Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

ÂYETLERDE NÂSİH MENSUH

ÂYETLERDE NÂSİH MENSUH


Bu konuda pek çok kitap yazılmıştır. Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Ebu Davud es-Sicistani, Ebu Cafer en-Nehhas, İbnu'l-Enbari, Mekkî, İbnu'l-Arabi ve diğer ulema, bu konuda eser yazanlar arasındadır.
Ulema; nâsih ve mensuhu bilmedikçe, bir müfessirin Kur’ân'ı tefsir etme­sinin caiz olmadığını söyler. Hz. Ali bir kadıya: Nâsih ve mensuhu bilir misin? diye sorduğunda kadı; hayır, cevabını verir. Bunun üzerine Hz. Ali; kendini de, başkalarını da helak ettin, şeklinde mukabelede bulunur.

Nesihle İlgili Meseleler


Kur’ân'da nesih ile ilgili bir takım meseleler vardır.
a- Neshin lügat mânası
Nesih; ***** «..Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini tahkim eder..» (Hac, 52.) âyetinde oldu­ğu gibi izale, ***** «..Bir âyetin yerini başka bir âyetle değiştirdiğimizde..» (Nahl, 101.) âyetinde olduğu gibi tebdil mânasındadır. Mirasın, birin­den diğerine intikalinde kullanılan «tenâsülü'l-mevaris» tabirinde olduğu gibi, tahvil veya intikal mânası da vardır. Bir yerden diğer bir yere nakil mânasına da gelir. ***** kitabı istinsah ettim, ifadesinde olduğu gibi, bir kitapda bulunan yazıyı, bir başka yere nakletmek mânasını taşır.
Mekki, neshin bu mânasının Kur’ân için geçerli olamayacağını söyler. Kur’ân'da nâsih, mensuhun lafzıyla değil, başka bir lafızla geldiğini ileri sürerek, en-Nahhas'ın bu konudaki cevazına karşı çıkar. Buna karşılık Saîdî, en-Nahhas'ın bu görüşüne ***** «..Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk..» (Câsiye, 29.), ***** «Şüphesiz o, bi­zim katımızda Ana kitapta mevcut, yüce ve hikmet dolu bir kitapdır..» (Zuhruf, 4.) âyetlerinin delil olduğunu söyler. Bilindiği üzere, ***** «..sadece arınmış olanların dokunabileceği saklı bir kitapta mev­cutken..» (Vâkıa, 78-79.) âyetlerinde görüldüğü gibi, levhi mahfuz'da bulunan bütün âyetler, bölüm bölüm nazil olmuştur.
b- Neshin Faydaları
Allahu Taâlâ neshi, bazı hikmetlerinden ve sağladığı kolaylıklarından do­layı, bu ümmete bahşetmiştir. Bütün İslam uleması, neshin cevazını kabul eder­ken, Yahudiler neshin, beda mânasına geldiğini zannederek karşı çıkmışlardır.
Halbuki beda, önceden kararlaştırılan bir fikri bırakıp, akla gelen başka bir fikri kabul etmektir. Beda'nın Allah'a isnadı, muhaldir. Çünkü Yahudilerin «beda» kabul ettikleri şey; öldürdükten sonra diriltmek, dirilttikten sonra öldür­mek, sıhhatli iken hasta olmak, fakir iken zengin olmak gibi hususlarda verilen hükmün müddetini tayin etmek demek olur ki, bu hususlara beda denmez. Bü­tün emir ve nehiyler de böyledir.
Kur’ân'ın neshi hususunda ulema, farklı görüşlere sahiptir. Bir kısmı ***** «Herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır, veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benze­rini getiririz.» (Bakara, 106.) âyetine dayanarak Kur’ân'ın ancak Kur’ân'la neshedileceğini, Kur’ân'ın misli ve Kur’ân'dan daha hayırlı olanın gene Kur’ân ola­cağını ileri sürmüşlerdir. Bir kısmı da ***** «O, kendiliğinden konuş­maz.» (Necm, 3.) âyetine dayanarak, sünnetin Allah katından geldiği gerçeğini düşünerek, Kur’ân'ın sünnetle neshedileceğini kabul etmişlerdir. Vasiyet âyeti­nin neshi, bu kabildendir.
Bir kısım ulemanın görüşü de şu noktada toplanır.
Şayet sünnet, vahiy yoluyla gelmişse âyeti neshedebilir. Şayet bu, Re­sûlün içtihadı ise, neshedemez. Bunu İbnu Habib en-Nisâburi, «Tefsir»inde zikretmiştir. Bu konuda İmam Şafii şöyle der: Kur’ân'ı sünnet neshederken, mutlaka bu neshi destekleyen bir başka Kur’ân âyeti mevcuttur. Sünneti Kur­an neshederken, Kur’ân'ı destekleyen mutlaka bir sünnet mevcuttur. Bu durum Kur’ân ve sünnet'in birbirine uygunluğunu gösterir. Bu konunun teferruatını, «Cemu'I-Cevami» adlı eserin şerhinde zikrettim.
