GELİŞİM PSİKOLOJİSİ VE DİN EĞİTİMİ
A. Eğitimde Zamanlama ve Önemi
Eğitim sürecinin temel unsurlarından biri zamanlama faktörüdür. İnsan hayatının her döneminde her eğitim faaliyetine olumlu cevap veremez. Bazan o faaliyeti anlayacak ve uygulayacak kadar biyolojik ve psikolojik gelişimi gerçekleştirememiş olabilir. Bazan da bu dönem onun için artık geride kalmış olabilir. Çünkü "ağaç yaş iken eğilir." Bu kural eğitimde aktualite adı ile anılır
.[1]
İnsan, ömrü boyunca ihtiyaçlarını gidermek için çabalar durur. Fakat bu ihtiyaçlar ve çabalar her yaşın icabına ve içinde bulunduğu gelişim dönemine göre değişir. Yapılan gözlem ve araştırmalar çocuklarda belli eğilim ve davranış kalıplarının belli gelişim dönemlerinde ortak olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ortak yanların bilinmesinin çocuk eğitiminde izlenecek yöntemi belirleme açısından yararı büyüktür. [2]
İşte bu yaklaşımlar, eğitim psikolojisinde çocuk kavramını ortaya çıkarmış, çocukluğun, insan gelişiminin özel bir evresi olduğu fikrini güçlendirmiş ve giderek, insanın tüm ömrünü kapsayan gelişim psikolojisi içinde çocuk psikolojisi özel bir alan olarak ele alınmıştır. Çocukluk dönemindeki fiziksel, zihinsel, duygusal, toplumsal alanlarda ortaya çıkan gelişimleri inceleyen bu çalışmalar, eğitim bilimlerinde de önemli bir yer tutmuştur.
Çocuk gelişim psikolojisinin verilerinin çocukların % 50'sinde söylenen yaş döneminde ortaya çıktığı, % 25'inde daha önce, 25'inde ise daha sonra ortaya çıktığı söylenebilir. Bu nedenle çocuğun gelişim dönemlerini belirli tarifelere bağlamamak gerekmektedir. Bu yaş dönemleri için verilen örneklere uymayan bir durum ortaya çıkarsa da endişeye kapılmamak gerekir. Söylenen genellemeler gelişimin yönünü belirler. Ama süresi ve zamanı, çocuktan çocuğa değişebilir.[3]
Böyle olunca ihtiyaçların gerektiği gibi ve sürekli olarak karşılanması gelişimin tatminkar bir şekilde gerçekleşmesine bağlı olması şartını önümüze çıkarmakta ve bu da bize gelişime bağlı bulunan ve gelişime eşlik eden görevler kavramını ilham etmektedir.
Gelişim, kavramı, bir insanın eğitimini, hayatının çeşitli devrelerine özgü belirli davranışları, o devrede kavramak ve tatbik etmekte gösterdiği maharete bağlar. Yani eğitim faaliyeti, gelişime bağlı olarak hayat seyrinin belirli dönemlerine özgü bir faaliyet olarak ortaya çıkmaktadır. Bir insan o dönemde yapılması gereken bir işi başarı ile yerine getirebiliyorsa, hem o günkü ihtiyacını giderebiliyor; hem de ilerde üstleneceği görevleri başarı ile yerine getirebileceğinin işaretlerini veriyor demektir. Aksi bir durum ise onun hem bu dönemdeki ihtiyacını karşılayamamasına hem de ilerideki görevlerini yerine getirmekte zorlanacağına dair bir fikrin oluşmasına sebebiyet verecektir.
Gelişme değişikliklerin niceliği yanında, niteliğini de içermektedir. Gelişme kavramı, düzenli, uyumlu ve sürekli bir ilerlemeyi dile getirmektedir. Gelişim ileriye dönük olup, değişiklikler arasında belirgin bir ilişkiyi de kapsar. Kısacası gelişim, sadece yapısal ölçümlerle açıklanamayan birçok yapı ve işlevi bütünleştiren karmaşık bir olgudur. Bu nedenle gelişimin her evresi kendinden sonraki bir başka evreyi doğrudan etkiler.
Gelişime bağlı olan görevler biyolojik, psikolojik, sosyolojik, bilişsel, motor (hareket), din ve ahlak gibi bir çok alanları içine almaktadır. Yani insanın gelişiminin her hangi bir cephesiyle alakalı olabilmektedir.
Gelişimdeki beş temel ilke şöyle özetlenebilir:
1- Gelişim, dinamik bir olgudur.
2- Gelişim, genetik bireyselliğin bir sonucudur.
3- Gelişim, giderek artan bir özelleşme sürecidir.
4- Gelişim, denge gerektiren bir süreçtir.
5- Gelişim, ard arda görülen düzenli bir süreçtir.[4]
Gelişimde asıl önemli olan hususun zamanlama olduğunu biliyoruz. Gelişim psikolojisinin temelinde yatan gerçek, çocuğun belirli konuları kavrayabilmesinin belli aşamaları geçirmesine bağlı olması hususudur. Her dönemin kendi sürecini doldurması, tamamlaması gerektiği fikri, gelişim psikolojisini doğurmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. O da anne-babanın, çocuğun bu süreçleri geçirmesi için muhakkak belirli yaş dönemlerini geçirmesi gerektiği yolundaki düşüncelerinden dolayı ellerini kavuşturup bekleme gibi bir duruma düşmemeleri noktasıdır. Yaş dönemleri anne-babanın bilgileri içine girmeli, anne-baba bunları bilmeli, fakat onların bu bilgisi çocuğun eğitiminde olumsuz sonuçların sebebi olmamalıdır. Mesela; çocuğa bazı müdahaleler için bu dönemlerin dışında, tedbir almak gerektiği ortaya çıkarsa, anne-baba müdahalesini yapmalıdır. [5]
Çocukta gelişim "doğal dürtü" ile başlar. Her sağlıklı çocuk gelişen güçlerini kendiliğinden kullanma eğilimi içindedir. Eyleme geçmek için heveslilik uyandıran ve gelişimi kendi kendine başlatan bu mekanizmadır. [6]
Gelişime bağlı olan eğitimin başarılı olabilmesi üç temel şarta bağlı gözükmektedir. Bunlar:
a) Fizyolojik (Bedensel) olgunluk
b) Psikolojik (Bireyin şahsı ve davranışları ile ilgili) olgunluk
c) Sosyolojik (Üyesi bulunduğu toplumla münasebetleri, konusundaki) olgunluk esaslı şartlardır.
Yapılan eğitim bunlara paralel olarak seyretmelidir.[7] Özellikle psikoloji-fizyoloji birlikteliği gelişim psikolojisinde bio-kimyasal bir alt yapının olduğu kuralını ortaya çıkarmıştır.
Psikolojide beliren her olayın, bedensel (somatik) bir dayanağı vardır. Fizik gelişimin yönünü belirleyen, psikolojik gelişimi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen işte bu alt yapıdır.
Gelişim psikolojisinde bio-kimyasal altyapı, büyüme ve olgunlaşma kavramlarını ortaya çıkarmıştır. Yapısal artışı dile getiren büyüme, bedende gerçekleşen sayısal değişiklikleri (kilo, boy artışı) ifade etmek için kullanılır. Çocuk sadece fiziksel olarak büyümekle kalmaz, aynı zamanda onun beyniyle iç organlarının yapı ve büyüklüğünde de değişmeler olur. Beynin gelişmesi sonucu, çocukta giderek artan bir öğrenme, anımsama ve muhakeme yeteneği oluşur. Böylelikle fiziksel büyümeye uygun olarak, çocuk zihinsel olarak da gelişir. Büyüme çocuğun gelişiminde yer alan değişmelerin yapısal temellerini kurar. Uygun bir beslenme ve kötü etkilerden korunma yoluyla büyüme, olgunluğa doğru sağlıklı bir şekilde ilerler. Olgunlaşma, organizmanın temelindeki potansiyel güçlerin göreve hazır duruma ulaşmış olmalarıdır. Olgunlaşma, büyümenin ortaya çıkardığı görev ve yetenekleri yerleştirir. Dil ve zihin gelişiminde önemli rol oynar. Çocuğun duygusal ve toplumsal davranışının nitelik ve kapsamını belirler.
Hac suresi 22/5 ayetinde insanın yaratılışı ve rahimde geçen hayatı hakkında bilgi verildikten sonra çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık çağının özellikleri anlatılıyor. Biz burada "eşüddünüze baliğ olmanız için sizi büyütüyoruz" ibaresi üzerinde durmak istiyoruz. "Eşüdd" kelimesi burada kuvvette, akıl ve temyiz melekesinde kemâle ermek manasına kullanılmaktadır. Bu ifadeye göre ayet kuvvette, akıl ve temyizde kemâlinize ermeniz için sizi büyütüyoruz buyurmakta,[8] zihin kuvvetleri, öğrenme melekesi ve idrak olayı ile bedenî gelişmenin paralelliği böylece anlatılmaktadır. Eğitim olayı fiziki yapıya paralel olarak yürütülür. Bunun için eğitim kurumlarında biyolojik gelişimin de üzerinde durulur. [9]
Çocuğunda öğrenmesi ve zihnî faaliyetleri bedeni gelişmeyle doğru orantılı olarak gelişir. Yaşları ilerledikçe bedenen olduğu kadar zihnen ve fikrende gelişip büyürler. [10]
Okul çağında çocuk, bu gelişme sürecinin muhtelif devrelerinde bulunur. Bedeni değişiklikler ve gelişmeler, çocuğu muayyen alâka ve faaliyetlere sevk eder. Gençlik dönemindeki gelişme, insan vücudu ile insan zihninin birbirlerine ne kadar sıkı bir şekilde bağlı olduğunun en güzel misalidir.[11]Ayrıca hareket yapmanın beden eğitimine, onun da fizyolojik gelişmeye etkisi göz önünde bulundurulmalıdır. Beden hareketinin, zekâ ve iradenin gelişimi ve dikkat üzerindeki etkileri, sinir mütahassısları ve psikologlar tarafından incelenmiş, tahlil edilmiş, bunların önemi, heyecan hallerinde gösterilmiş ve beden hareketi bugün artık normal çocuğun gelişimi için olduğu kadar, anormal çocuğun psişik ve hareki düzensizlikleri için de değerli bir tedavi haline gelmiştir. [12] Fizyolojik tembellik gösteren kişilerin bedensel gelişmesi yeteri kadar olmamakta, bunun sonucu zihinsel gelişmede yeterli gelişmeyi gösterememektedir. [13]
Yukarda zikri geçen ayet, zihnî gelişmenin bedenî gelişme ile paralelliğini anlattığı gibi, belli bir yaştan sonra baş gösteren biyolojik gerilemeye paralel olarak, zihni gerilemenin de vuku bulduğunu ortaya koymaktadır.[14] İnsan vücudu, yaş ilerlemesi sebebiyle bazı fonksiyonları yerine getiremez. Bunun sonucu zihni faaliyetler geriler. Evvelce bildiği bazı şeyleri bilemez. Ayette geçen "erzel-i ömr" beş duyusuna zaaf ve aklına bozukluk gelip vücudunun aletleri layıkıyla işleyemez hale gelen kocalık zamanıdır. [15]
Demekki insanın, dünya hayatında zihnî gelişmesi biyolojik gelişmeye parelel olarak tamamlandığı gibi belli bir yaştan sonra, bu iki faaliyet gene birbirlerine paralel olarak gerilemektedir. Zaten insanın bedensel hayatı, tedricen gelişip olgunluk çağına erişen, ondan sonra da yine tedricen gerileyen bir süreçtir. [16]
Konu ile ilgili bir başka ayette şudur:
"Kime uzun ömür veriyorsak onun yaratılışını başaşağı ediyoruz. (Buna da) akılları ermiyor mu?" [17]
Uzun ömür ve yaşlılık, gerek bedensel gerekse zihinsel fonksiyonları geriye götürür. Gençliğin aksine olarak insan, günden güne kuvvetten düşer. Anlayış ve idrak azalır. Akıl ve tedbirden ârî bir hale gelir.[18]
Burada şu konuya da temas etmekte yarar görüyoruz. Kur'an'ın bu ayetine göre biyolojik gelişme, zihnî gelişmenin sebebi olarak gösterilmekte, bundan da beden gelişmesi yeterli olanın, normal olarak zihnî gelişmesinin de yeterli seyredeceği anlaşılmaktadır. Böylece "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözünün doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Bunun aksi olan, zihnî gelişmesi mükemmel olanın beden gelişmesinin de mükemmel olacağı iddiası pek sağlam gözükmemektedir.
Elde henüz pek kesin deliller olmamakla beraber biyolojik gelişimin ve beden yapısının şahsiyet üzerindeki etkisinin tesbiti henüz kesinleşmediğinden konu ile ilgili bilgilerde vüzûha kavuşmamıştır. [19] Genel olarak şöyle bir hüküm verilebilir. "Vücudun yapısı, vücut karakteristikleri ve duyum, hareket kabiliyetleri, bedensel yeteneğin kendisine sağladığı hayat şartları ve bu yeteneğe gerek kendisi gerekse çevresi tarafından verilen önem insanın kişiliğine tesir edebilir. Güçlü veya güçsüz, cazip veya sevimsiz, maharetli veya beceriksiz, sıhhatli veya hastalıklı olmak, bir insanın tutumu alâkaları ve faaliyetleri üzerinde müessirdir. Bu itibarla da beden tipi ile olmasa dahi beden gelişmesi ile şahsiyet arasında bir münasebet mevcuttur".[20]
Beden ve zihnî gelişmenin paralelliğine bir başka ayette şöyle temas edilmektedir.
"O, tam ergenlik çağına girince kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte iyi hareket eden insanları biz böyle mükâfatlandırırız." [21]
Ayette kişiye ilim ve hikmet verilmesi için beden ve kuvvetin şiddetlendiği kemal çağına[22] kadar beklendiği ifade olunmaktadır.[23] Buradaki ilim ve hükümden maksat, fevkalade bir nüfuz kabiliyeti, hakimiyet ve (peygamberlere has olarak) nübüvvet ilmidir.[24]
Psikolojik durum ile beden yapısı arasındaki ilişkiye de bir başka ayette şöyle işaret edilmektedir.
"Onlar yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar.[25] Onların tıynetleri (yaratılış özellikleri) ve fıtratlarının eserleri bedenlerinde, yüzlerinde gözükür. [26]Yani iman ve ibadet eden, secdeye kapanan kişilerin yüzlerinde imanın kendilerine verdiği duygu ve düşünce mükemmelliği ve temiz fikirliliğin izleri bulunur. Onun manevi hayatı, maddi yapısında beliren izlerden okunabilir. İşte kişinin duygu ve düşünce dünyası ile biyolojik yapısı arasındaki irtibata Kur'an böyle değinmektedir.
Gelişini psikolojisinde yetenekleri kullanabilmenin ikinci şartı öğrenmedir. Öğrenme en genel tanımı ile kazanılmış davranış biçimidir. Bu davranış doğal ve doğuştan gelen davranıştan faAh-dır. Öğrenme olgunluk düzeyine bağlı olarak nitelik ve yapı kazanır. 2 yaşında paten kayabilen ikizler, altı yaşında (bacaklarının bedene nisbetle daha uzun olmasından dolayı ağırlık merkezinin değişmesi sebebiyle) paten üzerinde durmayı bile becerememişlerdir. [27]
Gelişim psikolojisi, psikolojinin aksine bireysel davranışların analizi ile pek uğraşmaz. Temel eğilimi daha çok gelişim süreci içinde ortaya çıkan benzer olayları araştırmaktır. Zaman içinde değişmelerin gözlemini, tanımını, analizini yapmaya ve açıklamaya çalışır. Bunlardaki düzenlilik, süreklilik gibi özelliklerle ve bunların nicelik ve niteliğini ikinci derecede faktörler olarak düşünür.
Gelişim psikolojisinde iki değişik yaklaşım vardır. Bunlardan ilki, gelişimde yaş unsurunu önemli olarak görür ve gelişimi, bireysel özellikler (tabiat) ve çevre (hangi davranışların yapılacağını en son belirleme)nin dinamik etkileşim süreci olarak tanımlar. (Mönks) Burada bireyin yaşı, bağımsız değişken değil, aksine, zaman boyutu olarak, verilerin düzeni için bir çerçeve olan bağımlı değişkendir.
Diğeri ise yaş unsurunu önemli bir faktör olarak görmez ve gelişimi bireyin hayatındaki sürekliliğin belirli noktalarına bağlı ve birbiri ile ilişkili değişmelerinin oluşturduğu süreç olarak tanımlar (Thomaa). Bu anlayışta önemli olan eğitim sürecinde beklenilen olayların birbirlerine bağlı olarak ve birbirlerinin peşi sıra ortaya çıkmasıdır. Kronolojik yaş geri plana itilmiştir.[28]
Çocuğun gelişimine göre uygulanacak eğitimin bir çok alanı kapsadığını ve bu alanların birbirleriyle çok sıkı bir şekilde ilişkili olduklarını biliyoruz. Çocuğun eğitimi bir bütündür. Bu alanlardan birinin ihmali bu bütünlüğü bozar. Diğer alanlarda yapılan çalışmaların eksiklikle ve başarısızlıkla sonuçlanmasına sebep olur.
Çocuk eğitiminde üzerinde durulması gereken eğitim alanlarından biri de din eğitimidir. Din eğitimi bireysel hayatta dini yaşamak için önemli olduğu kadar, toplumsal hayata intibak için de önemlidir. Sağlıklı bir din anlayışı, ancak eğitimle mümkün olmaktadır. Din, toplum kültürünün ta derinliklerine kök salmıştır. Laik ahlak üzerinde bile dinin etkisi vardır. [29] Bundan dolayı çocuğa verilecek köklü bir din eğitimi aynı zamanda ahlak eğitimi yerine de geçecektir.
Din öğretiminin gerçek bir öğretim olması, çocuğa bir takım kuralları ezberletmekle olmaz. Bu bilgileri günlük hayat ve önder kişilerin hayatı ile desteklemek gerekmektedir. [30]Ancak böyle bir eğitim sonucunda din, çocuğun hayatına canlı bir şekilde girebilir. Bu ise köklü ve ilmi bir eğitimi gerektirir.
Bu alanda da yapılan çalışma ve faaliyetlerde zaman unsuru çok önemlidir. Belli eğitim konularının belli yaş dönemlerinde verilmesi, başarı için zaruri görülmektedir. Çocuklarının din eğitimi üzerinde ısrarla ve önemle durdukları halde zaman faktörünü gözden kaçırdıklarından bir çok anne-baba başarılı olamamaktadır. Biz, eğitim de özellikle din eğitiminde başarının ancak zaman unsuru ile mümkün olacağını düşünmekteyiz. Bundan dolayı da aile içinde ana-baba-çocuk üçgeninde gerçekleştirilecek din eğitiminde hangi konuların, hangi yaş dönemlerinde, nasıl verileceği ile ilgili sorulara cevap aramak önem kazanmaktadır. Bu çalışmanın da temel amacı budur. Burada şunu hemen belirtmek gerekiyorki eğitim konuları bugün sosyal araştırmalar kapsamına girmiş konulardır. Onun için bu alanda asıl başarı çocuğun çeşitli yaş dönemlerinde din eğitimi açısından içinde bulunduğu şartları belirleyen araştırmaların ortaya koyduğu verileri değerlendirmekle mümkün olacaktır. Gene biliyoruz ki, eğitimin dünyanın her ülkesinde benzer olarak ortaya çıkan problemlerinin çözümü, ülkelerin sosyal, kültürel ve tarihi şartlarına göre farklılık arzeder. Bundan dolayı eğitim problemlerinin halli, ancak o ülkenin sosyal, kültürel, tarihi birikiminden elde edilmiş çözümlerle mümkündür. Bu da ancak her ülkenin kendi sosyal ve kültürel şartlarını tesbit etmesiyle ortaya çıkar. Din eğitiminde de durum böyledir. Din eğitiminin Türkiye'deki problemleri de ancak ülkemizin sosyal, kültürel ve tarihi birikimini tesbit eden ve buna göre çözümler üreten araştırmalarla çözülebilir.
Gelişim psikolojisi araştırmaları batıda ortaya çıkmıştır. Özellikle çocuk psikolojisi konusunda birçok araştırmalar yapılmıştır. Doğuda ise İslam alimleri de çocuğun psikolojik yapısı üzerinde durmuşlar, onun niteliklerini tesbit etmeye çalışmışlardır. Söz gelimi çocuk psikolojisine tasavvuf açısından bakanlardan İbn Tufeyl şöyle diyor:
Çocukların beş psikolojik özelliği vardır.
1- Çocuklar kendi maişetlerini merak etmezler. Rızık endişeleri yoktur.
2- Hastalandıklarında yaratıcıdan şikâyette bulunmazlar. Bu konuda Allaha isyanları yoktur.
3- Yiyeceklerini diğerleri ile paylaşırlar.
4- Kin beslemezler. Barışmak için can atarlar.
5- Korktuklarında gözlerinden yaşlar akar.
Talibî'de çocuk psikolojisinde ortaya çıkan olumsuzluklar
1- Çocuklar ihtiraslıdır.
2- Küçük şeylerle kandırılabilirler.
3- Şımarırlar
4- Peygambere bile ulaşsa çocuk çocuktur.
5- Tehdit edilmekten hoşlanmazlar. Tehditlere kızarlar.
Ülkemizde son dönemlerde uzun zaman ihmal edilen din eğitimi çalışmaları son 10 yılda İlahiyat Fakültelerindeki Din Eğitimi Anabilim dalında yapılan araştırmalarla bir nebze olsun çözüme kavuşturulmaya başlanmıştır. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Prof. Dr. Beyza Bilgin'in Türkiye'de Din Eğitimi adını verdiği ve özellikle Ortaokul ve liselerdeki din dersleri ile ilgili olarak yaptığı araştırma ile açılan bu çığır, diğer fakültelerde de yapılan çalışmalarla devam etmektedir.
Konumuzu ilgilendirmeyen sebeplerle ülkemizde ihmal edilen bu araştırmalar batılı psikologlar tarafından yapılmaktadır. Jan Piaget, David Elkind, Lawrence Kohlberg, R. Goldman bu sahanın önemli araştırmacılarıdır. Jan Piaget'in "The Moral Judgement of the Child" adlı kitabı ahlak gelişimi konusunda bir çok araştırmaya kaynak olmuştur.
Çocukta din duygusunun fıtri olduğu, batılı bir çok araştırmacı psikolog tarafından kabul edilmiştir. Sözgelimi Jung, Remplein Gemelli, Vergote bunlardan hemen akla gelebilenlerdir.[31]
Piaget'in genetik psikoloji kavramına dayanarak Yahudi, Protestan ve Katolik çocuklar üzerinde dini kimlik araştırması yapan David Elkind, çocukta yerleşen dini ahlakın temelleri üzerinde araştırmalar yapan ve "Moral Development and İdentification" adlı yazısı ile de ahlak gelişimi konusundaki bulguları eleştiren Kohlberg ve zihinsel unsurları dini gelişime uyarlayan R. Goldman ilgi çekici sonuçlar elde etmişlerdir.
Bunlardan Goldman özellikle şu konular üzerinde durmaktadır.
Dini düşünce, metodu ve özü bakımından diğer düşünce şekillerinden farklı değildir.
Din gelişimi çocuğun zihinsel gelişimine tam bir paralellik göstermelidir.
Bu ilkeler ışığında ülkemizde yapılan ve çocukta Allah tasavvurunu konu alan 60 denekli bir araştırmada Piaget'in gelişim dönemleri ile ilgili yaklaşımına çok yakın olarak şu dönemler tesbit edilmiştir.
a) İşlem öncesi Sezgisel düşünce (0-7, 8 yaş)
b) Somut düşünce (7, 8-13 yaş)
c) Soyut düşünce (13-ileri yaş)
Problemi tam anlamıyla halletmiş sayılmasa da bu araştırma ülkemiz şartlan için hem teorik hem de pratik bazı çözümler ortaya koymuştur.[32] Şimdi Kur'an da belirtilen eğitim konularını çocuk gelişim psikolojisinin verilerine göre nasıl verilebileceği üzerinde duralım. [33]
B. Gelişim Evreleri ve Din Eğitimi
Bilindiği gibi çocukluk yılları özelliklerine göre değişik dönemlere ayrılır. Bu dönemler pedagoglarca değişik olarak tasnif edilirse de bu tasniflerin aralarında büyük farklılıklar görülmez. İslam terbiyecileri de buluğa kadar geçen çocukluk safhasını çoğunlukla aşağıdaki şekilde tasnif ederler.
1- Bebeklik (Sabîlik) dönemi: (0-3 yaş-sütten kesilme dönemine kadar)
2- İlk çocukluk (Gulâm) dönemi: (3-7 yaş)
3- Son çocukluk (Yafî'î) dönemi (7-10 yaş)
4- İlk Ergenlik (Hazver) dönemi: (10-Buluğ çağı) [34]
Çocukluk dönemi için yapılan bu tasnif batılı bir çok pedagog tarafından da kabul edilmektedir. [35]
Çocukluk döneminde eğitim çalışmalarının temelini çocuğun gelişimle ilgili ihtiyaçları ve toplumun ondan beklentileri teşkil etmektedir.
Ana ve baba yukarda zikredilen temel eğitimle ilgili konuları gelişim psikolojisine ve çocuğun zihin kapasitesine göre çeşitli şekillerde uygulamalıdırlar.
Bu uygulama da şöyle yapılabilir. [36]
1- Bebeklik (Sabîlik) Dönemi:
Doğumdan iki yaşın sonuna yani sütten ayırma zamanına kadar geçen süreyi kapsar. Kur'an'da da çocuğun emzirilmesi müddeti iki tam sene olarak belirtilir. [37]
Doğum olayı, çocuk için son derece önemlidir. Ana rahmindeki fiziki ortamdan çıkıp birdenbire bambaşka bir fiziki ortama geçmek, çocuğun beden yapısında, özellikle solunum ve sindirim sisteminde bir sarsıntı meydana getirir. İşte bu sarsıntının şiddetli oluşu veya doğumla ilgili diğer travmalar, çocuğun daha sonraki hayatında, vukua gelmesi muhtemel, zihni bazı bozuklukların kaynağını teşkil edebilir. Bundan dolayı doğum olayını zararsız gerçekleştirmek başlı başına bir eğitim faaliyetidir.
Bu dönemde gelişim alanları ile ilgili ortaya çıkan durumlar şöyle özetlenebilir. [38]
a) Bedensel Gelişim:
Doğumdan itibaren incelendiğinde başın en hızlı gelişen organ olduğu görülür.
Doğumdan 1 yaşına kadar gövde, en hızlı büyüyen alanı oluştururken, bacaklardaki hızlı büyümenin 1 yaşla ergenlik arasında gerçekleştiği görülür. Bedence büyümenin hızı büyük ölçüde sosyo-ekonomik şartlara ve beslenmeye bağlıdır.
İskelet gelişimi: Yeni doğanın iskelet yapısı önceleri yumuşak kıkırdaktan oluşmaktadır. Tam olarak kemikleşmemiş olduğundan yumuşaktır. Kolayca bükülebilir. Bu nedenle de basınca dayanıklıdır.
Kas gelişimi: Yeni doğan kız olsun erkek olsun, beden büyüklüğüyle orantılı olarak kas liflerine sahiptir. Baş ve boyuna yakın olan kasların kol ve bacak kaslarına oranla daha önce geliştiği yolunda yaygın bir inanış vardır. Erkek bebeklerin kas doku oranı, kız bebeklerinkinden daha fazladır.
Çocuğun bu dönemde temel fizyolojik gereksinmeleri vardır. Bunlar beslenme, uyku ve ısı, beden temizliğidir. [39]
b) Bilişsel Gelişim (Duyusal-Motor Dönem):
Duyusal motor öğrenmedeki düzenli gelişimin sırası ilk olarak duyuların kullanılmasıyla başlar. Bunun ardından 6. aydan itibaren motor yetenekler, daha sonra ikinci yılda ise bu birincil yeteneklerin koordinasyonları başlar.
Duyusal motor dönem iki ayrı evrede ele alınabilir.
1- Reflex egzersizler
2- Döner tepkiler
1- Reflex egzersizler: Bebekler çeşitli reflekslerle doğarlar. Bazı refleksler yaşamı sürdürmek için önemlidir. Bazıları da daha sonraki temel hareket becerilerine öncülük eder. Reflexlerin çoğu doğumdan sonraki ilk haftalarda ve aylarda ortadan kaybolur. Daha sonraki dönemlerde çocuk bazı hareketlerini durdurmayıp tekrarlama girişiminde bulunur. Piaget buna döner-tepki adını verir.
Duyusal motor dönemi son aşamasında çocuk keşfetmenin yanında icat etmeye, zihinsel kombinasyonlar yoluyla yeni araçlar üretmeye başlar. Böylelikle problemlere çözümler aramaya koyulur. [40]
c) Motor (Hareket) Gelişim:
Çocuğun oturması, emeklemesi ve ayakta durabilmesi, gelişiminde olgunlaşmanın önemini ortaya koymaktadır. Bu faaliyetler yaşamın ilk 2 yılında kemik ve kas gelişimine sinir sistemindeki gelişime dayalı olarak gerçekleşir. İlk motor beceri oturmadır. Emekleme, 34 haftada gerçekleşir. Ayakta durma ve yürüme ise 48. hafta dolaylarında gerçekleşir. 52. haftada yürüyebilir. 2 yaşında objeleri düşürmeden alabilir ve rahatlıkla yürüyüp koşabilir. [41]
d) Dil Gelişimi:
Çocukta ilk iletişim aracı ağlamadır. İkinci aydan itibaren çocuğun ağlamasının ritm ve ton açısından farklılaştığı görülür.
2. ayın sonundan itibaren cıvıldama, kumru gibi ses çıkarma dönemi başlar. Beş ve altıncı aylarda heceleme görülür. Çocuklar ba-ba, da-da gibi ma-ma gibi sesleri birbiri ardınca tekrar ederler. Diş ve dudak koordinasyonuyla meydana gelen sesleri çıkarabilmek için ön dişlerin çıkmasını beklemek gerekir. İlk kelimeleri genellikle 1. yılın sonlarında kullanmaya başlar. Bu ilk sözcükleri genellikle bir ya da iki heceli olurlar. 15-24 aylar arasında kazanılan 50 sözcük incelenmiş ve bu sözcüklerin çoğunu, çocuğun yakınında olan bireylerle çok yakınında olan objelerin oluşturduğu görülmüştür. [42]
e) Duygusal (Emational) Gelişim:
Heyecan, "organizmanın bütünüyle uyarılması", "bedenin tümüyle yaptığı yaygın faaliyet" şeklinde tanımlanabilir.
Sevinç-sevgi, öfke, kıskançlık gibi kavramların hepsi birer heyecan ifadesidir.
Bebeklikte, genel heyecanlanma haz veren ve vermeyen uyarımlara karşı olur. Haz vermeyen durumlarda bebek pozisyonunu değiştirir veya ansızın bağırarak ağlar. Haz veren durumlarda ise duyduğu hazzı cıvıldama türünden çıkardığı seslerle dile getirir.
Hazzın en açık seçik belirtilerinden olan gülme, ve gülümseme 2. ay dolaylarında görülür. Bir başka kişinin yüzünün görülmesiyle oluşan sosyal gülümsemeler, doğumdan sonraki üçüncü haftadan önce görülmemektedir.
Korku: Bebeklik döneminde hissedilen korkuların sebebleri genellikle yüksek ses, fiziksel desteğin kaybolması, karanlık, yalnız kalma, acı duyma, ani yer değiştirmelerdir. Bunlar 6. ayda yabancılarla karşılaşıldığında duyulan korkuya dönüşür. 1. yaşla en üst düzeye ulaşır ve daha sonra giderek kaybolur.
8-24 aylıkken çocuklar anne, baba veya alışkın oldukları yetişkinler, yanlarından ayrıldıklarında korku tepkisi gösterirler. Ayrılık endişesi denilen bu korku 2 yaşından sonra azalır. 4 yaşından sonra tamamen kaybolur. [43]
f) Sosyal Gelişim:
Bebeğin insanlara tepki olarak gösterdiği sosyal gülümseme, çenesine ve dudaklarına dokunulduğu zaman gösterdiği reflex gülümsemeden farklıdır. Bu gülümseme sosyal gelişimin başlangıcıdır.
3. ayın başından itibaren sosyal davranışlar ortaya çıkmaya başlar. Çocuğun ilk yıllardaki sosyal ve duygusal gelişimini, onun bilişsel gelişiminden ayrı düşünemeyiz. Her iki gelişim birbirini etkiler. İyi bir ortamda yetişen çocuk bilişsel gelişimini daha çabuk tamamlar. Sağlıksız ilişkiler içinde yetişen çocuk ise, daha geç tamamlar. Bu gecikme sosyal ve duygusal gelişmenin gecikmesine yol açar.[44]
Bu dönemde Lokman suresinde bahsedilen eğitim konuları zihnin yeteri kadar gelişmemiş olmasından dolayı uygulamaya çok sınırlı olarak sokulabilmektedir. Bebeklik döneminin başlangıcında uygulanması gereken eğitim faaliyetleri, Rasulullah'ın tatbikatı esas alınarak şu şekilde yapılabilir:
Sünnete göre çocuk doğduktan hemen sonra ilk gıda olarak ana sütü verilmez. Hurma veya benzeri tatlı bir gıda maddesi ağızda çiğnenir. Sonra çocuğun damağı onunla ovulur. Buna tahnik denir.[45]Daha sonra çocuğa dua edilir: Ve ilk telkin olarak kulağına ezan okunur. Doğumdan sonra yedinci günde sırasıyla şu yedi işlem yapılır.
1- İsim verilir ve sünnet edilir.
2- Ondan eza bertaraf edilir.[46]
3- Kız ise kulağı delinir.
4- Akika kurbanı kesilir.
5- Başı traş edilir.
6- Akika kurbanının kanı sürülür.
7- Traş edilen saçın ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilir. [47]
Bu dönem din eğitimi açısından bilinçsiz etkilenme çağıdır. 19. yy.'da elde edilen araştırma sonuçları çocuğun ilk duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasının ne denli önemli olduğunu ortaya çıkardı. Duygusal ihtiyaçları karşılanmış çocukla, bundan mahrum kalmış çocuk arasında daha sonraki gelişmelerinde farklılık gözlendi. Beden gelişmesi, zihin gelişmesi hatta hastalıklara karşı koyma hususunda bile değişik durumlar tesbit edildi. Bu şekilde başlayan deneysel psikoloji çalışmaları, çocuğun gelişme basamaklarını tesbit etti. Böylece sadece fiziksel gelişme ve beslenme çağı olarak düşünülen bu ilk dönemin, çocuğun eğitimi için de uygun bir ortam oluşturduğu görüldü. Buna göre bu döneme bilinçsiz etkilenme dönemi adı verildi.
Bu dönemde yapılan yukarıdaki faaliyetlerin bir kısmında çocuğun bilinçli olarak tepki vermediği bilinse de etkilendiği açıktır.[48] Piage'de bu döneme duyusal devinim dönemi adını verir. Çocuğun duyularını kullanarak bazı alışkanlıklar kazanmaya çalıştığını söyler. [49] Erikson'a göre ise, bebeklik (1,5-3 yaş-özerklik) dönemi ya bir güven evresidir ki, çocuk bu evrede dış dünyayı güvenilebilir bir obje olarak algılar, ya da güvensizlik evresidir ki bu evrede çocuk dünyanın korku ile dolu olduğunu öğrenmeye başlar. [50]
Gelişim boyunca sürecek olan çocuğun duygusal yaşantısı, onun akıl sağlığını da derinden etkiler. Akıl sağlığı bir bakıma duygusal sağlık, akıl hastalığı da duygusal hastalık demektir. [51]
Psiko analitik görüşe göre eğer çocuk, yaşamının ilk yılında annesiyle anlamlı bir şekilde ilişki kurabiliyorsa, sıcaklığını ve sevgisini hissedebiliyorsa, onun kollarında kendini güvenli hisseder. Onun için sık sık kucağa alınmak, dokunulmak ister. Bu onun için bir ihtiyaçtır.[52] Güven duyma duygusu, kazanılan bir duygudur. Bunun böyle olduğunu, çocuğun tanıdığı kişilerin yokluğunda veya yabancıların yanında duyduğu endişeden anlayabiliriz. Bu davranışının sebebi onlara karşı henüz güven duygusunun oluşmamış olmasıdır.
Temel güven duygusunu geliştiren çocuk, ben duygusunun bir yönünü gerçekleştirmiş olur. Daha sonra diğer insanlarla İlişkiler kurmaya başlar. Bu duygunun eksikliği ya da yokluğu, hem ben duygusunun ortaya çıkışını engeller, hem de çocukta iletişimsizlik ve ürkeklik hatta korku ortaya çıkarır.
Temel güven duygusunun ortaya çıkışı, ancak ona gösterilecek sevgi ile mümkündür. Gerçi çocuk gelişiminin her döneminde sevgi olayı hiçbir zaman ikinci plana atılmaz. Fakat bu dönemde çocuğun birincil ihtiyacı sevgi ve şefkat görmektir. Anne-baba ve çocuk arasında sevgi konusu bu çalışmada hem eğitimde ailenin önemi, hem de sevgi ve şefkat ilkesi başlıklarında ele alınmıştır.
Burada üzerinde durulacak bir husus da baba ile çocuk arasındaki iletişimin sağlıklı kurulabilmesi hususudur. Bazı babaların duygusal ve fiziksel yönden çocuklarından uzak kaldığı bilinen bir husustur. Çocuğun küçük olduğu veya bebeğin bakımı, doyurulması, bezinin değiştirilmesi gibi hususların kadın işi olduğu veya vaktinin olmadığı gibi mazeretler, babayı hiç bir zaman çocuğu ile ilgilenmekten alıkoymamalıdır. Annenin de bu duruma göz yumması veya izin vermesi çok anlamsız bir yaklaşımdır. Baba ile çocuk arasında yakın, sıcak ve sıkı bağların oluşmasını engelleyen bu tutumun mantıkî ve ilmi hiç bir açıklaması yoktur. Bu durumlara meydan vermemek gerekir. [53]
Doğumdan sonra tatbik edilen tahnik olayının bedeni olduğu kadar psikolojik etkiside mevcuttur. Tatlı bir gıda maddesinin tadılmasından meydana gelen psikoloji çocuğun rahatlamasına sebeb olacağı açıktır. Bundan sonra çocuk için yapılacak dua, onun dünya hayatında karşılaştığı ilk davranışlar olarak önem arzeder.
Kulağına okunan ezan ile de çocuk Allah'ın büyüklüğünü, yüceliğini işitecek böylece İslam'ın ilk şiarı kendisine telkin edilmiş olacaktır. Anlamasa bile ezan sesinin kalbinde derin tesirler bırakacağına şüphe yoktur.[54] Bu uygulama ile Allah inancı eğitimi başlamış olmaktadır.
Bu dönemde özellikle çocuğa güzel bir ismin konulmasına dikkat edilmelidir. Rasulullah (S.A.V.)
