Bu Blog içinde Ara

21 Haziran 2012 Perşembe

Öğütten ve Hakikatten Kaçanlar-Arslandan Korkup Kaçan Yaban Eşekleri Gibi Olanlar

Öğütten ve Hakikatten Kaçanlar-Arslandan Korkup Kaçan Yaban Eşekleri Gibi Olanlar


"Öyleyken bunlara ne oluyor ki öğütten yüzçeviriyorlar? Arslandan ürkmüş yabanî eşekler gibi..." (Müddessir, 74/ 49-51).
Kur'ân'dan ve öğütten sanki, arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçarlar. Öğütten kaçanları Allah, işte böyle benzetmiştir.[1]
Verdiğimiz ayetlerde Kur'an'dan yüz çeviren, Kur'an'ı arkasına atanlar, inkar ve sapıklıkta ısrar edip Hakk'ın sesine kulak vermeyen ve üstelik bu sesten nefret edip uzaklaşan müşrikler, arslandan korkup ka­çan ürkek eşeklere benzetiliyor.
Bu benzetme bir arapça deyimdir. Yabani eşeklerin özelliklerinden biri de, bir tehlike hissettikleri zaman korkup, öyle kaçarlar ki başka bir hayvan böyle kaça­maz. Bu yüzden araplar çok korkarak aklı başından gitmişcesine kaçan bir kimseyi arslan ya da avcı görmüş yaban eşeğinin kaçışına benzetmektedirler.
Ayette geçen "kasvere" kelimesi "kasr" kökünden türetilmiş bir kelime olarak zorlu, zorba demek gibi olup "zorlu avcı alayı" veya "arslan" manalarına karşılık gelmektedir. İşte Kur'an ile verilen Allah öğüdünden kaçan, onu dinlemek istemeyen budalalar öyle ürküp ka­çıyorlar. Oysa o zavallı vahşi eşeklerin kaçmaları bir ça­resizlik olmakla beraber yine de tehlikeden kaçmaktır. Onda belki bir kurtuluş, bir umut, bir fayda düşünülebi­lir. Ama ya öğütten kaçanlar, onlar tehlikeden değil, kurtuluştan, kurtarıcıdan kaçıyor, faydalarını bırakıp yok oluşa koşuyorlar.
Bu kaçışlarıyla insan vasfından çıkıp vahşi hayvan­lara dönüyorlar. Bu hal korkularından ve tehdit edilmelerinden değil de Rablerinin ve O'na varışın onlara ha­tırlatılması sonucu doğuyor. Onlara bu elem verici kor­kunç günden, o azap verici sıkıntılı yerden korunmaları için bir fırsat tanınmakta fakat bunu anlamıyorlar.
Bugün de Allah'ın varlığına, birliğine, Hz. Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna; aynı zamanda kurtuluşun ve mutluluğun İslami bir hayatı yaşamakla mümkün olduğuna yönelik çağrılara kulaklarını tıkayıp kaçanlar eksik değildir. Kur'an'ın bu benzetmesi her çağ ve dönemde canlı bir sahne olarak gören gözler önün­de tecelli etmektedir.
Bütün bu söylediklerimizi tek bir cümlede söyleme­ye çalışırsak; "herkes korktuğundan kaçar, Allah'tan korkan ise gazabından rahmetine sığınarak yine O'na kaçar." Çünkü Kur'an'ın ifadesiyle:
"Korkulmaya değer olan da O'dur; bağışlamaya la­yık olan da O'dur." (Müddesir: 74/56) [2]