c- Neshin Cari Olduğu Yerler
Nesih ancak; cümle haberi olsa bile, emir ve nehiylerde vaki olur. Talep ifade etmeyen cümlelere, nesih dahil olmaz. Vaad ve vaid ifade eden cümleler bu kabildendir. Bu gerçek kavranılınca, nesihle ilgili kitaplara çok sayıda vaad ve vaidle ilgili haberî âyetlerin alınmasındaki yanlışlık açıkça görülür.
d- Neshin Bazı Kısımları
1 - Amel edilmeden önce neshedilen âyet; hakikatte nesih budur. (Mücadele sûresinin 12. âyeti olan) necva âyeti, buna misaldir.
2- Önceki ümmetlerin şeriatında bulunan bazı ahkamın, bu ümmette neshedilmesidir. Kısas ve diyetle ilgili âyetler buna misaldir. Veya, bir süre uy­gulanması emredilmiş olan âyetlerdir. Kıblenin Beyti Makdis'den Kabe'ye, aşure orucunun Ramazan ayına çevrilmesindeki nesih, buna misaldir. Bu yüzden bu nevi neshe, hafifletme neshi denilir.
3- Belli bir sebebe bağlı olarak emredilen, sebebin kalkması ile emrin kalkmasını gerektiren hükümler de, neshin kısımlarındandır. Zayıflık ve sayıca azlık durumunda sabır ve teenni ile davranma emri, buna misaldir. Bu durum, kıtalin farz kılınmasıyla neshedilmiştir. Böyle bir nesih, hakikatte nesih değildir. Bu, ***** (Bakara, 106.) âyetinde olduğu gibi, hükmün tehir edilen kısmıdır. Tehir edilen hüküm, Müslümanların kuvvetlendiği anda, savaşla emrolunmalarıdır. Zayıflık anında ise hüküm, eza karşısında sabredilmesidir. Bu bakımdan sabır hakkında inen âyetin seyf âyeti ile neshedildiğini kabul eden ulemanın görüşü zayıf düşmüştür. Halbuki gerçek, âyetin mensuh olmayıp, hükmü tehir edilen âyet olmasıdır. Şöyle ki, bu durumda varid olan her emrin, hükmünü ge­rektiren bazı sebeplerden dolayı muayyen bir zamanda uygulanması gerekir. Sonra hükmün sebebleri değişince, hüküm de değişir ki buna nesh denmez. Gerçek nesih, uygulanmamak üzere hükmün kalkmasıdır.
Mekkî şöyle der: Bazı ulema ***** «Allah'ın emri ge­lene kadar onları affedin, geçin.» (Bakara, 109.) âyetinde görüldüğü gibi, ga­ye ve zamana işaret eden bir emrin mensuh olmayıp muhkem olduğunu söy­ler. Çünkü bu emir belli bir zamana bağlıdır. Belli bir zamana bağlı olan emirde, nesih mümkün değildir.
e- Alimlerden bir grup, içinde nâsih veya mensuh âyetler ihtiva eden sûreleri, şu kısımlara ayırırlar:
1- İçinde nâsih veya mensuh âyet bulunmayan sûreler, 43 tanedir. Bunlar: Fatiha, Yûsuf, Yâsin, Hucurât, Rahmân, Hadid, Saff, Cuma, Tahrim, Mülk, Hâkka, Nuh, Cin, Mürselât, Nebe, Nâziat, İnfitar, Mutaffifîn, İnşikâk, Burûc, Fecr, Tîn, Asr ve Kâfirûn sûreleri hariç, Fecr'den sonra, Nas sûresine kadar olan bütün sûreler.
2- İçinde nâsih veya mensuh âyet bulunan sûreler, 25 tanedir. Bunlar: Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, Hac, Nûr, Furkan, Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rûm, Lokman, Ahzâb, Sebe, Mümin, Şûrâ, Zâriyat, Tûr, Vâkıa, Mücâdele, Müzzemmil, Müddessir, Tekvir ve Asr.
3- İçinde sadece nâsih âyetler bulunan sûreler 6 tanedir. Bunlar: Fetih, Haşr, Münafikûn, Tegâbûn, Talak ve A'lâ.
4- İçinde sadece mensuh âyetler bulunan sûreler de geriye kalan sûrelerdir.
Bu taksim, şüphelidir. Bu da, aşağıda verilecek bilgilerden anlaşılacaktır.
f- Mekkî, nâsihi şu kısımlara ayırır:
Birincisi; farzın farzı neshidir. Neshedilen âyetle amel caiz değildir. Had cezası verilen zaninin hapsi, bu nevi neshe bir misaldir.
İkincisi; farzın farzı neshidir. Neshedilen âyetle amel caizdir. Müsabere âyeti buna misaldir.
Üçüncüsü; mendup olanı nesheden farzdır. Kıtal âyeti buna misaldir. Kı­tal, önceleri mendup iken, sonradan farz kılınmıştır.
Dördüncüsü; farzın mendup ile neshedilmesidir. Gece namazının neshi buna misaldir. Bu namaz; ***** «..Artık Kur’ân'dan kolayınıza geleni okuyun..» (Müzzemmil, 20.) âyetinde geçen kıraatla neshedilmiştir.