"Şüphesiz sizler Kıyamet günü isimlerinizle, babalarınızın ismiyle çağrılacaksınız. O halde isimlerinizi güzel koyun"
buyurmaktadır.[55]Çocuğun alay ve eğlence konusu olmasına sebeb olacak, uğursuzluk, çirkinlik, kabalık ifade eden isimlerden sakınmak gerekir. Bu tip İsimlerle çağrılmak, çocuğun şahsiyetinin zedelenmesiyle sonuçlanabilir. Hem kızlara, hem erkeklere verilen bazı isimler çocuklarda cinsel kimlik bocalamasına sebep olur. Çocuğun iç çatışmasını artırır. Böyle bir isim vermekten de kaçınmak gerekir. [56]
Çocuğun ilk günlerinde, dini eğitim faaliyeti böylece başlatılmış olmaktadır. İleriki günlerde, içinde Allah sözünün geçtiği Maşallah, Allah bağışlasın, Allaha emanet ol, Allaha ısmarladık gibi sözler ve dualar, onun sürekli bu söze muhatab olmasına sebep olacak ve olumlu etkilenmeler meydana getirecektir. Bunun için bu sözler çocuğun bulunduğu ortamlarda devamlı olarak söylenmelidir. [57]
Bu dönemde çocuğun fizyolojik ihtiyaçları öne çıkar. Fizyolojik ihtiyaçların başında da uyku gelir. Onun için çocuğun uyku uyuması temin edilmeli, konu üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Uykunun süresi bazı öğelere bağlıdır. Yeni doğanlarda bu süre 16-18 saatken bir yaş bebeklerinde 12 saate düşer. Uykunun ritmi ve derinliği de bu süreye etki eder. İlk günlerde 7-8 kez kısa sürelerle uyuyan çocuk 2 aylıktan sonra bu süreleri 2-4'e düşürür. 10 aylık olunca tüm gece boyunca uyur. Gündüzleri de 2-3 kez uyuyabilir. Genellikle yeterli kabul edilen uyku süresi, 2-5 yaş, 13-15; 6-8 yaş 12, daha sonraları 10-11 saattir. Gereğinden çok uyuma, yetersiz uyumaya göre daha az zararlı olarak düşünülür. [58]
Uyku çocuğa rahatlık sağlamalıdır. Onun için yatmadan önce çocuğu fazla hareketten ve duygusal gerilimlerden uzak tutmalıdır.
Ilık bir banyonun ardından, loş ışıklı bir ortamda, kısa ve sakin bir oyundan sonra, heyecanlı olmayan kısa bir hikaye veya masal anlatılarak veya ninni türünde bir müzik söylenerek çocuğun yatağına yatırılması onu sakinleştirecek, rahatlatacak ve mahmurlaştıracaktır.[59]
Çocuğa ninni söyleyerek uyutma, anne-çocuk iletişiminde önemli rol oynar. Bu bakımdan çocuğu uyuturken ninni söylenmelidir. Bu melodinin çocukta bir rahatlık sağlaması tabiidir. Bunun için özellikle ülkemizde geniş bir ninni kültürü oluşmuştur. [60]
Ayrıca eğitim açısından da bu dönemde dinlediği ninnilerden çocuk çok etkilenmektedir. Hayvanlar üzerinde bile müziğin etkisi bilinmektedir. Çocuk da ahenkli sesten etkilenmektedir. Ninni söylerken, çocuğun ondan etkilendiği gerçeğini unutmamak gerekir.
Yeni doğan çocukta işitme iyi gelişmiştir. Çocuk işittiği seslere değişik biçimde tepki gösterir. Mesela, telefonun çalması, kapının hızla kapanması, arabanın çalışması veya korna sesi gibi ani ve kuvvetli seslere yeni doğan ağlayarak, sıçrayarak, tüm vücudunu hareket ettirerek cevap verir. Bu sesler onu huzursuz eder. Buna karşılık hafif ve ritmik sesler onu sakinleştirir ve rahatlatır.
Çocuklar ritmik insan seslerinin geldiği yöne doğru vücutları ile hareket eder ve böyle bir tepki gösterirler. Çocuğun en çok ilgisini çeken sesin annesinin veya devamlı ona bakan kimsenin sesi olduğu gözlemlenmiştir. Yaklaşık 3 günlük bir bebeğin annesinin sesini yabancı seslerden ayırt edebileceği bildirilmektedir. Annesinin sesi ona daha özel bir anlam ifade etmektedir. Bu da anne-çocuk ilişkisi bakımından çok önemlidir. Bazı bilim adamları bebeğin anne karnında devamlı onun sesini duymasının bile etkili olduğunu ifade etmişlerdir. [61]
Annenin çocuğunu büyütürken, uyuturken söylediği ninnilere dikkat etmesi gerekmektedir, içerisinde dinî motifler bulunan ninniler, sözler seçilmelidir. Allah Allah, Hû Hû gibi ritimli ve güzel sözlerle çocuk uyutulmalıdır. Çocuklar bunların farkında olmasa bile, bu sözler ileriki hayatında etkisini gösterecektir.
Ezgi itibariyle beşik sallama ahengine uygun olan ninniler söylenirken, yatırılmasından uyumasına kadar veya ağlamasının azalması ile artmasına göre çocuk, az veya çok sallandığı gibi, annenin sesi veya bestenin tonu da bu durumlara göre artar yahut azalır. Anne sesini, çocuğunun ağlamasına, gülmesine, konuşmasına göre ayarlar.[62]
Bebeklerin sese karşı bir hassasiyet kazanmasından sonra ninnilerin okunması ve ancak o zaman tesirli olması tabiidir. Nitekim, çocuklar ninni ile sükûn buldukları gibi deve vesair hayvanlar da güzel sesle söylenen nağmelerle yol alırlar. Yüklerinin ağırlığını bu suretle hafifletirler.[63] Hatta ninni bazı çocuklar için alışkanlık halini alabilir.
Böylece çocuk, ilk milli musikî zevkini ve tesirini ninnilerle ana dilinde ve ana kucağında almaktadır. [64]
Ninnilerin ilk şairi ve bestekârı annelerdir. Çocuğun annesi ve çevresi arasında oluşan muhtelif duyguların en saf ve samimi bir şekilde ifadesini; Türk annesinin Hakk'a iman ve teslimiyetini, sevincini, ızdırabını, tebessüm ve gözyaşlarını, ye'sini, ümit ve hayallerini birer birer ninnilerimizde görebiliyoruz. [65]
Annelerimizin yavrularını büyütürken kullandığı dini nitelikli bazı ninniler şunlardır: [66]
Erenlerin kılıcı,
Arşa çıkar bir ucu,
Her dertlerin ilacı,
Lâilâhe illallah, ninni! (İstanbul ninnisi)
Dandini dandini danası,
Bir oğlan doğurmuş anası,
O da Hûda'nın vergisi
Hû, Hû, Hû!... (İsparta)
Hû, Hû, Hû Allah,
Lâilâhe illallah.
Uyusun da büyüsün,
Tıpış tıpış yürüsün,
Hû, Hû, Hû yavruma,
Ninni diyem büyüsün (Van)
Çeşmelerden su gelir,
Kapılardan hû gelir,
Bizlere düğün bayram
Bize Hak'dan hû gelir.
Ninni yavrum ninni! (Gediz)
Gül ağacın budamışlar,
Gülü gonca bitsin diye,
Allah seni bana vermiş,
Her derdini unutsun diye! (Lâdik-Konya)
Hû der de gider idim, ninni,
Zikrullah eder idim ninni,
İsmail peygamberin, ninni,
Devesin güder idim, ninni! (Çankırı)
Ninni ile uyuturum,
Allah diye büyütürüm,
Tevhid ile yürütürüm,
Uyusun da büyüsün ninni,
Tıpış tıpış yürüsün, ninni. (Konya)
İçinde Allah lafzının geçtiği hû hû hû ezgisinin bulunduğu ninnilerden çocuğun etkilendiği bir gerçektir. Onun için böyle ninniler ihmal edilmemelidir. Daha sonraki yıllarda bu döneme ait olayları hatırlayamamış olmamız onların bizim üzerimizde etkisi olmadığını göstermez. Eğer böyle olsaydı, bu çağda elde edilen temel otomatizmleri izah edemezdik.[67]
Bu dönemde (bebeklik) çocuğun en belirgin gelişimi fizikseldir. Hızla gelişen fizik yapı için temiz ve sağlıklı ortamlar temin edilmelidir. Çocuk mikroplu ve pis çevreden uzak tutulmalıdır.
Sağlıklı beslenme çocuğun tüm gelişimine etki eder. Fiziksel gelişme diğer gelişim alanları ile canlı bir etkileşim içindedir. Özellikle zihinsel gelişimin yetersiz beslenmeden ve yaşama şartlarından büyük ölçüde zarar gördüğü bilinmektedir. "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü bu gerçeğin ifadesidir.
Sağlıksız çocuk mutlu değildir. Ağrılarından, ve rahatsızlıklarından dolayı da ilgisi kendisine yöneliktir. Çevre ile ilgilenmez. Kendisini de sevemez. Dolayısıyla başkaları ile de sağlıklı bir iletisin kuramaz. Çocuk sağlığının ilk ve en önemli şartı ise sağlıklı beslenmedir.[68]
Büyüme dönemlerini şu ortak faktörler etkiler:
a- Uyum zorlukları: Hızlı büyüme dönemlerinde yeni uyumlar yapmak çocuk için rahatsız edicidir.
b- Eneri düzeyi: Hızlı büyüme enerji tüketici olduğundan çabuk yorulma meydana gelir. Bu durum da çocukta huysuzluk ve tedirginlik meydana getirir.
c- Beslenme İhtiyacı: Yeterli miktarda gıda alamayan çocuk yorgun ve huysuz olur.
d- Isı dengesi: Isı dengesi bozulan çocuk iştahsız olur. Bitkin, huysuz ve anti sosyal davranışlar gösterir.
e- Beceriksizlik: Hızlı büyüme esnasında çocuk hantallaşır, tökezler. [69]
Bunların yanında sosyo-ekonomik şartlar da büyümeyi etkiler.
Beslemenin zamanı da önemlidir. Psikologlar arasında görüş ayrılığına sebep olan saatle besleme bugün terkedilmiş, çocuğun istediği saatte beslemenin onun psikolojik ve biyolojik gelişimi için daha uygun olacağı düşüncesi tercih edilmiştir. 1930’lu yılların düşüncesi olan saatli beslemenin bugün terkedilmesinin sebebi, çocuğun, acıktığı zaman yiyecek bulamayınca anne-babanın bu tutumuna hiç anlam verememesi ve bu durumun giderek onda öfkeli bir kişilik ve kayıtsızlık oluşturmasıdır.
Çocuk acıktığında önemli olan husus, onun doyurulması değil, açlığının giderilmesidir. Bu da şu demektir ki çocuk ağladığında önce emzirilmeli veya maması yedirilmelidir. Eğer emmiyor veya yemiyorsa, ağlamanın sebebi başka konularda aranmalıdır. Çocuğunuzun, kendisine ve dünyaya güven duyması, güçlü ve sağlıklı bir kişilik kazanabilmesi, ancak, onun acıktığı zaman açlığının giderilmesi ile mümkün olacaktır. [70]
Sağlıklı beslenen bir çocuk ilk 6 ayda doğum ağırlığının 2 katına, bir yaşında ise 3 katına ulaşır. [71]
Bebeklik döneminde sağlıklı beslenme için bilinerek yapılması gereken uygulamalardan birisi de emzirme hadisesidir.
Biyolojik gelişim ve büyümenin temeli olan sağlıklı beslenme ile ilgili olarak ana sütü ve emzirme ile bunların çocuğa yararları üzerinde bugün olduğu kadar, tarih boyunca da önemle durulmuştur. Mesela İbn Sina bu konuların üzerinde çok durur.[72]
Ana sütünün gerek bedensel gerekse ruhsal olarak sayılamayacak kadar çok faydası vardır. Bu faydaların başında, beslenme konusunda çocuğun, ilk aylardaki bütün ihtiyaçlarını karşılaması gelir.[73] Süt çocuğunun beslenmesinden amaç; çocuğun sağlığının devamının yanısıra, normal büyüme ve gelişmenin sağlanmasıdır. Bu ihtiyacın giderilmesinde yetersizlik, ileriye dönük bazı olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Bundan dolayı binlerce yıldan beri ana sütü, çocuk beslenmesinde tek kaynak olmuş ve bundan yoksun kalan çocuklar, fazla uzun ömürlü olamamışlardır. [74]Ana sütünün dışında hiçbir besin maddesi ana sütünün yerini tutamamaktadır.
İnsanları daima yolun en uygununa yönelten Kur'an, bu konuda da bize ışık tutmakta, her halükarda çocuğa ana sütü verilmesini tavsiye etmekte, hatta bu konuda annelere sorumluluk yüklemektedir.
"Anneler, çocuklarını emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için tam iki sene emzirirler." [75]
Bu ayette iki tam sene annelerin çocuklarını emzirmeleri lazım geldiği, bunun anneliğin gereklerinden olduğu beyan edilmektedir.[76] Eğer baba çocuğun anne tarafından emzirilmesini istiyorsa, annenin bu isteğe uyması vaciptir.[77] Fakat, çocuğun rızkını temin etmek babanın görevi olduğundan emzirmenin anneye vacip olması hususuna, itirazlarda bulunulmuştur.[78] Buradaki iki senelik zaman, azamî süre olup, bunu azaltmak caizdir.[79] Zaten ayetin devamında ana ile babanın istişare edip anlaşarak, iki senelik süreyi daha öne almalarında bir mahsur olmadığına beyan edilmektedir.
"Ana baba aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse her ikisine de sorumluluk yoktur." [80]
Çocuğu yakından ilgilendiren böyle bir kararın alınmasında istişarenin şart koşulmasının sebebi, çocuğun muhtemel bazı zararlardan korunmasını temin içindir. [81] Böyle bir hareketin zararlı olmasının önüne geçmek için yalnız ana ile babanın istişaresi kifayet etmez. Bu konuda uzman olan kişilere de danışılması gerekir ki çocuk bu hareketten hiç bir şekilde zarar görmesin, yani ana ve baba bu konuda karar verirken uzmanlara veya tecrübelilere danışmak, kendi rızaları üzerine böyle bir istişareyi de katmalıdırlar. Ancak o zaman sorumluluktan kurtulurlar. Yoksa yalnız karşılıklı rıza ile emzirmeye son vermek onları sorumluluktan kurtarmaz. [82] Çünkü bazı durumlarda (istisnaîde olsa) anneye emzirme, babaya da bakım masrafları, ağır gelebilir. Bunun sonucunda da çocuk aleyhinde bir ittifak oluşturabilirler. İşte çok az bir ihtimalle bile olsa, vukuu mümkün olan böyle bir durumun önüne geçilmesi, ancak, böyle mümkün olabilir. Kur'an, çocuğun haklarını sağlama alırken küçük bir detayı bile ihmal etmemiştir. Emzirme müddeti ise, bugün tip otoriteleri tarafında 9-12 ay olarak tavsiye edilmektedir.
Süt anne konusundaki hüküm ise şudur.
"Çocuklarınızı süt anneye emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun bir şekilde öderseniz, size sorumluluk yoktur. Allah'tan sakının yaptıklarınızı gördüğünü bilin"[83]
Çocuğun bakımı ve gözetimi için gerekli şefkat ve ilgiyi en iyi gösterecek olan anne olduğu için, onu emzirmeye de en layık olan şüphesiz gene annedir. Fakat boşanma, hastalık, süt kesilmesi gibi bazı sebeplerle anne bu vazifeyi yerine getiremez veya getirmezse veya baba bu görevi yapmaktan anneyi men ederse, bu gibi hallerde çocuk için süt anne tutmakta bir mahzur yoktur. Fakat örfe uygun düşen bir miktarda, ücretinin süt anneye, muhakkak ödenmesi gerekir.[84] Böylece onun çocuğa isteyerek bakması temin edilmiş olur. Şayet çocuğun emzirilmesi için uygun bir kadın bulunamazsa, o zaman emzirme, anne üzerine vacip olur. [85]
Ayetin sonunda da bu konularda çocuğu emzirmemek ve böylece ölümüne sebep olmak, boşanmış fakat çocuğu emziren annenin nafakasını ihmal etmek, süt anne bedelini ödememek veya öderken örfe uygun davranmamak gibi kötü niyetle hareket edilebilinecek hususlarda samimiyet ve hüsnüniyetle hareket edilmesi istenmekte ve taraflara Allah'tan korkmaları emredilmektedir. Böylece kendisi ile yakından ilgili olduğu halde küçüklüğü sebebi ile haklarını savunamayacak durumda olan çocuğun, hakkının verilmemesine yol açacak en küçük bir boşluk bile bırakılmamakta; ihmali görülenlerden de hesap sorulacağı bildirilmektedir.
Bu görevlerin yerine getirilmemesi hususunda hiç bir mazeret geçerli görülmemiş, süt kesikliği, fakirlik gibi insanın elinde olmayan durumlara bile çözüm getirilmiştir. Bunlar bile çocuğun bu en lüzumlu gıda maddesinden mahrum bırakılmasına sebep teşkil etmezken boşanma gibi ihtiyari durumlar ve hele hele, estetik görünüşün bozulacağı gibi saçma endişeler, hiç bir zaman çocuğun haklarını gasp etmeye, mazeret olarak gösterilemez. Boşanma durumundaki hükümler de aynen evlilik içinde olduğu gibidir. Konunun üzerinde bu derece ısrarla durulması, herhalde çocuğun bu tabii beslenmeye ihtiyacının, hayatî derecede bir önem taşımasındandır.
Emzirme, çocuğun dünya nimetleri ile tanışmasına vasıta olur. Onun ilk aylardaki büyümesinde ve psikolojik gelişiminde de son derece mühim yer tutar. Emme ameliyesinin anayı meme kanserinden koruyucu olması, onun bir diğer faydasıdır. [86]
Çocuğun, özellikle ilk aylarda kuvvetle ihtiyaç duyduğu sevgi ve şefkat dolu hareket ve tezahürler, emzirme olayı ile en canlı biçimde gerçekleşir. Gene bu olay, ana ile çocuk arasında, çocuğun ruh sağlığı açısından son derece önemli, çok kuvvetli bir bağ oluşturur. Böylece sevgi ve şefkat hislerini tadan çocuğun gelecekteki hayatında ve davranışlarında bu duyguların önemli bir yer tutması temin edilmiş olur. Emzirme, anne çocuk ilişkisini ruhsal yakınlık içinde sağlıklı bir şekilde tamamlar.[87] Anne sütü ve emmenin, çocuğun ruh sağlığı için böylesine önemli olduğunu iddia eden genel yaklaşımın yanında onun büyülü bir etkiye sahib olmadığını ileri süren görüşler de vardır. [88]
Emzirilmeye yoğun olarak ihtiyaç hissettiği zaman, kendisinin bu ihtiyacı giderilmeyen ve bunun sonucu sevgisiz kalan çocuk, ilerde de sevgi ve şefkat göstermesi gerektiği zaman ya bunlardan hiç nasibini alamamış şekilde acımasız, ya da hastalık derecesinde, merhametli davranışlar sergileyecektir.
Ana sütünün biyolojik faydası sayılamayacak kadar çoktur. Çocuk için bileşimi en uygun, sindirimi kolay, besin değeri çok yüksek, birçok hastalıklardan koruyan, mikropsuz, ucuz, pratik ve yeri başka bir besin maddesi ile hiçbir zaman doldurulamayan bir gıdadır. [89] İşte bu özelliklerinden dolayı Kur'an ana sütü ve emzirme üzerinde bu derece ısrarla durmaktadır. [90]
Çocuk bu dönemde gerek bedenen, gerek psikolojik olarak ana ve babaya bağımlıdır. Emme hadisesi sebebiyle bu bağımlılık anaya karşı daha kuvvetlidir. Emme, çocukdaki en kuvvetli refleksdir. Uykuda bile sürer. Uyku esnasında emme hızlanır ve psikolojik bir gevşeme sağlar. Bu refleksin şiddetinden dolayı çocuk, anasını emdiği halde zaman zaman da parmağını, herhangi bir eşyayı veya bir yalancı memeyi (emzik) emme ihtiyacı duyabilir. [91] Emzik uykuda ağzından alınsa uyanır. Tekrar alır. Anası tarafından emzirilmediği takdirde de emme ihtiyacını gideremeyeceği açıktır. Böyle bir durum ise, ileriki yıllarda çocukta bazı davranış bozukluklarına sebeb olabilir. Saldırganlık bunlardan biridir. Aynı zamanda emmemesi sebebiyle bebekliğinde uyarıcıdan yoksun kalan çocuğun cinsel duygularında da bir boşluğun meydana geleceği, ilerde bu boşluğu cinsel yönden kendi kendini uyararak dolduracağı ileri sürülmüştür. Emziği zorla elinden alınan çocuk için de bu durum geçerlidir.[92]
Emme, anne ile çocuk arasındaki sevgi ve şefkat bağını oluşturan en önemli etkendir. Bilindiği gibi çocuğun bazı davranış biçimleri doğuştan değildir. Mesela; tutumlar ve duygular zamanla oluşur, kazanılır.[93] Emzirme çocuğun duygusal hayatını oluşturan önemli bir etkendir. İlk zamanlar anadan çocuğa olan şefkat hisleri, emmenin tesiri ile giderek çocuktan anaya, sevgi bağlarını oluşturur. Ana ve babaya itaatin temelinde var olması gereken, sevgi duyguları bu yaş döneminde böyle oluşmaya başlar. Çocuğun emme isteğinin sebebini her zaman açlık güdüsü teşkil etmeyebilir. Çocuk bazende sevilme, okşanma ve şefkat görme ihtiyacını tatmin için emmek isteyebilir. Bütün bu özellikler bilinerek, çocuk acıktığı ve ağladığı zaman emzirilmesi gerekir. Aksi bir tutum çocukta tatminsiz bir kişilik oluşturabilir.
Bu dönemin bir başka dikkat edilecek noktası, zihinsel gelişimin, bir başka unsurla, duyuların gelişip çalışması ile gösterdiği paralelliktir. Duyu organları ile kas hareketlerinin işbirliğinin artması çocuğun zihinsel gelişiminin temelleridir. İlk iki yıl içinde duyu-hareket birlikteliğinde, hareket imkanlarının kısıtlanması ve uyarıcı yetersizliği, ileriki yaşlarda öğrenme güçlüklerine sebep olmaktadır. İlk günlerden itibaren çevredeki uyarıcılara tepkide bulunan çocuk, zihninde bu tepkilerin izlerini saklar. Benzer uyarıcılarda o izler doğrultusunda yeni davranış dengeleri kurarak cevaplar verir. Böylece çevreyi özümler, ona kendini uydurur. [94]
Bu dönemin başlarında çocuk, zihinsel gelişimi için entellektüel uyarıcılara ihtiyaç duyar. Çünkü henüz kendisi olan ve kendisi olmayan arasında ayırım yapamaz. "Ben" bilinci henüz oluşmamıştır. Eşya ile kendisi arasında fark gözetmez.
Belirli bir dönemden sonra "ben"in farkına varır. Mesela parmağını oynatabileceğini, buna gücünün yettiğini hissetmesi, onun için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Zihinsel gelişimde önemli bir aşamayı gerçekleştirmiş demektir. Ona bu tür algılamalarında yardımcı olmak gerekmektedir. Bunun için de çevresinde bol bol uyarıcı bulundurulmalıdır. Piaget "Çocuk ne kadar çok şey görür ve duyarsa, o kadar çok görmek ve duymak isteyecektir" demektedir.
Bu konuda yapılmış araştırmalarda (Dr. Wayne Dennis'in Tahran ve Beyrut araştırmaları) entellektüel ihtiyaçlarının karşılanmadığı ortamlarda, çocukların motor gelişimlerinin yavaş seyrettiği ve geç ortaya çıktığı gözlemlenmiştir. Mesela bir kısım çocuğun iki yaşına kadar oturamadığı, tümünün ise, gene iki yaşına kadar yürüyemediği tesbit edilmiştir. Oysa normal olarak çocuk dokuz aylıkken oturabilmekte; ondört aylıkken yürüyebilmektedir.[95]
Bu dönemde çocuğun dikkat süresi de tesbit edilmelidir. 1 yaşındaki çocukta 20 dakika olan dikkat süresi, 2 yaşında 15 dakikaya iner. Dikkat süresinin bitmesi, bıkmaya ve hırçınlığa sebep olur. Onun için dikkat süresi bitmeden ana-baba, çocuğa değişik bir başka oyuncak hazırlamalıdır. [96]
Ayrıca ilk yaş içinde çocuk için sevgi kaynağı olan anne figürü bir veya iki kişi olmalıdır. Çocuk ait olduğunu hissettiği bir kişiyle teketek olarak duygusal bir bağ kurmaya ihtiyaç hisseder. Onun bu ihtiyacını yaygınlaştırmamak gerekir. O zaman duygusal bağın şiddeti azalır. [97]
Bu dönemde ayrıca çocuğun kendi vücudunu, çevresini, etrafındaki söz ve hareketleri keşfedeceği ve bu keşiflere göre çevresindekilere kendince (ağlayarak, bağırarak, yaramazlık yaparak) bazı mesajlar vereceğini bilerek eğitimini sürdürmek gerekir. Çocuğun bu mesajları veriş şeklinin onda alışkanlık olarak kalmamasına da özen gösterilmelidir. Çünkü bu yaş dönemi çocuğun başkalarıyla münasebetlerinde kendisi için gerekli olan temel otomatizmleri elde ettiği dönemdir. [98]
Doğumdan sonra ilk bir yıl genellikle bebeklik dönemi diye adlandırılır. Bu dönemde olaylara iyimser bir gözle bakabilirse, büyüdüğünde de ihtimal ki iyimser olacaktır. Bu konuda ilk yıl diğer psikolojik gelişme evrelerinden daha önemli ve belirleyicidir. [99] İlk insan ilişkileri ve ilk entellektüel ihtiyaçlar, bu dönemde ortaya çıkar.
1-2 yaş dönemi, sıralama dönemi olarak da adlandırılır. "Ben" bilincinin oluşmaya başlaması, kendisi olan ve olmayanı farketmesi ve motor gelişimi, sıralama döneminin belirgin özellikleridir. Bu döneme girinceye kadar sınırlı ve pasif olan çevreyi tanıma ve öğrenme çabaları, yürümeye, başlayıncaya kadar bu şekilde sürer. Yürümeye başlayınca bu tutumu değişir. Aktif bir hal olmaya başlar. Bu durumda çocuğu engellemek yerine evi, onun tehlikesizce dolaşabileceği bir şekle sokmak daha doğrudur. Oyuncaklarını çoğaltmak ve çeşitlendirmekte bu sırada dikkat edilmesi gereken hususlardandır.[100]
Ağlama bu dönemde çocuğun en etkili silahı ve diğer insanlarla iletişim kurma aracıdır. Önceleri her şeye ağlayan çocuk, ihtiyaçlarının düzgün aralıklarla karşılandığını görerek yavaş yavaş beklemeyi öğrenir. Daha az gürültü yaparak ağlar. Bebeğin tepkilerine duyarlılık gösteren anneler, giderek ağlamanın niteliğinden çocuğun isteğini anlayabilirler. Bu dönemde itinalı bakım ve gözetim, çocukta temel güven duygusunu oluşturmaya büyük çapta yardımcı olur. [101]
Bebeklik dönemi çocuk üzerinde son derecede etkili olan ve dıştan gelen bir müdahale ile kapanır. Bu müdahale, çocuğu sütten kesmektir. Bu hareket ile çocuğun en kuvvetli refleksi olan emme hadisesi son bulmuş olur. Bu, onun beklemediği bir olaydır. Bundan dolayı, zaten pek büyük bir heyecanlanma yeteneği gösteren çocukta bu etkiye tepki olarak büyük bir sarsıntı meydana gelebilir. Sarsıntının şiddeti veya bu tip sarsıntıların kısa bir dönemde tekrar tekrar meydana gelmesi, çocuğun ilerde şekillenecek karakteri üzerinde derin izler bırakır. Bu bakımdan özellikle sütten kesilirken, çocuğun diğer hareketlerine pek fazla müdahale edilmemeli, onun zararsız bazı aşırı davranışlarına göz yumulmalıdır. Bu sırada yanlış bir tutum, çocuktaki zihin gelişmesini yavaşlatır, güvensizlik ve aşağılık kompleksi teşekkül ettirir. Korku ve ürkeklik uyandırır. [102]
Sütten kesme hadisesi aynı zamanda çocukta, itaatkârlık duygusunun uyandırılmasına sebeb olacak ilk ve en önemli faaliyettir.
O ana kadar yeri bir başka gıda maddesiyle doldurulamayacak kadar önemli olan bir alışkanlıktan, bazı zaruretler sebebiyle vazgeçmek zorunluluğu, çocuğun ruhi hayatında derin akisler uyandırır. Hadisenin bu yönüde göz önünde bulundurulmalıdır. Bu dönemin sonu ayrıca çocuğa tuvalet alışkanlığını kazandırma çalışmalarının başlangıcıdır.
2 yaş dönemi çocukta direniş gösterilerinin ortaya çıktığı dönemdir. Böyle bir durumda endişe edilmemelidir.[103] Çocuk normal gelişmesini göstermektedir. Sütten kesmenin huzursuzluğu sebebiyle ortaya çıkan direniş ve yeni başlayan hürriyete kaçış (özerklik) duyguları çok dikkatli bir eğitim çalışması gerektirmektedir. Bu dönemde bunları dengeleyen itaatkârlık eğitimini devreye sokmak gerekmektedir. Bebeklik döneminin sonları ile ilk çocukluk döneminin başlangıcı (2,5 yaş) serkeşlik evresi olarak nitelenir. Bu dönemde çocuk kararsız ve isyankardır. Zaman zaman hırçınlık yapar. Bu tutumların şiddeti çocuktan çocuğa değişir. Aşırı disiplin bu negativizmi artırır. İlerde inatçı bir kişiliğin ortaya çıkmasına sebep olur. [104]
Bebeklik döneminde asla yapılmaması gereken şeyler şunlardır.
1- Bebeğin ağlamasına kayıtsız kalınmamalı.
2- Çiş alışkanlığı elde ettirmek için vaktinden önce baskı yapılmamalı.
3- Şımartma endişesi ile sevgi ve şefkat gösterilerini azaltmamalı.
4- Babalarının bebeğe kayıtsız kalması önlenmeli. [105]
Sıralama çağında ise çocuk asla engellenmemeli, ev çocuğun gezebileceği hale getirilmelidir. [106]
2- İlk Çocukluk (Gulâm) Dönemi:
Bu dönem üç yaşından itibaren başlar. Yedi yaşına kadar devam eder. Bu dönemin gelişim özellikleri de şöyle özetlenebilir: [107]
a) Bedensel Gelişim:
Bedensel gelişme sürekli bir olaydır. İki yaşındaki çocuk, yetişkinin duyusal yeteneklerinin hemen hemen tümüne sahiptir. Bu nedenle, beş yaşından sonra duyusal yetenekte bir gelişmeden söz edilmez, ancak beyni gelişmesi devam eder. İki yaşındaki çocuğun beyni, yetişkin insan beynin ağırlığının % 75'i kadardır. Bu oran beş yaşında % 90'a ulaşır. [108]
b) Bilişsel Gelişim:
Piaget bu devreye operasyon öncesi (prc-operational) dönem adını verir. Bu evrede çocuk dile ve sembolik düşünce yeteneğine sahiptir. 2-3 yaşlarında bir çocuk tüm kırmızı blokları bir araya getirerek gruplandırma yeteneğinin geliştiğini bize gösterebilir. Zihinsel olarak kendi içlerine yoğunlaşmışlardır. Başkalarının görüş açısını kavrayamazlar. Yine bu devrede bir ağaç dalını at gibi kullanmaya, ana-baba rollerine girerek arkadaşlarıyla yetişkin ilişkilerini taklit oyunları oynamaya başlarlar.
Beş yaşındaki bir çocuk, bir nesneyi ayrı, bağımsız bir nesne olarak değil, o nesnenin ifade ettiği sınıfın bir temsilcisi olarak görebilir. Mesela 2 yaşındaki bir çocuk, biri yuvarlak ve biri küp iki nesneyi aynı biçimde algılarken, 5 yaşındaki bir çocuk bir nesneyi küp, diğerini küre olarak iki kavramı birbirinden ayırmıştır. 5 yaşındaki bir çocuk soyutlama ve genelleme adımını gerçekleştirmiştir.[109]
c) Motor Gelişim:
2-6 yaş arası dönem, yani çocuğun yürümeye başlamasından sonraki dönem yoğun bir motor gelişimi evresidir.
3-4 yaşındaki çocuk parmak ucunda yürümeyi başardığı gibi normal yürümede adımları uygun ve 2 yaşa oranla uzundur. Geri yürümeyi başarır.
4-5 yaşındaki çocuk ayağını basarken yetişkin gibi kullanarak yürür. Enerjik olan 4 yaş çocuğu tırmanma, sıçrama, atlama, hızla bisiklet pedallama ve takla atma gibi tüm bedensel etkinlikleri sever.
5-6 yaş arasında hareketlerin koordinasyonu düzgündür. Çocuk bisiklete binmek, tahta üzerinde yürümek gibi denge etkinlikleriyle ilgilidir. [110]
d) Dil Gelişimi:
İki yaşındaki çocuk bir veya iki kelimeden oluşan ifadeler kullanabilir. 2-5 yaş arasında süratli bir gelişim gösterir. Çocuk 3 yaşını doldurduğunda 3-4 kelimeden oluşan cümleler kurmaya başlar. Bu cümlelerde fiillerin geçmiş, şimdiki, gelecek zamanlarını doğru olarak kullanır. Beş yaşına geldiklerinde dillerini başarıyla ve gramer kurallarına uygun olarak kullanabilecek beceriyi kazanırlar.
Dil gelişimini sağlıklı olma, zeka düzeyi, sosyo-ekonomik koşullar, cinsiyet, aile ilişkileri, ve konuşmaya teşvik etkiler. Dil eksiklikleri de bu devrelerde göze çarpmaya başlar.
Dil hataları: 18 ayla 3-4 yaş arası çocuklar genellikle telaffuz hataları yapar. Bunların sebebi yanlış öğrenmedir. Genellikle r harfini değiştirirler. Kelimenin ortasından bir veya iki heceyi atlarlar. Objelerin adını değiştirirler.
Dil bozuklukları: Bu bozukluklar çoğunlukla çocuğun duygusal bakımdan kırıklığa uğradığında görülür. Bunlar annenin aşın otoriter olduğu ailelerde saptanmıştır.
Duygusal Gelişim: Bu dönemde korkular yaşla paralel olarak artmaktadır. Korkuların sebebi ani uyarım ve uyum gösterememedir.
Korku, çevredeki şartlara, uyarımın veriliş biçimine geçmiş yaşantılara, o andaki fizyolojik ve psikolojik duruma bağlıdır. Köy çocukları üzerinde yapılan bir araştırmada 4-15 yaş köy çocukları incelenmiş korkuya etken olan faktörlerin % 75'ini hayvanların oluşturduğu tesbit edilmiştir. 2-5 yaş arası dönemde korku sebepleri olarak hırsız, hayali yaratıklar, köpek, karanlık, motor gürültüsü, şimşek, ani ses ve yalnız kalmak sayılabilir.
Kıskançlık belirginleşir. Kaynağı genellikle çocuğun içerlemesidir. Buna da genellikle sosyal etkileşim sebep olur.
Öfke tepkilerinin kaynağı ise çocuğa yapılan engellemelerdir.
Endişe ise genellikle sinirlilik, gerginlik ve korku duygularından kaynaklanır. [111]
e) Sosyal Gelişim:
2 yaş çocuğunun duygularının son derece geliştiği görülür. O artık yürüyebilir, objeleri eliyle tutabilir, kelimeleri kullanarak arzularını dile getirebilir, giyeceğini kendisi seçmek ister, ayakkabılarını kendisi bağlamak ister, sokakta çıkıp oynamak ister. Bedensel gelişimi ve dili kullanabilmesi, çocuğun çevresiyle daha bağımsız ilişkiler kurmasına imkan verir. Çocuğun bağımlılık davranışı bir devrede giderek azalır.[112]
Bebeklik döneminde çevresini keşfeden ve bedensel ve motor gelişim sonucu yürümeyi, zihinsel gelişim sonucu da kendine göre çevresine mesaj vermeyi öğrenen çocuk, iki yaşın sonlarında yavaş yavaş davranışlarında hürriyete doğru ilk adımlarını atar. Ana ve babasına bağımlılığı giderek azalır. Bazı karşı koyma hareketleri başlayabilir.[113] Gene de 3 yaş çocuğu dengeli ve daha olumlu bir bireye dönüşmeye başlamıştır.[114] Bu tip davranışları normal kabul etmek gerekir. Hatta çocuğun, davranışlarında hür olma maharetini kazanabilmesi için bütün bunların gerekli olduğu bile söylenebilir. Yani çocukta artık kişilikle ilgili özel davranışlar ortaya çıkmaktadır.
Üçüncü yaşta gelişen özerklik duygusunun aşırı baskı, ceza, korkutma veya utandırma yöntemleri ile engellenmesi, çocuktaki benlik gelişmesinin sağlam ve tutarlı olmasını engeller. Bu durum da çocukta aşırı bağımlılık, uysallık ve boyun eğme özelliklerini taşıyan bir kişilik oluşmasına neden olur. Engellemelerin saldırganlık ve yıkıcılık dürtülerinin birikimine neden olduğu da bilinmektedir. Engellemelerin zayıfladığı anda da bunların antisosyal davranış biçimleri şeklinde dışa vurulması kaçınılmazdır. [115]
Gerek bu dönemde, gerekse gelişimin ileriki yıllarında çocuk, aile içinde şu beş özgürlüğünü kullanabilmelidir.
a- Algılama
b- Duygularını ifade
c- Düşüncelerini ifade
d- İsteme ya da reddetme
e- Kendini, özünü gerçekleştirme[116]
Çocuğun özgürlüğü ile paralel olarak zaman zaman da ondan bazı hareketlerin yapılmasını kesinlikle istemek gerekir, (uyuması, yemeğini yemesi, temizlik alışkanlığı kazanmaya çalışması gibi)[117] Bu çağda çocuğun bu tip davranışları kanalize edilmelidir. Çünkü çocuğun uyarılmaya da ihtiyacı vardır. [118] Uyarılmayı özerklikle karşı karşıya getirmemek fakat dengelemek gerekir.
Çocuğun hareketlerine müdahale zamanı ile ilgili belirli bir yaş zikredilmemiştir. Bazı terbiyeciler çocuk konuşmaya başlayınca, bazıları ise, onda utanma duygusu belirince müdahale etmeyi savunmuşlardır.[119] Genellikle çocuğun konuşmaya başlama çağı, iki yaşın sonudur.
Çocuğun özerkliğinin engellenmemesini istemek, onun başıboş, her istediğini yapan bir varlık olmasını istemek anlamı taşımamalıdır. Zaten, her istediğinin yapılması çocuğu mutlu etmez. Kolay elde etme, onun fiziksel ve sosyal becerilerde ustalaşmasını engeller. Hayal gücü ve problem çözmeye olan yatkınlığı gelişmez. Bağımsızlıktan tam anlamıyla yararlanmak onun bazı yönlerden kısıtlanmasıyla mümkündür.[120] Onun için çocuğun bazı hareketlerine müdahale edilmelidir.
