
Mânâlarında ve hedeflerinde yüksek olan hakikatler, yakinen bilinen şeylere kıyas edilmekle onları zihinlere yaklaştıran güzel bir kalıba döküldükleri zaman en güzel suretlerini alırlar.
Temsil; gaibi hazıra, ma'kulü mahsusa benzetmek ve benzeri benzere kıyas etmekle, mânâları, zihinde yerleşen canlı bir suret içinde ortaya koyan kalıptır. Nice güzel mânâ vardır ki, temsil ona göz alıcı bir güzellik ve cazibe kazandırmış olur. Bu da nefsin onu kabul etmesine ve aklın onunla ikna olmasına sebeb olmuştur. İşte bu, Kur'an-ı Kerim'in, beyan çeşitleri ve i'câz yönlerindeki üslublarındandır.
Alimlerden, Kur'an'daki meseller hakkında müstakil eser yazanlar vardır. Kimi de, kîtablanndan birinde meseller için bir bölüm ayırmıştır. Ebu'l-Hasen el-Mâverdî[1] meseller hakkında müstakil bir kitap yazmış, Süyûtî, el-İtkân'da[2], İbnü'l-Kayyım ise, "İ'lâmu'l-Muvakkıîn" adlı kitabında bunlar için bir bölüm ayırmış olup, bir şeyin nazîrine benzetilmesini ve hükümde ikisi arasında eşitlik kurulmasını içeren Kur'an mesellerini araştırmıştır. Bu mesellerin sayısı, kırk küsur mesele erişmiştir.
Yüce Allah, aziz kitabında misaller verdiğini zikretmiştir:
"Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz." (Haşr, 59/21)
"İşte Biz, bu misalleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp altlayabilir." (Ankebut, 29/43)
"Andolsun ki Biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an’da insanlara her türlü misali verdik." (Zümer, 39/27)
Hz. Ali (r.a.)'dan gelen rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki Allah; Kur'an'ı, emreden, meneden, bir sünnet-i hâliye ve bir mesel-i madrûbe olarak indirmiştir."[3]
Nitekim âlimler, Kur'an'ın meselleri ile ilgilendikleri gibi, aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ait meseller ile de ilgilenmişlerdir, Ebu İsa et-Tirmizî, "Câmi"inde bu meseller için bir bölüm ayırıp orada kırk hadis nakletmiştir. Kâdî Ebu Bekr İbnu'l-Arabî demiştir ki: "Ehl-i hadisten, Ebu İsa'dan başka kitap tasnif edip meseller için müstakil bir bölüm ayıran kimse görmedim. Çok güzel bir iş yapmış, bir kapı açmış, bir köşk veya ev yapmış. Ancak o, küçük bir sınır çizgisi çizmiştir. Biz bu kadarına da razıyız. Bundan dolayı ona teşekkür ediyoruz." [4]
Mesel'in Tarifi
Emsal: Mesel'in çoğuludur. Mesel, misl, mesîl: Lafız ve mânâ bakımından; Şebeh, şibh ve şebîh gibidir.
Edebiyatta mesel: insanlar arasında nakledilip dolaşan ve kendisiyle, hakkında nakil yapılanın hali, kendisi için söylenenin haline benzetmek kasdedilen yaygın sözdür[5]
Örneğin “Atıcıdan hâsıl olup hedefe isabet eden nice atış vardır ki onun hali hata etmektir.” yani isabet etmemektir. Bu meseli ilk söyleyen, Hakem Ibni Yegûs en-Nakrî'dir. Bu söz, bazan tesadüfen isabet eden hatalı iş için söylenir.
Durumu hayret verici kıssa ve hale de mesel denir: Ayetlerden bir çoğunda mesel lafzı bu anlamda tefsir edilmiştir. Şu âyette olduğu gibi:
"Müttakîlere vaadolunan cennetin durumu şöyledir: içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır." (Muhammed, 47/15)
Bu âyette "meselü'l-cenne"den maksad; cennetin hayret edilen öyküsü ve niteliğidir.