 Ayakları Birbirine Dolaşanlar


"Hayır; can köprücük kemiğine gelip dayandığı za­man, "son müdahaleyi yapacak kim" denir. Artık ger­çekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu kavrayıp/anla­mıştır. (Ölüm korkusundan) Ayaklar da birbirine dolaş­tığında; O gün sevk yalnızca Rabbinedir." (Kıyamet: 75/26-30)
Verdiğimiz ayetlerde, insanın can verme hali ve be­denden ayrılan ruhun Allah'ın huzuruna götürülüşü anlatılmaktadır. 26. ayetin sonunda geçen "teraki" kelimesi köprücük kemikleri demektir. Bu ifadeyle anlatılmak is­tenen ruhun bedeninden ayrılıp köprücük kemiğine ulaşmasıyla artık ölüm halinin başladığı işaretidir. Yani can boğaza çıkmış, son nefesi vermek üzere iken, işte bu anda herşey bitmiş gözleri yuvalarından kaydıran büyük sıkıntı gelip çatmıştır.
Etrafındakiler ise bu son anda bir şeyler yapabil­mek, kurtarıcı çareler aramak üzere çırpınıp dururlar: "Tedavi edecek, son müdahaleyi yapacak kimse yok mudur?" Sanki bulacakları çare fayda verecek, son nefe­sini veren geriye dönecekmiş gibi!
27. ayette yer alan "rakin" kelimesi "Rukye" kelime­sinden türemedir. Üfürükçülük ve muskacılık anlamına gelir. "Raki" demek ise, yukarıya doğru tırmanmaktır. Şimdi eğer biz bunu ilk manada alırsak o zaman anla­tım, deva bulamayan hastayı hemen acele okuyacak bi­risini aramak olur. Eğer ikinci manada alırsak, bu sefer anlamı meleklerin; "bu ruhu kim alacak, azap melekleri mi yoksa rahmet melekleri mi?" diye sormalarıdır. Diğer bir ifade ile, bir kimse öldüğü zaman ahirette nereye gi­receğinin kararı alınmaktadır. Yani eğer salih bir insan ise onu rahmet melekleri götürecek ve eğer kötü bir in­san ise o zaman onun yanma kimse yaklaşmayacak ve azap melekleri onun ruhunu alacaktır.
O can çekişen, nefesi.tıkanan, ölmek üzere olan ki­şi o anda anlar ki başına gelen hakkın emridir. Ayetin ifadesiyle; tam ayrılıktır, sevgili dünyasından, nimetler­den ve bütün uzuvların birbirlerinden "elveda/ayrılık" diye diye acı ve keder içinde ayrıldığı tam ayrılıktır. O an bunu anlamış "ölüm korkusundan bacak bacağa dolaşmıştır."
Bacağın bacağa dolaşması, tenden çıkan ruhun, ahiret hesabından korkma durumunu, ya da ölenin cesedi­nin kuruyup bacaklarının birbirine yapışmasını veya ke­fene konup birbirine birleştirilmesini tasvir eder ki, ikin­ci ve üçüncü anlam daha uygundur.
Ayetlerde ortaya konulan sahne hakikaten çok şey­ler ifade etmektedir. Her ayet bir hareketi ortaya koy­makta, her bölüm bir ışık tutmaktadır. Son nefes, bu acı ve katı, aynı zamanda karşı gelinmeyen ve geri çevrile­meyen hakikat karşısında, korkular, şaşkınlıklar ve feryatlar dile gelmektedir. Daha sonra kurtuluşu olmayan bir son gelip çatmaktadır. Her çare boşa gitmiş, her ted­bir aciz kalmış, her canlının en sonunda varacağı biricik yol ortaya çıkmıştır: "O gün Rablerinin huzuruna doğru sevk olunurlar."
Ayette geçen "mesak" sevk anlamınadır. Yani o gün kişi yakalanır, başka birine değil, ancak Rabbine sevk edilir. İşte dünyanın sonu.. Bu ahireti bırakıp da peşin olan dünyayı sevenlerin dünyada varacakları son, bu­dur. Ahireti sevenlerin kurtuluş ve sevgiliye kavuşma neşesiyle gülümsedikleri bu an, dünya sevgisine sarıl­mış ruhlar için böyle elem verici bir ayrılık, sonsuz bir hicran, bitmez tükenmez bir sürgündür. [3]