Eğitimde disiplin önemlidir. Özellikle bebeklik ve ilk çocukluk dönemine ehlileştirme adının verilmesi, bu öneme ve gerekliliğe işaret eder. Disiplin, insanın yapmak istedikleri ile toplumun kısıtlamaları ve çevrenin istekleri arasında denge kurmak gereğinden kaynaklanır. Bu anlamda çocuğun davranışlarını disiplin altına almak, ona, kullanılabilir daha geniş bir hürriyet sağlamaya yöneliktir. İdare edebileceğinden daha fazla hürriyeti olan çocuk tehlikeye düşer. Bu durum gelişimin zıtlıklarından biridir. Kısıtlama ve kontroller sayesinde çocuk, sonuçlarını kavramaktan aciz olduğu bir çok tehlikeden uzak tutulabilir.[121] Bunlardan dolayı çocuğun disipline ihtiyacı vardır. Disiplinli hayat, ancak bir yol gösterenin isteklerine itaat etmekle mümkündür.
Yakın zamana kadar eğitimde genel eğilim, otoriter olmak değil, çocuğun her dediğine evet diyen bir anlayış doğrultusunda idi. Son zamanlarda özellikle okul anlayışında bu tutum terkedilmeye başlanmıştır. [122]
Çocuğu disipline ederken iki hususa dikkat etmek gerekir.
1- Onunla ilgili alınan tedbirlerin, konulan yasaklamaların, hatta verilen cezaların sebebini ona açıklamak
2- Alınan tedbirleri bir düzene, bir mantığa göre almak. Tutarlı bir yapı oluşturmak.[123]
Bu iki konu disiplinin başarısı ve çocukta istenmeyen oluşumlar ortaya çıkmaması açısından son derece önemlidir.
Çocuğun kaslarının çalıştırılıp geliştirilebilmesi için bazı hareketleri yapmasının zaruri olduğunu bilmek gerekir. Yavaş yavaş jimnastik, takla, güreş eksersizleri yaptırabilir. Onun için çocuğun tehlikesiz, materyali bol ve değişik bir ortamda yalnız kalmasına imkan verilmelidir.
Çocuğun özerklik dönemine girmesi, ondaki kabiliyetleri tesbit ve onun biçim vericiliğini[124] geliştirmek için bir fırsat olabilir. Bunun için bol ve çeşitli malzemeden yararlanılabilinir. Malzemesi bol ortam çocuk için oyuncağı çok olan ortam demektir. Çocuk eğitiminde oyuncağın çok önemi vardır. Özellikle çocuğun kağıt, kalem, boya, çamur, plastik şekillerden oyuncaklarla oynaması çok faydalıdır ve gereklidir. Burada dikkat edilecek husus, oyuncakların zararsız ve kullanışlı olmasıdır. İşlevsel olarak da çocuğun onlardan yeni şekiller meydana getirmesine de imkan verecek şekilde yapılmış olmasına dikkat edilmelidir. Oyuncak, kendi başına belirli bir şekil veya kurguya sahib olmamalıdır. Onlara çocuk biçim vermelidir. Bu onun algılama gücünü, bilincini, özgürlüğünü, esnek düşünme yeteneğini geliştirir. Kendine olan güvenini pekiştirir. [125] Kendi başına belirli bir şekil ve kurgusu olan oyuncaklar çocukta sadece tekrarlamayı gerçekleştirir.
Denge Yayınlarından çıkan F. Dudson'un Ahmet Gümüş tarafından Türkçeye tercüme edilmiş Çocuğunuzu Tanıyor musunuz? isimli kitabın sonunda çeşitli yaş dönemlerine ve amaçlarına göre düzenlenmiş bir oyuncak listesi bulunmaktadır.
Bu dönemde çocuk dile ve sembolik düşünce yeteneğine sahiptir.[126] Konuşma bir yönü ile yaşamakla öğrenilen bir maharet özelliği gösterirse de bir yönü ile de eğitim konusudur. Önce kelimelerin manalarını anlamakla başlayan bu faaliyet, sonra onları kullanarak geliştirilir.
Kur'an'da dil ve dilin önemi ile ilgili bazı ayetler vardır. Bunlar, konuşma ve bir dil kullanmanın önemini belirtmek için dilin varlığını ve değişik toplumların dillerinin çeşitli oluşunu Allah Teala'nın varlığının delillerinden biri olarak saymaktadır. Allah'ın varlığının delili olan bir şeyin de şüphesiz en iyi şekilde öğretilmesi ve kullandırılması gerekmektedir.
"Onun delillerinden biri de? gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır." [127]
Dil zekaya bağlı olarak gelişir. Dil yeteneği ile zihin yeteneği arasında bir doğru orantı bulunduğu kabul edilmektedir. [128]
Kelimelerle dolu olan bir dünyanın içine düşmüş olan çocuk, bu kelimeleri, önce anlaması, daha sonra meramını anlatmak için bunları kullanması gerekir. İnsanlar arası ilişkiden dolayı kendi kendine oluşuyor gibi gözüken bu faaliyetin de eğitilmeye ihtiyacı vardır. Çocuğun dil eğitiminde 3 ve 4 yaş özellikle önemlidir. Kekemelik ve seslendirememe bu yaşlarda ortaya çıkar.[129] 6 yaşın sonunda çevresi ile bilgi alış-verişi yapabilecek, çevresini istekleri ve ilgileri doğrultusunda kontrol altına alabilecek ve duygularını açıklayabilecek bir seviyeye ulaşmalıdır. [130]
Dil gelişiminin çocuğun sosyal gelişimine etkisi çok büyüktür. Dili iyi kullanması, çocuğu, egosundan uzaklaştırıp sosyal bir kişi olmasını sağlar. Kendisini kontrol ve takip edebilir. Düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını öğrenir. Dolayısıyla de kendine güven duygusunu hissetmesine yardımcı olur.[131] Bir anlaşma aracı olan dil, birbirleri ile anlaşmanın başka yollarını bulan ikizlerde tek çocuklara göre daha yavaş gelişir. İkizler için, el kol işaretleri, jestler, tek kelimelik cümleler normal konuşmalar kadar anlamlı olabilmekte, onun için kendi aralarında anlaşmak için çok kelimeye ihtiyaç hissetmemektedirler. Bunun sonucunda da dil gelişimi yavaş olmaktadır.[132]
Dilin özellikle kültürel değerleri yeni nesillere intikal aracı olduğu[133] düşünüldüğünde Kur'an'da Allah'ın varlığına delil olarak gösterilmesi suretiyle öneminin vurgulanması çok ilgi çekicidir. Her insan, doğrudan doğruya yaşayarak öğrendiğinden çok daha fazlasını dili öğrenme yoluyla öğrenir. [134] Aynı zamanda zihinsel süreçleri de içeren dilin iyi kullanılması için yapılan eğitim, çocuk eğitiminde hiç bir surette ihmal edilmemelidir.
Ayrıca çocukta vicdanın oluşmasının dil öğrenimi ve kullanımı ile yakın alakası hiç unutulmamalıdır. Toplumla uyuşabilmek, bunun için gerekli davranışları benimseyebilmekte konuşmanın büyük önemi vardır. Çocuk konuşmayı öğrenecek ki yapması veya yapmaması gereken şeyleri kendi kendine tekrarlayarak sindirebilsin. [135]
İlk çocukluk döneminin başlangıç zamanından itibaren çocuğun bazı hareketlerine müdahaleler yapılabilir. Ana-babaya itaat ve paylaşma duygusunu yerleştirme çalışmaları bu sıralarda üzerinde durulması gereken noktalardır. İtaat bir eğitim olayıdır. Çocukta bu duygunun oluşturulmasına çalışılmalıdır. Bu dönemde baskı ahlakı ile yerleştirilmesi gereken alışkanlıklar vardır. Bunlar temizlik, tuvalet ve günlük hayat düzenine uyma alışkanlığı gibi basit işler olduğu kadar, estetik zevk ve ahlaki değerler (iyilik ve kötülük) paylaşma, işbirliği, sevgi ve saygı, sosyal uyum gibi kompleks kavramlar da olabilir. Bu tip faaliyetlerde tabiatıyla çocuğun kapasitesini gözden uzak bulundurmamak gerekir.
Çocuğa yapılan bu müdahaleler onda itaatkârlık duygulan uyandırma amacı da taşımalıdır. Çocuk ana ve babasına, hocasına ve yaşça kendinden büyük olanlara itaat etmeyi öğrenmelidir. [136]
2 yaşında ortaya çıkan arkadaş seçme olgusu, 3-4 yaş civarında kuvvetli bağlılıklar haline gelir. Bu dönemde çocuk arkadaşa bağlanmaya ihtiyaç hisseder. Gerçi bu bağlılıkların süresi kısadır. Arkadaşlık içinde başka arkadaşlıklar da kurar. Bu yaştaki çocuk sosyalleşmeye ihtiyaç hisseder. Onun için, insanlarla, arkadaşlarla nasıl konuşulur, sorun çıktığı zaman nasıl halledilir. Bunların öğretilmesi gerekir.[137]
Bütün eğitim faaliyetlerinde çocukta özellikle dört ile yedi yaş arasında görülen ben-merkezcilik (egosantrizm)in etkilerini göz önünde bulundurmak gerekir. Ben-merkezcilik, çocuğun çevresini keşfetmesi ve bu çevrenin kendisi için olduğuna inanması, bundan dolayı da diğer insanlara önem vermemesi olayıdır. Bu yaşlardaki çocuğu bencilliğe iten bu tip duygular, eğer törpülenmezse ileriki yaş dönemlerinde alışkanlık olarak kalabilir. [138] 2 yaşında bencil olan ve beklemesini bilmeyen çocuk, üç yaşında önemli ölçüde hırçınlığını bırakır, dört yaşında ise yavaş yavaş paylaşmayı öğrenmeye yatkınlık gösterir. [139] Bazanda ölçüyü kaçırır. Çevresindekilere buyurmak ister. Motor (hareket) koordinasyonları bozulur. Çevresinde gördüğü her eşyayı sahiblenir. Onun bu tutarsız davranışları karşısında ana-baba tutarlı ve kararlı olmalıdır.
Bu dönemde çocuğu zaman zaman cezalandırmaktan çekinmemelidir.
4 yaş yaramazlığı ve hırçınlığından ana-baba artık bıktığında çocukta olağanüstü bir denge ve uyum devresi başlayacaktır. Çocuk sakinleşecek kendine güveni artacak, ipi ile kuyuya inilir bir özellik gösterecektir. Çevresini geniş tutacak, onlarla daha iyi ilişkiler içine girecektir. [140]
İşte bu dönemde paylaşma alışkanlığı kazandırılmalıdır. Bu olumlu gelişmeden dolayı beş yaş, çocukluğun altın yaş dönemi olarak adlandırılır.[141] Paylaşma alışkanlığı kazandırılırken zaman faktörüne dikkat edilmelidir. Çocuğun oyuncaklar ile oynadığı, onlara daldığı zaman, ondan onları paylaşması istenmemelidir. En iyisi bunu o sırada oynamadığı oyuncaklarla gerçekleştirmektir. Zaman unsuru kadar da paylaşmasını istediğimiz oyuncağın, onun en sevdiği oyuncak olmaması da paylaşmayı kolaylaştıracaktır. Beş yaş çocuğu çevresine karşı dostça bir yaklaşım içindedir. İlişkileri ve davranışları dengelidir. Sorumluluk yüklenmekten ve ödüllendirilmekten hoşlanır. [142]
Ben-merkezciliğin etkisinden sıyrılıp başkalarını sevme duygusuna ulaşıncaya kadar çocuğun daha çok yol alması gerekmektedir. Ben-merkezci duygular, çocuğun paylaşma duygusunun ortaya çıkmasına engel teşkil edebilir. Bundan dolayı ben-merkezci duygular çocuğu iyice etkilemeden paylaşma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılmalıdır. Ben-merkezciliğin çocuğun davranışlarına belirgin şekilde yansıması, onda mülkiyet duygusunun ortaya çıkması ile görülür. Bu da çocuğun paylaşma isteklerini engeller. Bu dönemde çocuk, bu duygularla sadece kendi eşyasını değil, aynı zamanda ana-babasını ve bazı hayal kahramanlarını bile paylaşmaktan kaçınır. Bu durumun mümkün olduğunca önüne geçilmeli, giderek egoistliği öne çıkarması muhtemel olan ben-merkezcilik törpülenmelidir. Çocuk kavramsal düşünme yeteneğini geliştirdikçe ben-merkezcilikten uzaklaşır. Bu da 8 yaşlarında mümkün olur.[143]
6 yaş çocuğu, 5 yaşın sakinliğini terketmiş, tekrar serkeşlik dönemine girmiştir. Dengesiz ve isyankardır. Genellikle "ne oldu bu çocuğa" dedirtecek davranışlar sergiler. Tembel ve kararsız bir görünümdedir. Bu yaş bir geçiş dönemidir. Çocuk bu dönemin sıkıntılarını yaşar. Okula gönderilmesi, dış dünya ile temas ettirilmesi bu sıkıntıları nisbeten azaltır. Grup oyunlarına yönelen çocuk, sosyalleşmeye de başlar. Kötü arkadaş edineceği gerekçesiyle çocuğun arkadaşlık ilişkileri engellenmemelidir. [144]
Bu yaş döneminde çocuk yetişkin insan tabiatını elde etmeye yönelik bazı faaliyetlere de sevkedilmelidir. Şayet yedi yaşın sonunda ahlâki bazı meziyetler ve zihni alışkanlıklar elde edilmezse, bundan sonra bunların tamamen kayboldukları görülecektir. Bu yaşlarda yeteri derecede eğitilmeyen çocuk için kaybedilen zamanı yakalamak ve çocuğun geçmediği yolda vakit geçtikten sonra onu yürütebilmek çok güç olacaktır. [145]
Bu yaş döneminin en zor çalışması, çocuğa, Allah inancını kazandırma çalışmasıdır. Bu dönemin sonunda bu çalışmaların başlatılması gerekmektedir. Burada problem, çok küçük yaşlarda soyut bir varlığı tanıtma zorluğu ve gene soyut bir kavramı (iman) çocuk için anlamlı bir biçime sokup onda, onu düşünebilme özelliğini gerçekleştirmektir. Çocuk psikolojisi alanında çok geniş çalışmaları yapan ve bugün modern çocuk psikolojisine anahtar kavramlar kazandıran Piaget'e göre, bu yaşlarda çocuk somut kavramları ve eşyayı tanıma ve öğrenme dönemine yeni girmiştir. Zihinsel faaliyetler sonucu "değişmezlik" ilkesini yeni elde etmiştir. Yani eşyada gördüğü görünüşteki bazı değişmelerin onun sabit kalmasına etki etmediğini idrak edebilir.[146] Zihinsel faaliyetleri de yeni yeni gerçekleştirmektedir.
Çocukta zihinsel faaliyet şu süreçleri kapsar:
a) Algılama: Bilginin yorumlanması, düzenlenmesi ve yeniden bulunması
b) Bellek: Algılanan bilginin depo edilmesi
c) Muhakeme: Bilgiyi kullanabilme
d) Düşünme: Bilgiyi ve çözümleri niteliğe kavuşturmak, değerlendirmek
e) Kavrama: Bilginin iki veya daha fazla kısımları arasındaki yeni ilişkileri tanıyabilme. [147]
Çocuk bunları basit anlamda ve kendi çapında faaliyet ve davranışlarında gerçekleştirdiğinin ipuçlarını vermelidir. Çünkü çocuk bu dönemde (Piaget'e göre) işlem öncesi evreyi tamamlamış işlem dönemine girmiştir. İşlem, Piaget'in çalışmalarında temel kavramdır. Mesela bir bardak suyun, şekli değişik bir başka bardağa aktarıldığında miktarının değişmediğini düşünmek bir işlemdir. İşte bu dönemde çocuk bu tür zihinsel işlemleri gerçekleştirebilmelidir.
Çocuk üç yaşından itibaren dini inançlar, dini nitelikli davranışlar ve korku ile ilgilenmeye başlar. Kafasında yavaş yavaş güçlü ve büyük sıfatları ile özdeşleştirdiği ve çevresinde bu sıfatları taşıyan kişilerle somutlaştırdığı bir Allah tasavvuru oluşur. Dini inanç gittikçe de canlılık kazanır.
Bu yaş döneminde çocuklar henüz somut düşünce aşamasından soyut düşünceye tam olarak geçemediklerinden Allah'ı da önce insanî vasıflarla (antropomorfik) düşünmeleri kaçınılmazdır. [148] Çünkü çocuk bu sırada somut kavramları daha kolay elde eder. O da bu kolay yolu tercih eder. Halbuki bu dönemde beynin % 9O'ı oluşmuş, zekanın fonksiyonları % 50'nin üzerinde gerçekleştirilmektedir.[149] Çocuğa Allah inancı gereği gibi anlatılsa onun da olumlu karşılık vereceği aşikârdır. Fakat bu karşılık, olması gereken seviyede olmayacaktır. Gene de 6,5-7 yaşlarında Piaget'e göre çocukta sayı kavramı oluşur. Bu çağda kendisine öğretilmemiş bile olsa sayıları ve aralarındaki ilişkileri bilebilir. [150] Öyle ise çocuğun iman, inanma ve yaratıcı gibi mücerred kavramları belli seviyede öğrenmesine engel yoktur. Çocuktaki idrak ve algı, soyut kavramları daha geç yaşlarda ilgi alanı içine alır. (Piaget'e göre 11 yaşında) Halbuki 7 yaşından itibaren namaz alışkanlığı kazandırma çalışmasına başlanacaktır. Öyle ise sözgelimi 6 yaşında Allah ve ona inanma eğitimi ile ilgili çalışmalarının başlatılması gerekmektedir. Zaten bu yaşta çocuk yavaş yavaş Allah'ı insanlardan ayırmaya başlamaktadır. 7-9 yaş grubu çocuklarda da Allah arayışı 10-12 yaş grubuna göre daha etkin görünmekledir. [151] Öyle ise bu dönemdeki eğitime hazırlanmalıdır.
2-4 yaş arasını kavram öncesi evre, 4-7 yaş arasını sezgi evresi olarak niteleyen Piaget bu iki döneme (2-7 yaş arasına) işlem öncesi evre demektedir. Kavram öncesi evrede çocuk eşyaya başka şeylerin simgesi olarak bakar. Bebeği ile canlı gibi konuşur. Elindeki deyneğe at gibi biner.[152] Bu dönem Allah'a iman konusunda hazırlık dönemi olarak görülmelidir. Çocuk dini faaliyetlere zorlanmadan bir nevi oyun anlayışı içinde onlarla tanıştırılmalıdır. Bu dönemde basit anlamda bazı sözler çocuğa öğretilmelidir. Allah adı, Besmele çekmek, bazı dini sözler ve melodiler (ilahiler) öğretilebilir. Dini oyunlar oynatılabilir. Hikayeler ve kıssalar anlatılabilir.
Din psikolojisinde çocuk üzerinde yapılan araştırmalarda çocuğun Allah'ı arama (Allah tasavvuru) hususunda üç yolu kullandığı görülmektedir. [153]
a) Sezgisel İç Gözlem Yolu:
(Kalp yolu) Ruhun temel fonksiyonlarından birisi, duygusal iç gözlemden kaynaklanan sezgidir. Bazı arayışlar sonucunda çocuğun Allah'ı kalbinde bulacağını, Allah'ın kalbinde doğacağını söylemek mümkündür.
Çocukta inancın gelişmesine etki eden iç faktörler şunlardır:
a- Ferdi kabiliyet, ruhî hazırlık
b- Alaka, istek, eğilim
c- Merak ve duygusal arayış
d- Zihinsel arayış.[154]
Çocukta kendisine yardım edecek ve onu koruyacak bir sonsuz kuvvet arayışı vardır. Henüz isim takmadığı, fakat zamanla öğreneceği ilahi kuvveti durmadan arar. [155]
Burada önemli olan çocuğun bu arayışı nasıl temin edeceği hususudur. Bilindiği gibi çocuğun bir çok temel ihtiyaçları vardır. Emniyet ve güven duyma, dayanma, güvenme, sığınma, korunma, teslim olma bunlardandır. Kişiliğin sağlıklı gelişimi bu ihtiyaçların teminine bağlıdır. Allah inancının, temel ihtiyaçların doyurulmasında önemli rolü olduğu kabul edilmektedir. Nemetschek'e göre Allah, çocuklar için gerçek ve kaçınılmaz bir sığınak, dayanak ve emniyet kaynağıdır. Çaresiz ve ümitsiz kaldıklarında Allah'ı aramakta ve ona yönelmektedirler. Kendiliğinden doğup ortaya çıkan bu duygu, insanın tabiatında varolup ayrıca akılla ısbatı da gerekmemektedir. [156] Çocukta, doğuştan gelen Allah tasavvuruna yönelik bir eğilim vardır. Bu eğilim geliştirilmelidir. Yoksa yok olabilir.[157] Görüldüğü gibi bu tabii eğilimin gerek ortaya çıkışında gerekse geliştirilmesinde eğitime ihtiyaç vardır.
İnsanın imana yatkın oluşuna ve Allah'ı tanıma temayülleri taşımasına Kur'an'da "Kalu bela" olayı anlatılırken temas edilir. (Araf, 7/172) Bu noktada eğiticiye düşen görev, Allaha sığınma ihtiyacı içinde olan çocuğa Allah'ı, kendisine sığınılacak bir varlık olarak tanıtmaktır. Onun için anne-baba çocukları ile Allah arasındaki bağı, sevgi çerçevesi içinde kurmalıdır. Çocuk Allah’ı sevmeli; Allah'ın da kendisini sevdiğine inanmalıdır. Böylece ona güvenecek ve gerektiğinde ona sığınacaktır. Öyle ise çocuk Allah'ı esirgeyen bir varlık olarak tanımalıdır.
Terbiye ve ibadet için Allah korkusunun aşırı derecede kullanılması, çocuğun duygusal gelişmesine olumsuz etkiler yapabilecektir. Salzman, böyle bir tutumun çocuğun dinsiz olması için baş vurulacak en iyi yol olduğunu söyler.[158]
Çocuğun Allah'ı tanımasında yapılabilecek en büyük hata, Allah'ı, sürekli olarak kendisinden korkulması gereken bir varlık olarak tanıtmaktır. Anneler babalar, çocuğun yapmasını istemedikleri davranışın cezalandırıcısı olarak Allah'ı ortaya sürmeleri, işin kolay ve kestirme yolu gibi gözükürse de bu tutum çocuğun zihninde çok olumsuz bir Allah tasavvurunun oluşmasına yol açar. "Taş yapan," "cehennemde yakan," "elsiz, dilsiz bırakan" bir Allah imajı, çocuğu bütün hayatı boyunca etkiler. Zaten çocukluk dönemi çeşitli korkuların yaşandığı bir dönemdir. Bunlara korkulacak bir varlık olarak Allah'ın da, eklenmesi, ilerde önü alınamaz sonuçlar doğurur. Çocuk belki de hiçbir zaman Allah ile sevgi temelinde ilişki kuramayabilir.
Mualla Öztürk bir makalesinde, aşırı derecede gelişmiş "Allah korkusu"nun ortaya çıkardığı bir takım rahatsızlıkları ele almakta ve çocuğun zamanla yenemediği mikrop, hastalık, ölüm gibi korkularının içinde ve başında Allah korkusu olduğunu söylemektedir.[159] Onun için bu duruma meydan vermekten kaçınmalıdır. Hatta Allah'ın çocuklar için günah yazmadığı sık sık vurgulanarak, çocuğun Allah'a yaklaşması temin edilmelidir.
Ayrıca bu dönemin çocukta duygusal öğrenme çağı olduğu düşünülerek eğitim duyguların (sevgi, merhamet, saygı gibi) üzerine kurulursa çocuğun Allah'ı öğrenmesi kolaylaşacaktır. Duygunun da başlangıcı heyecanlardır. Onların düzgün ve yerleşmiş hali duyguları oluşturur. İşte bu heyecan ve duygular, Allah inancına temel yapılmalıdır.[160]
b) Akıl Yolu:
Akıl Allah'ı bulabilecek güçtedir. Akıl bu işlevini 5 yaşından sonra, kendi şartları içinde sınırlı olarak gerçekleştirebilir. Beynin bu dönemlerde yeteri kadar da büyüdüğünü ve işlevlerinin yarısını bu yaşlarda gerçekleştirebildiğini biliyoruz. Çünkü çocukluk döneminde en hızlı büyüyen ve gelişen organ beyindir. Çocuk beş veya altı yaşa geldiğinde beyin en son ağırlığının yüzde doksanına ulaşmış olur.[161]Çocuk kendi varlığını, çevresini tabiat olaylarını sorgulamakta onların nasıl ve niçin var olduğunu, nasıl işlediklerini, geliştiklerini ve değiştiklerini görmekte ve düşünmektedir. Yani eşyadaki değişimi görüp değiştireni sormaktadır.[162] Kelam ilmindeki "hudus" delilinin, tasavvuftaki "eserden müessire ulaşmak" metodunun çocuk dünyasına bir yansıması olan bu durum, çocuğu çeşitli sorular sormaya yöneltecektir? Öyle ise bu dönemde çocuğu soru sorar hale getirmek gerekecektir. Bunun da en güvenilir yolu onun çevresinde bol bol materyal bulundurmaktır. Bu materyaller sözgelimi ona takılan bir enam veya evin en saygın köşesinde asılı duran Kur'an-ı Kerim, dini levhalar, Kabe resmi v.b. gibi şeyler olabilir.
Soru sorma ve oyuna düşkünlük bu dönemin en belirgin iki özelliğidir. Her iki faaliyette öğrenmeye yöneliktir. Eğitimci ve din adamı olan Salzman, Allah'a iman etmesinde babasının sürekli kendisini kırlara getirmesinin ve bu gezilerde kendisine Allah'ın büyüklüğünden bahsetmesinin çok büyük etkisi olduğunu söyler.[163] Dini tecrübelerin çok olması çocuğun soru sormasını kolaylaştıracaktır. Ailenin yaşantı biçimi, çevredeki dini atmosfer, yapılan dualar v.b. gibi hususlar çocuğun dini tecrübelerini çoğaltır.
Soru sorma çocukların büyüklere olan güveninin sonucudur. Büyüklere soru sorarak herşeyi öğreneceklerini düşünürler. Zaten 4 yaş çocuğu, 2 yaşında başlayan sorgu çağının en yüksek düzeye ulaştığı dönemi yaşamaktadır. Bu dönemde çocuk nasıl? ve niçin? sorularını ısrarla sorar. [164] Öyle ise büyükler çocukların sorularına ciddi ve doğru cevaplar vermeli, onların bu konudaki güvenlerini hiçbir şekilde sarsmamalıdırlar. Çocuğun sorularına ciddi cevaplar vermek onun, kendini değerli görmek ihtiyacını[165] da karşılamanın en kestirme yoludur. Çevre ile iletişimi, bu çağda çocukta sorular uyandırdığına göre, onun içinde yaşadığı çevreyi zengin tutmak onda çok yönlü sorular oluşturacaktır. Bu husus ihmal edilmemelidir. [166]
c) Eğitim Ve Öğretim Yolu:
Kalp ve akıl yolunu kullanarak Allah kavramı ile ilgilenen çocuğa eğitim yolu ile de yardımda bulunmak gerekmektedir. Allah'ı hisseden ve soran çocuğa, onun hakkında doğru ve kalıcı bilgiler verilmelidir. Sosyo-kültürel şartlar, onda zaten belli bir Allah tasavvurunu oluşturacaktır. Öyle ise bu şartları sıhhatli bir şekilde var etmek gerekmektedir.
Eğitim ve öğretim çocuktaki dini uyanışı sağlayan dış faktörlerdir. Özellikle aile fertleri ve büyükler, öğretmenler, din görevlileri, çocuğun eğitim yoluyla oluşturacağı Allah inancında esaslı rol oynarlar. Bunların yanında çocuğun gözlemleri, dinlediği ve seyrettiği dini konular eğitimin diğer unsurlarıdır.[167]
Soru sorma aşamasında taklid yolu ile başlayan Allah'ı arama, eğitim yoluyla inanca dönüştürülmelidir. Allah inancını yerleştirme eğitimi ileriki yaşlarda teşvik ve telkin yöntemleri de kullanılarak geliştirilmelidir. Çocukların bu çağda duygusal algılama ağırlıklı olarak öğrendikleri bilgiler daha sonraki yıllarda zihinsel algılama ağırlıklı olarak öğreneceklerinin temelini teşkil eder. Bu yüzden ona öğretilenler gelişigüzellikten kurtarılmalıdır. [168]
Çocukta Allah inancını oluşturan bir diğer unsur, sosyal çevredir. Çocuklar bu çevrede nasıl şahsiyetini bulursa, onun gibi Allah inancını da oluşturur. Bu fonksiyonu itibariyle de çocuğun çevresine itina gösterilmelidir.
Çocukta Allah tasavvurunun genellikle 3 yaşlarında somut olaylarla başladığı, korku ve saygı duygularıyla karışık olarak çocuğun zihninde var olduğu, genellikle de güçlü bir varlık olarak tasavvur edilen Allah'ın bu yönü ile somutlaştırılarak çocuğun çevresindeki en güçlü kişinin varlığı ile özdeşleştirilebilecek (antropomorfik) bir imaja kavuşturulmakta olduğu bilinmektedir. Bu işin tabii seyridir. Ana-babaya ve eğitimciye düşen görev, bu tabii seyri bilmek, çocuğu böyle bir yaklaşımdan uzaklaştırmak için çaba sarfetmektir. Hatta denebilirki Allah'a inanma ile ilgili eğitimin başlangıç noktası, bu türlü tasavvurdan çocuğu kurtarmak olmalıdır. Çünkü Hz. Lokman'ın çocuğuna öğütlerinde Allah kavramı ile ilgili olarak yapılacak ilk çalışma "Allah'a şirk koşmasının önüne geçmektir. Pratikte bunu sağlayan tedbirler şunlar olabilir.
a) Sınırsız güç sahibi olan Allah'ın, gücü sınırlı olan baba ile özdeşleşemeyeceği sonucunu destekleyecek sözler ve tutumlar sergilemek
b) Zihinsel gelişimde soyut kavramlarla düşünmeye alıştırma (sayılar arasında ilişkiler kurma, iyilik ve paylaşmayı algılama gibi)
c) Ben-merkezci yaklaşımlar, Allah'ın onu ve ailesini yaratan, gözeten, rızık veren, esirgeyen, bağışlayan bir varlık olduğunu vurgulayarak, varlığının ancak Allah'ın varlığı ile mümkün olduğunu kavratmak[169]
Bu arada çocuğa, Allah inancı ile ilgili olarak onun güzel isimleri (Esma-i Hüsna), sıfatları İslam inancına uygun olarak öğretilmelidir. [170] Çocuğun Allah'ı bu sıfatları ile tanıması, onda sevgi temeline dayalı bir Allah imajını güçlendirecektir. Bilindiği gibi İslam dini, insan ile Allah ilişkisinin takva derecesinde bir ilişki olması gerektiğini vurgular. Kur'an, takva kavramını sık sık kullanır. Takva güçlendirmek demektir. İnsan Allah ile ilişkilerini güçlendirmelidir. Takvadan türetilen "ittika" kelimesi ise çekinmek anlamına gelir. Bu çekinme korkuya dayalı bir çekinme değil, aksine sevgiye dayalı bir çekinmedir. Yani insan, Allah ile öyle biri iletişim kuracaktır ki bu iletişimin bozulacağından çekinecektir. Kişinin sevdiği bir varlık ile olan münasebetleri bazan öyle hassaslaşırki insan o varlığın incineceğinden çekindiği için tüm davranışlarına dikkat eder. İşte takva böyle bir iletişimdir. Çocuğa, Allah, böyle iletişim kurabileceği bir varlık olarak tanıtılmalıdır.
Gene Peygamberimizin Allah Teala'dan bahseden ihlas suresi ve İslami inançlardan bahseden bazı ayetlerin çocuğa öğretilmesini tavsiye etmesi, bu yaşlarda çocuğun bu kavramlarla tanışabileceğinin dini delilleridir. [171] Bu dönemde çocuğa bazı dualar da öğretilmeli yemek duası, yatma duası gibi törensel duaların yanında çocuğu Allah'a yönelten, onunla iletişimini sağlayacak özel dualar da öğretilmelidir. Dua alıştırması yaparken Allah'a yönelen, ondan isteklerde bulunan çocuğa, makul isteklerde bulunması konusunda ikazda bulunulmalı, hele hele olmayacak bazı akılsızca istekleri ona yöneltmesi konusunda çocuk yönlendirilmemelidir. Hayatındaki sınırlamalar ve yerine getirilmeyen istekleri bilen bir çocuk, bu konularda dua etmeyi kolaylıkla kabul eder. Fakat sonuçta bir şey elde edemeyince inançlarının sarsılması tehlikesi ortaya çıkar. Ayrıca duayı, isteklerini gerçekleştirmenin bir yöntemi olarak algılamasının önüne geçilmelidir.[172] Bu dönemde din eğitiminin bir başka yolu kıssalar, hikayeler ve masallardan yararlanarak çocukları eğitmektir.
Bu dönemde üzerinde durulması gereken diğer bir konu da ibadetlerin öğretilmesi hususudur. Bu yaşlarda özellikle ibadet olarak namaz ve orucun üzerinde durmak gerekmektedir. Zekat ve Hac ibadeti ileri yaşların konusu olduğu için biz sadece bu ibadetlerin kazandırılması çalışması üzerinde durmak istiyoruz. Rasulullah (S.A.V.) yedi yaşına gelen çocuklara namaz eğitimini başlatmamızı istemektedir.[173] Demek ki bu yaşta önce namazla ilgili bazı bilgilerin çocuğa öğretilmesi gerekmektedir. Bunlar abdest almak, büyüklerin yanında namaz kılmak, Kur'an okunurken davranışlara dikkat etmek gibi taklide dayalı şekli hareketler olabilir, [174] Öyle ise çocuk çevresinde taklid edebileceği ibadetler bulabilmeli. Ana-baba ibadet etmelidir. Bu tip faaliyetlerle bu ibadetlerin hareketleri çocukta, alışkanlıklar olarak teşekkül ettirilebilir.
Namaz kılarken çocuğun çevremizde bulunmasında hiçbir mahzur yoktur. Bu konuda Peygamberimizin bir çok hadisi vardır. Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber torunu Ümame'yi sırtına alarak mescide girmiş ve namaz kılarken onu kucağında tutmuş, rukua gittiğinde yere bırakmış, kalkarken onu da kaldırmıştır.[175] Namaz esnasında gene torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in kendisi ile oynamalarına izin verdiğini, secdeye gidince çocukların Hz. Peygamber'in sırtına çıktıklarını ve Rasulullah'ın da çocuklar düşmesin diye secdeyi uzattığını[176] ve kalkarken eliyle onları tuttuğu[177] bilinen rivayetler arasındadır.
Dini faaliyetlerle çocuğu temasa geçirirken kutsal geceleri ve özellikle ramazan günleri ve bayramları ihmal etmemek lazımdır. Bu günlerde onu sevindirecek hediyeler alınmalı ve onun anlayacağı tarzda, dîni günler ve bayramlar ona anlatılmalıdır, özellikle hediyeleri zihninde yer edecek şekilde kendisine verilmeli, böylece çocuk bayram psikolojisi içine sokulmalıdır. Kutsal gecelerde namaza ve cemaatla ibadete teşvik edilmelidir. Çünkü çocuklar dinlerini en iyi şekilde bu tip faaliyetlerle tanırlar ve benimserler. Bunların dini yönü olduğu kadar oyuna, eğlenceye yönelik yönleri de vardır. Çocuğa bunlar muhakkak yaşatılmalı, kendisine bu sevinç ve coşku halini ikram eden olgunun da kendi dini olduğu vurgulanmalıdır. Dinin, çocuğun kafasında sevindiren ve kolaylaştıran bir unsur olarak canlandırılması, din eğitiminde son derecede önemlidir. İşin bu yönü hiç bir şekilde ihmal edilmemelidir. Zaman zamanda basit olarak sevap ve günah kavramları kendisine anlatılmalıdır.
Dini kültürün yaşandığı bir ortamda çocuklar, biçimsel din eğitimi görmeseler bile, dini törenler, uygulamalar, konuşulan düşünceler, onları bir şekilde etkilemektedir.[178] Onun için yapılan hatim törenleri, okunan mevlidlere, bayramlara, v.b. gibi merasimlere çocuklar iştirak ettirilmelidir. Dini hayatı yerleştirmek açısından özellikle merasimler çok önemlidir.
Bu dönemin sonuna doğru da sistemli (örgün) öğretime başlatılmalı, çocuk okula verilmelidir. Mektebe başlama yaşı olarak beş-yedi yaşları tercih edilir. [179] Demek ki bu dönemin sonuna doğru çocuğun zihni kapasitesi Öğrenmeye müsait hale gelmektedir. Öyle ise, bu yaşlarda Kur'an okumaya da teşvik edilebilir. Okuma-yazma öğrendikten sonra Kur'an okuması öğretilirse daha kolay ve daha çabuk sonuç alınabilmektedir. Çocukta sesli ve sessiz harf, hece, harflerin birbirine vurulması gibi hususlar bilgi olarak yerleştiği için bundan sonra harfleri tanıma ve harf mahreçlerini öğretme işi üzerinde durulmak suretiyle Kur'an okumayı öğrenmesi kolaylaştırılabilir.
Ayrıca çocuğun bazı davranışlarında utanma hissinin tezahürleri görülebilir. Bu da çocukta temyiz melekesinin teşekkül etmeye başladığına bir alamet olarak değerlendirilmelidir. Temyiz alametleri görülen çocuğun murakabesi ise, iyi yapılmalıdır. Çünkü çocuğun utanıp bazı işleri yapmaktan kaçınması, ondaki akıl nurunun parladığına delalet eder. Bu sayede çirkinliği fark eder ve ondan kaçar. Bu hal, Allah'ın bir lütfudur ve aynı zamanda kalb temizliğinin ve ahlâk itidalliğinin de bir müjdesidir. [180]Bundan dolayı bu durumda çocuğu ihmal etmemeli, güzel ve çirkin kavramlarının yanında iyilik ve kötülük kavramları da kendisine kazandırılmaya çalışılmalıdır. Bu konudaki eğitim de sözle yapılmaktan çok, onu kötü örneklerden korumak suretiyle gerçekleştirilebilir. [181] Yaptığı iyilikler belirli toplantılarda övülerek onun beğenilme duygusuna hitap edilebilir.
Ana-baba ile çocuk ilişkileri bu dönemde de duygu kuvvetine dayalı olarak yürütülür. Çünkü çocuk, bu sırada irade ve fikir kuvvetlerinin etkisini, duygularına oranla çok az hisseder. Onun için yaptırılacak işlerde çocuğun kalbine hitap etmek ve "Annesinin veya babasının hoşuna gitmesi için daha fazla gayret göstermesini istemek" mümkündür. Zaten bu sıralarda çocuk için ana-babanın isteği, gökten inen buyruklar gibi kati ve tartışılmazdır. Onları yapmasa bile bu inancı değişmez. Piaget 7 yaşından önceki bu anlayışa "buyruk ahlakı" adını verir.[182]
Bu dönemde kardeşi olan çocukta kıskançlık duygularının ortaya çıkması son derecede tabiidir. Özellikle 6 yaşın üzerindeki çocuklar, küçük kardeşlerini daima kıskanırlar. Bunun önüne geçmek imkansızdır. Ancak kıskançlığı en aza indirebilir. Bunun için de yeni kardeşinin, onunla ilişkilerimizi hiç bir zaman etkilemeyeceğini sık sık göstermek gerekecektir. Ona zaman ayırmak, sık sık sevgi gösterileri yapmak, hediyeler almak, hatta bu hediyeleri eğlenceli küçük törenlerle çocuğa vermek, ona bir takım sürprizler hazırlamak onu büyük çapta tatmin edecektir. Hatta onunla birlik olup küçük kardeşin hareketlerinin, çıkardığı seslerin "ne kadar saçma" olduğu bile söylenebilir. Bu davranışlar, onun kafasındaki ihmal edilmişlik düşüncesini önemli ölçüde azaltır.