Zemahşerî, bu üç mânâya, "Keşşaf’ında işaret edip şöyle demiştir:
"Arapların kelâmının aslında mesel; misl ve nazır anlamındadır. Sonra insanların dillerinde dolaşan temsilî yaygın söze mesel denmiştir. Onlar, içinde bazı vecihlerden garabet bulunmayan bir.sözü, mesel olarak getirmemişler, onu anlatıp nakletmeye, dilde dolaştırmaya ve kabule layık görmemişlerdir.”
Sonra Zemahşerî şöyle diyor:
"Mesel; hâl veya sıfat veya bir önemi, değeri ve garabeti olan kıssa için kullanılmıştır."
Burada, meselin tarifinde, beyan âlimlerinin kabul ettiği dördüncü bir mânâ vardır. Onlara göre, bu mesel; kullanılışı yayıldığı zaman alâkası müşabehet olan mürekkeb mecazdır. Bunun aslı, temsilî istiare'dır. Bir işi yapmada tereddüd eden kimse için: "Neden bir adım ileri, bir adım geri gittiğini görüyorum?" demen gibi.
Mesel'in kaidesi hakkında şöyle denmiştir: Mesel; mânâya parlaklık ve çekici güzellik kazandıran hissî bir suret içinde onu ortaya koymaktır. Bu anlamdaki meselin; mürekkeb mecaz olması şart kılınmadığı gibi, mevridi olması da şart kılınmaz.
Müelliflerin zikrettikleri Kur'an mesellerine baktığımız zaman, onların, bir işin durumunu diğer bir işin durumuyla temsil etmeyi içeren âyetler getirdiklerini, -gerek bu temsil, istiare yoluyla, gerekse sarih teşbih yoluyla getirilmiş olsun- ya da özlü olmakla parlak ve güzel bir mânâya delalet eden veya hakkında vârid olduğu şeye benzeyen mânâda kullanılması sahih olan âyetler îrâd ettiklerini görüyoruz. Çünkü Allah Teâlâ bu meselleri, daha önceden bir mevridi olmaksızın, ibtidâen zikretmiştir.
Kur'an'ın mesellerinin; benzer ve nazır olan lügavî mânânın aslına hami edilmeleri doğru olmaz. Meseller hakkında kitap yazanlara göre, bunların, lugat kitaplarında zikredilen mânâlara haml edilmeleri de doğru olmaz. Çünkü Kur'an'ın meselleri, madrablarmı mevridlerine benzetme vechi üzere kullanılmış sözler değildir. Bunların, beyan âlimleri nezdindeki "emsal" mânâsı üzere hamledilmeleri doğru olmaz. Çünkü Kur'an'ın mesellerinden, istiare olmayan ve kullanılması yayılmamış olan da vardır. Bunun içindir ki, sonuncu kaide, Kur'an'daki meselin tarifine daha uygundur. O kaide şudur: Mesel: Mânâyı, nefsi etkileyen özlü, güzel ve parlak bir suret içinde ortaya koymaktır. Bu suret, gerek teşbih ve gerekse mürsel bir kavl olsun fark etmez.
İbni Kayyım, Kur'an'ın meselleri hakkında şöyle diyor: Bir şeyi bir şeye, hükmünde benzetmek, makûlü mahsusa veya iki mahsustan birini diğerine yaklaştırmak ve ikisinden birini diğeri ile muteber saymaktır.
İbni Kayyım, bu konuda bazı misaller veriyor. Sen bunların çoğunu, açık benzetme (teşbih-i sarih) biçiminde bulursun. Şu âyet buna misaldir:
"Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir." (Yûnus, 10/24)
Bunlardan zemnî teşbih biçiminde gelen de vardır. Şu âyet buna misaldir:
"Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabii bundan tiksinirsiniz." (Hucurat, 49/12)
Çünkü bunda açık benzetme (teşbih-i sarih) yoktur.
Bunlardan ne teşbih, ne de istiare içermeyen vardır. Şu âyet buna misaldir:
"Ey insanlar! (Size) bir misal verildi, şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahî yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar, isteyen de aciz, kendinden istenen de!" (Hac, 22/73)
"Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar." kavlini, Yüce Allah, mesel diye adlandırmıştır. Oysa ki, bunda istiare ve teşbih yoktur. [6]
Kur'an'daki Mesellerin Çeşitleri
Kur'an'dakî meseller üç çeşittir:
Birinci Çeşit: Emsâl-i Musarraha: Kendinde mesel lafzı açıkça zikredilen veya teşbihe delalet eden mesellerdir. Bunlar, Kur'an'da çoktur.
