Öğütten ve Hakikatten Kaçanlar-Arslandan Korkup Kaçan Yaban Eşekleri Gibi Olanlar
"Öyleyken bunlara ne oluyor ki öğütten yüzçeviriyorlar? Arslandan ürkmüş yabanî eşekler gibi..." (Müddessir, 74/ 49-51).
Kur'ân'dan ve öğütten sanki, arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçarlar. Öğütten kaçanları Allah, işte böyle benzetmiştir.[1]
Verdiğimiz ayetlerde Kur'an'dan yüz çeviren, Kur'an'ı arkasına atanlar, inkar ve sapıklıkta ısrar edip Hakk'ın sesine kulak vermeyen ve üstelik bu sesten nefret edip uzaklaşan müşrikler, arslandan korkup kaçan ürkek eşeklere benzetiliyor.
Bu benzetme bir arapça deyimdir. Yabani eşeklerin özelliklerinden biri de, bir tehlike hissettikleri zaman korkup, öyle kaçarlar ki başka bir hayvan böyle kaçamaz. Bu yüzden araplar çok korkarak aklı başından gitmişcesine kaçan bir kimseyi arslan ya da avcı görmüş yaban eşeğinin kaçışına benzetmektedirler.
Ayette geçen "kasvere" kelimesi "kasr" kökünden türetilmiş bir kelime olarak zorlu, zorba demek gibi olup "zorlu avcı alayı" veya "arslan" manalarına karşılık gelmektedir. İşte Kur'an ile verilen Allah öğüdünden kaçan, onu dinlemek istemeyen budalalar öyle ürküp kaçıyorlar. Oysa o zavallı vahşi eşeklerin kaçmaları bir çaresizlik olmakla beraber yine de tehlikeden kaçmaktır. Onda belki bir kurtuluş, bir umut, bir fayda düşünülebilir. Ama ya öğütten kaçanlar, onlar tehlikeden değil, kurtuluştan, kurtarıcıdan kaçıyor, faydalarını bırakıp yok oluşa koşuyorlar.
Bu kaçışlarıyla insan vasfından çıkıp vahşi hayvanlara dönüyorlar. Bu hal korkularından ve tehdit edilmelerinden değil de Rablerinin ve O'na varışın onlara hatırlatılması sonucu doğuyor. Onlara bu elem verici korkunç günden, o azap verici sıkıntılı yerden korunmaları için bir fırsat tanınmakta fakat bunu anlamıyorlar.
Bugün de Allah'ın varlığına, birliğine, Hz. Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna; aynı zamanda kurtuluşun ve mutluluğun İslami bir hayatı yaşamakla mümkün olduğuna yönelik çağrılara kulaklarını tıkayıp kaçanlar eksik değildir. Kur'an'ın bu benzetmesi her çağ ve dönemde canlı bir sahne olarak gören gözler önünde tecelli etmektedir.
Bütün bu söylediklerimizi tek bir cümlede söylemeye çalışırsak; "herkes korktuğundan kaçar, Allah'tan korkan ise gazabından rahmetine sığınarak yine O'na kaçar." Çünkü Kur'an'ın ifadesiyle:
"Korkulmaya değer olan da O'dur; bağışlamaya layık olan da O'dur." (Müddesir: 74/56) [2]
Ayakları Birbirine Dolaşanlar
"Hayır; can köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman, "son müdahaleyi yapacak kim" denir. Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu kavrayıp/anlamıştır. (Ölüm korkusundan) Ayaklar da birbirine dolaştığında; O gün sevk yalnızca Rabbinedir." (Kıyamet: 75/26-30)
Verdiğimiz ayetlerde, insanın can verme hali ve bedenden ayrılan ruhun Allah'ın huzuruna götürülüşü anlatılmaktadır. 26. ayetin sonunda geçen "teraki" kelimesi köprücük kemikleri demektir. Bu ifadeyle anlatılmak istenen ruhun bedeninden ayrılıp köprücük kemiğine ulaşmasıyla artık ölüm halinin başladığı işaretidir. Yani can boğaza çıkmış, son nefesi vermek üzere iken, işte bu anda herşey bitmiş gözleri yuvalarından kaydıran büyük sıkıntı gelip çatmıştır.
Etrafındakiler ise bu son anda bir şeyler yapabilmek, kurtarıcı çareler aramak üzere çırpınıp dururlar: "Tedavi edecek, son müdahaleyi yapacak kimse yok mudur?" Sanki bulacakları çare fayda verecek, son nefesini veren geriye dönecekmiş gibi!