Kıskançlık genellikle büyükten küçüğe yöneltir. Bazan da küçük kardeş, büyük kardeşi kıskanabilir.
Kıskançlık çocukta iki türlü tepkinin ortaya çıkmasına sebep olur.
1- Çocuk, öncelikle geriye dönüş yapacak, mesela, yemek yemeyecek, biberonla süt emmeye, altına bez bağlatmaya, bunun için de yatağını ıslatmaya başlayacaktır. Bu tepkilerde o davranışı yapmasına izin vermek
-çiş hariç- en kestirme yoldur. Bir müddet sonra küçüklüğe geri dönüşü bırakacaktır.
2- Kardeşine düşmanca hisler besleyecek. Buna uygun davranışlar ortaya koyacaktır. İşte bu durumun önüne geçilmez. Ama azaltılabilir. Bunun bir yolu da onun sık sık arkadaşlarıyla birlikte olmasını sağlamaktır. [183]
Bu çağda ahlâk eğitimi (iyilik ve kötülük kavramlarının öğretilmesi ve yaşanması) her yanlış davranışın düzeltilmesinden çok, sınırlı olarak bazı hareketlerin düzeltilip onların kesin olarak yapılmasını istemek suretiyle gerçekleştirilmelidir. Böyle bir tutum çocuk üzerinde daha etkili olacaktır. [184]
İyi ve kötü kavramları, sosyal hayatın en yerleşik kurumu olan değer yargılarının kaynaklarıdır. Çocuğun, kendisi için bir zaruret olan sosyal hayat tarzına uyum sağlayabilmesi, iyi ve kötü kavramlarına sahib kılınmasına bağlıdır. Bireyin hayatı aslında bu uyumu gerçekleştirme çabaları içinde geçer. Toplumsal beklentilere uygunluk gösteren kazanılmış davranış yeteneği olarak tanımlanan sosyal gelişme, özellikle grub hayatının baskı ve zorunluluklarına karşı duyarlılık geliştirme, başkaları ile geçinebilme ve onlar gibi davranabilmeyi içerir.[185] Sosyalleşmenin temelinde prestij kazanma ve iyi bir toplumsal konum elde etme ihtiyacı vardır.
Sosyalleşmeye bağlı olarak özellikle TV yayınlarından sonra eğitimde bir problem olarak ortaya çıkan şiddet olayı üzerinde de durulması gerekmektedir. Şiddet, öfke ya da düşmanlık duygusunun, yoğun ve yıkıcı bir biçimde somutlaşmasıdır. Şiddet duygusu ile şiddet davranışı farklı şeylerdir. Şiddet duygusu, engellenemeyen ancak denetim altına alınması mümkün olan bir duygudur. Davranış ise, bunun somut olarak ortaya çıkmasıdır. Şiddet duygusunu davranış haline getirenler, duygularını kontrol edemeyenlerdir. Şiddet duygusuna kapılmak (öfke) tabidir. Tabii olmayan bu duygunun davranışa dönüşmesidir. [186] Şiddet duygusunun denetim altında tutulması Kur'an'da övülmüştür.
"Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever." [187]
Tehlikeli olan çocuğun şiddet duygusunu yaşaması değil onun olumsuz yönlerinin törpülenmemesidir. Duygunun davranışa dönüşmesi ise, tamamen taklide yönelik bir olaydır. Dolayısıyla ana-baba çocuğun önünde şiddet gösterilerinden muhakkak kaçınmalı, ona bu konuda taklid edeceği örnekler sunmamalıdır. Bu eğitimin bir devamı olarak şiddet içeren yayın ve filmler muhakkak denetim altında tutulmalıdır; Bu yayınların çocuğu şiddete yöneltmediği iddiası[188] ortaya çıkan olaylarla geçerliliğini yitirmiştir. Çocuğu şiddet davranışından engelleyecek tedbirler şunlar olabilir.
1- Çocuğa sevgi ve şefkat gösterilmelidir. Saldırgan kişilik oluşmasında sevgi ve şefkat yokluğu birinci etmendir.
2- Çocuğa taklid edebileceği örnekler sunulmamalıdır.
3- Çocuklara şiddet duygularını boşaltma imkanı tanınmalıdır.
4- Çocuğun şiddet davranışlarına (bir başka çocuğu dövmesine) karşı çıkılmalıdır.[189]
Sosyal veya anti-sosyal bir kişilikle dünyaya gelmeyen çocuk, hayatın ilk yıllarından itibaren insanlarla beraber olma güdüsünü geliştirir. Sosyal yaşantıya karşı tavırlarının biçimi, geniş çapta küçük yaşta gerçekleşir. Bu konuda eğitim ve öğretimin önemli yeri vardır. Sosyolojide "Sosyalleşme" adı verilen[190] bu olay üç ilkeye dayanır.
a) Bireyin sosyal davranışı etki-tepki mekanizmasıyla oluşur.
b) Bu konuda bireyin öğreneceklerini toplumsal kültür belirler.
c) Sosyalleşme, bireyin toplumsal organizasyonlara etkin bir biçimde katılmasıyla tamamlanır. [191]
Sosyalleşme aslında toplumun beklentilerine uygun olarak iyilik ve kötülük kavramlarının çocukta var edilmesidir. Bu bakımdan bu konular değerler ilmi çerçevesinde incelenmiştir.
İyi ve kötü değer yargıları ve bunların kaynakları konusu İslam düşüncesinde de münakaşa edilmiştir. Fıkıh, Ahlak ve Kelam ilimlerinde husn-kubh meselesi adı verilen bu konunun üzerinde yapılan münakaşalara girmeden, biz, sadece bu kelimelerin anlamları ve iyilik, kötülük yargıları ile ilişkisi üzerinde durmak istiyoruz.
Hüsn: Lügat mânâsı güzellik demektir. Istılahta, hayır, iyi, hak, güzel ve iyi oluş, bir şeyin tab'a uygun, kemal sıfatlarını hâiz ve övülmeye lâyık olması anlamlarında kullanılmıştır.
Kubh: Lügatte çirkinlik mânâsına gelir. Istılahta şer, kötü, batıl, çirkin ve nahoş oluş, gözün ve gönlün hoşlanmayışı, bir şeyin tab'a uygun olmayışı, kemal sıfatlarını hâiz olmayıp yerilmeye lâyık olmak mânalarında kullanılmıştır.
İslâm dini değer yargılarının tümünü, genel olarak hüsn ve kubh kelimeleriyle ifade etmiştir. Bu iki kelime, genellikle dört mânâda kullanılmıştır:
1. Maksada uygun olan hasen (güzel), maksada aykırı olan ka-bih (çirkin)'dir. Adaletin hüsn, zulmün kubh olarak vasıflandırılması gibi.
2. Tatlı gibi, insanın tab'ına uygun olan şeyler hasen; acı gibi, insanın tab'ına ters olan şeyler ise kabihtir.
3. İlim gibi, kemâli (olgunluğu) belirten sıfatlar hasen; cehalet gibi noksanlıkla ilgili olan sıfatlar kabihtir.
4. Cömertlik gibi, insanların takdirlerine ve övgülerine sebep olan fiiller hasen; cimrilik gibi, tahkir ve yergiye sebep olan fiiller kabihtir.
Bazı âlimlerde, bu dört mânânın hepsinin, I. maddedeki mânâya girebileceğini söylemişlerdir.
Hüsn ve kubh kelimeleri, İslâm âlimleri tarafından bir başka mânâda daha kullanılmıştır. Bu mânâya göre, Allah'ın rıza ve sevabına sebep olan iman, ibadet, adalet gibi fiiller hasen; yerme ve cezasına sebep olan inkâr, ibadetleri yapmamak ve zulüm gibi fiiller kabihtir. İslâm Hukuku Metodolojisinde, hüsn ve kubh denilince, bu son mânâ kastedilir. Bu mânâda hüsn ve kubh meselesi, Fıkıh Usûlü, Kelâm, Ahlâk ve Hukuk Felsefesi ilimlerinin, mühim konularından biridir.
Hüsn ve kubh hükümlerinin varlığı, bu hükümleri veren; bir başka ifade ile, hükümleri ortaya koyan varlık veya varlıkların bulunmasını gerektirir. İslâm terminolojisinde SÜNNETULLAH denilen, hayatın değişmeyen sosyal gerçekleri diye isimlendirilen kurallar gereğince, değişiklik göstermeyen sosyal olaylar hakkında gerçeklik yargılarını ifade edenlerin insanlar olduğunda şüphe yoktur. Her millet, kendi lisanıyla eşya hakkında veya fiiller için bu hükümleri vermiştir.
Bu hükümlerin iyi kavramının kaynağı olabileceğinin bir delili de Kur'an'da iyilik kelimesinin karşılığı olarak kullanılan maruf kelimesidir. Maruf bilindiği gibi örf kökünden türemiş bir kelimedir. Örf, kutsal ile arasındaki bağın varlığı veya yokluğu düşünülmeden, toplum içinde var olagelen davranış kalıplarıdır. Bunların varlığı müsbet olarak kabul edilmiş ki Kur'an'da bu kelime (örf) den türetilen bir başka kelime, (maruf) iyilik kavramım ifade etmek için kullanılmıştır. Öyle ise örfün tek başına iyiliği ifade etmesi Kur'an mantığına ters düşmemektedir.
Ahlak yargısı ile toplum arasındaki ilişkinin bir benzeri de ahlak ile aile yapısı arasında ortaya çıkar.
IQ (İntelligente Quotient Zeka göstergesi, zeka yaşı) ve sosyoekonomik durumu düşük çocukların ahlaki gelişimi de yavaş olmakta, çocuk suçluluğu oranı ise yüksek çıkmaktadır. Bu oranlamalar yukarıdaki yargıyı doğrulamaktadır. Buna mukabil sosyoekonomik durum ile tutumlar arasında ilgi çekici paradokslar da bulmak mümkündür. Bazı yoksul çevrelerde ahlak ölçülerinin daha sağlam olduğu, alçak gönüllülük ve otoriteye saygının daha belirgin olduğu tesbit edilmiştir.[192] Bazan da gecekondu çevresi ile lüks apartman çevresi çocuk yetiştirme konusunda büyük farklılık göstermeyebilmektedir. Veya tersine aynı evde büyüyen iki kardeşten biri uyumlu, öteki uyumsuz ve isyankar olabilmektedir.
Değer hükümlerini toplumsal kurumlar ortaya koyarlar. Bunlar din, hukuk, ahlâk, örf ve âdetler ile yaşanan zamanın hayat anlayışı, yani moda denilen kurumlardır. Bu kurumların, hükümlerin yerine getirilmelerini sağlayan birtakım müeyyideleri vardır. Genel olarak dinlerin müeyyidesi âhirette ceza, hukukun müeyyidesi dünyevî ceza, ahlâkın müeyyidesi ayıplama, örf ve âdetlerin müeyyidesi toplum dışı bırakma, modanın müeyyidesi ise küçümsemedir.
Hüküm ve müeyyide bakımından İslâmiyet, diğer dinlerden çok farklı bir özelliğe sahiptir. Onun özelliği, hayat nizamı olması, yani günlük hayatın her bölümü ile ilgili bir takım emir ve yasakları insanlara mükellefiyet olarak yüklemesidir. İslâmiyet ile ilgisi olmayan bazı dinlerde de birtakım müeyyidelerin olmasına rağmen bunlar, hayatın bütün bölümlerini kapsayıcı mahiyette değildirler. İslâmiyet'in bu özelliğini daima göz önünde bulunduran alimler, hükmü verenin, yani Hakim'in Allah olduğunda hemen hemen ittifak etmişlerdir. [193]
İyi ve kötü, güzel ve çirkin kavramlarının çocukta oluşması onda vicdan dediğimiz rehberi ortaya çıkaracaktır. Vicdan, kişinin doğruyu yanlıştan ayırmasına yarayan fikirler, tutumlar ve iç denetim araçları ile görev ve sorumlulukları anlamaya yarayan fikirlerin oluşturduğu bir sistemdir. Vicdanı üstbenlik (süperego), içselleşmiş değerler bütünü, kendi kendine denetim aracı olarak tamamlayanlar da vardır.[194] Beş yaşlarında ortaya çıkması gereken vicdanın görevi, özellikle yapılmaması gereken şeyleri engellemektir. Yoksa yaptıktan sonra bundan pişmanlık veya suçluluk duymak değildir. Onun için ana-baba tarafından çocuğun vicdan azabı çekmesini sağlamaktan çok, onu yapmamaya özendirici bir tutum izlenmesi tercih edilmelidir. [195]
İyi kötü kavramları ile vicdan arasındaki ilişki birçok yönden ele alınmaktadır. Vicdan, iyi kötü kavramlarının kaynağı olarak görüldüğü gibi, sonucu olarak da düşünülebilmektedir. Akla uygun, bilinçli ahlakı savunan kişiler "neyin iyi neyin yanlış olduğunu çocuk vicdanına danışarak öğrenir" demektedirler. [196] Öyle ise çocukta vicdanın oluşmuş olması gerekmektedir. O zaman vicdanın neye göre oluştuğu sorusu karşımıza çıkmaktadır. Kanaatımıza göre vicdanın kaynağında din vardır.
İyi ve kötü kavramlarını öğrenmede etkisi sebebiyle çocuğum eğitimi konusunda, işin üzerinde durulması gereken bir diğer husus arkadaşlık kavramı ve arkadaşlarıdır.
Arkadaşlık bir çok faydalı yönü olan bir sosyal olgudur. Onun için teşvik edilmesi çok tabiidir. 2 yaşında ortaya çıkan, 3-4 yaşlarında bağlılığa dönüşen arkadaşlık duyguları, bu dönemlerde de çocuğun hayatında etkisini sürdürür. Çocuğun başkasına karşı sempati duymasından kaynaklanan arkadaşlık olgusu algı, duygu ve eylem birlikteliği ve bir arkadaşlığı gerektirir. Çocuk başkasının üzüntüsünü kavrayabilmeli, olayı kendi duyguları ile tartabilmeli ve bu duygularını söz ve eylemi ile dile getirebilmelidir. [197] İşte bütün bunları çocuğa arkadaşlık kazandırır. Yoksa çocuk, sadece kendisi ile ilgilenen, kendi derdi ile dertlenen, başkasına ağlayacak veya onun başarılarına sevinecek bir hali olmayacaktır.
Arkadaşlık çocukta toplumsal etkileşim olgusunu da ortaya çıkarır. Böylece iyi-kötü, güzel-çirkin gibi değerlerin kazandırılmasında önemli rol oynar. Toplumsal etkileşim zihnî yapıya bağlıdır.
Biz istenmeyen arkadaşlık konusunda bir iki söz etmek istiyoruz. Özellikle ana-babalar istemedikleri arkadaşlarını bırakmaları için çocuğa baskı yapmak ve ona emir vermek yerine çocuklan ile arkadaşlarını tartışmalıdır. Bunun içinde anne-babanın çocuklarının arkadaşlarını tanımış olmaları gerekmektedir. Ayrıca çocuğun arkadaş seçerken anlaşabileceği tiplere meyilli olduğu gerçeği de gözönünde bulundurulmalıdır.[198]
Çocuk kendi düşüncelerini açıklayabilmeli, başkalarının onu anlamasını temin etmelidir. Bu ise onu başkalarının açısından olayı görme zorunluluğu ile karşı karşıya getirir. Çocuk bunu başarmak zorundadır. Bunun da yolu Piaget'in "ben merkezli yöneliş" dediği tutumundan sıyrılmaktır. Yararlı bir arkadaşlığın kurulma esası budur. [199]
3- Son Çocukluk (Yafi'î) Dönemi:
Çocuğun üçüncü yaş dönemi, yedi ile on yaş arasıdır. Piaget bu döneme "somut işlemler dönemi" adını verir. Bu dönemde çocuklar mantıksal düşünme, sayı, zaman, mekan, boyut, hacim, uzaklık kavramlarını öğrenir ve kullanır. [200] Bu dönemde gelişim alanlarında şu durumlar ortaya çıkar: [201]
A) Bedensel Gelişim:
6 yaşındaki ortalama bir çocuğun boyu yaklaşık 106 cm, ağırlığı aşağı yukarı 20 kg dır. Fiziksel büyüme bebeklik ve ilk çocuklukta olduğundan yavaştır. Bununla birlikte büyüme, oğlanlarla kızlar arasında belli belirsiz farklılıklarla kararlı bir hızla sürer. On iki yaşında ortalama bir erkek çocuk yaklaşık 142 cm boya ve 38 kg ağırlığa sahiptir. Ortalama bir kız çocuk ise 2,5-5 cm daha uzun ve yaklaşık 2,7 kg daha ağırdır ve bazı durumlarda ergenliğe giriyor olabilir. [202]
B) Bilişsel Gelişim (Somut İşlemler Dönemi):
Bu dönemde çocuklarda mantıksal düşünme ve sayı, zaman, mekân, boyut, hacim, uzaklık kavramları yerleşmeye başlar. Ancak soyut düşünce henüz tam anlamı ile gelişmemiştir. Somut işlemler dönemindeki çocuk, sınıflandırma, gruplandırma gibi yeteneklere sahiptir. Örnek olarak çocuklar güller, lâleler ve öteki çiçeklerin hepsinin çiçekler sınıfına girdiğini bilmektedirler.
İlk çocuklukla son çocukluk arasında zihinsel ve dil gelişimi açısından da büyük farklılık görülür. 5 yaşında bir çocuk için top, oynanılan bir şeydir. Onu kullanım anlamında düşünür. 8 yaşa doğru çocuk topu şekli, boyu, maddesi ve rengiyle tanımlar. Sözlü beceri 8 yaşında kendini gösterir. Bu yaşta dili bazen bir yetişkin gibi kullandığı görülür. [203]
C) Sosyal Gelişim:
Son çocukluk döneminde çocuk kendini sınıf, arkadaş ve oyun grubu içinde bulur. Bu da onu ergenlerde olduğu gibi kendi cinsiyetindeki grubun tüm faaliyetlerine katılmaya, ergin arkadaşlarıyla iletişim kurmaya doğru yönlendirir.
Son çocuklukta görülen bazı toplumsal özellikler şunlardır: [204]
1) Kolay Etkilenme:
Son çocuklukta aşırı duyarlılığın yanında bir de kolay etkilenme görülür. Bu dönemdeki çocuklar kendi arzularının diğer çocukların doğrultusunda olduğu inancındadırlar. Bu onların gruba kabul edilmelerini kolaylaştırır. Yaşam süreci içinde belkide hiçbir dönemde rastlanamayacak düzeydeki kolay etkilenme bu evrede görülür. [205]
2) Karşıt Görüşte Olma:
Bu, çocuğun düşünce ve hareketleriyle diğer çocuklara karşıt olmasıdır. Kendi akranlarının görüş ve düşüncelerini paylaşan, kabul eden çocuk daha büyük çocukların ve erişkinlerin görüşlerine karşı koyar.[206]
Rekabet:
Son çocuklukta rekabet 3 biçimde görülür.
1- Grup üyeleri arasında rekabet
2- Kendi grubuyla, rakip gruplar arası rekabet,
3- Gruplar, toplumu düzenleyen diğer sosyal kurumlar arası çatışmalar. [207]
Sorumluluk:
Araştırmalar, kalabalık ailelerden gelen çocukların, zorunluluk nedeniyle kendi işlerini yapmak ve kendilerinden küçük kardeşlerine bakmakla yükümlü olmalarından dolayı sorumluluk duygularının daha fazla geliştiğini göstermektedir. Kendi evlerinde bazı sorumlulukları üstlenmeyi öğrenen çocuklar, sadece başarılı bir uyum göstermekle kalmayıp, aynı zamanda grubun lider rolüne seçilmiş bir üyesi de olabilmektedirler.[208]
Yedi yaş birçok terbiyeci tarafından temyiz yaşı olarak kabul edilir. İslam eğitimine göre bu yaş da çocuktan bazı şeyleri yapması istenir. Mesela, bu yaşa gelen kız ve oğlan çocuklarının yatakları ayrılır.[209] Çünkü bu yaşta cinsel kimliği iyice belirmiştir. Kızlar, kız özelliklerini, erkekler, erkek özelliklerini gösterirler. Kızlar ve erkekler kendi aralarında kümeleşerek oynarlar. Özellikle erkekler takım oyunlarına yönelirler. [210] Kümeleşme bilincinin hızla geliştiği bu döneme "çete çağı (Gang age)" adı verilir. Bu tip çeteler bu dönemin normal toplumsal grublaşmalarıdır.[211] Çocuğun bu dönemde, sosyal ve zihni yönden bir buhran geçirdiği de bilinmektedir. [212]
Son çocukluk döneminin ilk ve önemli dini faaliyetlerinden biri erkek çocuklar için sünnet törenidir. Sünnet dini bir törendir. Çocuğun din ile ilişki kurmasında da önemli bir yeri vardır. Onun için kişiliğinin oluştuğunun bir göstergesi ve bunun herkese ilanı ve herkes tarafından bir nevi tescilidir. Sünnetin bu yönü vurgulanmalı, ona bunu temin eden olgunun dini olduğu açıklanmalıdır. Ayrıca ana baba sünneti acı veren bir olay olmaktan çıkarıp neş'e ve eğlenceye dönüştürmelidir. Bu eğlencenin de hedefi çocuklar olmalıdır. Büyüklerin coşkusu hiçbir zaman çocukları ikinci plana itmemelidir. Öyle ise çocuk, sünneti çocukça yaşamalıdır. Gerek eğlence, gerek dini bir faaliyet olarak sünnet önce çocuklara hitap etmelidir.
Sünnet eğlencelerinin dini atmosferi ikinci plana iten bir yörüngeye oturtulması, burada konu bile edilmeyecek kadar amacın dışında bir tutumdur. Onun için içki, kumar v.s. gibi İslam dışı unsurların sünnete sokulması kesinlikle önlenmelidir.
Din eğitimi alışması olarak bu dönemde çocuk namazla emredilmeye başlanır. Bu yaşla ilgili Rasulullah'ın çocuklar hakkındaki bu tutum değişikliği, bu yaşın belirli bir dönemin başlangıcı olduğuna işaret olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden bazı Fıkıhcılara göre, bu yaştaki çocuğa ana-babasının boşanması durumunda, hidane (çocuğun bakım ve gözetimi) hakkını kimin kullanacağı konusunda rey beyan ettirilmelidir. Ayrıca 7 yaşında bir çocuk kendi dini ile diğer dinler arasında somut temellere dayanan ayrımlar yapmaya başlar.[213] Bu tür işlemlerden dolayı bu döneme "akıl çağı" veya "öğrenme çağı" adı da verilir. Bu dönem, zihinsel öğrenme çağının başlangıcıdır. Çocukta bilgiye düşkünlük başgösterir. Bunun yanında duygusal öğrenme devam etmektedir. Buna da dikkat edilmelidir.[214]
Bu dönemde çocuk artık Allah inancı ile ilgili bilgileri öğrenip benimsemelidir. Çünkü tam olmasa bile artık çocukta soyut düşünce başlamıştır.[215] Artık çocuk Allah ile içtenlikle ilişki kurmalı, kesin olarak Allah'a olan ihtiyacını hissetmelidir. Ancak ona sığınma ve güvenme ile kendisini korumasını istemelidir. Yani artık ona dua edecek duruma gelmelidir. Bunun içinde şu hususlara inanması telkin edilmeli, ondaki ben-merkezci duygulardan yararlanılmalıdır.
a) Herşeyden önce ferdin var olması Allah'a bağlıdır.
b) Onun varlığı ve yaşaması Allah'ın elindedir. Çünkü gerekli tüm İhtiyaçlarını O karşılamaktadır.
c) Yaşamın bütün tehlike ve zararlarından koruyacak olan O'dur.
d) O, insandan yana olan herşeyi yapmış ve yapmaktadır. [216]
e) İnsan yalnız ona ibadet etmeli ve yalnız ondan yardım istemelidir.
Böylece çocuk duygusal ağırlıklı inançtan, zihinsel (tahkik) ağırlıklı inanca yol almalıdır.
Bu arada Allah'a inancında teferruata girilebilir. Özellikle şirk konusunda çocuk uyarılmalıdır. Ben-merkezci Allah tasavvuru desteklenmeli, çerçevesi aile bireyleri, akrabalar ve tanıdıkları içine alacak şekilde genişletilmelidir. Ayrıca Allah tasavvuru konusunda çevrenin telkinlerinin zararlı yönleri önlenmeli, olumlu etkilerinden yararlanılmalıdır. Çünkü içinde yaşadığı fizikî veya sosyal çevre, çocuğun zihnine belli bir Allah inancı sokacaktır. Çocuğun fizik çevreden aldığı Allah kavramı ile yetişkinlerin ona öğrettiği bilgilerin karışması, onda, gerçek değer taşımayan bir teoloji bilgisinin doğmasına sebeb olabilir. [217] Özellikle Allah'ı insanlardan biri gibi tahayyül etme yanlışlığının önüne geçecek çalışmalar yapmak gerekir.
Yanlış Allah inancı yüzünden çocuk, saf imanın insan iradesine kazandırdığı hürriyetten ve bağımsızlıktan mahrum kalabilir. Halbuki bu dönemde çocuğun zihni, Allah'dan başkasına Allah'ın kulları nazarı ile bakmaya alıştırma faaliyeti için uygun bir düşünsel yapıdadır. Öyle ise Allah inancı ile hürriyet kavramları özdeşleştirilerek verilmeye çalışılmalıdır.[218] Bu yaklaşım onda aynı zamanda yeryüzündeki insanların eşit ve kardeş olduğu fikrini de uyandıracaktır. Allah'a inanma eğitimi özellikle ona güvenme duygusunu geliştirme noktasında yoğunlaştırılmalıdır.
Tabiatıyla Allah'a inanç İslam'ın diğer itikadi hükümlerine de inanmayı gerektirir. Öyleyse bunlar da sırası geldikçe öğretilmelidir. (Amentü) Bu bilgiler aynı zamanda bu dönemde kılmaya başlaması emredilen namazla ilgili temel bilgilerdir.
Namaz kılmak, Hz. Lokman'm oğluna öğütlerinde azmedilmeye değer olan işlerin başında zikredilmektedir. Çünkü namaz çocuğun davranışlarını disipline edip onu olgunlaştıracaktır. Böylece çocuk kararlı ve ölçülü davranmaya alışacaktır. [219]
Bu dönem çocukta vicdan denilen üst-benin oluştuğu dönemdir. 10 yaşında iyi-kötü haklı-haksız kavramlarının ayırdedilmesi gerekmektedir. [220] İslam eğitiminde üst-benin oluşturulması çalışmaları, namaz kılına ile başlar. Çünkü namaz, kötülükten alıkoyan bir eğitim değeri taşımaktadır. Şimdi namazın önce ibadet, sonra da ahlakî değeri üzerinde duralım.
Namazın veya daha genel olarak ibadet etmenin insanda psikolojik temelleri vardır. İnsanın anlaşılması, daha doğrusu insan ile onun ibadet etmesi, yaratana yönelmesi gibi davranışlarının doğru ve tam olarak değerlendirilebilmesi için onun varlığının temel şartlarından doğan ihtiyaçlarını gözönüne almak gerekmektedir.
E. Fromm'a göre insanın kendisine has olan ve varlığının temel şartlarından olan özel ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar şunlardır:
a) Belli bir köke sahip olma, nisbet etme (mensubiyet) ve ona dayanma ihtiyacı
b) Bağlı olma ihtiyacı
c) Bir yönelticinin güdümüne girme ihtiyacı
d) Onunla aynileşme ihtiyacı
e) Kendini aşma ihtiyacı[221]
İşte insanı ibadet etmeye götüren mekanizmalar bunlardır. Bunların tatmini ancak ibadet etmekle mümkündür. İbadetin yokluğu insanda bu ihtiyaçların yerine getirilmemesi sonucunu doğurur ki bu da onun hayatında psikolojik bir eksikliği ortaya çıkarır.
Bunlardan mensubiyet ihtiyacı bağlı olmanın ve bağlı olduğu varlığın güdümüne girmenin giderek onunla aynîleşmenin temelidir. Böylece son aşama olan kendini aşma, eylemi için gerekli ortamın oluşması gerçekleşmiş olur.
Burada kendini aşma olayı özellikle nefsinin onu kötüye yönlendiren tabiatını aşıp iyilik yapmanın ruhuna kazandırdığı dayanılmaz zevki yaşaması şeklinde ortaya çıkar. Böylece önce yaratıcıya mensub olma ona bağlanma ve onunla aynileşme-ibadet neş'esi, huzuru, huşu'u giderek ahlaki eylemin kaynağını teşkil etmekte ve böylece ibadet kötülüğü engelleyen, iyiliğe teşvik eden bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır. Bu da insanın kendini anlamasının, keşfetmesinin ön şartıdır. Kendini aşamayan insan kendisini anlayamaz. [222]
İbadeti basit bir tapınmadan ayıran temel unsur niyet'in varlığıdır. Niyet ise, bilincin eyleme iştirak etmesi halidir. Niyetin varlığı ibadete değer kazandırır, insanı yüceltir. İbadetin neşe ve zevkine ulaştırır. Niyetin eylemde yeterince hissedilmemesi ibadetten alınan tadı azaltır. Hatta onun adet haline dönüşmesine sebebiyet verir. Onun için namaz ve ibadet eğitimi yapılırken en çok niyeti, yani bilinçli olma özelliğini kazandırmanın üzerinde durulmalıdır.
İbadet konusunda belli bir bilincin oluşması, ibadetten beklenen amacın tahakkuku için şart olması, bu konuda çok hassas olmayı gerektirir. Onun için ana-babalar bu bilinci geriletecek veya yok edecek davranışlardan sakınmalıdır. Yapılan her hareket bu bilinci elde etmeye, beslemeye, geliştirmeye yönelik olmalıdır.
Doğan Cüceloğlu, ibadeti, özellikle namazı, kişinin iç dünyasının evren ile ilişkilerinde ona verdiği yere göre ele alır. Bu bakımdan çocuğunu iyi eğitmek isteyen ana-baba tarafından namazın muhakkak kılınması gerektiğini söyler. "Kılamıyoruz. Allah affetsin" gibi sözlerin çocuğu tatmin etmeyeceğini söyledikten sonra namaz eğitimi içinde şunları tavsiye eder:
Ana-baba, çocuklarına niçin hergün namaz kıldığını açıklamalı, isterlerse onlara namazın nasıl kılınacağını tarif etmeli, sonunda onların namaz kılmasını beklemeli. Eğer kılmıyorlarsa sebebi tesbit edilmeli, tembellik gibi yüzeysel sebeplerle kılmıyorlarsa, insan hayatındaki bilinç ve iradenin önemini yeteri kadar veremediğini düşünmeli; bu yönde çabalara girişmelidir. Eğer onun manevi hayatında namazın yeri olmaması gibi esaslı bir durum varsa onun bu tavrına da saygı gösterilmelidir.[223]
İnsanın ruhsal yapısı ile uyum içinde bir yapı gösteren ibadetler, elde edilmesi güç alışkanlıklardır. Bunun için ibadet eğitiminde çok dikkatli olunmalı, duyarlı hareket edilmelidir. Her eğitim olayında olduğu gibi, önce çocukta konu ile ilgili bir alan oluşturulmalı, bu ilgi alanı içinde çocuk yönlendirilmeye çalışılmalıdır. Öğrenme isteğinin kaynağı olan ilgi, eğiticinin işini çok kolaylaştırır.
Küçük yaşlarda çevrede gördüğü olaylar hareketler ve eşya, çocuğun zihninde cevap alınması gereken sorular oluşturur. İşte bu sorular veya zaman zaman taklid yoluyla öğrendiği hareketler namaz eğitiminde çıkış noktalarıdır.
6-8 yaşlarında çocuklara uygulanan bir araştırmada çocukların % 88'i namaz kılan çocuk fotoğrafından namaz kılma ibadetini tanımışlardır. [224] Namaz eğitimine işte bu izlenimlerden başlamalı ve hiçbir zaman kesin bir tavır koymadan sürdürülmelidir. Böylece çocuğun isteğine bağlı olarak başlatılan namaz eğitimi, zaman içinde ciddiyet kazandırılarak geliştirilmelidir. Yumuşak tavırlar, sevgi dolu sözler ve saygılı davranışlarla yürütülmesi gereken bu çabalar, zaman zaman çok olumlu sonuçlar vermekte, çocuk aniden düzenli olarak ibadet edebilmektedir. İşte bu ortamlarda çocuğun ibadete devamını sağlamak için daha bir özen gösterilmelidir.
Zaman zaman zirveye çıkan ibadet yapma isteği zaman zaman da çocuğun hayatından çıkabilmektedir. İşte bu durumlarda da çocuk üzerine baskı kurmamalı, ters bir davranışımızdan çocuğun kırılabileceği unutulmamalıdır. Taklid metodu üzerine telkin ve teşvik metodları yükseltilmeli, söz ve davranışlarla çocuk namaza özendirilmelidir.
İbadetin davranış geliştirmede ne denli önemli rolü olduğu da bilinmektedir. Çoğu zaman müsbet olan bu rol, insanda bazan çok büyük bir güven duygusu oluşturduğundan diğer yükümlülükleri unutturmak veya yerine getirmemek gibi bir sonuçta ortaya çıkarabilmektedir.[225]Çocukların böyle bir anlayışa sahib olması da önlenmelidir.
Bu dönemde ortaya çıkan kümeleşme istidadı, çocuklar grub halinde camiye götürülerek yönlendirilebilir. Bu faaliyet, çocuk için de renkli ve ilgi çekici bir özellik taşır. Grup halinde kılınan cuma ve bayram namazları, özellikle teravih namazları, bu dönem çocuğu için kafasında ve gönlünde uzun yıllar tatlı bir anı olarak kalır ve yerleşir. Bu tutum ayni zamanda çocuğun yaşdaşları ile oyun oynama ihtiyacını da giderecektir.
Namaz eğitiminde çocuğu özendirme (teşvik) nin çok özel ve önemli bir yeri vardır. Çocuk herhangi bir sebeple namazla ilgilendiğinde bu durum fırsat bilinmeli ve çocuk sürekli teşvik edilmelidir. Çocuğun daha önceden bilinen ilgileri bu yönde kullanılmalı ve teşvik hiç bir şekilde terkedilmemelidir.
Modern eğitim, öğrenmede oyunun rolü üzerinde çok durmaktadır. Şüphesiz çocukta namaza karşı ilk ilgi, oyun şeklinde ortaya çıkacaktır. Namaz esnasında sırta atlama veya secdede yanına yatma, sırta binme gibi haller, çocukta bir ilgi alanı oluştuğunun göstergeleri olarak kabul edilebilir. Çocuğun bu eğlenceli uğraşı belli bir dönem engellenmemeli, hatta zaman zaman namaz kılar gibi hareketlerle çocuk namaza ısındırılmalıdır.
Zaten Peygamberimiz (S.A.V.)'de böyle yapmış, namaz esnasında sırtına, hatta başına binen çocuklara hoşgörü ile bakmış, onların keyfini kaçırmamak için secdeyi uzatmış, namazda kendisi ile oynamalarına izin vermiştir. [226]
İslami hayatın temeli olan namazın bu özel durumu çocuğun eğitimine de yansıtılmalıdır. Bu dönemde çocuğun din eğitimi, namaz eksenli olarak yürütülmelidir. Önceki yıllarda çocuk açısından oyuna ve taklide dayalı namaz alışkanlıkları bu dönemde bilinçli bir şekilde ele alınmalı, eğitim gerektiği gibi yürütülmelidir.
Namazın ön hazırlığı olarak düşünülen dışındaki şartları, çocuğun eğitimi ile doğrudan alakalı olaylardır. Bunlardan boy abdesti ve namaz abdesti, temizlik eğitiminin ve cinsel eğitimin başlangıcı, bazı yerlerin örtülmesi mecburiyeti, örtünme, haya duygusunun ve gene cinsel eğitimin başlangıcı, vakit, zamanın değerlendirilmesi ve hayatın disipline edilmesi, kıbleye yönelmek, İslam kardeşliği, birlik ve beraberlik şuurunun kazandırılması, niyet, kalp ve davranış birlikteliği, davranışlarımıza kalbimizi ortak etme ve işlerimizi bilinçli yapma alışkanlıklarının ön çalışmaları olarak değerlendirilmelidir. Bunlar hem namazın, hem de hayatın vazgeçilmez alışkanlıklarına temel olacak davranışlardır. Özellikle abdest, temizlik alışkanlığına temel yapılmalı, bu yolla çocuğa temizlik alışkanlığı kazandırılmaya çalışılmalıdır.
Namaz eğitiminde özellikle dikkat edilecek husus, davranışlarımızın çocukta namaza karşı sevgi ve sempati uyarmaya ve onu yerine getirmenin gerekliliğini kavratma amacına yönelik olmasıdır. Dinin ve din eğitiminin temeli olması açısından namazın ihmal edilemez bir görev olduğuna dikkat çekilmeli, iyilik ve kötülük ile ilgili işlevi gözönüne alınarak ahlaki davranışlarımızdaki yeri öne çıkarılmalıdır. Yoksa insanın kıldığı namazın farkında bile olmadığı gibi bir duruma düşülmesi kaçınılmaz olacaktır, ki Kur'an bu gibiler için "yazıklar olsun o namaz kılanlara" ifadesini kullanmaktadır.[227]
Bütün bu çalışmalar kolayca başarılabilecek çalışmalar değildir. Onun için bir hadis-i şerifte namaz eğitiminin 7 yaşında başlatılıp 10 yaşına kadar sürdürülmesi istenmiştir. [228] Yani 3 yıllık bir kesiksiz çalışma ile çocuğa namaz alışkanlığı kazandırılabilinecektir. Bu zaman içinde de çocuk hiçbir şekilde kaba davranışlara, baskıya maruz bırakılmamalıdır. Bu olumsuz davranışlar, çocuğun namaza karşı sempatisini yok edebilecektir. Bu dönemde namaz için çocuğu küçük düşürmek, hele hele dövmek gibi davranışlardan kaçınmak gerekir. Namazda ve diğer ibadetlerin kazanılma eğitiminde kaba kuvvetin yeri yoktur. Çünkü ibadette ölçü ihlas ve samimiyettir. [229]İbadet şüphesiz bir kulluk görevidir. Dolayısıyla Allah ile kul arasındaki bir ilişkidir. Onun için onun farz oluşu ve mahiyetine ait ilk hikmeti Allah'ın bilgisi dahilindedir. İnsana yönelik yönü ise namazın ona ahlakî erdemler kazandıracak bir faaliyet oluşudur. Çünkü namaz da diğer ibadetler de bir dünya faaliyetidir. Dünya hayatına yönelik hedefleri olması da son derece tabiîdir.
Namaz kulluğun en belirgin göstergesidir. Kulluk psikolojisi Fatiha suresinde de şöyle vurgulanmaktadır.
"Ancak sana ibadet ederiz. Ancak senden yardım isteriz."[230]
Burada kulun, kulluğunu yönelttiği makama bir takım isteklerle de gidebileceği vurgulanmaktadır. Eğer kulun bir takım istekleri olur da bunları, kulluğunu yönelttiği makama değil de başka makamlara yöneltirse, bu sefer kulluk psikolojisi bozulur. İsteklerini yönelttiği makama, karşı kulluk psikolojisine girebilir. Bunu önlemenin tek yolu, kul olduğu varlıktan isteklerde bulunabilmektir. Onun için kulun, kulluğunu yönelttiği makamdan birtakım beklentiler içinde olması tabiidir. İşin gereği de budur. Bu bakımdan namaz, ilk planda kulun Allah'a yönelmesini temin ederken ikinci olarak ta kendini eğitme faaliyetlerinin bir bölümünü teşkil eder.