Bunlardan bir kısmını aşağıda zikrediyoruz:
a) Münafıklar hakkındaki şu âyetler buna misaldir:
"Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler. Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar... Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. (O esnada) şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler, karanlık, üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kadirdir." (Bakara, 2/17-29)
Bu âyetlerde Allah, münafıklar için iki misal vermiştir. Bunlardan biri: "Onların durumu, karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. " kavlindeki ateş misalidir. Çünkü ateşte nûr, yani aydınlık maddesi vardır. Diğeri de, "Yahut (onlann durumu), gökten sağanak halinde boşanan yağmur (a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir." kavlindeki su misalidir. Çünkü suda hayat maddesi vardır. Vahy, gökten, kalblerin aydınlanması ve hayat bulmasını içermiş olarak inmiştir. Allah her iki durumda da münafıkların payını zikretmiştir. Onlar, aydınlatması ve fayda vermesi için ateş yakan kimse durumunda olup, İslâm'a girmekle maddî olarak faydalanmışlardır. Fakat onun kalblerinde nûrî bir eseri yoktur. Allah ateşteki aydınlatmayı gidermekle, "Onlann aydınlığını gidermiş" ve ateşteki yakıcılığı bırakmıştır. Bu da onlar hakkında, ateş ile verilen bir misaldir.
Allah onlar hakkında su ile misal verip, onları, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmura tutulup kuvvetleri gevşeyen ve parmaklarını kulaklarına koyup, kendisine yıldırım isabet etmesinden korkarak gözlerini yuman kimselere benzetmiştir. Çünkü Kur'an, emirleri, yasakları ve hitabı ile onlann üzerine yıldırımların inişi gibi inmiştir.
b) Allah, Ra'd sûresinde, hak ve bâtıl için, su ve ateş ile iki misal verip şöyle buyurmuştur:
"O (Allah), gökten su indirdi de vadiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir." (Ra'd, 13/17)
Yüce Allah, kalblerin hayatı için gökten indirdiği vahyi, yerin bitkilerle hayat bulması (canlanması) için indirdiği suya benzetmiştir. Kalbleri de vadilere teşbih etmiştir. Sel, vadilerde akıp gittiği zaman köpük ve çörçöp taşır. Hidayet ve ilim de böyledir, kalblere girdiği zaman, oradaki şehvetleri sel gibi kaldırıp götürür, onları yok eder. Bu, Yüce Allah'ın, "Gökten su indirdi..." kavlindeki su ile verdiği misaldir. İşte Allah, hak ve bâtıla böyle misal verir.
Yüce Allah, "ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur." kavlinde, ateş ile misal vermiştir. Altın, gümüş, bakır veya demir gibi madenler eritilip döküldüklerinde ateş onlarda bulunan pası, posayı çıkarır ve onu, kendisinden faydalanılan cevherden ayırır, çörçopü ve cürufu giderir. Şehvetler de böyledir. Mü'minin kalbi onları, selin ve ateşin çörü çöpü, pası posayı attığı gibi çıkarıp atar, kendisinden uzaklaştırır.
İkinci Çeşit: Emsâl-i Kâimine: Temsil lafzı açıkça belirtilmemiş, kapalı olan mesellerdir. Fakat bunlar, îcaz bakımından güzel mânâlara delalet ederler. Bunlar, benzerlerine nakledildikleri zaman etkili olurlar. Alimler, bu çeşide aşağıdaki âyetlerle misaller vermişlerdir:
1- "İşlerin hayırlısı, orta olanıdır." sözleri anlamındaki âyetler:
a) Bakara (yani, boğazlanması istenen inek) ile ilgili âyet
"O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek." (Bakara, 2/68)
b) Nafaka ile ilgili âyet:
"(O, kullar), harcadıklarında ne israf, ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. " (Furkân, 25/67)
c) Namaz ile ilgili âyet:
"Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisi arası bir yol tut." (İsrâ, 17/110)
d) İnfak ile ilgili âyet:
"Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma." (İsrâ, 17/29)
2- Arabların; "Duyulan, görülen gibi değildir." (Yani, bir şeyi gözle görmek, onu duymaktan, doğru bilgi edinmek bakımından daha sağlam ve gerçeğe daha uygundur.)