g- Kur’ân'ı Kerim'de nesih üç kısımdır:

g.1. Hükmü ve tilaveti mensuh olan âyetler

Hz. Âişe şöyle demiştir. Evliliği haram kılan on emzirme, beş emzirme ile neshedilmiştir. Resûlullah ve­fat ettiğinde bunlar, Kur’ân'da okunan âyetlerdendi. Bu hadisi, Buhâri ve Müs­lim rivayet etmiştir. Ulema, hadisde geçen «bunlar Kur’ân'da okunan âyetler­dendi» sözünü şüphe ile karşılamıştır. Çünkü bu sözden, on emzirmenin tilaveti neshedilmediği anlaşılır ki, gerçek bu değildir.
Bu sözden anlaşılanı şöyle belirtmek isterim; Peygamberin vefatından murat, vefatına yakın bir zamana kadar demektir. Veya âyetin tilaveti de neshedilmişti. Fakat bu haber, ancak Resûlün vefatından sonra duyulmuştu. Bu yüzden Resûlün vefatı günlerinde bazı sahabe âyetin neshini duymadıklarından tilavetine devam etmekteydiler. Ebu Musa el-Eşari ise şöyle der. Âyet nazil olur olmaz neshedilmiştir. Mekkî şöyle der: Hz. Âişe'den rivayet edilen bu hadis'de mensuh olan âyet de nâsih olan âyet de, tilavet edilmemiştir. Bunun dışın­da benzeri bir neshi bilmiyorum.

g.2- Hükmü mensuh, tilaveti baki olan âyetler.