Kulluk, şahsiyetin yücelmesinde en önemli unsurdur. Ancak, ibadet, iman, ihlas, marifet, niyetin ıslahı gibi şartlardan sonra olursa kulu yükseltir. Yoksa adet ve alışkanlık eseri olan huşu ve hudu'dan uzak, gösteriş niyetleri taşıyan namazla yücelmek mümkün değildir. [231]
Bütün ibadetlerin bir yönden de kulun eğitimine katkısı olduğu söylenebilir. Oruç, sabrın kazanılması iradenin eğitilmesi, duyguların yüceltilmesi, Allah'a ve insanlara yönelik "takva"nın elde edilmesi, zekat, cömertlik ve irade eğitimi, Hacc, duyguların yüceltilmesi gibi özellikler kazandırır.
İbadet ile ahlakî davranışı sebep-sonuç ilişkileri içinde birleştiren Kur'an mantığı, iyilik kavramının çocuğun kafasında geliştirilmesini de tavsiye etmektedir. Ana hatları belirli olan sıradan bir iyilik yapma alışkanlığı kazandırmak, Kur'an'ın nihaî hedefi değildir. Çocuk iyilik kavramını en ince noktalarına kadar düşünce ve duygu dünyasında var etmeli, onun gerek bu dünya hayatının her alanında ve gerekse ölüm ötesi hayatta en ince detayına kadar değerlendirileceğinin bilincinde olacak bir şekilde eğitilmelidir.
Bu duruma Kur'an Lokman suresinde iyilik için "hardal tanesi ölçüsü," Zilzal suresinde "zerre ölçüsü" ibarelerini kullanmak sureti ile temas eder. Çocuk yaptığı iyiliği hiçbir yönden eksik bırakmayacak bir anlayışla yetiştirilmeli, ona, zerre ve hardal tanesi ölçüleri kazandırılacak şekilde ayrıntıya girilmelidir. Bunların hep değerlendirilmeye alınacağının bilincinde olacak şekilde yetiştirilmelidir.
Kur'an'ın iyilik eğitiminde üzerinde durduğu ayrıntıların önemine temas eden diğer bir husus, kayanın içi, yerin ve göğün derinlikleri ibareleridir. İyilik bu kadar gizli yapılmış bile olsa, hayatın herhangi bir döneminde insanın karşısına çıkacaktır. Bu konuda gizlilik şartına riayet etme inceliğine de bir temas vardır. Sanki bu ifadeler kullanılmakla iyiliğin yapılma ortamı olarak da gizlilik tavsiye edilmekte, fakat böyle bile olsa onun değerlendirileceği haber verilmektedir. Çünkü onu değerlendirecek olan mutlak kudret "Latif'dir. Yani incelikleri bilen değerlendiren bir tavrı vardır. Detaya inen,.detayı değerlendirme ölçüsü olarak kabul eden varlıktır. Çocuk işte iyilik konusunda bütün bunların farkına ve şuuruna vardırılarak yetiştirilmelidir.
Böylesine sağlam ve teferruatlı bir iyilik ve kötülük kavramlarının çocukta varedilmesini tavsiye eden Kur'an'ın bu tutumu, öncelikle psikolojik, sonra da sosyolojik olgunlaşmanın gereği olarak düşünülmelidir. Çünkü çocuğun ilerideki yıllarında, olgunlaşmış dönemlerinde, doğru ve yanlış hareketlere dair dürüst ve sağlam standartlara sahib olması gerekmektedir. Bu standartlara sahib olan kişinin bunlara göre davranması da kendisi için hiç de zor olmayacaktır. Büyümekte olan bir çocuğun bu niteliği elde etmesi, kendisine söylenenlere, etrafında oluşan davranışlara bağlı olmaktan daha çok, bizzat kendi davranışlarının sonuçlarından edindiği izlenimlere bağlıdır. Bu izlenimler vasıtası ile doğru ve yanlış davranışlara karşı makul bir duyarlılık edinir. İşte bu duyarlılığın varlığı da çocukta vicdanı var eder ve onu geliştirir.
Davranışlara ait bu gibi değerlerin geliştirilmesi, çoğu kere kolay olmamaktadır. Din, namus ve ahlak kurallarına son derece bağlı bir aile atmosferinde yetişen bir çocuk, bu kurallara taassub derecesinde bağlı, iyi ve kötü davranışlar konusunda aşırı derecede hassas ve her şeyi vicdan meselesi haline getiren bir kimse olabileceği gibi bu atmosferin baskısına isyan edecek bir psikolojiye de sürüklenebilir. Onun için baskıdan çok, anlatma, ikna etme metodu kullanılmalıdır. Baskı ile oluşan bireysel vicdan, kendisini veya mensubu bulunduğu grubu, davranışları ile üzüntü ve kedere sürüklemekten engelleyecek kadar duyarlılık elde edemez. Onun, ferde fikri ve ruhi huzur içinde bir ömür geçirtebilmesi, aşırılığa kaçmayan, ılımlı bir yolun izlenmesi suretiyle geliştirilmesine bağlıdır. Ölçüsüz ve aşırı bir şekilde geliştirilmiş vicdanın hayali suç üretmesi veya suçluluk duygusu ortaya çıkarması kaçınılmaz olmaktadır. Bu da rahatsızlığa sebebiyet vermektedir. Belli ölçüler içinde hakkıyla geliştirilmiş bir vicdanın, gerçekten kusur ve kabahat özelliği taşıyan davranışları engelleyeceği aşikardır. Bu durum hayatına hem bir yön verir, hem de bir mana kazandırır. Kendisine ve çevresindekilere karşı saygı duyma, dost ve arkadaş edinme ve hür olma ihtiyaçlarını gidermeye hizmet eder.[232]
Namaz eğitimi ile birlikte iyi ve kötü kavramlarının iyice yerleştirilmesiyle bu yaşlarda çocukta iyiyi ve kötüyü, doğru ile yanlışı ayırdetme yeteneğinin yani üst benlik gelişmesinin önemli bir kısmı gerçekleştirilmiş olur. [233]
Namaz kılma emrinin hemen arkasından gelen iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışma azmi, çocuğun toplumsanmasını sağlayacak davranışlar kazandıracaktır. Kötülük ve fuhşiyattan men eden namaz[234] çocuğun bu davranışlarında kararlı ve azimli olmasını temin edecektir. Namazın sonunda yapılan duanın psikolojik rahatlığından da çocuğu haberdar etmek gerekir. Dua yolu ile Allah inancı güçlendirilmeli, Allah sevgisi artırılmalı, O'nun esirgeyen ve bağışlayan yüce varlık olduğu çocuğa hissettirilmelidir. Çocuk dua yolu ile Allaha sığınmaya, kendisini, onun korumasına bırakmaya alıştırılmalıdır. Zaten çocuğun dünyasında dua; kişisel kanaatlerin, heyecanların, beklentilerin, istek ve şikayetlerin Allah'a sunulması, bir bakıma korunma ve savunma aracı bir yakarış ve isteme faaliyetidir. [235] Duasında anne-baba ve kardeşlerine yer vermesi hatırlatılmalı, böylece aile içi ilişkiler sıcak bir ortama ulaştırılırken, çocukta paylaşma duygusu güçlendirilmeye çalışılmalıdır. [236]
Şu halde namaz, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışma ve sabır birbirini tamamlayan unsurlar olarak çocuğun maddi ve manevi hayatını en güzel bir şekilde yönlendirecektir. Bundan dolayı yedi yaştan sonraki eğitim için bu emirler ihmal edilemez prensipler olarak değerlendirilmelidir.
Namaz aslında ergenlik çağı ile birlikte farz olur. Fakat eğitim olayının belli bir süreçte tamamlandığı gerçeği göz önüne alınırsa, çocuğa yedi yaşından itibaren namaz kılma eğitimi yaptırmanın hikmeti daha iyi anlaşılır. Namazın beraberinde getirdiklerini kazanabilmek için bu konuda belli bir eğitimden geçmenin lüzumu aşikardır. Çünkü namaz, insan hayatında yalnız Allaha yönelik bir ibadet olarak kalmaz, aynı zamanda onun davranışlarını düzenleyen, günlük hayatını disipline eden kötülükten alıkoyan ve iyiliğe götüren bir motivasyon temin eder. Bu özellikleri elde etmek için belli bir eğitime ve sürece ihtiyaç hissedilmektedir.
Yukarıdaki uygulamalarla bu dönemde ibadet neşe ve heyecanını tadan çocuk, bu duyguları yaşadığı sürece unutmaz. Çocukluğunun en güzel ve değişik hatıraları olarak muhafaza eder. Mükellef olduğunda da bunları daha kolay yerine getirir.
Çocuk eğitiminde namazın önemine işaret eden bir başka unsur ise, namaz kılma emrini on yaşına ulaştığında da yerine getirmemekte direnen çocuğun hafifçe dövülmesi yolunda Rasulullah (S.A.V.)'ın vermiş olduğu ruhsattır.[237] Bilindiği gibi 10 yaş çocuk eğitiminde kritik yaş olarak kabul edilir. 10 yaş çocuğu, 9 yaşındaki çocuktan çok farklıdır. İlgileri değişmiş, gerginlik gitmiş, uysallık ve uyumluluk ortaya çıkmıştır. Dengeli bir hayatı vardır. Ağrı, sızı ve rahatsızlıklar ya azalmış ya yok olmuştur. Daha çok yemek yerler, duygusal hayatları daha düzenli, sosyal gelişimlerinde daha başarılıdırlar. [238] Onun için bu döneme, huzur çağı adı verilir. 3 yıllık bir eğitimden sonra namaz kılmamakta direnen bir çocuk bu dönemi inatçılık sebebi ile yaşayamıyor demektir. Dövme ile ilgili ruhsat, bu durumu onda var etmek için son çare olarak düşünülmelidir. Eğitim faaliyetlerinde çocuğu dövme hususunda bu derece açık olarak, yalnız bu meselede izin verilmiş ve bir takım şartlara bağlanmıştır. Bir kere burada söz konusu edilen dayak son derece sınırlı ve şiddeti düşüktür. Bütün ömrü boyunca, çocuklara, yaptığı bir iş için niçin yaptın veya yapmadığı bir iş için niçin yapmadın" diye bir kınama veya azar sayılabilecek bir söz bile söylemeyen ve çocuklarla hep sevgi ve merhamet ortamı içinde iletişim kuran Peygamber Efendimiz'in bu konudaki bu ruhsatı, işin, çocuğun eğitilmesine olan etkisine dikkat çekmek içindir. Hiç bir şekilde ihmal edilemez olduğunu vurgulamak içindir. İhmal edildiğinde de çocuğun eğitimi açısından büyük sakıncalar ortaya çıkacağını belirtmeye yöneliktir.
Çocuğu dövebilmenin ikinci şartı 7 yaştan 10 yaşın sonuna kadar 3-4 sene onu bu konuda eğitmek için çaba sarfetmiş olmaktır. Bu çaba gösterilmeden çocuğu dövme yoluna başvurmak çocuğa karşı haksızlık olacaktır. Üçüncü şart ise, çocuğu döverken yaptığımız işin eğitim değeri taşımış olmasına dikkat etmektir. Yani bu dayak, çocuğu namazdan soğutmak için veya kızgınlığı gidermek için olmamalıdır. Çocuğu eğitmek için olmalıdır.
Namaz kılmama hususu da bize göre namaz kılmamakta direnmek olarak algılanmamalıdır. Çünkü böyle sert bir muamele, ancak, direnme gibi bir durum için öngörülebilir. Çeşitli sebeplerle veya ihmal sonucu namaz kılmamak, ama kılması gerektiğine inanmak ve kılmadığında bunun ızdırabını çekmek, o çocuğun namaz eğitimini almış olduğunu gösterir. Büyüklerin hayatında bile olabilen ihmalin çocuğun hayatında ortaya çıkması, onun, namazı hafife alması veya namaz kılmama hususunda direnmesi olarak değerlendirilmemelidir. Ama tavsiyeden de geri durulmamalıdır. Atılacak yanlış bir adımın çocuğu namazdan veya ibadetten soğutabileceği unutulmamalıdır. Zaten bu gerçek bilindiğinden günümüzde özellikle namaz kılan anne babalar içinde çocuklarına namaz eğitimi verirken dayağa başvuranların oranı son derecede düşüktür (% 4).[239]
Namazla eğitim ilişkisinin bir başka yönü Kur'an'da şöyle anlatılır.
"Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır. Hayra da mani olurlar. [240]
Bu ayetde namazın şeklen kılınmasından ibaret olmadığını bildirmekte, ayrıca onun muhtevasına önem verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Yoksa muhteva ve amacına uygun olmaktan uzak namaz kılanların hali acınacak bir durumdur. Bundan dolayı bu tip kişilere teessüf edilmekte, ibadetin ruhuna önem vermeyen insanların, başkalarını düşünmedikleri, gösteriş yaptıkları, samimi olmadıkları ve başkalarına yardım etmedikleri de haber verilmektedir.[241]
Namaz kılmamakta direnen çocuğun dövülmesine izin veren hadis, bir kısım yorumcular tarafından mensuh kabul edilmektedir. Beyhakî'nin de içinde olduğu bu grub şu hadisle, bu hadisin neshedildiğini ileri sürmektedir.
"Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Bunlar, uyanıncaya kadar uykuda olan, ergenlik çağına ulaşıncaya kadar çocuk, aklı başına gelinceye kadar deli kimselerdir." [242]
10 yaşındaki çocuğun henüz ergenlik çağına girmemiş olması sebebiyle sorumluluğu olmayacağından hiçbir surette çocuğun dövülmemesi gerektiğini ileri sürenler, "dövünüz" ifadesinin yürürlükten kaldırıldığını söylerler. Bunların dışında çoğunluk, alıştırmak ve eğitmek amacı ile ama mutlaka yapılması gerekli (vacib) olmayan bir araç olarak dayağa izin verildiği görüşünü ileri sürerler. [243]
Burada ibadetler içinde özellikle namazın zikredilmesi, onun insanı çok yoğun bir kulluk psikolojisi içine sokmasından dolayıdır. Çocuk namaz kılmakla Yüce Yaratan'ı ile muhatab olmakta, ona güvenmekte, ondan yardım istemekte, böylece yalnız ona muhtaç olarak ona kulluğun tadını tadmaktadır.
Gene kılınan namazla iyilik mefhumu arasında varolan bağ, çocuğun kafasında ve ruhunda tesis edildikten sonra namaz kılmakla kötülüğün birarada barınamayacağı ona izah edilmelidir. Böylece iyi karakteri geliştiren namazın şahsiyetin ölçüsü[244] olarak kişinin hayatındaki önemi de anlatılmalıdır. Çünkü bu dönemde çocukta üstbenlik gelişmiş, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı seçme yeteneği iyice ortaya çıkmıştır. [245]
Namaz gibi küçük yaşlarda eğitim çalışmasına ihtiyaç duyulan oruç ibadetinin de bu dönemde çocuğa kazandırılma çalışmaları başlatılmalıdır. Namaza göre toplumumuzda daha yaygın bir ibadet olan oruç, çocuğun hayatına gene onun için eğlenceli olabilen ortamlarla girer. Bu konuda öncelikle Ramazan ayının getirdiği bireysel ve sosyal psikolojik ortamdan yararlanabiliriz. Ayrıca sahur ve iftar vakitleri, büyükler için olduğu kadar çocuklar için de çok değişik özellikleri olan vakitlerdir. Bunlardan yararlanılmalıdır, özellikle iftarlarda çocuğun sevdiği yiyeceklere yer verilmelidir. Sahurun değişik ortamına çocuk, zaman zaman ortak edilmelidir. Halk arasında "tekne orucu" tabir edilen günün ortasında tek öğün yemek yemek suretiyle tutulduğu farzedilen orucu çocuğun tutması sağlanmalı "kurtların, kuşların oruç tuttuğu" arefe günü, tam gün oruç tutturulmalıdır.
Çocuğa zaman zaman basit olarak orucun bireysel ve toplumsal hayattaki öneminden bahsedilmeli, onun sabır ile olan yakın ilişkisi daima gündemde tutulmalıdır.
Aynı ayette zikredilen sabır ise, artık toplum içine çıkmaya hazırlanan çocuğun, karşılaşabileceği güçlükleri yenmesinde yardımcı olacak, nefsinin sınırsız arzularına set çekmesinde onu başarılı kılacaktır.
Bu yaş döneminde çocuğun toplumsanması daha ileri merhalelere götürülmelidir. Çünkü çocuk artık yalnız aile üyeleri ile değil, okulda veya sokakta toplumun diğer üyeleriyle de temasa geçecektir.
Oyun çağındaki çocuğun arkadaş edinmesi, ördek yavrularının suya dalar dalmaz yüzmeleri gibi doğal bir iştir. Yeter ki çocuk yaşıtları ile kaynaşabileceği bir ortam bulsun,Bu ortamı da çocuklar en uygun şekilde oyunda bulurlar. Başlangıçta bir çok oyunda çekişme, itişme, bozuşma hatta zaman zaman darılma olağandır. Ama darılma ile barışma bir arada olur.
Aile içinde karşılanamayan arkadaş ilişkileri, çocuğun en önemli ihtiyaçlarındandır. Fakat bu ihtiyacı karşılamakta belli bir olgunluk ister. Arkadaşı olmayan çocukların önemli ruhsal sorunları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bunların bir çocuk için en ağır olanı, içe kapanıklılık, yaşıtları arasına karışamamak, onlarla arkadaşlık edememektir.[246]
Arkadaşlarla iletişim kurmak kadar bu iletişimi ve ilişkileri sürdürmekte önemlidir. Grup içi faaliyetler bireysel sorumluluğu gerektirdiğinden bu duygunun geliştirilmesi gerekir. Öyleyse ona, yapılan iş bir hardal tanesi kadar bile olsa, hatta çok gizli bile yapılmış olsa muhakkak karşılığının görüleceği fikri aşılanmalıdır. Böylece iyilik ve kötülük mefhumu, sonuçlarıyla birlikte çocuğun kafasında teşekkül ettirilir. Hatta sorumluluk duygusundan hareketle çocuğa yaptıklarının karşılığını bulacağı gün olan ahiret gününden de bahsedilmeli, böylece yavaş yavaş sorumluluk duyguları geliştirilmelidir.
Çocukta üstbenliğin (iyiyi kötüden ayırt etme alışkanlığı) ortaya çıkarılması kolay değildir. Ana-babanın denetimi, sınır çekmesi, yol göstermesi gerekir. Bu çalışmalarda, çocuktan aynı olgun davranışları beklemek yanlıştır. Arada bir çizgiden çıkacak, yanlış davranışlar yapacaktır. Ama yaş ilerledikçe, davranışları daha tutarlı olacaktır. Bu eğitimin kazanılmasında en önemli unsur, ana-baba sevgisidir. Önce onlara öykünme ile başlayan, giderek benimseme ve özümseme ile devam eden ve kişiliğe sindirme ile sonuçlanan bu çalışmanın dinamik gücü, sevilen ana-babaya kendini beğendirmek ve daha çok sevilmeyi sağlamaktır. Bu durum onu daha uysal ve söz dinler duruma getirir.[247]
7 yaşından başlayarak 12 yaşına doğru çocukta Allah inancı konusunda bir değişme ve gelişme olur. Bu yaşlarda Allah'ı, daha soyut olarak düşünmeye başlar. Ondaki bu değişiklik dikkate alınarak çevresindeki kişilerde özellikle anne-babada Allah ile ilgili tutum ve tavırlar çok bilinçli olarak ve ona örnek teşkil edecek şekilde ortaya konmalıdır. Okutulacak kitaplarda bu husus göz önüne alınmalıdır. Çocukla çevresinin iletişimine göre onda dini kavramların anlam kazanıp yücelecekleri unutulmamalıdır. [248]
Allah inancı çocukta hürriyet fikrini oluşturacak şekilde verilmelidir. İslamiyette inancın hayatın dinamiklerinden oluşu, ancak riayet edilirse uygulama alanı bulabilir. Çocuk bu yaşlarda Allah'ı "sadece kendisine ibadet edilen ve sadece kendisinden yardım istenen" bir varlık olarak düşünmeye başlamalı, iman eğitimi bu yöne kaydırılmalıdır. Sadece Allah'a ibadet eden ve gene sadece ondan yardım isteyen bir insan diğer insanlar karşısında hür olma tavrını geliştirir. Onlara bağımlı kalmaz. Bu yaklaşım giderek onda insanların eşit olduğu düşüncesine de oluşturmalıdır. Çünkü ilerde kendisinde teşekkül edecek dini kişilik, bu iki unsura oturacaktır. [249]
Ayrıca bu yaş döneminde çocuğa Allah tanıtılırken "Esma-i Hüsna" (Allah'ın güzel isimleri) dan yararlanılmalıdır. Bu isimler içinden seçme yaparak onda Allah sevgisini oluşturacak olanlar üzerinde durulmalı, açıklamalar yapılmalıdır. Sözgelimi; er-Rahmân, er-Rahîm, es-Selam, el-Hâlık, el-Barî, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Muizz, el-Latîf, el-Halîm, el-Gafûr, el-Hafîz, el-Kerîm, el-Mucîb, el-Vedûd, el-Velî, el-Muhyî, el-Berr, el-Afüvv, el-Raûf, en-Nâfi', el-Hâdî, es-Sabûr isimleri açıklanarak çocuğa öğretilebilir.[250]
Bu dönemde çocuk, ana-babaya itaata sevk edilmeli, itaat etmiyorsa bazı tedbirler alarak itaate zorlanmalıdır. Çünkü ana-babaya iyi davranmayan çocuk, zulüm yapmaya alışır. Ve giderek bu tip davranışları geliştirir. Zulüm kokan her davranış ise, çocuğun ruhunu karartır. Halbuki ana-babaya karşı iyi davranışlar göstermek, çocuğu terbiye eder. İtaate zorlamayı da onun haklarını elinden alarak veya kısıtlayarak yapmamalı, ona yeni imkanlar temin ederken bunları itaatle özdeşleştirmelidir.
Çocukta ana-babaya itaat duyguları uyanmışsa bunlar giderek saygı ve sevgiye dönüştürülmelidir. Yani ana-baba ile çocuk ilişkileri itaat, saygı, sevgi temeline oturtulmalıdır. Bu arada ebeveyn, çocuğun kendilerine karşı itaatini kıracak, onu isyana sevk edecek, saygı ve sevgisini azaltacak davranışlardan (mesela çocuğun oyun oynama hakkını elinden almak gibi) şiddetle kaçınmalıdır. Çünkü söz dinlemek ön ergenlik çağındaki çocuklara zor gelir. Davranışlarında yetişkinlere başkaldırma, onlarla boy ölçüşme gibi tavırlar vardır. Engel tanımazlar. Üzerlerine fazla varılırsa, direnme, isyana dönüşür. Hatta ileri aşamalarda Allah'a isyan, onun emir ve yasaklarına karşı gelme onlara çekici gelebilir. Böylesi tavırlar, çocuğun eğitiminin yolunu tamamen kapayabilir. [251] Ayrıca anne-baba çocuğun kendilerine itaat etmesini istedikleri hususta da ona bilgi vermelidirler. Ana-babaya itaat, onların istekleri, Allah'ın emir ve yasaklarına aykırı olmadıkça şarttır. Ancak Allah'a isyan veya yapılması haram olan konularda ana-babaya itaat edilmez. Şüpheli konularda itaat gerekir. Çünkü şüpheliden sakınmak vera', ana-babaya itaat ise vaciptir. Mubah olan konularda ana-babanın izninin alınması lazımdır. [252] Yapılması dinde yasak olan isteklerine uyulmadığı takdirde bile, onlara dargın olmak, buğz etmek yasaktır. Onlarla iyi geçinmek tavsiye edilmektedir. Bu durumda da onların hakları gözetilecek, hizmetlerine devam edilecektir.[253]
İslamın ana-baba hakkını ve onlara itaat konusunu bu kadar geniş ve kesin kurallara bağlayarak ele alması, anne-baba unsurunun özellikle çocukluk döneminde ruhsal ve bedensel gelişim için son derece önemli olmasındandır. Çocuk eğitiminde anne-babanın rolü konusunda yapılan araştırmalar, bu önemi gün geçtikçe daha çok vurgulamakta, bu alanda bu kadar alternatifler (kreşler, bakımevleri, pedegoglar) ortaya çıktığı halde, hiç birinin anne-babanın yerini tutamadığını haber vermektedir. Aksine anne çocuk ayrılığı, çalışan anne, anne mahrumiyeti gibi kavramlar hep annenin önemini gündeme getirmektedir. [254]
Ana-babaya itaatle ilgili bütün bu bilgilerin detayları ile çocuğa öğretilmesinde büyük yararlar vardır.
Bu dönemin en belirgin özelliklerinden birisi bilgiye düşkünlüktür. Çünkü (9-13) yaşları arasını kapsayan zihinsel öğrenme çağı bu dönemde başlamaktadır. Bilgi ile birlikte gücün de ortaya çıkması çocuğu bencilleştirir. Bu durum da yaramazlık veya haylazlığı ortaya çıkarır.
Bu dönemde çocuk, bilgiye zihinsel faaliyetle ulaştığı için itirazsız kabul etme tavırları sona ermiştir. Onun için her bilgiyi olduğu gibi dini bilgiyi de akılla kavrayarak öğrenecektir. [255]
Bu dönemde üzerinde durulması gereken bir başka husus para ve onu kullanma hususudur. İlk çocukluk çağlarında bir oyuncak olarak para ile tanışan çocuk, 6-7 yaşlarında onunla bir çok şeyi alabileceğinin bilincine varır. Çoğu kere ana veya babanın yanında para ile yiyecek, giyecek vs. alındığına şahid olur. Babanın özellikle para kazanmak için çalıştığını öğrenir. Böylece ister istemez para onun hayatına girer.
Parayı ve kullanılmasını öğrenmesi çocuğun gelişiminde önemli rol oynar. Paranın olumlu olarak onun hayatına girmesini temin için şu üç husus üzerinde durulmalıdır.
a) Para kazanma yolları
b) Parayı harcama şekli
c) Tasarruf etme ve yatırım yapma
Bunların hepsinden mühim olan çocuğa hayatta bir çok şeyin olduğu gibi paranın da insanlara hizmet için icad olduğunu, bunun için parayı kullanmayı öğrenmesi lazım geldiğini, hiçbir zaman paraya esir olunmayacağını anlatmak ve öğretmektir,[256] Bu bilinci gerçekleştirebilirsek yukarıdaki çocuğun hususlarda bir denge kurarak faaliyet göstermesini temin edebiliriz. İnsanlara zarar vermeden para kazanmanın, har vurup harman savurmadan harcamanın, cimriliğe yol açmadan biriktirmenin ve akıllı bir şekilde yatırım yapmanın kesiştiği nokta denge noktasıdır. Bunu gerçekleştirmek, gelişim seyrinde önemli bir aşamaya ulaşmak demektir.
Para ile ilgili hususlarda da çocuğun ölçüleri haram-helal kavramları ile oluşturulmalıdır. Para kazanmak için her yolun mubah olduğu gibi bir düşüncenin çocuğun kafasına girmesi muhakkak engellenmelidir. Ayrıca kazanılan paranın harcama yollarının da meşru zeminler üstünde olması gerektiği şuuru, çocuğun dünyasına bir ölçü olarak sokulmalıdır. Toplumsal dengelerin ve çoğunluğun yaşadığı hayat tarzının ortaya çıkardığı durumun da parayı harcamada bir ölçü olduğu fikri çocuğa kazandırılmalıdır. Böylece çocuk israftan ve lüks tüketimden uzak durmaya alıştırılmalıdır. Helal yollardan olmak şartıyla, para kazanmaya sınır koymayan İslam ekonomi anlayışı, kazanılan paranın harcama yerlerinde aşırıya gitmeyi hoşgörmez. Lüks harcamalar yaparak insanlar arasında uçurumlar meydana gelmesini dini ve ahlakî yaşayışa uygun bulmaz.
Parayı kullanma eğitiminde 2 türlü yöntem ortaya çıkmaktadır.
1)Ana-baba parayı çocuğa ölçülü olarak verebilir, böylece onun hayatta da sınırsız imkanlara sahib olamayacağını ölçülü bir miktarda paraya sahib olacağını onu da iyi kullanması gerektiğini telkin edebilirler.
2) Bunun aksi olarak çocuğa ihtiyacından çok para vererek, fakat ihtiyacı kadar harcamasını sık sık ve sıkı bir şekilde öğütleyerek onun hür iradesi ile parayı kullanmasını ve ihtiyacının dışındakini biriktirebilme alışkanlığı kazanmasını teinin etmeye çalışırlar. Her iki usul de takib edilmekle birlikte daha sağlıklı yolun
İkinci yol olduğu düşüncesi bize daha uygun gelmektedir. Çünkü bu tutum, çocuğun irade gelişimi üzerinde de çok olumlu ve güçlü bir etki meydana getirecektir. [257]
4- İlk Ergenlik (Hazver) Dönemi:
Çocukluk safhasının bu son dönemi, on yaşında başlar, ergenlik çağı ile son bulur. Bu dönem, çocuğun gelişip kuvvetlenme dönemi olduğu kadar ruhsal alanda da önemli değişikliklerin olduğu bir dönemdir. Olgunlaşma çağının da başlangıcıdır.
Bu dönemin gelişim özellikleri de şöyle özetlenebilir: [258]
a) Bedensel Gelişim:
Ergenlik çağı hem bedensel, hem psikolojik açıdan birçok temel değişikliklerin oluştuğu bir çağdır. Lise öğrencileri bu çağın son kısmını yaşar. Üniversite öğrencileri, ise bu çağdan pek uzaklaşmış sayılmazlar. Bu çağın hatıraları onların belleğinde canlılığını halâ korur.
Ergenlik çağındaki değişiklikler cinsel salgı bezlerinin kana bol miktarda salgı bırakmalarıyla başlar. Cinsel salgılar, beyindeki hipofîz bezinin uyarılmasıyla bol miktarda üretilmeye başlanır. Kızlarda gözlenen değişiklikler daha erken ortaya çıkar. Kızların göğüsleri 11 yaş dolaylarında gelişme gösterir. Bu yaşta kızlar süratle boy atmaya başlarlar. Bu durum 13 yaş civarında yavaşlar. Erkek çocuklarda gelişme kızlardan 2 yıl sonra başlar. Ortalama boy sıçraması 14-15 yaşlarında görülür. Hem kızlarda, hem erkeklerde büyüme, belli bir sırayı takip eder. Eller ve ayaklar ilk büyüyen organlardır. Daha sonra kollar ve bacaklar ve en sonra da beden gelişir. Bu nedenle önce ayakkabılar, sonra pantolonlar küçük gelmeye başlar. En sonunda da gömlek, bluz ve ceketler değişir.
Bedensel gelişim sırasında kızlarda kas gelişimi, erkeklerinkine nazaran ikinci planda kalır. Bunun sonucu olarak tam anlamıyla gelişmiş bir kadının vücudunda daha çok yağ bulunur. Erkeğin bedeninde ise daha fazla kas vardır. Erkekler ile kızların ciğer ve kalp gelişimi de farklıdır. Erkeklerin ciğer ve kalbi kızlarınkine göre daha büyüktür. Kalp atış sayısı beden durgun haldeyken daha düşüktür, kanın oksijen taşıma kapasitesi daha yüksektir. Bu nedenle ergenlik çağında erkekler kuvvet, hız ve bedensel dayanıklılık bakımından daha yüksek bir etkinlik gösterirler. [259]
b) Bilişsel Gelişim:
Bu dönem formel işlemler dönemidir. Düşüncelerini savunacak mantık kurallarını ve düşünce şekillerini oluşturabilir. Düşüncelerinde görüş alış-verişi ve tartışma önemli yer tutar. Varsayımları sınayabilir. Soyut düşünür. Genellemeler yapar. [260]
c) Duygusal Gelişim:
Ergenlik döneminde yüksek bir duygusal hayat görülür. İlişkiler hassaslaşır. Uyumsuzluk ortaya çıkar. Bu da duygusallığı yükseltir. Duygusallığın ikinci nedeni güvensizliktir. [261]
d) Sosyal Gelişim:
Ergen toplumda saygınlık kazanma ve statü elde etme çabasındadır. Toplumsal uyumun temelinde yatan sebep budur. Bu da zamanla gerçekleşir. Çevrede özdeşleşme yapabileceği kişileri arar. Bu dönemde aile ve yakın çevre ilişkilerinde kuşak çatışmaları öne çıkar. Bu da ergeni aileden uzaklaştırır.[262]
Fizik gücün doruğunda olması ve çocuğun da bu durumun farkında olması, eğitim için zaman zaman zorluklar ortaya çıkarır. Bu dürtülerle yerinde duramayan çocuklar, kaba ve sert hareketler yapmaktan hoşlanırlar. Onları disipline edebilmek bir hayli zordur. Hareketleri ölçüsüzdür. Ölçüsüzlüğün sebebi, fizik güçlerini henüz tam tanıyamamaları ve kontrol edememeleridir.
Fizyolojik gelişim hızına, ruhsal gelişimin ayak uyduramamasından ortaya çıkan dengesizliğin, ruhi ve ahlâki birtakım bunalımlara sebebiyet verdiği bilinmektedir.
Bu dönemde ortaya çıkan değişim, çocukta, tedirgin, güç beğenen ve çabuk tepki gösteren bir tavır ortaya çıkartır. Duyguları, hızlı iniş ve çıkışlar gösterir. Çabuk sevinir, çabuk üzülür, çabuk kızar, istekleri artar. Kendine tanınan hakları yetersiz bulur. Kuralların çokluğundan ve gereksizliğinden yakınır. Süse ve giyime düşkünlük gösterir. Bütün bu göstergeler, kimi gençte daha erken, kimi gençte daha geç, kimi gençte daha abartılı, kimi gençte daha az çalkantılı olur. [263] Şu etkenler, çocuğun vaktinden önce gelişmesini sağlar.
1- Sıcak iklim
2- Hareket
3- Kent çevresi
4- Sinirlilik
5- Çocuğa hürriyet verilmesi
6- Sosyal münasebetlerin çokluğu
7- Sıkıntılı bir hayât sürmesi
Şu etkenlerde gelişmeyi geciktirir.
1- Soğuk iklim
2- Sessiz ve uyuşuk bir çevre
3- Yanlızlık
4- Baskı altında yetişme
5- Sıkıntısız bir hayat sürmesi[264]
Eğitimde bir kural da çocuğun eğilimlerine göre tavır almak, muhteva ve metodda o eğilimleri yönlendirmek, böylece onları yüksek amaçlar için kullanmaktır. Din eğitiminde de bu kural uygulanmalı, çocukta bu dönemde ortaya çıkan fiziksel gücün, Allah tarafından, kendisine, kendi yolunda kullanmak üzere verildiği ifade edilmelidir. Bunun bir nimet olduğu söylenmeli, bu nimetle diğer insanlara faydalı olunması gerektiği ona açıklanmalıdır. Bu ifade onun gururunu okşayacaktır. [265]
Bu dönemdeki fizyolojik değişmenin çocuğun tutum ve davranışlarını da değiştirmesi son derece tabiidir. Bu yüzden zaman zaman anne ve babanın değerleri ile ters düşebilir. Bu durumu ana baba soğukkanlılıkla karşılayıp mümkün olduğunca çocuğun hareketlerini aşırılığa varmayacak şekilde törpülemelidir. İyilik yapma telkinine ise devam edilmelidir.
Ayrıca bu dönemde itikadi ve ameli hükümlerin tümü öğretilmeli, ibadetlerle ilgili ahkam tatbik ettirilmelidir. Böylece çocuk kendi kendine ibadet etmeye alıştırılmalıdır. Oniki-onüç yaşlarındaki çocuğun zihni, mücerret kavramları anlayacak hale geldiği için[266]ona Kur'an'ın ve ibadetlerin hakikâtleri anlatılmalıdır. Ancak bunlar yapılırken çocuğun artık bilinçli öğrenme çağına girdiği unutulmamalıdır. Artık çocuk her öğrendiği bilginin doğruluğunu ve nedenini sorgulayacaktır. Çünkü kafasında eleştirme ve irdeleme eğilimi ortaya çıkmıştır. [267]
Bu dönemde bazı çocuklarda dine karşı reaksiyoner tavırlar gözlenebilir. Bunun sebebi yetişkinlerin bu güne kadar ona yapmış oldukları eleştirilerde dini kullanmış olmalarıdır. Hareketlerinin günah ve ayıp olarak değerlendirilmesinin sebebi, ergenin değerlendirmesine göre hep dindir. Onun için çocuğu suçlarken dini kullanmaktan kaçınılmalıdır. Ayrıca gençlerin zihinlerinde, genellikle olumsuz olarak baktıkları yetişkinlerin otoritesi, baskıcı tavırları ve mutlak itaat istekleri gibi hususların dinden kaynaklandığı yolunda fikirler oluşmaktadır. Ana-babanın böyle tutumlarının sebebini dine bağlayan genç, dinden soğumaya başlayabilir. Bu duruma sebebiyet vermemek gerekir.[268]
Bu dönemde gencin dini konulara ilgisi somut temeller ve konulardan soyut konulara yönelir. Özellikle soyut konularda kendi dini ile diğer dinler arasında farklılıkları ilgileri ve üstünlükleri araştırır, tesbitler yapar, ayırımlara gider. [269] Öyle ise onun eğitiminde bu farklılıklar da, konu edilmeli, din eğitimi faaliyetlerinin bir kısmı bu mukayeseye tahsis edilmelidir.
Ergenlik çağına girme ile çocuk her türlü hak ve sorumlulukları yüklenecektir. Öyleyse bu dönemde çocuk şahsiyet sahibi olabilmesi için her türlü eğitimden geçirilmelidir.
Bu çağda çocuğun 4 temel ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçlarda şu temel konuları öne çıkartır. Bunlar:
a) Bağımlılıktan kurtulma ve hür olma ihtiyacı, bağımsızlık isteği, şahsiyet gelişimi
b) Arkadaş olma, karşı cinse ilgi duyma ve beraber bulunma ihtiyacı, cinsel gelişim
c) Kendi geçimini kazanma ihtiyacı, ekonomik özgürlük ve meslek seçimi
d) Hayat görüşü elde etme ihtiyacı, duygusal, zihinsel ve sosyal olgunluk
İhtiyaçlar listesi Hollingworth'un tesbit ettiği listedir. Bunlara bağlı olarak ortaya çıkan konular ve sorunlar listesi ise Cole'e aittir. [270]
Hollingworth'un tesbit ettiği bu ihtiyaçlardan birincisi sorumluluk duyma ile ilgilidir. Anne-baba bu duyguyu kazanmayı teşvik etmeli, ona, kendilerine bağımlı bir çocuk muamelesi yapmamalıdır. Bu konuda genellikle görülen sürtüşme, ergin fazla ileri gitmek istediğinde ve ana-baba ağırdan aldığında ortaya çıkar. Ergin, baskın çıkarsa, bağımsızlığını akıllıca kullanacak yeteneği kazanmadan, bağımsızlık elde eder. Bu da sonu gelmeyen aşırı davranışlara yol açar. Ana-baba tahakkümü ise ,çocuğun ana-babaya bağımlı iken olgunluk yaşına girmesi gibi bir durumu ortaya çıkarır. Bu da ileriki yaşlarda bir engel (handikap) oluşturur.