Aşağıdaki âyette Yüce Allah, İbrahim aleyhisselâm hakkında şöyle buyurmuştur:
"Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! inandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi." (Bakara, 2/260)
3- Şu âyet de, onların; "Ne ekersen onu biçersin. "[7] sözleri anlamındadır:
"Kötülük yapan cezasını çeker." (Nisa, 4/123)
4- "Mü'min, bir delikten iki kere sokulmaz (yani, iki kere aldatılmaz)" anlamındaki âyet:
"Yakub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yûsuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim." (Yûsuf, 12/64)
5- "Canın yanınca anlarsın." anlamındaki âyet:
"Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir." (Furkan, 25/42)
6- "Zalime yardım eden, zulme uğrar." anlamındaki âyet
"Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O, kendini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür." (Hac, 22/4)
7- "Yılandan ancak yılan doğar." anlamındaki âyet:
"…Yalnızca ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar." (Nuh, 72/27)
8- "Yerin kulağı var." anlamındaki âyet:
"…İçinizde onlara kulak verenler vardır..." (Tevbe, 9/47)
9- "Harekette bereket vardır" anlamındaki âyet:
"Allah yolunda göç eden kimse, yeryüzünde gidecek çok yer ve bolluk bulur." (Nisa, 4/100)
10- "Kişi bilmediğinin düşmanıdır." anlamındaki âyet:
"Hayır, bilgisini kavrayamadıkları bir şeyi yalanladılar." (Yûnus, 10/39)
11- "İyilik yaptığın kimsenin şerrinden sakın." anlamındaki âyet:
"Sırf Allah ve Rasulü, Allah'ın lütfuyla kendilerini zengin etti diye öç almaya kalkıştılar." (Tevbe, 9/74)
12- "Helâl azı, haram çoğu getirir." darb-ı meseli anlamındaki ayet:
"Çünkü cumartesi (yani tatil) yaptıkları gün balıklar onlara akın akın gelirdi. Cumartesi (yani tatil) yapmadıkları gün balıklar gelmezdi." (A’raf, 7/163)
Üçüncü Çeşit: Kur’an’daki Mürsel Meleller: Bunlar, teşbih lafzı açıkça belirtilmeden söylenmiş cümlelerdir. Bunlar meseller tarzındaki ayetlerdir. Bu konuda şu ayetler misal olarak verilmiştir:
1- "İşte şimdi hak yerini buldu." (Yusuf, 12/51)
2- "Onu, Allah’tan başka açacak (giderecek) kimse yoktur." (Necm, 53/58)
3- "Sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir." (Yusuf, 12/41)
4- "Sabah da yakın değil mi?" (Hud, 11/81)
5- "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır." (En’am, 6/67)
6- "Kötü tuzak ancak sahibine dolanır." (Fatır, 35/43)
7- "De ki: Herkes kendi (haline) uygun yolda hareket eder." (İsra; 17/84)
8- "Bazan hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda iyi olabilir." (Bakara; 2/216)
9- "Her can kazandığıyla rehin alınmıştır." (Müddessir, 74/38)
10- "İyiliğin karşılığı, ancak iyiliktir." (Rahman, 55/60)
11- "Her grup kendi yanındakiyle sevin(ip övün)mektedir." (Mü'minûn, 23/53)
12- "İsteyen de aciz, istenen de." (Hacc, 22/73)
13- "Çalışanlar bunun için çalışsınlar." (Saffât, 37/61)
14- "Murdarla temiz bir olmaz." (Mâide, 5/100)
15- "Nice az bir topluluk var ki, Allah'ın izniyle çok topluluğa galib gelmiştir." (Bakara, 2/249)
16- "Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalbleri darmadağınıktır." (Haşr, 59/14)
Âlimler, "Mürsel meseller" diye adlandırdıkları bu çeşit âyetlerin, mesellerin kullanıldığı gibi kullanılmasının hükmü ne olduğunda ihtilaf etmişlerdir.