27. ayette yer alan "rakin" kelimesi "Rukye" kelimesinden türemedir. Üfürükçülük ve muskacılık anlamına gelir. "Raki" demek ise, yukarıya doğru tırmanmaktır. Şimdi eğer biz bunu ilk manada alırsak o zaman anlatım, deva bulamayan hastayı hemen acele okuyacak birisini aramak olur. Eğer ikinci manada alırsak, bu sefer anlamı meleklerin; "bu ruhu kim alacak, azap melekleri mi yoksa rahmet melekleri mi?" diye sormalarıdır. Diğer bir ifade ile, bir kimse öldüğü zaman ahirette nereye gireceğinin kararı alınmaktadır. Yani eğer salih bir insan ise onu rahmet melekleri götürecek ve eğer kötü bir insan ise o zaman onun yanma kimse yaklaşmayacak ve azap melekleri onun ruhunu alacaktır.
O can çekişen, nefesi.tıkanan, ölmek üzere olan kişi o anda anlar ki başına gelen hakkın emridir. Ayetin ifadesiyle; tam ayrılıktır, sevgili dünyasından, nimetlerden ve bütün uzuvların birbirlerinden "elveda/ayrılık" diye diye acı ve keder içinde ayrıldığı tam ayrılıktır. O an bunu anlamış "ölüm korkusundan bacak bacağa dolaşmıştır."
Bacağın bacağa dolaşması, tenden çıkan ruhun, ahiret hesabından korkma durumunu, ya da ölenin cesedinin kuruyup bacaklarının birbirine yapışmasını veya kefene konup birbirine birleştirilmesini tasvir eder ki, ikinci ve üçüncü anlam daha uygundur.
Ayetlerde ortaya konulan sahne hakikaten çok şeyler ifade etmektedir. Her ayet bir hareketi ortaya koymakta, her bölüm bir ışık tutmaktadır. Son nefes, bu acı ve katı, aynı zamanda karşı gelinmeyen ve geri çevrilemeyen hakikat karşısında, korkular, şaşkınlıklar ve feryatlar dile gelmektedir. Daha sonra kurtuluşu olmayan bir son gelip çatmaktadır. Her çare boşa gitmiş, her tedbir aciz kalmış, her canlının en sonunda varacağı biricik yol ortaya çıkmıştır: "O gün Rablerinin huzuruna doğru sevk olunurlar."
Ayette geçen "mesak" sevk anlamınadır. Yani o gün kişi yakalanır, başka birine değil, ancak Rabbine sevk edilir. İşte dünyanın sonu.. Bu ahireti bırakıp da peşin olan dünyayı sevenlerin dünyada varacakları son, budur. Ahireti sevenlerin kurtuluş ve sevgiliye kavuşma neşesiyle gülümsedikleri bu an, dünya sevgisine sarılmış ruhlar için böyle elem verici bir ayrılık, sonsuz bir hicran, bitmez tükenmez bir sürgündür. [3]
Çoklukla Öğünenler
"(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki ziyaret edip saydınız kabirleri." (Tekasür: 102/1-2)
Verdiğimiz ilk ayette geçen ve aynı zamanda surenin de adı olan "tekasür", çokluk yarışı yapmak, çoklukla övünmek anlamındadır. Kur'an'da bu deyim, insanın niteliğe karşılık" niceliği öne çıkarışını kınamak için kullanılmaktadır. Seviyesiz, onuru düşük bir hayatın temsilcileri mal ve evlat çokluğu ile böbürlenmeyi ve hayatı böyle bir çoklukta öne geçmenin bir yarış arenası haline getirmeyi esas alırlar. İnsanoğlunun bu yarışı, mezarlıkları ve ölüleri sayacak kadar ileri götürdüğünü söyleyen Kur'an, bunun en büyük aldanışlardan biri olduğuna dikkat çeker.
Tekasür çokluk anlamına gelen "kesret" teriminden türetilmiştir. Onun üç anlamı vardır:
Birincisi, insanın en fazla kesret/çokluk elde etmek için çalışmasıdır.
İkincisi, insanların bolluk elde etmek için birbirleriyle yarışması ve birbiri üzerine çıkmaya çaba göstermesidir.
Üçüncüsü, insanların birbirlerine karşı kibirli davranmalarının bolluk dolayısıyla olmasıdır.
Tekasür yani "çoklukla yarış" insanların yaşamını öylesine derinden etkilemiştir ki, onlar, daha önemli şeylerden gafil olmuşlardır, Onlar, hayat seviyeleri yükselsin diye kendilerini o kadar kaptırmışlardır ki, insani seviyelerini düşürmeyi bile göze almışlardır. Çok fazla servet elde etmek isterken bunun hangi yolla olacağını düşünmeden bu isteklere tutulmuşlardır. Onlar, çok fazla güç, en büyük askeri kuvvet ve en gelişmiş silahları elde etmek isterler. Bu yolda birbirleriyle yarış içindedirler. Fakat onlar, bütün bunların, Allah'ın arzında zulüm yapmak ve insanlığın felaketini hazırlamak anlamına geldiğini düşünmezler. Kısaca "tekasür", insanları ve milletleri içine çeken sayısız şekillerdedir. Artık gece gündüz dünyadan, ondan faydalanmaktan ve dünyevi lezzetlerden başka bir şey düşünmeye meydan kalmamıştır.