Neshin bu kısmı ile ilgili bazı eserler mevcuttur. Bazı ulema bu nevi âyetlerin sayıca çokluğundan bahsetseler bile, hakikatte cidden azdır. Kadı Ebu Bekr b. Arabi gibi muhakkik ulema, bu hususu inceleyip vuzuha kavuşturmuşlardır.
Bu konuda şunu ilave etmek isterim: Bu nevi âyetlerin sayıca çokluğun­dan söz edenlerin ileri sürdükleri mensuh âyetler birkaç kısımdır.
Bunlardan biri; ne nesih, ne tahsis, ne de bunlarla ilgili bir yönü bulun­mayan âyetlerdir. ***** «..kendilerine rızık olarak verdiğimizden yerli yerince sarfederler.» (Enfal, 3.) ve ***** «..sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin.» (Bakara, 254.) âyetleri buna misaldir.
Bu nevi âyetlerin sayısını çoğaltan ulema, bu iki âyetin zekat âyetiyle mensuh olduğunu söylerler. Fakat bu doğru değildir. Enfal sûresinin âyeti, infakta bulunanları öven bir haberdir. Bu infakı; zekat verme, aile efradına infakta bulunma ile tefsir etmek mümkündür. Halbuki bu âyette, zekatın dışında farz nafakaya işaret bulunmamaktadır. Bakara sûresinin âyetinde ise, infakın zeka­ta hamli mümkündür, tefsiri bu şekilde yapılmıştır.
***** «Allah hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil mi­dir?» (Tin, 8.) âyeti de bu nevidendir. Bu âyetin Seyf âyetiyle mensuh olduğu söylenirse de bu doğru değildir. Çünkü Allah her zaman «ahkemu'l-hâkimindir», bu âyet cezalandırmayı terkedip neticeyi Allah'a bırakma mânasına gelse bile neshi kabul etmez.
Bazı ulema ***** «..insanlara güzel söz söyleyin..» (Bakara, 83.) âyetinin seyf âyeti ile neshedildiğini kabul ederler. İbnu'l-Hassar; bu görü­şün hatalı olduğunu, âyetin Beni İsrail'den alınan misakı ifade eden bir haber olduğunu, böyle bir habere nesih giremeyeceğini söyler. Benzeri âyetlerde ay­nı şeyi söylemek mümkündür.

g.3. Mensuh değil, tahsis ifade eden âyetler
İbnu Arabi bu nevi âyetleri mükemmel tesbit etmiştir.
***** «İnsan hiç şüphesiz hüsran içindedir. An­cak inanıp..» (Asr, 2-3.), ***** «Şairlere ancak azgınlar uyar.» (Şuarâ, 224.) ***** «Ancak inanıp..» (Şuarâ, 227.), ***** «Allah'ın emri gelinceye kadar onları affedin, geçin..» (Bakara, 109.) âyetleri bu kabildendir. Bu ve benzeri âyetler, istisna ve gaye ifade eden edatlarla tahsis edilmiştir. Bunları mensuh saymak, hatadır.
***** «Müşrik kadınlar Mümin oluncaya kadar onlarla evlenmeyin..» (Bakara. 221.) âyetinin ***** «..ehli Kitab'ın hür ve iffetli kadınlarını..» (Mâide, 5.) âyeti ile mensuh olduğu söyle­nir. Halbuki ikinci âyet, birincisini tahsis etmiştir.
Diğer bir kısmı da; câhiliye devrinde İslam'dan önceki dinlerde veya üvey anne ile nikahın iptali, kısasın ve diyetin meşruiyeti, talakın üç sayıda sı­nırlı kalması gibi hususlarla ilgili âyetlerin henüz nazil olmadığı, İslam'ın ilk gün­lerindeki âdetlerin kaldırılması ile ilgilidir. Bunların nâsih kısmında mütalaa edil­mesi, uygun ise de, edilmemesi daha uygundur. Bu görüşü, Mekkî ve diğer ulema tercih etmiş, şayet bunlar nâsihden sayılsa idi, Kur’ân'ın tamamı nâsih olurdu. Halbuki Kur’ân'ın tamamı veya tamamına yakın bir kısmı, küffar ve Ehl-i Kitab'ın durumunu neshetmektedir, şeklinde tevcihte bulunmuşlar, nâsih ve mensuhun hakkı, bir âyetin diğer bir âyeti neshetmesidir, demişlerdir.
Evet, İslam'ın ilk günlerinde yaşanan âdetlerin neshi olan bu son kısmın, neshe dahil olması, diğer iki kısmdan daha uygundur.
Bu konu aydınlığa kavuşmuşsa, nâsih-mensuh âyetlerin sayıca çokluğu­nu ileri sürenlerin misal olarak getirdikleri çok sayıdaki âyetler, nâsih-mensuh olmaktan çıkar. Hatta, affetme ve vazgeçme ile ilgili âyetlerin seyf âyeti ile nesh edilmediğini söyleyecek olursak, geride nâsih mensuhla ilgili pek az âyet kalır. Bunları delilleriyle tesbit ettim, aşağıda ayrı ayrı gösteriyorum.