Bazı âlimler bunu, Kur'an'ın edebinden dışarı çıkmak olarak görmüşlerdir. Râzî, "Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." (Kâfirûn, 109/6) âyetinin tefsiri hakkında şöyle demiştir: "İnsanlar, birbirini terk ettiklerinde bu âyetle darb-ı mesel söylemeyi âdet edinmişlerdir. Bu caiz değildir. Çünkü Yüce Allah Kur'an'ı darb-ı mesel söylemek için değil, bilakis hakkında düşünülmesi, sonra gereği ile amel edilmesi için indirmiştir."
Diğerleri de, bir kimsenin, Kur'an ile ciddi olarak darb-ı mesel söylemesinde bir sakınca yoktur, görüşündedir. Mesela, bir felaket veya musibet inip, insanlar tarafından onun giderilmesi sebeblerinden ümit kesildikten sonra şiddetle üzülerek: "Onu Allah'tan başka açacak (giderecek) kimse yoktur." (Necm, 53/58) demesi veya fasid bir mezheb sahibi adamla konuşup onu kendi batıl mezhebine uydurmaya çalışması üzerine adamın, "Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." demesi gibi.
Büyük günah olan; bir kimsenin, üstünlük, fesahat ve maharet göstermeyi kasdetmeye çalışıp, hatta şaka biçminde, Kur'an ile darb-ı mesel söylemesidir. [8]
Mesellerin Faydaları
1- Meseller aklî şeylerin, insanların dokunabildikleri mahsus suretler halinde görünüp aklın onu kabul etmesidir. Çünkü makul mânâlar, eğer anlayışa yakın hissi bir surete bürünürse, ancak o zaman zihinde yerleşir. Mesela, Yüce Allah, insanlara gösteriş için infak edip infakından sevab kazanamayan kimsenin hali hakkında şöyle bir misal vermiştir:
"Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan şu kayaya benzer ki; şiddetli bir yağmur indi de (üstündeki toprağı silip süpürerek) onu seri bir taş halinde bıraktı. Böyleleri, kazandıklarından hiçbir fayda görmezler." (Bakara, 2/264)
2- Meseller, hakikatleri açığa çıkarırlar ve gaibi, hâzır tarzında arz ederler. Şu âyet buna misaldir:
"Faiz yiyenler (kabirlerden), şeytan çarpmış kimselerin, cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar." (Bakara, 2/275)
3- Meseller; yukarıda geçen âyetlerdeki mürsel meseller ve kapalı mesellerde olduğu gibi, parlak ve güzel mânâyı, özlü bir ibare içinde bir araya toplar.
4- Temsil olunan şeye rağbet ettirmek için misal verilip, temsil olunan nesne, nefislerin rağbet ettiği şeylerden olur. Mesela, Allah Teâlâ, Allah yolunda infak edip, infakı kendisine çok hayırla geri dönen kimsenin durumu hakkında şöyle bir misal vermiştir:
"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz dâne olmak üzere yedi başak veren bir dânenin durumu gibidir. Allah dilediğine kal kat verir, Allah(ın lütfü) geniştir, (O) bilendir." (Bakara, 2/261)
5- Nefret ettirmek için misal verilip, temsil olunan nesne, nefislerin iğrendiği şeylerden olur. Gıybeti yasaklayan şu âyet buna misaldir:
"Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz." (Hucurat, 49/12)
6- Temsil olunanı övmek için misal verilir. Sahabe hakkındaki şu âyette olduğu gibi:
"Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir." (Hucurat, 49/29)
İşte sahabenin hali böyledir. Çünkü işin başlangıcında az idiler. Sonra gelişip kuvvetlenmeye başladılar. Nihayet işleri sağlamlaştı.