İkinci ayette geçen "sonunda kabirleri ziyaret ettiniz" deyiminde üç anlam muhtemeldir:
Birine göre, siz ölünceye kadar mal ve evlat çoğaltmakla meşgul oldunuz demektir. Kabirleri ziyaret etmek, ölüp kabre gömülmek anlamınadır.
İkincisine göre, "kabirleri ziyaret etmek", kabirlerdeki ölüleri anmaktır, kabirlerde olan ölülerle övünmek, onları ziyaret etmek şeklinde ifade edilmiştir. Bazı kimseler ölen atalarıyla övünürler. Ayetin anlamı, çoklukla övünme sizi o kadar oyaladı ki ölüleri anacak, onlarla övünecek kadar ileri gittiniz.
Üçüncüsüne göre "kabirleri ziyaret ettiniz" deyimi, fiilen kabirlere gittiniz, demektir. Bazı kimseler övünmek için kabirlere gider, adamlarının kabirlerini göstererek "işte şu, şu bizim kabirdir" demek suretiyle oradaki ölülerle övünürlerdi. Bir rivayete göre Ensar kabilelerinden Harise oğullarıyla, Haris oğulları birbirine karşı övünmüşler, biri diğerine: "Sizin içinizde falan, falan gibisi var mı?" demiş, ötekiler de böyle söyleyip her kabile, ötekine karşı sağ olan adamlarıyla övündükten sonra sıra mezarlıktaki ölüleri saymaya kadar gelmiş: "Haydi kabristana gidelim" demişler. Bu kez kabristanda ölüleri göstererek: "Sizde falan, falan gibisi var mı?" diye birbirlerine karşı övünmüşler, Allah bu ayeti indirmiş.
Ayette gerçekten kabirleri ziyaret kasdedilmiş olsa da burada kötülenen ziyaret, ölülerle övünmek için yapılan ziyarettir. Ölüleri rahmetle anma ve ahireti düşünmek için kabirleri ziyaret kötü değil, tam aksine sünnettir. Çünkü kınanan kabir ziyareti, kişiyi ahiretten gaflete düşüren ziyarettir.
Özetle ayetlerde insanların mal ve evlad çoğaltmak için birbirleriyle yarışa girmeleri ve ölünceye, kadar ömürlerini bu tutku ile geçirmeleri kınanmakta ve yakında, kendilerine haber verilen ahiret sorumluluğunun gerçek olduğunu kesin olarak bilecekleri ve o gün, kendilerine verilmiş olan dünya nimetlerinin hesabının sorulacağı vurgulanmaktadır.
Sanki bir uyarış çığlığı, yüksek bir yerden olanca sesiyle ve sesinin keskinliğiyle bağırmaktadır:
"Ey uykuya dalmış olan mahmur gözlüler, ey mallarıyla çocuklarıyla ve dünya hayatıyla aldananlar, ey bulundukları duruma kapılıp kalanlar, ey böbürlenip böbürlendikleri şeyleri her ikisinin de bulunmadığı dar bir çukura atıp gidenler... Uyanın.. Kendinize gelin... Ve bakın.." [4]
Son söz
Kur'ân'daki meselleri, en muteber tefsir ve emsal kitaplarından istifâde ederek kısa kısa vermeye çalıştık. Kur'ân-ı Kerîm'in edebî şekillerinden biri olan meseller, görüldüğü gibi Kur'ân'da genişçe yer almaktadır. Allah insanların doğrudan doğruya idrak edemeyeceği hakikatleri, duygularla anlaşılacak misallerle tasvir ve temsil ederek anlatmıştır. Bundan dolayı mesellerdeki maddî teşbihlere vukuu mümkin hakikat diye bakmalı ve onların ötesindeki hakikati da sezmeye çalışıp[5], gereğince amel etmelidir.[6]
[1] Prof. Dr. Velî Ulutürk, Kur’an’da Temsili Anlatım (Emsâlü’l-Kur’an), İnsan Yayınları: 87.
[2] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 334-335.
[3] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 336-338.
[4] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 339-342.
[5] Elmalılı, V, 3523; Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 177.
[6] Prof. Dr. Velî Ulutürk, Kur’an’da Temsili Anlatım (Emsâlü’l-Kur’an), İnsan Yayınları: 89.