Çoklukla Öğünenler


"(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi tut­kuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki ziyaret edip saydınız kabirleri." (Tekasür: 102/1-2)
Verdiğimiz ilk ayette geçen ve aynı zamanda sure­nin de adı olan "tekasür", çokluk yarışı yapmak, çok­lukla övünmek anlamındadır. Kur'an'da bu deyim, insa­nın niteliğe karşılık" niceliği öne çıkarışını kınamak için kullanılmaktadır. Seviyesiz, onuru düşük bir hayatın temsilcileri mal ve evlat çokluğu ile böbürlenmeyi ve hayatı böyle bir çoklukta öne geçmenin bir yarış arenası haline getirmeyi esas alırlar. İnsanoğlunun bu yarışı, mezarlıkları ve ölüleri sayacak kadar ileri götürdüğünü söyleyen Kur'an, bunun en büyük aldanışlardan biri olduğuna dikkat çeker.
Tekasür çokluk anlamına gelen "kesret" teriminden türetilmiştir. Onun üç anlamı vardır:
Birincisi, insanın en fazla kesret/çokluk elde etmek için çalışmasıdır.
İkincisi, insanların bolluk elde etmek için birbirleriyle yarışması ve birbiri üzerine çıkmaya ça­ba göstermesidir.
Üçüncüsü, insanların birbirlerine karşı kibirli davranmalarının bolluk dolayısıyla olmasıdır.
Tekasür yani "çoklukla yarış" insanların yaşamını öylesine derinden etkilemiştir ki, onlar, daha önemli şeylerden gafil olmuşlardır, Onlar, hayat seviyeleri yük­selsin diye kendilerini o kadar kaptırmışlardır ki, insani seviyelerini düşürmeyi bile göze almışlardır. Çok fazla servet elde etmek isterken bunun hangi yolla olacağını düşünmeden bu isteklere tutulmuşlardır. Onlar, çok faz­la güç, en büyük askeri kuvvet ve en gelişmiş silahları elde etmek isterler. Bu yolda birbirleriyle yarış içinde­dirler. Fakat onlar, bütün bunların, Allah'ın arzında zu­lüm yapmak ve insanlığın felaketini hazırlamak anlamı­na geldiğini düşünmezler. Kısaca "tekasür", insanları ve milletleri içine çeken sayısız şekillerdedir. Artık gece gündüz dünyadan, ondan faydalanmaktan ve dünyevi lezzetlerden başka bir şey düşünmeye meydan kal­mamıştır.
İkinci ayette geçen "sonunda kabirleri ziyaret et­tiniz" deyiminde üç anlam muhtemeldir:
Birine göre, siz ölünceye kadar mal ve evlat çoğalt­makla meşgul oldunuz demektir. Kabirleri ziyaret et­mek, ölüp kabre gömülmek anlamınadır.
İkincisine göre, "kabirleri ziyaret etmek", kabirlerdeki ölüleri anmaktır, kabirlerde olan ölülerle övünmek, onları ziyaret etmek şeklinde ifade edilmiştir. Bazı kim­seler ölen atalarıyla övünürler. Ayetin anlamı, çoklukla övünme sizi o kadar oyaladı ki ölüleri anacak, onlarla övünecek kadar ileri gittiniz.
Üçüncüsüne göre "kabirleri ziyaret ettiniz" deyimi, fiilen kabirlere gittiniz, demektir. Bazı kimseler övün­mek için kabirlere gider, adamlarının kabirlerini gös­tererek "işte şu, şu bizim kabirdir" demek suretiyle oradaki ölülerle övünürlerdi. Bir rivayete göre Ensar kabilelerinden Harise oğullarıyla, Haris oğulları birbirine karşı övünmüşler, biri diğerine: "Sizin içinizde falan, falan gibisi var mı?" demiş, ötekiler de böyle söyleyip her kabile, ötekine karşı sağ olan adamlarıyla övündük­ten sonra sıra mezarlıktaki ölüleri saymaya kadar gel­miş: "Haydi kabristana gidelim" demişler. Bu kez kabris­tanda ölüleri göstererek: "Sizde falan, falan gibisi var mı?" diye birbirlerine karşı övünmüşler, Allah bu ayeti indirmiş.
Ayette gerçekten kabirleri ziyaret kasdedilmiş olsa da burada kötülenen ziyaret, ölülerle övünmek için yapılan ziyarettir. Ölüleri rahmetle anma ve ahireti düşünmek için kabirleri ziyaret kötü değil, tam aksine sünnettir. Çünkü kınanan kabir ziyareti, kişiyi ahiretten gaflete düşüren ziyarettir.
Özetle ayetlerde insanların mal ve evlad çoğaltmak için birbirleriyle yarışa girmeleri ve ölünceye, kadar ömürlerini bu tutku ile geçirmeleri kınanmakta ve yakında, kendilerine haber verilen ahiret sorum­luluğunun gerçek olduğunu kesin olarak bilecekleri ve o gün, kendilerine verilmiş olan dünya nimetlerinin hesabının sorulacağı vurgulanmaktadır.
Sanki bir uyarış çığlığı, yüksek bir yerden olanca sesiyle ve sesinin keskinliğiyle bağırmaktadır:
"Ey uykuya dalmış olan mahmur gözlüler, ey mal­larıyla çocuklarıyla ve dünya hayatıyla aldananlar, ey bulundukları duruma kapılıp kalanlar, ey böbürlenip böbürlendikleri şeyleri her ikisinin de bulunmadığı dar bir çukura atıp gidenler... Uyanın.. Kendinize gelin... Ve bakın.." [4]

Son söz


Kur'ân'daki meselleri, en muteber tefsir ve emsal ki­taplarından istifâde ederek kısa kısa vermeye çalıştık. Kur'ân-ı Kerîm'in edebî şekillerinden biri olan meseller, görüldüğü gibi Kur'ân'da genişçe yer almaktadır. Allah insanların doğrudan doğruya idrak edemeyeceği hakikatleri, duygularla anlaşılacak misallerle tasvir ve temsil ederek an­latmıştır. Bundan dolayı mesellerdeki maddî teşbihlere vukuu mümkin hakikat diye bakmalı ve onların ötesindeki hakikati da sezmeye çalışıp[5], gereğince amel etmelidir.[6]


[1] Prof. Dr. Velî Ulutürk, Kur’an’da Temsili Anlatım (Emsâlü’l-Kur’an), İnsan Yayınları: 87.
[2] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 334-335.
[3] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 336-338.
[4] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 339-342.
[5] Elmalılı, V, 3523; Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 177.
[6] Prof. Dr. Velî Ulutürk, Kur’an’da Temsili Anlatım (Emsâlü’l-Kur’an), İnsan Yayınları: 89.