Karşı cinse ilgi, cinsiyetin olgunlaşmasından doğan bir husustur. Beden görünüşüne, kılık kıyafete özel bir önem vermek gibi tezahürler ortaya çıkarır. Bu konuda dengesizlik veya aşırılık, bir takım intibaksızlıklara ve sapmalara yol açabilir.
Kendi geçimini kazanmak ise, erginin bu dünyadaki yerini bulmak isteğidir. Ne olmak istediğini ciddi ciddi düşünme, itfaiyeci, şoför gibi renkli meslekler yerine doktor, avukat gibi sosyal konumu yüksek mesleklere temayüller ortaya çıkar. Onun için çocuk, zeka ve ilgileri tesbit edilerek bunlara uygun mesleğe yönlendirilmelidir. Yetersiz zeka seviyesinde olan çocukları, yüksek zeka isteyen mesleklere yöneltmek, sonuçta başarısızlık ve boşunalık getirir.
Hayat görüşü elde etme ihtiyacı ise, onun kültürel şahsiyetinin bir uzantısıdır ve her zaman bilinçli olmayabilir. Yalnızca çelişkili istekler ve tutkular arasında bütünlük ve denge kurmaya yönelik olabilir. Kendine, başkalarına, dünyaya karşı bakış açısı veya yönelim anlamına gelir.[271] Şimdi bu konuları ele alalım. [272]
a) Şahsiyet Gelişimi ve Sorumluluk Duygusu:
Bu dönemde üzerinde durulması gereken birinci konu, şahsiyet gelişimi ve sorumluluk duygusudur. Erikson'a göre bu dönemin en önemli konusu kimlik arayışıdır. Dengeli bir kimlik, bireyin kendisinde bütünlük ve süreklilik görmesine, tutarlı düzenlemeler yapabilmesine ve yaşantı biçimleri geliştirmesine bağlıdır.[273] Bu dönemdeki eğitimle ilgili olarak Kur'an'da çocukta sorumluluk duygusu ve şahsiyetin gelişimi üzerinde durmaktadır. Ayetler, bu konuya çocuk açısından değil de genel olarak, insandaki sorumluluk duygusu açısından yaklaşmıştır. Muhtelif âyetlerle insanın sorumluluğuna verilen konular beyan edilmiş, böylece yapılan hareketlerin bir takım sonuçlar doğuracağı, dolayısı ile insanın davranışlarına dikkat etmesinin ve şuurlu olmasının lüzumuna dikkat çekilmiştir. Kişiye bazı görevlerin yüklenmesi suretiyle, ona, ferdî şahsiyet şuuru kazandırılması amaçlanmıştır. Böylelikle o, herhangi bir fert olmaktan çıkarılıp sorumluluk yüklenen bir kişi durumuna getirilmek istenmiştir.[274]
Din eğitiminin insana kazandırmayı hedeflediği iman ve aksiyon, ona aynı zamanda bir sorumluluk da yükler. Bu sorumluluk insanın ve toplumun düzelmesinde görev almaktır. Bunun için de insanın haklarının, görevlerinin ve sorumluluklarının tamamen farkında olduğu, duyarlı bir kişilik sahibi olması gerekir. [275]
Sağlıklı ve etkin bir kişilik yapısının nitelikleri şöyle sıralanabilir:
a) Duygusal güven
b) Kendini tanıma
c) Başkalarını kabul etme
d) Sosyalleşme
e) Öğrenme güdüsü ve becerisi
f) Bağımsızlık
g) Özgürlük ve disiplin arası denge
h) Paylaşma, birlikte çalışma
Bireyin kişilik yapısı, kalıtımsal özellik ve sınırlamaları içinde, fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerinin çevreyle ve birbirleriyle karşılıklı etkileşimi sonucu oluşmaktadır. [276]
Çocuğun davranışının iki boyutu vardır:
a) Nesnel boyutu
b) Öznel boyutu
a) Davranışın nesnel boyutu, onun herkese ve ortak bir ölçüte göre oluşan yönüdür.
b) Davranışın öznel boyutu ise, nesnel boyutun çocuk için ifade ettiği şekli, onun özel duygu ve düşüncelerine göre oluşan kısmıdır.
Çocuğun yaşantısının öznel boyutları içine giren bütün bu süreçlerin toplamı, "benlik" dediğimiz süreci oluşturur. Benlik, bebeklikten başlayıp, kişi yaşadığı sürece oluşan ve gelişen bir süreçtir.[277]
Şahsiyetle ilgili bilgiler, her türlü eğitim faaliyetlerinde, insanlar arası münasebetlerde, ailede ve çocuk terbiyesinde muhakkak bilinmesi gereken bilgilerdir. [278] Hatta Eğitimci bu konuda sadece bilgi ile yetinen dış gözlemci olarak kalamaz. Zaman zaman da, "katılan gözlemci" olarak olaya girmek gibi bir mecburiyetin içindedir. [279]Kişinin davranış özellikleri, onu diğer insanlardan ayıran düşünüş ve davranışları diye tanımlayabileceğimiz şahsiyet, zeka, mizaç, duygu sosyal durum ve beden yapısı gibi unsurlardan meydana gelir.
Kur'an-ı Kerim'de sorumluluk duygusunu ve şahsiyet gelişimini konu alan ayetler bu konuda genel mâhiyette hükümler ihtiva ederler. Yani özel olarak çocuklardan, onlardaki sorumluluk duygusundan ve şahsiyet gelişiminden bahsetmezler. Bu noktada konunun çocuk eğitimi ile ilişkisi şudur: Gelecekteki hayatında hem dini hem dünyevî çok büyük sorumluluklar altına girecek bir mümin adayı olan çocuğun, bu konuda da eğitilmeye ihtiyacı vardır. Ergenlik çağından itibaren Allah'a ve diğer insanlara karşı birçok sorumluluklar yüklenecek kişide sorumluluk duygusunun aniden ortaya çıkmayacağı bir gerçektir. Onun için, bu duygunun çocukluk döneminde üzerinde durulması, ergenlik çağına kadar geliştirilmesi gerekir. Şahsiyetin dengeli gelişmesi için kişilik gelişiminin bütün evrelerinde uygun eğitim tedbirlerine ihtiyaç vardır. Erikson'a göre kişilik gelişiminin evrelere göre özellikleri şöyledir: [280]
Çocukluk Döneminde;
Güvensizliğe karşı, temel güven
Utanç ve kuşkuya karşı, özerklik
Suçluluk duygusuna karşı, girişimcilik
Aşağılık duygusuna karşı işyapıcılık [281]
Ergenlik ve Erişkinlik Döneminde;
Rol kargaşasına karşı kimlik
Yalnızlık duygusuna karşı yakınlık kurma duraklamaya karşı üretkenlik [282]
Olgunluk Döneminde:
Umutsuzluğa karşı benlik bütünlüğü
Gene Erikson'a göre her dönem bir sonraki dönem için basamak oluşturur. Bir sonraki dönem kendinden önceki dönemlere dayanır. Önceki dönem sonraki dönemlerde gelişecek olan çekirdek özellikleri içine alır.[283]
Ergenlik çağında çocuğun beden yapısı ve şahsiyeti tam olarak ortaya çıktığından bundan sonra sorumluluklarını yerine getirebilecektir. Yerine getirmediklerinin ise hesabını verecektir.
Şimdi konu ile ilgili âyetlere geçelim:
Sorumluluk duygusunun mâhiyeti ve insanla ilişkisi şöyle anlatılır:
"Doğrusu biz sorumluluğu göklere, yere ve dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve pek câhil olan insan ise, onu yüklenmiştir." [284]
Ayette sorumluluk yüklenme hususunun çeşitli varlıklara teklif edildiği, fakat serbest hareket edebilme avantajı yanında hesap verme gibi bir dezavantajı da kapsayan bu özelliği, gökler, dağlar, yeryüzü gibi muazzam varlıklar yüklenmekten çekinmişler, insan ise, bu ağır yükü, cahilliği ve zalimliği sebebiyle korkmadan üzerine almıştır. Bu hareketi ile hakikaten zor ve ağır bir yükümlülüğün altına girmiştir. Böylece hareketlerinin hesabını vermenin yanında iradesi ile tercihler yapabilme özelliğini de kazanmıştır.
Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şu âyetlerle bildirilir:
"Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi? Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?"[285]
Ayet, insanın hareketlerinin mahiyeti hakkında bilgi sahibi olabileceği bazı organlarının olduğunu ve bu organlarla yapacağı değerlendirmelerden sonra hayra da şerre de gidebilecek bir davranış serbestisini temin edecek olan iradenin kendisine verildiğini beyan etmektedir. [286]
Ayrıca bir başka âyette de:
"Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyetini verene andolsun ki. "[287]
buyurulmakta, böylece insana iyilik ve kötülük yapma kabiliyetlerinin verildiği ifade edilmektedir. [288]
Konu ile ilgili şu âyeti de zikredebiliriz:
"Biz insanı katışık bir mutfeden yaratmışızdır. İmtihan edelim diye kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör." [289]
Yani insana, sonucu ile imtihan olacağı olaylar üzerinde düşünüp değerlendirebilmesi için beş duyuyu[290] ihsan ettik. Gidilmesi gereken yolu da gösterdik. Sonra ona hem şükredicilik, hem de inkarcılık kabiliyeti verdik. İster şükretsin (doğru yola gitsin), ister inkâr etsin (yanlış yolda gitsin) denmektedir
Bütün bu âyetlerden çıkan sonuç şudur ki, insan olayları değerlendirebilecek kabiliyetlere, karar verip iyi ve kötü hareketlere yönelebilecek bir iradeye sahip olan, bunlara mukabil hareketlerinin sorumluluğunu kabul etmiş bir varlıktır. Sorumsuzca davranışlar, iyi kötü ayırt etmez hareketler, onun ahsen-i takvim yaratılışı ile uygun değildir.
"İnsanoğlu kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır? [291]
Akıl sahibi olduğundan insan başı boş bırakılmamış, sorumluluk sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır. Aklın lâzimesi sorumluluktur. Bu durumun aksi, yine bizatihi akla aykırı olur.
Sorumluluğun çok ağır bir yük olduğunu farkeden insanoğlu, her fırsattan yararlanarak bundan kaçma çabası içindedir.
"Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler. Kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbımız, eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbımız, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbımız, bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize
acı. "[292]
Bu âyetlerde, sorumluluk duygusunun insanı sürüklediği psikoloji çok canlı bir şekilde ortaya konmaktadır. Herkese ancak taşıyacağı kadar bir sorumluluk verilmiş olmasına rağmen, insan gene de sırtındaki bu ağır yükü hafifletmek istemektedir. Bu psikolojisini şu istekleri ile gösterir:
1. Samimiyetle davranma, fakat yanılma veya hata yapma sonucu, yerine getiremediği hareketlerden, sorumlu tutulmaması arzusundadır.
2. Gücünün üstünde bir sorumluluk altına sokulmamayı talep etmektedir. Gücü, üstüne aldığı sorumluluğa yetse bile yükünün gene de hafifletilmesini ister.
3. Bütün bu dilekleri kabul edilse bile gene de sorumluluklarını yerine getiremeyeceğini bildiği için, bu konuda afv ve merhamet talep eder.
İnsanı bu derece yoğun baskı ve gerilimlere sürükleyen sorumluluk duygusu, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Onu sorumluluk altına sokarken gücünün üstünde bazı davranışlar istememeye özen gösterilmeli, hata ve yanlış hareketlerini fazla büyütmemeli, yapabileceği davranışları göstermediği zaman da ona afv ve merhametle muamele edilmelidir. Sorumluluk konusunda insanın değerlendirilmesi böyle olunca, çocuk da en azından bu özellikler içinde mütalaa edilmelidir. Çünkü bu konuda çocuğun da beklentileri aynıdır. [293]
b) Cinsel Gelişim ve Eğitim:
İnsanın var oluşundan bu yana üzerinde titrediği, temel meselelerden biri ve belkide birincisi, varlığını korumak ve neslini (cinsini) devam ettirmek olmuştur. Neslin devamı ise, insanda bulunan karşı cinse yönelik cinsi duyguların tatmini sonucu otomatik olarak sağlanır. İnsan hayatında cinsi duyguların böylesine önemli bir yeri vardır.
Cinsi tecessüsler insanın doğumu hadisesi ile başlar.[294] Çocuklar üç yaşından itibaren de kız-erkek ayrılığını hissederler. Bu yaştan itibaren bu konuda sorular sormaya başlarlar. Birçok davranışları ile bu tecessüsü ortaya koyarlar. Cinsi konularda çocuğun bilgilendirilmesi konusuna eğitimciler sıcak bakmakta ve bu görevin ana-baba tarafından yapılmasını tavsiye etmektedirler. Eğer, ana-baba bu işten kaçarlarsa, çocuk başka kaynaklardan sorularına cevaplar aramaya başlayacak. O zaman sonuç hiç de istendiği gibi olmayacaktır. Çocuğun cinsel hayatla ilgili sorularına eksik ya da kaçamak cevap vermek, ya da susarak cevap vermek, çoğu kere çocukta bu konu ile ilgili davranışların ayıp ve günah olduğu yolunda bir kanaat oluşturacak ve muhtemelen bir daha bu konularla ilgili soru sormayacaktır.[295]Bu dönemlerde çocuğun merakını gidermek için sorduğu sorulara, anne ve babanın soğukkanlı, doğru, açık ve sade cevaplar vermesi çocuk için yeterli olacaktır. Bu hususta en büyük tehlike bu soruların "daha bilgili" bir arkadaşa yöneltilmesi ve onun tarafından cevaplanmasıdır. Buna meydan vermemek gerekir. Bilgilendirmenin ölçüsü ise, çocuğun sorularının boyutlarıdır. Çocuk, ilgi ve merakının ölçüsünü sorularıyla ortaya koyar. Soru sormadığı hususlarda verilen cevaplar onu pek ilgilendirmez. Onun için cevap verirken onun soruları bir ölçü kabul edilmelidir. Çocuk bu çerçeve içinde bilgilendirilmelidir. Cinsel eğitimde sınırı aşan bir tutum izleyen ana-babalar, çocuğun gereksiz yere merakını kamçılar. Ayrıca böyle bir tutum, toplumun cinsel konularda beklediği gizlilik ve özellik anlayışı ile çelişir. [296]
Çocuğun cinsellikle ilgili sorularına doğru cevap verebilmek için öncelikle anne-babanın bu konuda bilgili olması şarttır. Ayrıca bu bilgileri çocuğun cinsel gelişim basamaklarına göre çocuğa nasıl intikal ettireceklerini de bilmeleri gerekmektedir. Yoksa verilen eğitim ya eksik kalır, ya da normal ölçü boyutlarını aşarak olumsuz sonuçlar ortaya çıkaracak durumlar meydana getirebilir.
Ülkemizde cinsel eğitimin aile tarafından gerçekleştirilmesine tabu olarak bakılması halen yaygın bir tutumdur. Bu durum da cinsel suçların yaygınlaşmasına sebebiyet vermektedir. [297] Çoğu eğitimciyi kaygılandıran bu durum ancak bilinçli bir cinsel eğitim çalışması ile önlenebilir.
Kız ve erkek çocukların yetişme dönemlerinde cinsiyet farkı gözetmeksizin hem anne hem de baba ile oynamaya ihtiyaçları vardır. Onun için babalar kızları ve onların bebekleri ile oynadıkları gibi anneler de oğullan ve onların tabanca veya kamyonları ile oynamalıdır. Bu gibi ortamlar çocuğun anne baba ile çok sıcak ilişkiler kurmasını temin edecektir.
Çocuğun şahsiyetini düzgün teşekkül ettirmek iyilik yapma, merhamet etme, saygı ve sevgi gösterme gibi alışkanlıklar kazandırmak için nasıl bazı faaliyetler gösteriyorsak; ilerde yapması muhtemel bazı yanlış davranışları önlemek için de cinsi konularda belli sınırlar içinde, ona terbiyevî bazı bilgiler vermemiz gerekmektedir. Hatta bu konudaki eğitim doğumla birlikte başlamalıdır bile denebilir.[298] Çünkü cinsel duygu, icra ettiği vazifenin önemi nisbetinde insan üzerinde büyük ve kesin bir etki bırakır. [299]
Gelecekte böylesine güçlü bir duygu ile birlikte bir hayat sürdürecek olan çocuğun belirli yer ve zamanlarda bu olayın mahiyeti hakkında doğru ve yeterli bilgi ile teçhizi şarttır. Ki böylelikle ilerde doğabilecek bazı yanlış davranışlar önlensin, çocuk bu duygunun esiri olmasın, getirebileceği tehlikelerden haberdar olsun. Verilecek bu bilgiler, gerek konu, gerekse metod yönünden, hiçbir zaman terbiye ve edep sınırlarını aşmamalı, çocuğu cinselliğe itmemelidir. Çocuğu cinsel bilgi vermenin bir yolu da evde bu konuda yazılmış ölçülü bir kitabın bulundurulmasıdır.
Cinsel duygu ve cinsel hayat konusunda hiçbir tecrübe ve bilgisi olmayan çocuğun işte bu halde iken buluğ çağında cinsel duyguyu fiilen yaşayacak bir duruma gelmesi, onun hayatında bu konuda da bir gelişme olduğunu ortaya koyar. Bu gelişme insanı, tecessüs aşamasından duyguyu yaşama aşamasına ulaştırır.
Cinsel gelişmenin ilk unsuru kız ve erkeklerdeki hormonlardır. Çocuklar doğal olarak hormonları ve cinsel donanımları doğrultusunda cinsel kimlik geliştirirler. Yani kız veya erkek doğmak, cinsel kimlik kazanmak için ilk şarttır, fakat yeterli ve tek şart değildir. Çevrenin, anne-babanın çocuğa karşı tutumları da bu kimliği desteklemelidir. Giyinme, saç şekli, saçın uzunluğu veya kısalığı, oyunları, oyuncakları ve genel olarak davranışlarının tümü bu kimliğe uygun olarak seçilmelidir. Bu konularda duyarlı olmak, çocuğun cinsel kimliğini kolayca benimsemesini temin eder. Bunlarda yapılacak yanlışlıklar, cinsel kimlik sapmasına sebep olabilecektir. Bu unsurların yanında ana-babanın tutumları, beklentileri ve çocuklara yanlış örnek sunmaları da cinsel kimlik sapmasının nedeni olabilmektedir. [300] Cinsel kimliğin oluşmasında eğitimin önemi, özellikle bazı ergenlik (hünsa) olaylarında görülebilir. Bu vakalarda çocuğun kız ile erkek arası bir yapı ile doğduğu görülür. Bunların da cinsel organları yan erkek, yarı dişi görünümünde ise de bir tarafa daha yakındırlar. Halbuki iç organları dış görünümün aksi bir yapıdadır. Onların bu durumu geç farkedildiğinde yapacak bir şey kalmaz. Çünkü ona eğitimle yerleşen cinsel kimlik gömlek değiştirir gibi değiştirilemez. Üç yaşından sonra çocuk eğitimle elde ettiği kimlik üzere bırakılır.[301]
Çocuğun okul öncesi gelişimi cinselliğine bağlı olarak kimlik kazanması öğesini içerir. Üç yaşına kadar ortaya çıkmayan cinsel kimlik, bu dönemden sonra kendisini gösterir. Oyuncakları değişiktir. Dil gelişimi kızlarda daha çabuk, motor gelişim erkeklerde daha çabuk seyreder. 900 kadar deneyin sonucunda kız ve erkeklerde şu farklılıklar tesbit edilmiştir.
Erkekler daha kavgacı, gürültücü, daha bağımsız, tehlikeyi seven bir kişilik gösterirler. Daha geç öğrenirler. Ve daha dayanıksızdırlar. Ölüm oranı daha yüksektir. Dil gelişimi daha yavaştır. Kekemelik daha çoktur. Duygusal aksaklık daha fazla olur. Fiziksel gelişmede kızlardan bir yıl geridedirler.
Kızlar daha çabuk gelişir ve olgunlaşırlar. Daha bağımlı daha pasif, daha uyumlu, daha saygılı, çevre ile ilişkisi daha canlı, öğrenmeye daha yetenekli bir gelişim gösterirler. Dil gelişimi daha hızlı seyreder. Ad ya da yer hatırlama konusunda daha iyidirler.
Zeka potansiyeli eşittir. Düşünme ve öğrenme biçimleri farklıdır. Erkekler matematik ve fen soyutlamalarında daha başarılı, biçim vermede daha maharetlidirler. Kızlar ise, anlatım ve imla konusunda daha üstündürler.
Kız ve erkeklerdeki bu farklılıkların bir kısmı hormonal ve genetikle ilgilidir. Bir kısmı ise yetiştirilme tarzına bağlıdır. [302]
Cinsel duyguların insan üzerindeki etkisi çok net olarak aşağıdaki ayette belirtilmektedir.
"Andolsun ki kadın ona meyletti. Eğer Rabbi'nin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti." [303]
Tefsircilerin bir çoğuna göre Kur'an'daki Yusuf ve Züleyha kıssasının bir bölümünü anlatan bu ayette geçen "meyi" kelimesi cinsel meyli anlatır. Hz. Yusuf un da kadına olan meyli cinsel meyi idi. Fakat bazı tefsirciler, peygamberlerin böyle bir meyle kapılmaktan masun ve münezzeh olduklarını ileri sürerek bu kelimeyi "O da kadını dövmeye meyletmişti" diye tefsir etmişlerdir.[304]
Halbuki burada cinsel olayın kendisinden çok, insan üzerinde etkisi vurgulanmaktadır. Hz. Yusuf, Peygamber olduğu halde bu konuda kendisini ancak Allah'ın yardımı ile koruyabilmiştir, öyle ise diğer insanların bu konuda kendilerini korumaları çok zordur. Ancak belli bir eğitimle şiddet derecesi kontrol altına alınabilir. Kur'an bu yaklaşımı ile işte bu eğitime insanların dikkatini çekmektedir.
Ergenlik çağında cinsel gelişme önce bedendeki bazı değişikliklerle başlar. Cinsiyete göre vücutta bazı değişiklikler ses tonunda kalınlaşma ve gövdenin bazı bölgelerinde yağlanmalar olur. Kızlarda ergenlik, genellikle 13-14 yaşlarında başlar. İki veya üç yıl sürer. Böyle olmakla birlikte 11 yaşlarında ergenliğe adım atan kızlar görüldüğü gibi, bu döneme 15 yaşında girenlerde bulunmaktadır. Kızlarda ergenlik aybaşı hali ile, erkeklerde ise, gece boşalmaları ile başlar. Bu döneme genellikle çocuklar hazırlıksız olarak girerler. Bu durumdan dolayı utanma ve sıkılma baş-gösterir. Bundan dolayı bu dönemlerde çocuklar, anne ve babaları tarafından bilgilendirilmeli, olaya hazırlanmalıdır. Özellikle kız çocuklar aybaşı hali ile bilgisiz olarak karşılaştıklarından, çok yoğun ve çeşitli korkulara kapılabilmektedirler. [305]
Sonuçları itibarı ile insan hayatında vazgeçilmez bir fonksiyonu olan cinsi duyguların mahiyeti, gelişmesi, tatmini, zapt u rapt altında tutulma yolları v.b. gibi konularda yeterli bilgi almayan kişilerin yanlış bazı yollara sapmaları son derece tabiidir. Bundan dolayı belli şartlar ve zamanlarda, belirli bilgileri çocuğa kazandırmak gerekmektedir. Günümüzde okullarda orta tahsil seviyesinde bir çok önemsiz konular öğretildiği halde her nedense bu konularda gençlerimize bilgi verilmemektedir. Onlarda hazırlıksız olarak buluğ çağına girmekte; bunun sonucunda tehlikeli bazı psikolojik hallere sürüklenebilinektedirler. [306]
Bütün hususiyetleri ile bir bütün olarak insana bakan Kur'an, onun bu yönünü de ihmal etmemiş, yeri geldikçe bu konuda bazı bilgiler vermiştir. Bu duygunun meşru yollarla tatmini için hukuki bir müessese olarak evliliği getirmiş ve teşvik etmiştir.[307] İnsanlar içinde hiçbir grup veya kişiye evlenmeyi yasaklamamıştır. Cinsi duygu konusunda kadın erkek ilişkileri anlatılırken[308] şöyle buyrulmaktadır.
"Allah, sizin tevbenizi kabul etmek ister. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa girmenizi isterler. İnsan zayıf yaratılmış olduğundan Allah sizden yükü hafifletmek ister." [309]
İnsanın zayıf yaradılışlı oluşundan maksat, dünya hayatında şehvet ve dünyevî lezzetlere yönelten birçok sebeplerin mevcut oluşu ve bu konuda insanın sabır ve tahammülünün az olmasıdır. [310]
Dünya hayatında insanın hata yapmaya daima açık oluşundan bu hatalarına tevbe etmesi insandan istenmektedir. Bu ayette de insanı tevbeye teşvik eden bir üslup vardır. "Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister" diyerek yapılan tevbelerin kabule şayan nitelikler taşıması gerektiği vurgulanmaktadır. Halbuki insan, cinsî konularda, zayıf yaradılışlı olduğundan tevbesini bozabileceği, böylece kabule şayan tevbe niteliğinden uzaklaşılacağı ima edilmektedir. Fakat, cinsi duyguların, insan üzerindeki kuvvetli etkisinden dolayı, Yüce Allah, kullarının tekrar tekrar bu konuda tevbe etmelerini beklediğini ve yapılan bu tevbeleri, kabul etme arzusunda olduğunu bildiriyor. Bu tip günaha tevbe etmeye teşvikin diğer bir sebebi de, bu davranışların, kolayca alışkanlık haline dönüştüğünü bildirmek, her olaydan sonra pişmanlık duygularını harekete geçirmek suretiyle, bunların alışkanlık haline gelmesini önlemektir.
İnsanları kötü yollara sürüklemek isteyenler de, onların bu zaafını istismar ederler. Çünkü bu yol, hem kolay hem etkilidir. Günahkârlık psikolojisinin etkisi ile geriye dönüş de bir hayli zordur.
Çocuğa verilecek cinsi terbiye konusuna Kur'an şöyle temas eder.
"Ey iman edenler! Sağ elinizin malik olduğu (köle ve cariyeler) bir de sizden olup ta henüz buluğ çağına girmemiş (küçük)ler şu üç vakitte, sabah namazından önce, öğle sıcağından elbisenizi çıkaracağınız zaman, birde yatsı namazından sonra (odanıza girecek olurlarsa) sizden izin istesin(ler). Bu üç (vakit) sizin için avret (ve halvet vakitleridir. Bunlardan sonra ise birbirinizi dolaşmanızda ne sizin üzerinize, nede onların üzerine, bir vebal yoktur. Allah ayetleri size böylece açıklar. Allah herşeyi hakkı ile bilendir. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir."[311]
Görüldüğü gibi cariye ve kölelerin yanında, henüz buluğ çağına gelmemiş çocuklara da ana ve babalarının yatak odalarına girişlerinde özellikle üç vakitte izin almaları emre dilmektedir. Bu üç vakit insanın soyunup giyindiği zamanlar olduğu için bunlarda çocuğun cinsi tecessüsünü uyandırabilecek bir manzara ile karşılaşması ihtimali mevcuttur. İşte bundan dolayı çocuğun izin almasının gerekli olduğu bildirilmektedir. Bu iznin sebebini merak edecek olan çocuk bu konularla ünsiyet temin etmiş olacaktır.
Bu ayetle cinsi konularda çocuğu eğitme görevinin ana-babaya yüklendiğine de işaret edilmektedir. Ayetteki emrin gereğini yapmayan köle ve cariyeler bu hareketlerinden sorumludur. Halbuki çocuklar baliğ olmadıklarından bu konuda sorumlu tutulmazlar. Dolayısı ile izinsiz yatak odasına girerlerse, günahkar olmazlar. Fakat eğer ana-baba, bu yasağı çocuklara öğretmezlerse, sorumlu tutulurlar. [312]
Çocuktaki bedeni gelişmeye paralel olarak, cinsi tecessüs de cinsi duygu haline dönüşür. Böylece bu konudaki hükümler de değişir. Öyle ise çocuklukta cinsiyetle ilgili bilgiler verme eğitimi de, geliştirilmek suretiyle, buluğ çağına kadar sürdürülecektir. Yukarıdaki ayetin devamında şöyle buyrulmaktadır.
"Sizden olan hür çocuklar, buluğ çağına vardığı zaman kendilerinden evvelkilerin izin istediği gibi onlar da izin istesinler. Allah herşeyi hakkı ile bilendir. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir." [313]
Bu ayetin ifadesinden de anlaşılıyor ki günün üç vaktinde ana-babanın yatak odasına izinsiz girmeme konusu, çocuğun cinsi konularla ünsiyetini temin etmek ve bu eğitime onu alıştırmak içindir. Ergenlik çağına girdikten sonra ise, günün hangi saatinde olursa olsun muhakkak izin alması gerekecektir.
Görülüyor ki bebekliğinde ana-babanın yanında hatta koynunda yatan bir varlığın, çocukluğunda yatağının ve odasının ayrılması, belli bir donem sonrada daha önce yattığı odaya günün belirli saatlerinde izinsiz girememesi, ergenlik çağına ulaştığında ise, her zaman izin almasının gerekmesi, cinsî gelişmeye paralel olarak eğitim programının da gelişmekte olduğunu gösterir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki: Kur'an cinsî duyguların insan üzerindeki kuvvetli etkisi sebebiyle bu konuda bize detaylı sayılabilecek bilgiler vermektedir. Muhtemeldir ki bu yaklaşımı ile insanlara gerektiği zaman cinsî bilgilerin verilmesinin lüzumunu zımnen ifade etmektedir. Şimdi kadınların özel durumu ile ilgili ayeti görelim:
"Ey Muhammed! Sana kadınların aybaşı hâli hakkında da sorarlar. De ki: O, bir ezadır. Aybaşı halinde iken kadınlardan el çekin. Temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah'ın size buyurduğu yoldan yaklaşın. Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever. Temizlenenleri de sever."[314]
Bu ayette hayz (aybaşı) halinin bir eziyet olduğu zikrediliyor, Bu eziyet hem kadın hem erkek içindir. Kadın için hastalık olduğundan dolayı eziyettir. [315] Hastalık bedenî olduğu gibi aynı zamanda ruhsal bir özellik de arzeder. Kadın genellikle mizacının dışında, huzursuz, korkulu, alıngan ve panik halinde sinirli bir psikolojiye bürünmektedir.[316]Kız çocuklarının cinsî konularda eğitilmeye olan ihtiyaçları bu noktada kendini göstermektedir. [317]Bu konuda annelerin kızlarına yardımcı olmaları şarttır.
Aybaşı halinin erkek için de eza oluşu, kadının hayz yarasından dolayı pis oluşu ve kokusu ile erkeği rahatsız etmesindendir. [318] Bu rahatsızlıktan dolayı mecûsî ve musevîler bu durumdaki kadına yaklaşmadıkları gibi ona bir ilgi veya ülfet de göstermezlerdi.
Halbuki kadın bu halde iken ilgiye son derece muhtaçtır. Hristiyanlar ise, aybaşı hali ile normal zamanlar arasında hiçbir ayırım yapmazlar, cinsî münasebette bulunmakta herhangi bir mahzur görmezler. Bu durumda böyle bir hareket sıhhî yönden tehlikeli olduğu gibi kadını da rahatsız edecek mahiyettedir. Adet döneminde cinsî birleşme vaginada travma (yaralanma) ya, rahimde endometriosis hastalığına yol açabilir. Bu dönemde organizmanın direncinin çok düşük olduğu ve korunmaya ihtiyacı bulunduğu göz önüne alınmalıdır.[319] Bundan dolayı Kur'an bu iki tutumun arasını emretmekte; cinsî münasebeti yasaklamakta, bunun dışında her türlü hareketi hoş karşılamaktadır. Hasta normal zamanlarda gösterilen şefkat ve sevgi dolu davranışların benzerlerini göstermeyi tavsiye etmektedir. [320]
Ayetin devamında "Allah'ın tevbe edenleri sevmesinin" zikredilme sebebi ise hasbelbeşer bu konuda hata yapılabileceğine işaret içindir. Böyle bir durumda derhal tevbe etmenin gerekliliği hatırlatılmaktadır. [321]
Yukarıdaki ayetin devamında ise cinsî münasebet konu edilmektedir.
"Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza nasıl isterseniz öyle varın. Kendinizi (temasa) önceden (iyi davranışlarla) hazırlayın. Her davranışınızda Allah'tan korkun. Biliniz ki hiç şüphesiz ona kavuşacaksınız. (Ya Muhammed!) İnananları müjdele." [322]
Bu ayetle de cinsî münasebetin ancak ekin çıkan (çocuk doğurmaya mahsus) mahalden yapılabileceği beyan edilmekte ve bu mahalden idhal etmek şartı ile her türlü pozisyonun mubah olduğu belirtilmektedir, (önde, arkada, sağda, solda, oturarak, yatarak v.b. gibi.)
Cinsî münasebetin bir nevi ziraata benzetilmesi ise, bu işten maksadın, çocuk meydana getirmek olduğuna bir işarettir. Böylece insan neslinin devamı gibi hayatî bir konunun cinsî duygular sayesinde kolayca halledildiği de bu ayette açıklanmış olmaktadır. [323] Ayrıca, cinsî temastan önce ruhen yakınlaşmanın önemi ve iyi niyetin esas oluşu vurgulanmaktadır. [324]
c) Ekonomik Özgürlük ve Meslek Seçimi:
Kendi geçimini temin etme insana davranışlarında hürriyet sağlar. Bu konudaki imkanların geniş veya dar oluşu hürriyetin de sınırlarını belirler. Bundan dolayı ergin, kendisine ekonomik özgürlük sağlayacak mesleğin seçimi ile ilgili kararlar alır.
Meslek seçiminde dikkat edilecek nokta, çocuğun kabiliyetlerine göre bir seçim yapmaktır. Bu noktada genellikle istek ve meraklar ile kabiliyetler karıştırılmaktadır. Bir insanı mesleğe yönlendiren motivasyon, genellikle çevrenin tutumu ve o mesleğin sağladığı toplumsal statüden kaynaklanmaktadır. Bunlar çocukta istek uyandırmaktadır. İşte bu istekler, çoğu zaman kabiliyetlerin önüne geçmekte ve çocuk, mesleğini, kabiliyetleri doğrultusunda değil, dış etkenlerin şekillendirdiği istekleri doğrultusunda seçmektedir. Şüphesiz bu konuda en doğru yol, kabiliyetlerle istek, eğilim ve merakların buluşturulması ve o noktada mesleğin seçilmesidir. Kabiliyet ve kapasitenin geri plana atıldığı, istek ve merakların öne geçirildiği tercihler, yanlış sonuçları ortaya çıkarır. Böylece yanlış hedefler seçilmiş olur. Yanlış hedef, çocuğu başarısızlığa götüreceği için ortaya engelleme dediğimiz olay çıkar. Engelleme, birey bir şeyi yapmak için büyük bir gayret sarfeder de o şeyi yapamazsa ve tekrar teşebbüsünde de olumlu sonuç alamazsa bu durumlarda ortaya çıkar. Engellemeler ümitsizlik doğurur. Özellikle aileye, çevreye, kültürel hayata, mali duruma bakarak karar veren, kendi güçlerini ölçü olarak almayan çocukların meslek seçimi, genellikle yanlış hedefler doğrultusunda olur. Bu durumda bazı kişiler durumu kabullenir engellemelerin boyunduruğu altına girerler. Bazıları ise engellemeler karşısında kalınca, isyankar tavırlara ve saldırganlığa başvururlar. Bir kısım insanlar ise, kendilerini engellemelere sürükleyen şartları bertaraf etmek için büyük bir azimle işe sarılırlar. Ne hayata küserler, ne de saldırganlığa sığınırlar. Engellemeleri bir nevi uyarıcı gibi kabul edip daha da başarılı olmak için çaba sarfederler.[325] Bu durumlarda sabretmek başarının anahtarı olur. Çocuğu mesleğe hazırlamak bu konuda belli bir plan ve program yapmayı da gerektirir. Bu program çerçevesinde çocuk mesleğe hazırlanır. [326]
d) Duygusal, Zihinsel ve Sosyal Olgunluk:
Ergenlik döneminde ortaya çıkan kişilik, cinsi gelişim ve ekonomik özgürlük isteği ile ilgili bu açıklamalardan sonra bu dönemin diğer özelliğine geçelim.
Bu dönemin başlangıcında çocuğun soyut işlemler dönemine girdiğini biliyoruz. -11 yaş Piaget- Bu yaştan itibaren çocuk soyut düşünür, genellemeler yapar ve kurduğu varsayımları sınamalardan geçirir. Düşünceleri ile toplumsal gerçekleri kıyaslar. Çoğu zaman çarpıklıkların farkına varır. Çok sayıda problemi bir arada düşünerek kendine göre çözümler ortaya koyar. Bu durum da onda yeni bir zihinsel faaliyetin varlığını ortaya koyar. Piaget'ye göre çocukta mantığın gelişmesi ve kurulmasında işbirliği, bir dizi davranış biçiminin temelidir. Zihinsel işlemlerin bu gelişimi, işbirliği ve tartışma olmadan gerçekleşemez.[327] Öyle ise, bu dönemde çocuğun arkadaşlarla grublar halindeki faaliyeti ve olaylar hakkındaki eleştirileri engellenmemelidir. Bu dönemde arkadaş sayısı artar. Çocuk onlara çok bağlı olması ile de dikkat çeker. Bir noktaya kadar onlara uyma eğilimindedir.
Bu dönemde mahiyeti ve konusu değişen ve gelişerek olgunlaşan bir diğer alan duygulardır. Genellikle bu dönemde yeni ve değişik duyguların ortaya çıkışı da sosyal etkenlere bağlanmaktadır. Aile içinde duygusal ve sosyal etkileşim açısından başarılı bir çocukluk dönemi geçiren ergin, bu dönemin sorunlarını daha kolay çözebilmektedir. Çocukları ile arkadaş olabilen ana-babalar da onlara başarılı bir rehberlik yapabilmektedirler. Aksi durumlar ise, kuşak çatışmalarını doğurmakta, farklı duyuş ve düşünüşler, problemler ortaya çıkarmakta, bunun sonucu da gençler yer yer aileye ve çevreye isyan edebilmektedirler.
Yeni çevre ve şartlara uyum, her yaşta güç olmaktadır. Fakat özellikle ergenlik şartlarına uyum, çocuğun duygusal hayatında çok büyük güçlükler oluşturmaktadır. En büyük güçlük de yetişkinler tarafından bu uyumun süresinin çok kısa tutulmasıdır. [328] Bu husus gözönünde bulundurularak çocuğa zaman tanınmalıdır.