7- Misal verilip temsil olunan şeyin, insanların çirkin bulduğu sıfatı olur. Nitekim Yüce Allah, kendisine Allah'ın kitap verip de onunla amel etmeyip yoldan sapan, ayıp ve kusurların içine dalan kimsenin hali hakkında şöyle bir misal vermiştir:
"Sen, Yahudilere o (herifin) kıssasını da oku ki, kendisine âyetlerimizi vermiştik de o, bunlardan sıyrılıp (imandan) çıkmıştı. Derken şeytan onu arkasına taktı da azgınlardan oldu. Eğer dikseydik, Biz onu, bu âyetlerle (iyiler derecesine) yükseltirdik. Lâkin o, yere saplandı ve hevasına uydu. Onun hali öyle bir köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan yine dilini çıkarıp solur, işte âyetlerimizi yalanlayan kavmin hâli böyledir." (A'raf, 7/175-176)
8- Meseller, nefiste çok etkili, vaazda çok tesirli, menetme veya iknada çok kuvvetlidir. Yüce Allah, Kur'an'da öğüt ve ibret alınması için meselleri çokça zikretmiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Andolsun ki Biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik." (Zümer, 39/27)
"İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bitenler düşünüp anlayabilir." (Ankebut, 29/43)
Hz. Peygamber (s.a.v.) de hadisinde misaller vermiş, her asırda Allah'a davet edenler, hakka yardım etmek ve hüccet getirmek için bunlardan faydalanmışlardır.
Eğitimciler de bunlardan faydalanmakta, isteklendirme veya nefret ettirmede, övme veya kötülemede terbiye araçları olarak kullanmaktadırlar. [9]
Kur'an İle Misaller Vermek
Mesellerin söylendiği ahvale benzeyen yerlerde bunları nakletmeleri edebiyatçıların âdetidir. Mesel tarzında carî olan insanların sözlerinde bu sahih olunca, âlimler Kur'an ile misaller verilmesini uygun bulmayıp, insanın başına dünya işlerinden bir şey geldiğinde Allah'ın kitabındaki emsal âyetlerinden bir âyet okumasını, Kur'an'ın güzelliğini ve onun nefislerdeki mevkiini korumak için caiz görmemişlerdir.
Ebu Ubeyd demiştir ki: Adam, arkadaşı ile konuşmak isteyip, arkadaşı ona taleb etmeden çıkagelmesi üzerine, şaka eder gibi; "Takdir ettiğimiz bir vakitte bize geldin ey Musa!" (Tâhâ, 40) demesi böyledir. Bu, Kur'an'ı hafife alıp küçümsemektir. İbni Şihab ez-Zührî'nin: "Allah'ın kitabı ve Resulullah (s.a.v.)'in Sünneti ile benzetme yapma!" demesi de bu anlamdadır. Ebu Ubeyd: Yani, söz veya fiilden bunlara benzer yapma, diyor, demiştir. [10]
[1] Ebu'I-Hasan Ali İbni Habîb eş-Şafiî, "Edebü'd-Dünya ve'd-Dîn" ve "el-Ahkâmu' Sultâniyye" adlı kitapların sahibidir. H. 450 yılında ölmüştür.
[2] Bkz. el-İtkan, c. 2, s. 131.
[3] Tirmizi.
[4] Menna Halil el-Kattan, Ulumu’l-Kur’an, Timaş Yayınları: 391-392.
[5] Diğer bir tarifte mesel; ahlâkî ya da manevî değerleri benimsetmek amacıyla söylenen kısa öykü. Arapçada, "örnek", "karşılaştırma" veya "benzer" anlamına gelir. Darb-ı mesel: Ata sözü. Lafzından çok, altındaki mânâ kasdedilen anlamlı, dokunaklı söz. (A.E.)
[6] Menna Halil el – Kattan, Ulumul Kur’an, Timaş Yayınları: 392-395.
[7] Bu söze, "Çalma kapıyı çalarlar kapını" şeklinde de mânâ verilebilir. (A.E.)
[8] Menna Halil el-Kattan, Ulumu’l-Kur’an, Timaş Yayınları: 396-402.
[9] Menna Halil el-Kattan, Ulumu’l-Kur’an, Timaş Yayınları: 402-404.
[10] Menna Halil el-Kattan, Ulumu’l-Kur’an, Timaş Yayınları: 404.