Bu dönemde çocuk fevkalade sosyal uyum göstermeye müsaittir. Onun bu özelliği bilinmeli ve toplum hayatına buna dikkat ederek sokulmalıdır. Edineceği çevreye ve o çevredeki ilişkilerine son derece itina gösterilmelidir. Çocuğun arkadaşları ile olan ilişkileri bu dönemde ana-babayı tedirgin eder. Kimi anne-babalar çocuğun arkadaşlık ilişkilerini engeller. Onların yerine kendilerini koyarlar. Bu tutum içe kapanıklılık göstergesidir. Aşırı kollanan ve kısıtlanan çocuklar edilgen olurlar. Hep başkalarını izlerler. Arkadaşlık kurabilmek için yaşıtlarına hediyeler verirler. Böylece onların arkadaşlığını satın almaya çalışırlar. İçe kapanıklılığın diğer göstergeleri, çocuğun kendinden küçüklerle oynaması veya tek bir arkadaşa sıkı sıkı sarılarak her zaman onun arkadaşlığına başvurmasıdır.[329]
Bu dönemde çocuk her yaşta değişik davranışlar sergiler. 13 yaşında ürkek davranışlar gösteren ergin, 14 yaşında dışa dönük olarak yaşamayı yeğler. Kendine güven duyar. Hayatı ve yaşamayı sever. 13 yaşında dünyayı daha ciddi olarak algılarken, 14 yaşında hayata biraz daha rahat bakar. Buna karşılık daha olgundur. Aile bağları da daha güçlenir. Canlı, enerjik ve iyimserdir.
15 yaşında gelişim özellikleri çetrefîlleşir. İlgisiz ve kayıtsız görülür. Duyguları çok hassaslaşır. Alıngan bir tip olur. Hep başkalarından anlaşılmasını bekler. Bağımsızlık duygusunu geliştirir. Ev içinde az konuşur. Yalnız kalmak ister. Çocuk muamelesinden hoşlanmaz. Rekabete heveslidir. Anne-baba ile toplantılara katılmak, onu çok fazla mutlu etmez.
16 yaşında bu çalkantılar durulur. Kendine güven artar. Kişisel bağımsızlığını son derecede normal görür ve bu durumu ailesine kabul ettirir. Sürtüşmeler azalır. Daha hoşgörülüdür. Hayatı olduğu gibi kabul etmeye başlar. Fazla alıngan değildir. Gereksiz endişelere kapılmaz. [330]
Ergenliğin son yıllarında ana-babalarla çocuk arasında bir yabancılaşma kaçınılmazdır. Fakat bu yabancılaşmayı abartmak yersizdir. Kuşaklararası boşluktan kaynaklanan bu durum, toplumsal hayat değiştikçe genişlemekte, boyutları artmaktadır. Bu da özellikle günümüzde ana-babayı kendi rollerini terk ederek çocukları ile "arkadaş olma" iddiasına sürüklemektedir. Çoğu eğitimcinin de desteklediği bu anlayışın çocuğun beklentilerine cevap verdiği bir hayli şüphe götürmektedir. Bu tip ailelerde çocuk, önünde olgun bir tavır bulamamaktadır. Çocukların ve gençlerin bu sıralarda kendilerine benzeyen arkadaş ana-babalardan çok, güvenecekleri ve gıpta edecekleri dengeli ve olgun ana-babalara ihtiyacı vardır.[331]
Ailede iyi eğitilmiş bir çocuğun kötü arkadaşlara uymasından korkulmamalıdır. Eğer çocuk kötü arkadaşlara uyuyorsa, o zaman aile, eğitiminde bir eksiklik aramalı ve bu eksiklik giderilmelidir. Arkadaşlığın sosyalleşmedeki etkisi de çok önemli olduğundan olay, bu açıdan da değerlendirilerek karar verilmelidir. [332]
Ergenlik döneminin öne çıkan ilgileri şöyle sıralanabilir:
a) Kişisel görünüşe gösterilen ilgiler.
b) Geleceğe yönelik planlara gösterilen ilgiler.
c) Sosyal faaliyetlere gösterilen ilgiler.
Bu ilgiler bu dönem içinde hızla azalabilir ve yerlerine yenileri gelebilir. [333]
Görülüyor ki zihinsel ve duygusal gelişimde olduğu gibi ilgilerde de bu dönemde sosyal hayat öne çıkmaktadır. Onun için çocuğun çevre ile ilişkileri çok hassas olarak düzenlenmelidir.
Çevreye müdahale çocukta güvensizlik oluşturacak boyutlara vardırılmamalıdır. Arkadaşlığın, çocuğun aile dışı ilişkilerinin temeli olduğu unutulmamalıdır. Bu yaşlarda çocuklar gruplar halinde, toplum davranışları dışına çıkmak ve böylece dikkat çekmek özentisi içinde olurlar. Grup içindeki fertlerle ortak kişilikler teşekkül ettirmeye ve bunu her tarafta göstermeye çalışırlar. Özgürlüğe kaçış ve kendine duyulan güven artmıştır. Bu bilinerek ergine daha özgür bir ortam sağlanmalı, fakat hiçbir zaman başıboş bırakılmamalıdır. Yoksa ortaya felaket denilebilecek sonuçlar çıkabilir.
Bu dönemde gençler toplumdaki çarpıklıkları acımasızca eleştirdiklerinden yaşanan gerçeklere aldırmadan tüm eşitsizliklerin kaldırılmasını isterler. Ergin, hürriyet ve hür düşünceye açık olduğu kadar bozulma ve yozlaşmalara da karşıdır. Onun bu güçlü eğilimi işlenmeli, iyi ve kötü kavramlarını onun nefsine yerleştirmekle yetinilmemeli, ona iyiliği yayma konusunda benimseyeceği roller verilmeli, bu konuda toplumla diyalogu sağlanmalıdır. Kulüp, dernek gibi çalışmalara teşvik edilmelidir.
Bu yaş döneminde görülen sonsuz sosyalleşme kabiliyeti yönetilerek gençler, spor faaliyetleri veya faydalı ekip çalışmaları ile doğru bir yöne kanalize edilebilir. Bu yolla fazla enerji de harcanmış olur. Spor dalı olarak Peygamberimizin yüzme, atıcılık, binicilik ve güreşi tavsiye ettiği unutulmamalıdır.
Toplumsallaşma eğitimi iyiliği emr, kötülükten nehyetmeye çalışmak tabanı üzerinde yükseltilmelidir. Yani çocuk artık, ulaştığı iyiyi yalnız kendisi yaşamakla yetinmemeli, başkalarına da tavsiye edecek seviyeye getirilmelidir. Böylece kendini aşma başkalarına yönelme hasleti de ortaya çıkacaktır.
Bu dönemde üzerinde önemle durulup yerleştirilmesi gereken bir başka haslet, sabırdır.
Sabır, çocuğun, kendisi ile ilgili rastgele isteklerine meyletmeyip faydasız şeylere karşı kendisini müdafaya kadir olmasıdır.[334]Bazanda sabır, musibet ve belalara karşı yapılır. Özellikle iyiyi ve iyiliği bilen ve bunu tavsiye eden çocuk, iyiliğin yapılmadığını gördüğü zaman çok üzülür. İyi ve güzelin özlemi içinde iken şahit olduğu bu ters tutum, onun çevreden kopmasına sebeb olabilir. İşte bu gibi durumlarda sabır hasleti, onun ters davranışlar yapmasının önüne geçer. Bu anlamda sabır, hoşgörünün temelidir. Böyle durumlara sabretmeye alışan bir çocuk ilerde hoşgörülü olabilecektir. Onun için sabretme alışkanlığı kazandırılırken hoşgörü özelliği kazandırılmaya da çalışılmalıdır.
Sabretmesini bilen çocuk hayatın hep istenildiği gibi gitmediğini, çoğu kere aklımızda olmayan durumların başa geldiğini öğrenecek ve bunlara karşı özgüvenini kaybetmeden karşı koymasını da öğrenecektir. Böylece engellemeler karşısında gerilemeden onları aşma çabasına girecek ve sonunda büyük ihtimalle başarılı olacaktır. Herşeyin mutlu sonla bitmeyeceğini öğrenen bir çocuk, düş kırıklıkları, korku ve gerilimle yaşamayı öğreneceği gibi, bunların üstesinden gelmenin de ancak sabırla mümkün olduğunu da öğrenmelidir. [335]
Gazali'ye göre, çocukluğunda gıda, süs ve oyun şehvetlerine karşı istekli olan çocuk, ergenlik çağına yaklaşırken meleklerin yardımı ile marifet ve maslahatı bilecek seviyeye gelir. İşte bu durumda şehvetlerin kötülüğünü anlar, fakat onları terke gücü yetmeyebilir. Bu sırada bir başka melek de şehvetleri yok etme hususunda ona güç kazandırır. Bu güce din güdüsü, nefsin şehvetlerine de heva (kapris) güdüsü denir. Sabır, şehvet güdüsü karşısında din güdüsünün sebat etmesinden ibarettir[336]
Çocuğun sosyal olgunluğuna gelince bu husus onun insanlarla ilişki kurması ve iletişim sağlamasıyla mümkündür. Kur'an açıkça sosyalleşme kavramını kullanmamakta, fakat insanlarla iletişim kurmakta temel öğeler olarak öne çıkan davranışlar üzerinde durmaktadır. Bunlar sırasıyla,
a) İnsanları küçümsemekten ve onlardan yüz çevirmekten kaçınma
b) Kibri terketme (mütevazi olma)
c) Davranışlarda tabiiliği ölçü alma, samimiyet gösterme
d) İnsanlarla konuşurken sesini alçaltmak, yüksek sesle konuşmaktan kaçınma ile ilgili hususlardır.
a) İnsanlarla iletişim kurmanın en önemli tabanı, onlara saygı gösterme, düşünce, söz ve davranışları ile onların kişiliklerini oldukları gibi kabul etmektir. Onları tahkir etme, küçümseme, ayıplama, kınama gibi tutumlar iletişimi engeller. Kur'an bu konuda çocuğun uyarılmasını istemekte, toplumsal bir varlık olarak insanın sosyal çevresini ancak bu gerçekle oluşturabileceğinin çocuğa hatırlatılmasını tavsiye eder.
İnsanları küçümseme, giderek çocukta alışkanlık haline dönüşürse, çocuğun çevre edinememesi gibi onun açısından çok olumsuz bir durumun ortaya çıkması tehlikesi mevcuttur. Çocuk çevre edinse bile bu şartlar altında çevrede sevilmeyen bir tip olacak; dolayısıyla da mutsuz olacaktır. Sosyal olgunluk için öncelikle bu tür bir davranışın önüne geçilmelidir.
b) İnsanlarla iletişimi sağlayabilmek için bu dönemde kazandırılacak bir diğer haslet de kibri terk etmek (tevazu) tir. Erginlik döneminde çocuğun toplumsanmasının önüne geçebilecek kötü huyların en etkilisi onun kibirli davranışlarda bulunmasıdır. Kibir, kişiye, diğer insanları kendinden aşağı derecede görmek gibi kötü bir alışkanlık kazandırır. Bu durum ise, insanlarla iyi ve güzel münasebet tesisini engeller. Böylece giderek çocuk toplum içinde yalnız kalabilir. Bundan dolayı çocuğun kibir kokan bütün davranışlarının önüne geçilmelidir.
Kibrin iki türlü tezahürü vardır.
1- İnsanlardan yüz çevirmek
2- Yeryüzünde böbürlenerek yürümek
Bu tavırlardan ilki özellikle yakın çevreye, ikincisi ise herkese karşı takınılır. Bunların önüne geçmek için çocuk, tanıdıkları ile münasebetlerini onlara değer verici davranışlar üzerine bina etmelidir.
Kibirli olmanın Türkçedeki karşılığı gururluluktur. Arapça kökenli olan gurur kelimesinin lügat anlamı aldanma, kendisini aldatmadır. Çok isabetli bir şekilde çalışan halk mantığı, kibirlilik halini insanın kendisini aldatması olarak görmüş ve bu durumlara ad olarak bu kelimeyi kullanmıştır.
Din eğitimi insanı kibirden korur. İnsanın ve tabiatın üstündeki yegane güç sahibinin Allah olduğunu, insanın gücünün ancak Allah'ın izni ile gerçekleştiğini, onun içinde oluşturarak ona alçak gönüllülüğü öğretir. Bu özellik ise insanı, diğer insanları daha iyi anlamaya götürür. Bu da giderek millet ve ırklar arasında barış ve mutluluğa yol açar.
Kibrin diğer şekli olan böbürlenmenin dış görünüşü, yürüyüşünde tabii davranmamak, diğer insanları küçümseyici bir tavrı benimsemektir. Bu hususa da çocuğun eğitiminde özen gösterilerek çocuğun bu tutumu terk etmesi temin edilmelidir. Yürüyüşündeki davranış bozuklukları düzeltilmeli, kasılarak değil de rahat ve serbest yürüyüş, alışkanlık haline getirilmeli; böylece kibrin tezahürleri de çocuğun üzerinden atılmalıdır.
Kibrin temelinde ilim, ibadet, soy-sop, güzellik, mal, beden kuvveti ve makam gibi unsurlar bulunur.[337] Çocukta görülebilecek kibirli davranışlara bu çerçeve içinde yaklaşarak onun asıl sebeblerine inip bunların ortadan kaldırılmasına çalışılmalıdır. Kibrin önüne geçmek ise, insanın doğuşu, yaşayışı ve ölümü ile nasıl bir acziyet içinde olduğunu hissetmesi ile mümkündür. [338]
c) Bu dönemde kazandırılacak bir diğer haslet, tabiiliktir. Küçümsemeyi kibir ve azameti terk eden çocuğun davranışlarında tabii olması gerekir. Burada yürüyüş bir semboldür. Bütün davranışlarının tabii olmasına, yani nasıl ise öyle görünmeye alıştırılmalıdır. Kibirle yürümeyi terk ettirmenin yanısıra zelilane bir tavır takınmak da yasaklanmalıdır.
d) Tevazu ve tabiiliği takib eden bir diğer haslet olarak, sakin konuşmak tavsiye edilmekte, bağırmadan ve sert uslubtan kaçınması istenmektedir. İnsanlarla iletişimde ses tonu son derecede önemlidir. İnsanların tepkisini çekecek bir çok konu, ses tonunun ölçülü olması sebebiyle hüsnü kabul görmektedir. Buna mukabil en hoşa gidecek hususlar bile ses tonunun kabalığı sebebiyle reddedilebilmektedir. Bu konuda Ali İmran, 3/159 ayeti daha belirgin bir tesbitte bulunarak insanları uyarmaktadır.
Tevazu ve samimiyet hasletleri, çocukta görülmesi muhtemel olan şımarık hallerin de önüne geçer.
Bu dönemde çocuğa ahlakî davranışlar kazandırılmaya çalışılırken onların kendilerine hep yeni örnekler ve kahramanlar seçtiği unutulmamalıdır. Genç çevresinde daima "onun gibi olmak" istediği kişileri arar. Bulunca da özdeşleşme yaparak kişiliğine ona göre biçim verir. Daha sonra bu kişilikle çevrenin ekonomik ve sosyo-kültürel şartları arasında denge kurmak ister.[339] Gencin yöneldiği örnekler, günlük hayatta karşılaşılan şarkıcılar, futbolcular ve politika liderleri olabilir. Gençteki bu eğilim aslında bir özdeşleşme olayıdır, özdeşleşme, gençlik çağında aileden başlayarak çevreye doğru genişleyen bir alanda gencin bazı kişileri, düşünceleri ve kültürleri benimseme ve özümseme davranışıdır. Özdeşleşme bir yandan kişiliği oluştururken öbür yandan özerklik ve sorumluluğu biçimlendirir.[340]Bu yüzden gencin bu eğilimi kendisine tarihi kişilikler gösterilerek yönlendirilebileceği gibi, bu konuda, yaşayan insanlardan, yakın çevre, akraba ve arkadaşlarından da yararlanılabilir. Normal fertlerde görülen bütün bu arayışlar, sonuçta iyi bütünleşmiş kişilikle olgun bir ferd ortaya çıkarır. Bunun başarılamaması, suç işleme, akıl hastalığı gibi durumlara yol açabilir. [341]
Görülüyor ki çocuk eğitimi onun yaşına, bedeni durumuna, zihni gelişmesine göre değişiklik göstermekte ve bu konuda ana ve babaya büyük görevler düşmektedir. Görevin büyüklüğü ve zorluğu oranında Allah katında ecrinin de o oranda çok olacağı aşikardır.
Çocuk eğitiminde çok önemli yeri olan, fakat ayetlerde üzerinde açıkça durulmayan tek nokta, çocuğun oyuna olan ihtiyacıdır. Modern eğitim çocuk eğitiminde oyunu çok öne çıkarmaktadır. Oyunu, Erikson'un ifadesiyle örnek durumlar oluşturarak tecrübeyle öğrenen ve hareket eden insan yeteneğinin çocuksal tarzda ortaya çıkışı[342] olarak tarif eden modern eğitim anlayışı, onu, çocuk için bir uğraş, öğrenme ve yapma aracı olarak görür. Oyunun bir alıştırma ve hayata hazırlama yönünden işlevini de vurgular. Kültürel değerlerin korunması ve çocuğa kazandırılması görevini de bir bakıma gene oyun üstlenmiştir. Bu açılardan oyunun çocuk eğitiminde önemli yeri vardır. Bu konuya Yusuf suresinde değinilmiştir.
"Ey babamız! Biz Yusufa karşı hayırhah (onun iyiliğini isteyen kişiler) olduğumuz halde onu, niçin bize emniyet etmiyorsun. Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin, oynasın. Biz onu herhalde koruruz. Babaları, "onu götürmeniz beni üzüyor. Siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım." dedi."[343]
Görüldüğü gibi Hz. Yusufa izin alabilmek için kardeşleri geçerli bir gerekçe olarak, onun oyuna olan ihtiyacını öne sürmektedirler. Babası da çocuğun oyuna olan ihtiyacını kabul etmiş, ona izin vermiş, fakat aşırı oyunun tehlikesine (kurt yemesi sembolü ile) kardeşlerinin dikkatini çekmiştir. Demek ki oyun çocuk için bir ihtiyaçtır. Çocuğun oynamasına izin verilirken oynanacak oyunun gayesiz olmamasına ve tüm vaktin oyuna tahsis edilmemesine özen gösterilecektir. Aynı zamanda, çocuk oyun oynarken, ana-baba çocuktan gaflette bulunmayacaklar, oyun sırasında onu kontrolleri altında tutacaklardır. Yoksa çocuk için çeşitli tehlikeler baş gösterebilir.
Ana-baba da hem çocuğun duygusal gelişimine katkısı, hem zihinsel ve motor gelişiminin bir parçası olarak çocuğun oyunlarına zaman zaman iştirak etmelidir. Onunla oynamak ve bundan zevk almak için önce onun fiziksel düzeyine inmeli, eşya ve olaylara onun bakış açısı ile bakmaya çalışmalıdır. Bu tutum çocuk için hem öğrenme, hem de eğlence olacaktır. Zaman açısından da ana-babayı çok fazla oyalamayacaktır. Çünkü böyle oyunların yokluğunda çocukta ortaya çıkacak hırçınlık, ana-babanın daha çok vaktini alacaktır. Çocukla oyun oynamanın ana-babaya da önemli yararları vardır. Öncelikle çocuğunun ilgi yetenek ve biçim vericilik özelliklerini tanıyacak ve bundan sonraki eğitiminde bunları gözönünde bulunduracaktır. Diğer yönden kendisini tanımada da çocukla oynadığı oyunlar iyi bir araç olacaktır. Çocukla oyunun en önemli faydası, ana-baba ile çocuk arasında ömür boyu sürecek bir iletişimin kanallarını açacak olmasıdır. Böylece ana-baba onunla olmaktan, o da ana-baba ile olmaktan zevk ve keyf alacaktır. [344]
Ana-baba ile oynama isteği belirten bir çocuğa yapılabilecek en kötü muamele "işim var, niçin kendi kendine oynamıyor veya TV seyretmiyorsun?" demektir. Bu durumun onda, istenmediği yolunda duygular uyandıracağı kesindir. Baştan savma olarak düşündüğü bu duruma son vermek ve dikkat çekmek için hep istenmeyen işler yapacağı da kesindir.'[345]
Oyun zamanı olarak günün aynı saatlerinin tercih edilmesi tavsiye edilmektedir. Ayrıca oyunun tümü çocuğu yönlendirmek veya güdülemekle geçirilmemelidir. Bunun da sakıncaları vardır. Bu gibi durumlarda çocuk, savsaklanmış bir çocuk kadar kafası işlemez ve duygusuz olabilir. Onun için oyunlar, şakalar ve neşeli saçmalıklarla hafifletilmelidir. [346]
Çocuklarla oyun konusunda Rasulullah (S.A.V.)'m bir çok tatbikatı vardır. Gerek torunları ve gerekse ashabın çocukları ile çeşitli oyunlar oynadığına dair rivayetler mevcuttur. [347]
Kur'an, büyükler için oyun oynamayı uygun görmemiş, bu kelimeyi hep tezyifi manada kullanmıştır. Oyun hiç bir zaman tasvip veya teşvik edilmemiştir. Ancak Rasulullah (S.A.V.) büyükler için atma, binme, yüzme, yürüme ve hanımı ile eğlenme gibi faydalı oyunlara izin vermiştir. [348]
C. Çocuğu İyi Eğitmenin Sonuçları
(Ana-Baba Açısından Yararları):
Çocuğu iyi eğitip yetiştirme konusunda Yüce Allah, ana babayı sorumlu tutmuş ve böylesine zor bir görevi onlara yüklemiştir.
İnsan ömrü, uzun bir dönemi kapsamaktadır. Ve her dönemin kendine göre özellikleri vardır. Söz gelimi, çocukluk çağında bakım ve gözetime ihtiyaç hisseden insanoğlu, gençlik döneminde her türlü işi yapabilen ve her işin üstesinden gelen bir güce mâliktir. İhtiyarlık döneminde ise, tekrar bakım ve gözetime ihtiyaç hisseder. İşte bu değişmez kanun sebebi ile, insanın çocuğunu İyi yetiştirmesi bir zaruret olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanlar arasında bir ayırım gözetmeden genç ihtiyar, büyük küçük, âlim cahil bütün insanları mahlukatın en şereflisi ve en üstünü olarak kabul eden Kur'an-ı Kerim, bütün kainat içinde insana çok saygın bir yer vermektedir. Böylesine seçkin varlıklar olan insanoğlunun da, ömrünün her döneminde şerefi ile mütenasip bir şekilde yaşamasını istemektedir. Böyle bir hayatı, eli kolu tutuyorken, gücü kuvveti yerinde iken insan kendi imkanları ve kudreti ile yaşayabilir. Fakat bazı uzuvlarının, bedenî bazı fonksiyonlarını yerine getiremediği, dolayısı ile bakıma ve gözetime ihtiyaç hissettiği dönemlerde böyle bir hayatı kendi gücü ile yaşayamaz. İşte bu noktada ilgi bekler. Bakımı ile meşgul olacak kimselerin olmasına ihtiyaç hisseder. Bu konudaki tabiî yardımcıları ise, en yakınları, kendi çocukları olacaktır. Küçüklüğünde bakım ve gözetim konusunda ana babasının sorumluluğuna verilen çocuk, ana babasının ihtiyarlığında da onlara bakmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün şuurunda olabilmesi için de çocuğun iyi yetiştirilmiş olması gerekmektedir. Yani çocuğa verilen iyi eğitim, çocukta ana babasına bakmak, onları gözetmek şuurunu kendiliğinden uyandıracaktır. Bu durumda çocuk ana-baba için Kur'an'ın ifadesiyle "Kurra tul ayn" [349]gözaydınlığı olacaktır. Böylece Allah Teâlâ'nın koyduğu sosyal düzen, bütün icapları ile işleyecek, insanoğlu ömrünün bu en zor dönemini şerefi ile mütenasip bir şekilde, bakım ve gözetim altında geçirecektir. Bu düzenin kurallarına uymayanlar-çocuğunu gerektiği gibi eğitmeyenler meyvelerinden de faydalanamayacaktır. Ömürlerinin sonunu huzur evi, ihtiyarlar yurdu gibi müesselerde geçirmek mecburiyetinde kalacaklardır. Halbuki yuvalar, bakımevleri, yetiştirme yurtları gibi kuruluşlar, insanın her zaman ihtiyaç hissettiği sıcak ilgi ve şefkati teminden uzaktır. Ancak zaruret halinde baş vurulacak müesseselerdir.
Kur'an-ı Kerim, çocuk eğitimi ile ihtiyarlayınca ana babanın bakımı arasındaki bu ilişkiye şöyle temas etmektedir. (Çocuğun ana-babaya karşı sorumlulukları anlatılırken bunlardan birisi olarak şöyle dua etmesi istenir):
"Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et, de".[350]
Bu âyette, Allah Teâlâ'nın ana babaya hem bu dünyada, hem ahirettte merhamet etmesi ile onların çocuklarını iyi yetiştirmesi arasında bir sebep sonuç ilişkisi kuruluyor. Ve insanın küçükken eğitilmesi, Allan'ın lütuf ve rahmetinin sebebi olarak gösteriliyor. Yani bu rahmet ve lütfün sebebi olan çocuğun iyi eğitilmesi, aynı zamanda bu lütuf ve merhametin bu dünyadaki vasıtası şekline dönüşüyor. Küçükken bakım ve gözetime muhtaç olan çocuk, bu ihtiyacını karşılayan ana ve babasının, yaşlandıklarında bakım ve gözetim ihtiyacını yerine getiriyor. Böylece, çocuğun iyi yetiştirilmesi, ana babaya ihtiyarlayıp güçsüz düştüklerinde bakım ve gözetim külfetinin karşılanması ile sonuçlanıyor. [351] Eğer çocuk iyi yetiştirilmezse, bu külfeti karşılamayacağı için ana babanın bakım işi de aile içinde yerine getirilmeyecektir. Yani bu dünyada Allah'ın lütuf ve merhametine nail olamayacaklardır. Allah Teâlâ'nın çocuk eğitimi ile ana babanın lütuf ve merhamete nail olması arasında kurduğu bu özdeşliğe, çocuğu da -bu durumu dua ile beyan etmesi sebebiyle- iştirak ettirmesi, onun bu lütuf ve merhamete hem bu dünyada, hem de ahirette vesile olacağına işaret içindir. Aynı zamanda burada bir pratik terbiye kaidesi de öğretilmekte; çocuğa eğitim verilirken bu ruh halinin ve bu duygularının ona kazandırılmasına dikkat çekilmektedir. Yani çocuk büyüdüğünde ana ve babası için Allah'ın lütuf ve merhametini dileyecek bir psikolojik yapıya sahip olmalıdır. Çünkü iyi bir şekilde çocuk yetiştirmek, dört yönden Allah'a yakınlığı sağlar:
1. Evlat yetiştirmek suretiyle insan neslinin bekasını sağladığından,
2. Geride kendisine dua edecek birisini bıraktığından,
3. Ümmet-i Muhammed'i çoğalttığından,
4. Kendisinden önce ölen çocuğun şefaatine nail olacağından. [352]
İslamda ana ve baba hakkına verilen önem o kadar büyüktür ki, Allah'a şirk koşmamaktan hemen sonra gelen emir ana babaya itaattir. Onların kişiyi isyana sevkedecek olan istekleri hariç, her dediği yapılır.[353] Hatta kendileri kâfir bile olsalar, hürmetlerine devam etmek vaciptir. Onlara hizmeti kesmek, onların dediklerine itaat etmemek konusunda, "isteklerinde küfre sevk motifi bulunması" hariç, evlat için hiç bir mazeret geçerli değildir. Saygı konusunda ise o kadar ileri gidilmiştir ki, çocuktan onların dostlarına bile saygı göstermesi istenmiştir. Çünkü bu da ana babaya saygı cümlesindendir. [354]
Gene evladın ana babaya yararlarının önemini vurgulayan şu mealde âyetler vardır:
"Hakikat, o küfredenler yok mu, ne malları, ne evlatları kendilerinden Allah'ın hiç bir azabını kabil değil gideremezler".[355]
Bu âyetlerde de, insanın her türlü felaket ve musibete karşı en çok güvenebileceği iki unsur olarak mal ve evlat zikredilmektedir. Yani Allah'ın azabını malınız ve evladınız bile sizden gideremecektir. Öyle ise bunların dışındaki hiç bir nimet de (güç, kuvvet, siyasî iktidar v.b.) bu azabı kabil değil gideremeyecektir. Ayetin mefhûm-u muhalifinden çıkan mânâ odur ki, eğer kişi küfür günahına girmemişse ve evladını da hayırlı yetiştirmişse, malını helal yoldan kazanmış ve hayra sevketmişse bunların kendisine büyük faydası olacaktır. Burada mevzu bahis olan Allah'ın azabına uğramak hadisesi, küfre giriş sebebi iledir. Şu halde küfürden kaçınan kişi kendisini cehennemden korumuş olur. [356]
Esasında fıtrî yaratılışını muhafaza eden ve menfi bir takım müdahalelere uğramamış bir evlat, kendi varlığının sebebi olan ana ve babasına itaatkarlığa meyyaldir. Onun bu fıtratı, ancak zor altında veya çevreden gelen menfi etkilerle değişebilir. İnsandaki bu tabiî yaratılış, Kur'an-ı Kerim'de Hz İsa'nın ağzından şöyle anlatılır:
"Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht olarak yaratmadı. [357]
İnsanın ana ve babasına hürmetkar olarak yaratıldığına işaret eden bu âyet, çocuk ile ana baba arasındaki ilişkilerde hürmetkârlığın yokluğu ortamını, çocuk için zorbalık ve bedbahtlıkla ifade etmektedir. Anasına babasına hürmet etmeyen çocuk, onların hukukuna da riayet etmemekte ve böylece zorbalık yapmaktadır. Zorba olan bir kişiye, kendi çocuklarının da zorba olarak davranacağını işaret için de, bu tip bir zorbalığın aslında bedbahtlıkla sonuçlanacağı ihtar edilmektedir. Çünkü insanın evladından hürmet görmemeye ve onun zorba davranışlarına mazur kalmaya bizzat kendisinin sebep olması, hakikaten bedbahtlığın ta kendisidir. Âyette bu duruma dikkat çekilmektedir.
Evladın dünya hayatındaki bu durumuna ve bu özelliğin, insanın gurur ve kibire kapılmasına bile yol açabileceğine işaret eden bir âyette de şöyle buyrulur:
"Bağına girdiğin zaman, Allah'ın dilediği olur. Allah'ın yardımı olmadan hiç bir kuvvet yoktur, demeli değil miydin? Malca ve evlatça beni kendinden az görüyorsun".[358]
Ayet, kişinin mal ve evlat sahibi olmasının onun gurura kapılmasına sebebiyet verebileceğini ve bu gurur sonucu güç ve kuvvet sahibi olmanın ancak Allah'ın yardımıyla mümkün olacağı gerçeğini bile unutturduğunu beyan etmektedir. Mal ve evladın insana güç ve kuvvet kazandırması konusunda kendisini yanıltabilecek derecede, büyük bir güven sağlayacağına işaret edilmektedir.
Evlat yetiştirmenin ve onu güzel terbiye etmenin ahirette de insana sağlayacağı faydalar konusuna ise Rasulullah (S.A.V.) şöyle temas etmektedir.
"İnsan ölünce, kendisinin bütün amelleri kesilir. Şu üç şeyden amel kesilmeyip (lehine sevap) devam eder. "
1- Devam eden sadaka
2- Faydalanılan ilim
3 - Kendisine dua eden iyi evlat"[359]
Bütün bunları özetleyecek olursak, çocuk eğitimi görevinin yerine getirilmesinin en açık sonucu, ihtiyarlık döneminde insana sosyal nitelikli bir sigorta kazandırabilecek oluşudur. Böylece insan en güçsüz çağında bile insana yakışır, şeref ve haysiyeti ile mütenasip bir hayat sürdürebilir.[360]
D.Toplumda Çocuk Eğitimi
İnsanlar için vazgeçilmez bir önem taşıyan toplum ve toplum hayatının, çeşitli dünya görüşlerine göre bir çok tanımları yapılmış, bu tanımlar kendi aralarında tasnife tâbi tutulmuştur; büyük boy, orta boy ve küçük boy kuramlar ortaya çıkmıştır. Bu tarifleri yapan kimselerin iştirak edebilecekleri şekilde toplumu şöyle tarif edebiliriz:
Varlıklarını korumak ve sürdürebilmek, bir takım temel çıkarlarını gerçekleştirmek ve ihtiyaçlarını gidermek için iş bölümü yapan, her iki cinsten ve her yaştan bireylerden kurulu, izafî bir sürekliliği olan, ortak bir coğrafî yer ve kültüre sahip insanların arasındaki karmaşık ilişkiler bütünüdür.[361] Ortak kültürü din, dil, töre, hukuk ve içtimaî değerler meydana getirir. Karmaşık ilişkiler ise, kişilerin ve kurumların arasındaki sosyal münasebetler ağıdır. Bu ağ, bazan bir muamele ve usuller sistemi, bazan otorite ve karşılıklı yardımlar, bir çok gruplaşma ve bölünmeler şeklinde, bazan da insan davranışını kontrol ve hürriyetler sistemi olarak karşımıza çıkar. [362]
Ayrıca toplum hayatı, insandaki istidat ve kabiliyetlerin kuvveden (potansiyel halinden) fiile çıkaracak ve başarıya götürecek bir motivasyon temin eder. [363]
Çocuğun yetiştirilmesi ve onun ictimâileştirilmesinde en büyük sorumluluk ana ve babaya yüklenmiştir. Fakat çocuğun ictimâileştirilmesi (sosyalleştirme) olayı, yalnız aile çevresinin çizdiği sınırlar içinde kalmaz. Toplum çevresinde de devam eder. Yani toplum, çocuğun eğitiminde önemli bir faktör olarak rol oynar.
İnsanlar toplum hayatı yaşamak zorundadırlar. Bu şekilde bir hayat tarzı sürdürmek onlara yaratılış özelliği olarak verilmiştir, insanlar normal şartlar altında bunun dışına çıkamazlar. Tarih boyunca göstermiş olduğu kusur ve zulümler ne olursa olsun, cemiyet, hayatla ilgili her icraatta lüzumlu bir şarttır. [364]
İslam toplumunun yapısını hürriyet, eşitlik ve yardımlaşma esasına oturtan son dönem sadrazamlarından Prens Sait Halim Paşa, toplumsal hayat için öngördüğü hürriyeti insanların tabii bir hakkı olarak görür ve insanlardan beklenen şeyin "mümkün olduğu kadar fazla hürriyete layık olma ve ondan istifade etme" olduğunu söyler. Müslümanın hürriyetini kimse kısıtlayamaz. Onu sadece ferdin bireysel özellikleri sınırlar. Kendi kusuru ve liyakatsizliği hürriyetinin de sınırlarını tayin eder.
Hürriyet, bireysel yetenekler ve onların gelişmesine göre artar. Hiçbir zamanda bunların önüne geçmemelidir. Eğer hürriyetin derecesi, bireysel yeteneklerin önüne geçerse o zaman hürriyet, hürmete layık bir hak olmaktan çıkar. Başka bir istibdat şekli olarak karşımıza çıkar.
Eşitlikde toplumsal yapının temel esaslarındandır. Eşitliği bozan bireysel üstünlük, İslam esaslarını daha iyi anlamak ve daha güzel uygulamak suretiyle elde edilir. Bu yükseliş gene İslamî esaslara uygun olarak gerçekleştirilebilir.
Esasen cemiyetde bireysel özellik ve farklılıkların, hürriyetin genişlemesinin ve eşitlik içinde yükselmenin sebebi olduğunu bilir. Kendi refah ve saadetinin bu yükselişe bağlı olduğunun farkındadır. Bundan dolayı ona hürmet gösterir. Takdir eder.[365]
Bireysel farklılıklar sebebi ile hürriyeti genişleyen ve toplumsal ve ekonomik konumu yükselen kişilerle bu gelişmeyi sağlayamayan kişiler arasında derin uçurumlar oluşması ve böylece toplumsal dengenin bozulması tehlikesini de sosyal yardımlaşma (zekat, sadaka, kurban v.b. gibi) kurumları ile engelleyen İslam, bu tutumu ile toplumsal birliği daima birinci hedef olarak gözetmektedir.
Toplum hayatına ve onun temel esasına Kur'an şu ayetle temas eder.
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız." [366]
Yukarıdaki âyette, insanlar için ideal hayat tarzının toplum (kabile-millet) hayatı olduğu belirtilmektedir. Ve bu tarz hayatın insanlara, tanışmak, yardımlaşmak, sevişmek ve güzel ahlak kaidelerini tatbik ederek daha güzel, daha büyük cemiyetler haline gelmek ve korunmak gibi bir takım avantajlar sağlayacağı anlatılmaktadır.[367]
İnsanların bir arada yaşayabilmesinin zeminini, tanışma ve bilişme ile belirleyen bu ayet, bu tesbiti ile de kültürel birliğin önemini vurgulamaktadır. Toplum hayatında birlik ve beraberliğin sürmesi büyük ölçüde toplum kültürünün canlı olarak yaşanmasına bağlıdır. Bundan dolayı İslam hukukunda örf, bir hukuki delil olarak kabul edilmiş, böylece toplumsal hayatta, örfe itibar kazandırılmıştır.
Ayrıca Kur'an'da ahlakî iyiliği anlatmak için kullanılan ma'ruf kavramı, örf kelimesi ile aynı kökten gelen bir kelimedir. Kur'an doğrudan doğruya ma'rufu ahlakî iyinin karşılığı olarak kullanmakla, toplumun iyi kabul ettiği değerlerin iyilik özelliği taşıdığını da bildirmiş olmaktadır. Tabiatıyla bu kabulün sınırlarını da koymakta, örfü hiçbir zaman mutlak iyinin önüne geçirmemektedir.
Yeni yetişen nesillerle kültürün (sosyal düzenin) bağlantısını da şu ayetle vurgulamaktadır.
"İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böyleleri kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. "
O, iş başına geçtimi yeryüzünde ortalığı fesada vermek ekinleri (ekonomiyi) tahrib edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez." [368]
Bu ayetler doğrudan yeryüzünde bozgunculuk çıkaranları ele almakta, cilalı ve aldatıcı sözlerle çevresini kandıran bu kişilerin asıl hedeflerinin yeryüzünde fesad çıkarmak, ekonomiyi ve gençliği tahrib etmek olduğuna dikkatleri çekmektedir. [369]
Ayette toplumsal birliği ve düzeni bozma ile onun ekonominin ve yeni nesillerin arasındaki bağa işaret edilmekte, içtimaî verasetin sağlanmaması durumunda nesillerin de bozulacağına dikkat çekilmektedir.
Bütün bu karmaşık ilişkileri idame ettirmek için insanın o toplumdaki değerler manzumesini bilmesi ve benimsemesi gerekir.
Bu konuda toplumun, insan üzerinde büyük bir etkisi vardır. İnsan kendisini hiç bir şekilde bu etkiden koruyamaz. Çocukluk çağı ise, bu etkiye en fazla açık olunan dönemdir.
Bir toplumun yaşam biçimi o toplumdaki çocuk yetiştirme anlayışını ve yöntemlerini belirler. Gelenekler başta olmak üzere bir ülkenin ekonomisi, tarihi, coğrafyası, o toplumun ulusal kişilik yapısını oluşturur. Buna göre de toplumun yaşam biçimi oluşur. Çocuk eğitilirken, yaşanan bu hayat, eğitime de yön verir. Amerikan toplumunda çocuk bağımsız bir kişiliği, parayı ve başarıyı hedefleyen çalışmalar yapar. Gelenek ve asaleti umursamaz, yaşlılara karşı ilgisiz ve aile bağları zayıf olarak yetişir. Buna karşılık doğu toplumları Amerikan değerlerini küçümser. Geleneğe bağlı, büyüklere saygılı bir nesil yetiştirmek ister. Aile bağları da son derece güçlüdür. Görülüyor ki yaşama tarzı değiştikçe eğitim de değişmektedir.
Bu manada karşıtlık gösteren eğitim tarzları arasında da üstünlük veya düşüklük aramak da yanlıştır. Her iki eğitim uygulamasının da olumlu ve olumsuz yönleri olabilir.[370]
İslam toplumunda kişilerle toplum arasındaki bu ilişkiler, bir çok âyete konu olmuş ve müslümanlara emirler verilmiş, yasaklar konmuştur. Meselâ, bir Hucurât suresi tamamı ile sosyal ilişkileri konu edinmiştir. Sûrenin ortasındaki bir âyette ise bu ilişkilerin esası ve toplumun var olabilme temeli vurgulanmıştır:
"Şüphesiz müminler birbirleri ile kardeştir." [371]
Kardeşlik kaidesi, müslüman toplumun fertleri arasındaki benzerlik noktasıdır. Toplumun var olabilmesi için bütün fertlerin ve kurumların, o topluma birlikte mensup olma gerçeğini samimi olarak takdir ve kabul etmeleri gerekir. Eğer benzerlik ve benzerlik hissi olmazsa, cemiyet fertleri arasında birlikte mensubiyet, karşılıklı olarak hiç bir tasdike nail olamaz ve binaenaleyh cemiyet de mevcut olmaz. [372] İşte, böyle bir fikrin mensubu olan insanların toplumudur İslâm toplumu. Ve çocuk, işte böyle bir cemiyet tarafından toplumsanacak, bu cemiyetin değerleri ile bezenecektir. İslâm toplumunun genel karakteristiği budur. Bu kaide ile beraber bölgelere göre mevziî olarak pek az farklı eğitim değerleri de olabilir. Ama bu farklılıklar, asıl kaidenin dayandığı temel espirinin ruhuna aykırı değildir. Çünkü her toplum, gerek fikrî, gerekse maddî ve manevî bakımdan insanoğlunun nasıl olması gerektiği hakkında belli bir ülkü edinir. Bu ülkü, belli bir noktaya kadar her fert için aynıdır. Bu noktadan sonra, özel çevrelere göre farklılaşabilir.
İslâm cemiyetinin temel istinatgahı olan kardeşlik kaidesi, nesep ve kan (soy) kardeşliğinden daha ileri bir noktada gerçekleşir. Kan kardeşi olan kişiler, aralarında, İslâm dininin mensubu olmakla oluşan din kardeşliği yoksa, birbirlerine varis olamazlar. Mesela kâfir kardeş müslüman kardeşe vâris olamaz.[373] Burada olduğu gibi, her hukukî ve sosyal ilişkide, din kardeşliği dâima kan (soy) kardeşliğine tercih edilmekte ve daha üstün tutulmaktadır. İşte çocuk böyle bir toplumun üyesi olacak şekilde yetiştirilmelidir.
Toplum ve yapısı hakkında bu ön bilgilerden sonra, toplumun fert üzerindeki etkilerine temas eden âyetleri görelim:
"Ey Muhammedi Seni, sana vahyettikl erimiz den ayırıp başka bir şeyi bize karşı uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Sana sebat vermemiş olsa idik, and olsun ki az da olsa onlara meyledecektin. "[374]
Ayette kâfir toplumun baskısı karşısında, Rasûllah'ın bile neredeyse dayanma ve direnme gücünü kaybedip az da olsa onlara meyledecek bir ruh haline büründüğü belirtilmektedir. Bu noktada Allah Teâlâ'nın müdahalesi söz konusu edilmekte ve Rasululah'ın hak üzere sabit kaldığı açıklanmaktadır. Böylece kafirlerin baskısı, hile ve desiseleri etkisiz kalmış, Allah'ın himayesi sonucu Rasulullah onların teklifine meyletmeye yanaşmamıştır.
Günah işlemesine Allah tarafından mani olunan peygamberler bile, toplumun bu yoğun etkisinden kurtulamadığına göre, sıradan insanlar ve hele hele her türlü etkiye açık olan çocuklar, toplumun bu baskısını herkesten daha kuvvetle hisseder. Şurasını her zaman hatırda bulundurmak gerekir ki toplum, insanı kötü yönde etkileyebileceği gibi iyi yönde de etkileyebilir. Bundan dolayı çocuğun sosyal çevresini iyi insanlardan teşekkül ettirip, kötü huy ve âdet sahiplerinden temizlemek gerekir.
Fizik ve sosyal çevrelerin yetiştirici etkileri büyüktür. Hatta bu alanda girişilen ve deneysel temele dayanan çalışmalar, bu etkinin bundan önce farzedilenden daha büyük olduğunu ortaya koymuştur. Çevre, bir ferdin eğitimi üzerinde kuvvetli etki yapar. Ayrıca zekası, karakteri, ahlakı hatta kafatası biçimi üzerinde bile etkilidir.[375]
Kur'an-ı Kerim'de, toplumun bu etkisi menfi yönde olursa, fertlere o toplumun dışına çıkmak emredilmiştir. Hicret olayının esprisi budur.
"Nefislerine zulmederken canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:
"Ne işte idiniz? "
"Biz yeryüzünde dinin emirlerini tatbikten âciz kimselerdik. "
"Allah'ın arzı geniş değilmi idi? Siz de hicret edeydiniz ya".[376]
Bu âyette, ancak hak olan fikir ve düşüncelerde toplumla uyum sağlanabileceği, eğer insanı toplum yanlış yola götürmek için etkiliyorsa o beldeden-hicrete mâlen ve bedenen gücü yetenler için hicret emredilmektedir. Yoksa mümin bir kişi, toplumla uyum sağlamak için fikir ve düşüncelerinden vazgeçme hakkına sahip değildir.
Hicretle ilgili bir başka âyet de şudur:
"Size ne oluyor ki Allah yolunda ve acz ü ızdırap içinde bırakılıp: Ey Rabbimiz; Bizi, ahalisi zalim olan şu memleketten kurtarıp çıkar. Bize tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı yolla diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda düşmanla çarpışmıyorsunuz?" [377]
Bu âyette de, toplumla ters düşmenin etkisi ile fertlerin yerlerini ve yurtlarım terk etmeye can attıkları belirtiliyor. Fakat bu kişilere, toplumla uyum sağlayabilmek için düşüncelerinden fedakarlık yapma izni verilmiyor. Öyle ise, toplumsanma olayında toplumun her düşünce ve tutumu kabul edilmeyecek, bu davranışlar İslamın mihengine vurulup buna uygun olanlar kabul edilip benimsenecektir.
Gene bu âyetten, zor durumda bırakılan müslümanları bu durumdan kurtarmanın ve onlar üstündeki zulme mani olmaya çalışmanın bir vazife olarak diğer müslümanlara verildiği anlaşılmaktadır. [378]
İçinde yaşadığı toplumun düşüncelerinden başka fikirleri savunmak ve böylece topluma ters düşmenin insanı sürüklediği ruh hali, bir başka âyette şöyle anlatılmaktadır.
"Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince eğer gücün yeri delmeye veya göğe merdiven dayamaya yetmiş olsa idi, onlara bir mucize göstermek isterdin. Allah dilese idi onları doğru yolda toplardı. Sakın bilmeyenlerden olma. [379]
Bu âyette de Rasululah'ın, getirmiş olduğu son dinin esaslarına müşrik toplumun yüz çevirmesinden ne derece etkilendiği beyan edilmektedir. Bu duruma çok üzülen peygamberimiz, onları ikna için olağan üstü şeyleri gerçekleştirmek istemektedir. Ayrıca, âyette hidâyetin ancak Allah'tan olduğu ve bu gerçeği Rasulullah'ın bilmesi gerektiği beyan edilmekte; "Sakın bilmeyenlerden olma" diye de, onların bu durumundan etkilenip tahassür eden peygamberimizden, bu etkinin şiddetini yok etme gayesi gütmektedir. Ayrıca küfrün ortadan kalkmasını beklemenin sonuçsuz kalacağı da haber verilmektedir. [380]
Öyle ise insan ya topluma uymak, yahut toplumu kendine uydurmak yahut da hicret etmek durumundadır. Topluma uymak, toplumun değerlerini kabul etmek[381]ve kültürünü benimsemek, böylece o toplumda bir yer kazanıp onun bir üyesi haline gelmek -ki biz buna toplumsama, ictimaileşme, sosyalleşme, diyoruz- toplumun varlığını sürdürebilmesinin ön şartıdır. Diğer faydaları da şunlardır.
Toplumsama anarşiyi önler, toplum düzenini sağlar. Fertlerin topluma sadakat bağlan ile bağlanmasına sebep olur. Fert yönünden de toplumsamanın faydaları vardır. Fert üzerinde motivasyon (itkinlik) yaratır. Ferdin daha başarılı olma azim ve gayretini kamçılar. Ayrıca, fertlerdeki beğenilme duygusunun tatmini en çok toplumsama yolu ile mümkün olur. [382]
Sosyal insan, belli bir çevrenin içinde yetiştirildiği ve ona alıştırıldığı için ve çevreyi dikkati almadan arzularının hiç birini gerçekleştiremeyeceği için bu çevreden kaçamaz. [383]
Buraya kadar, etkileşme açısından toplum ve fert münasebetlerini konu alan âyetler üzerinde durmaya çalıştık. Kur'an-ı Kerim toplumun olumsuz etkilerine maruz kalan fertlere gösterecekleri tepkinin sınırlarını ve mâhiyetini de belirtmiştir:
"Rahman'ın kulları yer yüzünde mütevazi yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara "selam" derler (güzel ve yumuşak söz söylerler)."[384]
Yani, toplumun etkisine gösterilecek tepki daima yumuşak olmalı, hatta tepki niteliği taşımayıp karşısındakini etkileme gücüne sahip olmalı, bir eğitim değeri taşımalıdır. Çok yüce ve yüksek bir kişilik gerektiren bu tip davranışlar da ancak ideal kişiler (Rahman'ın kulları) tarafından gerçekleştirilebilir
Konu ile ilgili son âyetimiz, toplumun elde ettiği kültür değerleri ve bunları fertlerine empoze edip benimsetmek sureti ile geleceğin temellerini attığını anlatan şu âyet olacak:
"Verdikleri ile denemek için sizi yer yüzünün halifeleri kılan, kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur. Doğrusu Rabbının cezalandırması sür'atlidir. Şüphesiz O bağışlar, merhamet eder".[385]
Ayette, yeryüzünün sahipliği ve orada her türlü tasarruf yapma, hüküm verme hakkı insanlara, özellikle Muhammed ümmetine verilmiş olduğu ve bu fertlerin bir kısmının bazı özellikle diğerlerine üstün kılındığı belirtilmektedir. Bu usulün sebebi ise imtihan edilme olarak açıklanmaktadır. Bu imtihanın konusu ise Allah'ın bize verdiği mal, evlat ve makamlardır. Malını iyi kullanan toplumun gelecek yıllarda daha zengin olacağı, kötü kullananın ise fakirliğe düşeceği, evladını iyi terbiye eden toplumun gelecek nesillerinin daha iyi olacağı, daha müreffeh bir hayat yaşayacağı; bu terbiyeyi gerektiği şekilde vermeyenlerin yeni nesilerini ise felaketlerin beklediği anlatılmaktadır. Yani bugünkü toplum, nasıl geçmiş toplumların imtihanı sonucu bu durumda teşekkül etti ise, gelecek toplum da bu günkü toplumun imtihanı sonucuna göre teşekkül edecektir.[386] Öyle ise toplum, hem malını iyi kullanmalı, hem çocuğunu iyi terbiye etmelidir. Malını iyi tasarruf etmeyeni fakr u zaruret, çocuğunu güzel bir şekilde eğitmeyeni ana baba saygısından yoksun, büyük küçük tanımaz, şefkat ve merhametten anlamaz nesiller beklemektedir. Allah'ın cezalandırmasının sür'atli olması herhalde bu demektir. Maamafih yüce Allah, kullarına karşı gene de affedici ve merhametlidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki:
Toplum hayatı insanlar için vazgeçilmez bir hayat şeklidir. Her toplumun fertlerinin benzeyen noktaları olması gerekir. Toplum hayatı insanları çeşitli yönlerden etkiler. İnsanlar bu etkiden, toplumun içinde yaşadıkları sürece kendilerini kurtaramazlar. Şayet toplumla uyum sağlayamazlarsa, fertler için o toplumun dışına çıkmak bir zaruret haline gelir. Toplumun uygun olmayan davranışları, ancak güler yüz ve tatlı dille düzeltilebilir. Toplum sadece kendi kendini şekillendirmez, etkileme özelliğinden dolayı aynı zamanda gelecek nesillerin teşekkülünde de müessir olur.[387]
Sonuç
Bu çalışmamızda tesbit edebildiğimiz hususlar ise şöyle özetlenebilir:
1- Kur'an-ı Kerim'de çocuk eğitimi ile ilgili olan ayet sayısı bir hayli fazladır.
2- Bu ayetlerle gerek evlilik öncesi ve gerekse evlilik sonrası dönemler için eğitimle ilgili olarak esaslı ilkeler getirilmiştir.
3- Özellikle eğitim metodlarında, cezadan çok sevgi ve şefkate dayalı yollar tavsiye edilmiştir, (ki bu husus toplumumuza yeterince maledilememiştir. Bu gün otoriter eğitim metodlarının İslamdan kaynaklandığı yolunda yanlış bir anlayış, gerek halk, gerekse aydın kesim arasında, geniş bir taraftar kitlesi bulmuştur. "Eti senin kemiği benim", "kızını dövmeyen dizini döver", "Dayak cennetten çıkmadır" gibi sözlerde ifadesini bulan ve toplumumuzun ma'şerî eğitim anlayışını halk dilinde yansıtan, bu kabil telakkilerin, dinimizin eğitim anlayışına uygun düştüğünü söylemek, her halde mümkün değildir.)
4- Bazı yönlerden çağdaş pedagoji ile görüş birliği sergileyen Kuran, özellikle çocuk karşısında ana-babaya verdiği sorumluluk ve geniş yetki, programı eğitimin merkezine alması ve amaç belirlemesi gibi hususlarda günümüz eğitim anlayışlarından farklı ve daha gerçekçi bir yol takip etmektedir. Bu farklı tutum, eğitimde oyun faktörü konusunda da kendisini göstermektedir.
5- Kur'an-ı Kerim, biyolojik gelişimin zihin faaliyetleri ile olan bağlantısına işaret etmek suretiyle beslenme ve büyümenin eğitimle olan sıkı ilişkisini vurgulamaktadır.
6- Toplumumuzda tabu olarak kabul edilen, ana-baba ve çocuk üçgeninde bir eğitim konusu olarak üzerinde çok az durulan, cinsel eğitim ve problemlere çok rahat bir uslubla yaklaşan Kur'an-ı Kerim, bu tutumu ile müslümanlara, bu konuda da örnek vererek ışık tutmaktadır.
7- Son olarak Kur'an'da gerek doğrudan çocuğun ve insanın eğitimini konu alan, gerekse eğitim maksadı ile yorumlanabilecek olan ayetler, psikolojinin verileri ile birleştirilerek ve toplumsal yapımıza göre biçimlendirilerek çocuğun psikolojik gelişimine uygun güzel bir eser ortaya konabilir.
Bu çalışma bu konuda sarfedilmiş bir mesaidir. İnşallah bunu başkaları tarafından yapılacak yeni çalışmalar takip edecektir. Gönül, insan psikolojisi dalında çalışmış, aynı zamanda da Kur'an'ı ve İslamı çok iyi bilen uzmanların bu konuda çalışma yapmasını arzu etmektedir. Bu çalışmaların yoğunlaştığı ve ürünlerini toplumun hizmetine sunduğu zaman toplumumuzun din eğitimi konusundaki problemleri büyük çapta çözülecektir. Hatta son dönemlerde kutuplaşan dindar-laik, alevî-sünnî gibi ayırımların keskinliklerini kaybetmesi ve esnek tutum ve tavır izleyenlerin sayısının çoğaltılması bile sağlanabilecektir.[388]
[1] F. Kanad, Kısaltılmış Pedogoji, s. 206
[2] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 32.
[3] P. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 94-95.
[4] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 33.
[5] P. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor muşunu^ s. 17.
[6] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 18
[7] M. Ersin, Eğitimde Psikolojinin Rolü c. II s. I
[9] XIX. yüzyılın ikinci yansında müsbet ilimler alanındaki gelişmeler eğitimin bedenî açıdan da incelenmesini ve büyüme olayını eğitimin temel olayı olarak değerlendirmiştir. Bu anlayış sonucu okul doktorluğu müessesesi kurulmuştur. Sağlık şartları, beslenme ve beden eğitimi çok daha geniş ölçüde hekimlik bilgisi i!e desteklenerek ele alınmıştır. Öymen H. Raşit, Eğitime Giriş, s. 55-56.
[10] 55 pus boyunda olan çocuklar 45 pus boyunda olanların çözebildiklerinden daha güç aritmetik problemlerini çözebilirler. Ve daha düzgün, süratli okuyabilirler. M. Ersin, Eğitimde Psikolojinin Rolü, c. I, s. 36-37.
[11] M. Ersin, a.g.e., c. I, s. 3.
[12] C. Savard, Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, s. 125.
[13] C. Savard, a.g.e., s. 82.
[14] B. Bayraklı, İslamda Eğitim, s. 26.
[15] M. Ersin, Eğitimde Psikolojinin Rolü, c. I, s. 3.
[16] M. Vehbi, H. Beyan, c. IV, s. 3504.
[17] Yâsîn, 36/68.
[18] M. Vehbi, H. Beyan, c. XI, s. 4674.
[19] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali, s. 22.
[20] M. Ersin,Eğitimde Psikolojinin Rolü, c. I, s. 44
[21] Yusuf, 12/22; Kasas, 28/14
[22] Kemal çağı, 35. yaştır. Râzî Mefatih-ul-Ğayb, c. XVIII, s. 110.
[23] Bir başka ayette ise "daha çocukken ona hüküm verdik" 19/2 buyrulmaktadır. Fakat bu ifade doğumu, hafızası, kalp yumuşaklığı ve safiyeti, ölümü ve tekrar dirilişi ile hep istisnai bir durum arz eden Hz. Yahya için kullanılmaktadır. Bu özelliğin de ona has olması muhtemeldir.
[25] Feth, 48/25.
[26] M. Vehbi, H. Beyan, c. VIII. s. 5475.
[27] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 10-13.
[28] A.O. Özcan, Gelişim Psikolojisi, Ders Notlan, s. 1-2.
[29] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 613.
[30] A.T. Jersild, a.g.e., s. 610.
[31] M.E. Ay, Çocuklarımıza Allahı Nasıl Anlatalım, s. 58.
[32] Y. Konuk, Dini Duygunun Gelişimi ve Eğitimi, s. 17.
[33] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 179-189.
[34] İ. Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, s. 73.
[35] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 34; G. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 49-133.
[36] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 189.
[37] Bakara, 2/233.
[38] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 189-190.
[39] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 190.
[40] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 190-191.
[41] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 191.
[42] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 191.
[43] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 191-192.
[44] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 58-99.
[45] Rasulullah (S.A.V.) torunlarının doğumunda kızı Fatma'ya ve Ümmü Süleyra'e "Benden evvel çocuğun ağzına bir şey koymayın." diye haber salmış, bu habere Hz. Hasan'ın doğumunda uyulmuş, Hz. Hüseyin'inkinde ise uyulmamıştır. Hz. Ali, Hz. Hasan'ın Hz. Hüseyin'e nazaran daha alim olmasını bu olaya bağlamaktadır. İ. canan, H.P.S. Terbiye, s. 84.
[46] Saçı, necaseti ve doğum sırasında bulaşan pislik çocuktan temizlenir. İ. Canan, H.P.S. Terbiye s. 81.
[47] İ. Canan, H.P.S. Terbiye, s. 81.
[48] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 66.
[49] A. Yörükoğhı, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 79.
[50] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 38, 86.
[51] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 347
[52] D. Çüceloğlu, Yetişkin Çocuklar, s. 190.
[53] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 70-71.
[54] A. Ulvan, İslamda Aile Eğitimi, s. 84.
[55] Sahih'i Müslim, Selman b. Mugıre hadisi.
[56] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 182.
[57] M. Öcal, Din Öğretiminde Metodlar, s. 103.
[58] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 63.
[59] H. Yavuzer, Çocuk ve suç, s. 143.
[60] Ülkemizde söylenen ninniler için bak. A. Çeİebioğlu, Türk Ninniler Hazinesi
[61] A. Kavaklı, Çocukluk Yaşlarında Büyüme ve Gelişme, s. 161.
[62] A. Çelebioğlu, Türk Ninniler Hazinesi, s. 9.
[63] M. îz, Tasavvuf, s. 113.
[64] A. Çelebioğlu, a.g.e., s. 9.
[65] A. Çelebioğlu, a.g.e., s. 10.
[66] A. Çelebioğlu, a.g.e., s. 40-41, 42, 43.
[67] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 67-68.
[68] Ş. Oğuzkan, G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 15, 60.
[69] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 41
[70] P. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 40.
[71] Ş. Oğuzkan, G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 60.
[72] Geniş bilgi için bak. A. Dodurgalı, İbn Sina Felsefesinde Eğitim, s. 15-155.
[73] O. Neyzi, L. Koç, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, c. 1, s. 31
[74] O. Neyzi, L. Koç, a.g.e., c. I, s. 233.
[75] Bakara, 2/233.
[76] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. II, s. 796.
[77] M. Vehbi, H. Beyan, c. II, s. 417.
[78] Beyzavî, "fiilin haber olarak gelmesi bu vücûbiyete işaret eder. Kelime lafzan ihbar ise de mazıa itibarı ile emirdir. Ve bu emir, rızk babaya ait olduğundan, ana için menduptur. Eğer süt anne temin edilemezse veya çocuk başkasını emmezse o zaman anne emzirmekle yükümlüdür." der. M. Vehbi, H. Beyan, c. I, s. 418.
[79] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. II, s. 797.
[80] Bakara, 2/233.
[81] M. Vehbi, H. Beyan, c. I, s. 421
[82] M. Vehbi, aynı yer.
[83] Bakara, 2/233.
[84] Buradaki örften maksat, güleryüz ve tatlı dille ücreti noksansız vermektir. M. Vehbi, H. Beyan, c. I, s. 423
[85] M. Vehbi, aynı yer.
[86] O. Neyzi, L. Koç, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, s. 237.
[87] O. Neyzi, L. Koç, a.g.e., s, 249.
[88] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 29.
[89] O. Neyzi, L. Koç, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, s. 237.
[90] 1930 yıllarından itibaren ana sütü yerine yapay beslenme ile çocuklara gıda verme işi, öncelikle gelişmiş ülkelerde baş göstermiş ve gelişmekte olan ülkelere de sirayet etmiş, böylece tabii beslenme oranı giderek düşme göstermiştir. Fakat modern tıbbın ve tekniğin bütün imkanları kullanılarak yapılan ve ana sütüne göre son derece pahalı, bu endüstri mamalarının en mükemmelleri bile ana sütünün çok yönlü nitelikleri düzeyine ulaşamamıştır. Bunun üzerine 1970 yılından bu yana açılan kampanyalarla ana sütü ile çocuğu beslemek özendirilmiş, böylece, bütün dünyada çocuklarını emziren anne oranında önemli artışlar sağlanmıştır. Böylece, organizmanın gelişmesi için şart olan yeterli beslenme gerçekleştirilmiş ve çocuk için en iyi besin olan ana sütü tekrar devreye sokulmuştur. O. Neyzi, L. Koç, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, s 234.
[91] A. Yörükoğlu, Ç- Ruh Sağlığı, s. 20.
[92] A. Yörükoğlu, a.g.e., s. 178.
[93] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 51
[94] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 20.
[95] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 49.
[96] A. Arnold, Çocuğunuz ve Oyun, s. 61-62
[97] Ş. Oğuzkan, G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 61.
[98] Guy Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 57.
[99] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 36.
[100] F. Dodson, a.g.e, s. 75-82.
[101] A. Yörükoğlu, Ç. Ruh Sağlığı, s. 19.
[102] G. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 57.
[103] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 246.
[104] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 133
[105] F. Dudson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 63-70.
[106] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 192-207.
[107] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 208.
[108] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 208.
[109] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 208.
[110] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 208.
[111] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 209.
[112] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 91-117
[113] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 87.
[114] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 134; F. Dudson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 151.
[115] Ş. Oğuzkan, G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 56.
[116] D. Cüceloğlu, Yetişkin Çocuklar, s. 79.
[117] Guy Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 60.
[118] D. Cüceloğlu, Yetişkin Çocuklar, s. 191.
[119] İ. Canan, İbrahim, H.P.S. Terbiye, s. 101.
[120] S. Oğuzkan, G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 57.
[121] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 152.
[122] A. Jersild, a.g.e., s. 217.
[123] D. Cüceloğlu, Yetişkin Çocuklar, s. 190.
[124] Bu terimi yaratıcılık yerine kullanıyoruz. Yaratıcı kelimesinin insan için kullanılması İslam terim biliminde hoş karşılanmamaktadır. Bu kelimenin arapçası olan "halk" fiilinin Kur'an'da, insan için yaratılmış olanlardan başka bir şey meydana getirmek anlamında kullanılmış olması, bu manada kullanılmasının mahzurlu olmadığının delili olmasına rağmen, biz geleneğe uyarak yaratıcılığı kullanmadık. Bu özelliği "biçim vericilik" kelimesi ile karşılamayı daha uygun bulduk.
[125] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 252.
[126] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 92.
[127] Rum, 30/22.
[128] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 100.
[129] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 135.
[130] Ş. Oğuzkan-G. Oral, Okul öncesi Eğitim, s. 51.
[131] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 50.
[132] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 497.
[133] A. Dodurgalı, Eğitim Sosyolojisi, s. 40-45.
[134] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 50.
[135] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 116.
[136] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali, s. 206.
[137] D. Cüceloğlu, Yetişkin Çocuklar, s. 191.
[138] G. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri,
[139] A. Yörükoğlu, Çocukta Ruh Sağlığı, s. 168.
[140] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 154-158.
[141] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 119-127.
[142] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 140.
[143] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 525
[144] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 150.
[145] G. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 51-52.
[146] T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 518
[147] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 46.
[148] Y. Konuk, Çocukta Dini Duygunun Gelişimi ve Eğitimi, s. 43. M.E. Ay, Çocuklarımıza Allahı Nasıl Anlatalım?, s. 75.
[149] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 20.
[150] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 521.
[151] K. Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 12
[152] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 80
[153] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 209-218.
[154] M.E. Ay, Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Tanıtalım, s. 66.
[155] M.E. Ay, a.g.e., s. 69.
[156] K. Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 128-129
[157] K. Yavuz, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 108.
[158] M. Selçuk, Çocuğun Eğitiminde Dini Motifler, s. 79.
[159] M. Öztürk, "Din Eğitimi ve Çocuk Ruh Sağlığı", Türkiye T. Din Eğitimi Semineri, s. 207
[160] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 218-220.
[161] S. Akdeniz, Eğitim Psikolojisi, s. 69
[162] K. Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişimi, s. 128.
[163] M. Selçuk, Çocuğun Eğitiminde Dini Motifler, s. 79
[164] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 134
[165] D. Cüceloğlu, Yetişkin Çocuklar, s. 192.
[166] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 220-221.
[167] M.E. Ay, Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım, s. 67
[168] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 68-70.
[169] M.E. Ay, Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım, s. 75-77
[170] İ. Canan, Kur'an'da Çocuk, s. 95.
[171] Bakara, 2/285-286 ayetleri gibi.
[172] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 612.
[173] Ebu Davut, Salat 26 Feyzul-Kadir, s. 521. Ahmed b. Hanbel, III, 404
[174] K. Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 152.
[175] Buhari, Salat, 106.
[176] Heysemî, Mecma'u'z-Zevaid ve Menbau'l-Pevaid, c. IX, s. 182.
[177] Müslim, Mesacid, 42.
[178] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 609.
[179] Bu dönemde çocuğun okul için hazırlanması gerekir. Egosantrizmin etkisinde olan ve aile içinde herşeyin kendisi için yapıldığına inanan çocuk okul hayatında birdenbire bu düşüncelerinin gerçekleşmediği gerçeği ile karşı karşıya gelecektir. Bundan dolayı daha önceden okul hayatının bu özelliğine alıştırılmalıdır. Aksi takdirde okuldan nefret edebilir.
[180] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi, s. 204.
[181] M. Çamdibi, a.g.e., s. 204; M. Ersin, Eğitimde Psikolojinin Rolü, s. 2.
[182] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 169.
[183] P. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 125-128.
[184] G. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 78.
[185] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 53.
[186] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 239.
[187] Ali İmran, 3/134.
[188] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 239.
[189] F. Dodson, a.g.e., s. 240.
[190] Geniş bilgi için bak. A. Dodurgalı, Eğitim Sosyolojisi, s. 54-63.
[191] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 55.
[192] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 596-597.
[193] Oda arkadaşım rahmetli Dr. Nihat Engin'in bir çalışması olan Hüsn-Kubh kavramları ile ilgili bilgiyi rahmete vesile olması dileğiyle hiç müdahale etmeden bu bölüme aldım. Okuyucularımdan ruhu için bir fatiha bekliyorum.
[194] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 599.
[195] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 115.
[196] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 596.
[197] .T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 282.
[198] A. Arnold, Çocuğunuz ve Oyun, s. 28-29.
[199] A.T. Jersild, a.g.e., s. 304. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 221-232.
[200] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 122.
[201] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 232.
[202] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 232.
[203] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 232-233.
[204] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 233.
[205] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 233.
[206] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 233.
[207] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 233.
[208] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 122-126.
[209] Bazı rivayetlerde yatakları ayırma yaşı on olarak zikredilir. İ. Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, s. 308.
[210] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 54.
[211] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 152.
[212] G. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 82.
[213] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 610.
[214] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 73.
[215] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 123; M. Emin Ay, Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım?, s. 75.
[216] K. Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 136.
[217] G. Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 72.
[218] A.H. Akseki, İslam Dini, s. 72.
[219] Çocuk eğitiminde namazın yerine işaret eden diğer ayetler, İbrahim, 14/40, Taha, 20/132.
[220] M.E. Ay, Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım, s. 35.
[221] M. Çamdibi, Din Eğitiminin Temel Meseleleri, s. 57.
[222] M. Çamdibi, a.g.e., s. 57.
[223] D. Cüceloğlu Yetişkin Çocuklar, s. 136-137.
[224] Y. Konuk, Dini Duygunun Gelişimi ve Eğitimi, s. 47.
[225] B. Bilgin, Din Öğretimi, s. 88.
[226] Buhari, Salat 106, Müslim, Mesacid, 42.
[227] Maun, 107/4-5.
[229] B. Topaloğlu, Kelam İlmi, s. 66.
[230] Fatiha, 1/4.
[231] M. Çamdibi, Din Eğitiminin Teme] Meseleleri, s. 67.
[232] M. Ersin, Eğitimde Psikolojinin Roiü, s. 11-12
[233] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 54.
[234] Ankebut, 29/45.
[235] Y. Konuk, Dini Duygunun Gelişimi ve Eğitimi, s. 83.
[236] M. Selçuk, Çocuk Eğitiminde Dini Motifler, s. 102.
[237] Feyz'ül-Kadir, s. 521
[238] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 127-129.
[239] M.E. Ay, Din Eğitimi ve Öğretiminde Mükafat ve Ceza, s. 89-90.
[240] Maun, 107/4-7.
[241] S. Ateş, Yüce Kur'an'm Çağdaş Tefsiri, c. 11, s. 120.
[242] Ebu Davut, Hudud, 16; Tirmizi, Hudud, 1; Ahmed b. Hanbel, 1, 116.
[243] M.E. Ay, Din Eğitim ve Öğretiminde Mükafat ve Ceza, s. 45
[244] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi, s. 231.
[245] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 54.
[246] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 64.
[247] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. İ68.
[248] M. Selçuk, Çocuğun Eğitiminde Dini Motifler, s. 97.
[249] S. Halim Paşa, Buhranlarımız, s. 207-208.
[250] Bu konuda marifet yayınlarından çıkan Esmâ-i Hüsna (Doç. Dr. Metin Yurdagür) adlı kitaptan yararlanılabilinir.
[251] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 74.
[252] Gazali, İhya, 5. kitap, 3. bab, c. II, s. 553.
[253] M. Vehbi, H. Beyan, c. XI, s. 4321.
[254] Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 24-34. N. Razon Çalışan Anne ve Çocuk s. 11-15
[255] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 73.
[256] M. Ersin, Eğitimde Psikolojinin Rolü, c. II, s, 8.
[257] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 233-252.
[258] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 252.
[259] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 252.
[260] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 252-253.
[261] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 253.
[262] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 282-306.
[263] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 277.
[264] Guy, Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 123.
[265] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 74.
[266] Guy, Jacquin, Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri, s. 124, B. Bilgin, M. Selçuk, a.g.e., s. 75.
[267] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 75.
[268] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 75.
[269] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 610.
[270] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 269-270.
[271] S. Akdeniz, Eğitim Psikolojisi, s. 72-73
[272] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 253-256.
[273] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 279.
[274] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi, s. 113.
[275] N. el-Attas, İslami Eğitim, s. 17.
[276] Ş. Oğuzkan, G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 13.
[277] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 6-7
[278] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi, s. 15
[279] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 7.
[280] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 256-258.
[281] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 258.
[282] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 258-259.
[283] M. Çamdibi, Din Eğitiminin Temel Meseleleri, s. 61.
[284] Ahzap, 33/71.
[285] Beled, 90/8-10.
[287] Şems, 91/8.
[288] Âyetteki fucur'dan maksat, fiilin taşıdığı kötülük, takvadan maksat ise, iyilik özelliğidir. Buna göre ayet: İyilik ve kötülüğü insana İlham ettik, dolayısıyla iyilik yapmasını, kötülükten kaçınmasını telkin ettik." manasındadır. (H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. VIII, s. 5858.
[289] İnsan, 76/2-3.
[291] Kıyame, 75/36.
[292] Bakara, 2/286.
[293] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 259-261.
[294] Ö. Köknel, K. Özuğurlu, Tıbta Ruhbilim, s. 7; A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh sağlığı, s. 174.
[295] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 136-137
[296] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 174-176
[297] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 144.
[298] İ. Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, s. 307.
[299] İ. Canan, a.g.e., s. 318.
[300] A. Yörükoğlu, a.g.e., s. 180-181; F. Dudson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s-178.
[301] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 182-183.
[302] P. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 171-172.
[303] Yusuf, 12/24.
[304] Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali, s. 237.
[305] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 283-284.
[306] İ. Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, s. 317.
[307] M. Raşid Belgesoy, Kur'an Hükümleri ve Modern Hukuk, s. 94.
[308] Bak. Nisa, 4/1-37.
[309] Nisa, 4/27-28.
[311] Nur, 24/58-59.
[312] Tıpkı küçük yaşta çocuğa namazı öğretmek gibi. Bilindiği gibi namaza ısındırmak için çocuğa namaz kıldırmak, namazla ilgili bilgiler vermek ana babanın görevlerindendir. Çocuk namaz kılmazsa sorumlu değillerdir. Ana baba namazı Öğretmezse sorumlu olurlar. M. Vehbi, H. Beyan, c. IX. s.3766.
[313] Nur, 24/59.
[314] Bakara, 2/222.
[315] K. Kerim ve Açıklamalı Meali, s. 34.
[316] K. Ansan, Kadın Hastalıkları, s. 105.
[317] Hayız kanaması başlayan gen kızlarımızın birçoğu bu husustaki bilgisizliği sebebiyle kanser olduğu vehmine kapılabilmektedir. İ.Canan H. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, s. 317.
[318] K. Ansan, a.g.e., s. 107. H.Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, e. I, s. 107; M. Vebi, H. Beyan, C. I, s. 390
[319] K. Ansan, Kadın Hastalıkları, s. 102.
[320] M. Vehbi, H. Beyan, C. I, s. 390.
[322] Bakara, 2/223.
[323] M. Vehbi Ef-, H. Beyan, c. I, s. 393-394.
[324] Ayette geçen, "kendinizi Önceden hazırlayın" ibaresine bazı müfessirler amel-i salih yapmak, haramdan nefsi korumak gibi manalar vermektedirler. Bak. H. Dini K. Dili, C. II, s. 777. H. Beyan, C. I, s. 394. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 261-269.
[325] M. Ergin, Eğitimde Psikolojinin Rolü, c. II, s. 13-14.
[326] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 270.
[327] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 284
[328] H. Yavuzer, a.g.e., s. 286-287
[329] A. Yörükoğlu, Ç. Ruh Sağlığı, s. 64-65.
[330] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 166-170.
[331] A. Arnold, Çocuğunuz ve Oyun, s. 32.
[332] Bu konuda bak. A. Dodurgalı, Eğitim Sosyolojisi, s. 136.
[333] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 308.
[334] Kınalızade, Ahlâk-ı Alâ'i, s. 105
[335] A. Arnold, Çocuğunuz ve Oyun, s. 42.
[336] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi, s. 229.
[337] Kınalızade, Ahlâk-ı Alâ'i, s. 191
[338] Kınalızade, a.g.e., s. 192.
[339] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 293
[340] H. Yavuzer, Çocuk ve Suç, s. 182.
[341] S. Akdeniz, Eğitim Psikolojisi, s. 74.
[342] A. Arnold, Çocuğunuz ve Oyun, s. 7
[343] Yusuf, 12/11-13.
[344] A. Arnold, Çocuğunuz ve Oyun, s. 13-14.
[345] A. Arnold, a.g.e., s. 15.
[346] A. Arnold, a.g.e., s. 18-19.
[347] Geniş bilgi için bak. İ. Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 251-253. 5
[348] Canan, Kur'an'da Çocuk, s. 136.
Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 271-279.
[349] Furkan, 25/4; Kasas, 28/9.
[350] İsra, 17/24.
[351] M. Vehbi, H. Beyan, c. VII, s. 2969.
[352] Gazali, Ihyâ, 2. Kitap, 1. Bab, c. 11, s. 67.
[353] A.H. Akseki, İslam Dini, s. 265.
[354] Ö.N. Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 466.
[355] Al-i İmran, 3/10, 116.
[357] Meryem, 19/32.
[358] Kehf, 18/39.
[359] M. Sofuoğlu, Sahih-i Müslim ve Tercemesi, c. V, s. 183.
[360] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 279.283.
[361] Y. Berker, Sosyoloji Ders Notları, s. 5.
[362] M. iver, R. Page, Cemiyet, s- 9.
[363] I.Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, S. 146.
[364] M. iver, R. Page, Cemiyet, s. 9.
[365] S. Halim Paşa, Buhranlarımız, s. 209-210.
[366] Hucurat, 49/13.
[367] H. Yazır, H. Dini K- Dili, c. VI, s. 4478.
[368] Bakara, 2/204-205.
[369] Türkiye I. Din Eğitimi Semineri, s. 6.
[370] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 132-135.
[371] Hucurât, 49/10.
[372] M. iver, R. Page, Cemiyet, s. 12.
[373] M. Vehbi, H. Beyan, c. XIV, s. 5496.
[374] İsra, 17/73-74.
[375] C. Savard, Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, s. 12.
[376] Nisa, 4/97.
[377] Nisa, 4/75.
[379] En'am, 6/35.
[380] M. Vehbi, H. Beyan, c. IV, s. 1409.
[381] İ. Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 146
[382] S. Akdeniz, Toplumumuz ve Eğitimimiz, s. 32
[383] M. iver R. Page, Cemiyet, s. 132.
[384] Purkan, 25/63.
[385] Enam, 6/165.
[387] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 284-292.
[388] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 293-294.