 Sûrelerde Mensuh Âyetler


Bakara sûresinde bulunanlar:
***** «Birinize ölüm geldiği zaman...size farz kı­lındı..» (Bakara, 180.) âyeti, İbnu Arabi'nin ifadesine göre, miras âyeti ile veya ***** «varise vasiyyet yoktur.» hadisi ile veya icma ile mensuhtur. ***** «Orucu güçlükle tutanlara bir fidye vardır..» (Bakara, 184.) âyeti, ***** «Ramazan'a erişen orucunu tutsun..» (Ba­kara, 185.) âyetiyle mensuh olduğu söylenir. ***** «Oruç ge­cesi kadınlara yaklaşmak size helal kılındı..» (Bakara, 187.) âyet, ***** «..sizden öncekilere yazıldığı gibi.» (Bakara, 183.) âyetini neshetmiştir. Zira bu son âyetin hükmü uyarınca, uyandıktan sonra cinsi temasda bulunmanın ve yeyip içmenin haram olduğuna inanıyorladı. Bunu İbnu Arabi zikretmiştir. Başka bir rivayette ise, bunun sünnet ile yapılan nesih olduğunu söylemiştir.
***** «Sana haram ayından, onda savaştan soruyorlar..» (Bakara, 217.) âyeti, ***** «..müşrikler nasıl sizinle topyekün savsıyorlarsa, siz de onlarla topyekün savaşın..»(Tevbe, 36.) âyetiyle neshedilmiştir. Bunu İbnu Cerir, Ata b. Meysere'den rivayet etmiştir. ***** «İçinizden ölüp, geriye eşler bırakanlar eşlerinin (evlerinden) çıkarılmadan bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyyet etsinler..» (Bakara, 240.) âyeti, ***** «..dört ay on gün kendilerini beklerler..» (Bakara, 234.) âyetiyle neshedilmiştir. Vasiyet âyeti, miras âyeti ile neshedilmiştir. Nisâ 15. âyetindeki sükna müsadesi bir kısım ulemaya göre mensuh değilken, diğer bir kısmına göre ***** hadisi ile mensuh sayılmıştır. ***** «..içlerinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker..» (Bakara, 284.) âyeti, akabinde gelen ***** «Al­lah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez..» (Bakara, 286.) âyetiyle neshedilmiştir.
Âl-i İmrân sûresinde bulunanlar:
***** «..Allah'tan ona yakışır biçimde korkun..» (102) âyeti ***** «Gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun..» (Tegâbun, 16.) âyetiyle neshedildiği söylenirse de, muhkem olduğundan neshedilmediği de söylenir. Bu sûrede, bu âyet dışında, neshi ileri sürülen başka bir âyet yoktur.
Nisâ sûresinde bulunanlar:
***** «..Yeminlerinizin bağladığı kimselere his­selerini verin..» (33.) âyeti, ***** «..Rahim sa­hipleri (akraba olanlar), Allah'ın Kitabına göre birbirlerine (vâris olmağa) da­ha yakındırlar..» (Enfal, 75.) âyetiyle neshedilmiştir. ***** (Nisâ, 8.) âyetinin mensuh olduğu söylendiği kadar, mensuh olmadığı da söylenir. Fakat bu âyetle fazla amel edilmemiştir. ***** «..fuhuş yapanlara karşı.» (Nisâ, 15.) âyeti, Nûr, 2. âyetiyle neshedilmiştir.
Mâide sûresinde bulunanlar:
***** «..ne haram aya..» (2.) âyeti, aynı aydaki kıtali mubah kı­lan âyetle mensuhtur. ***** «..Sana gelirlerse, is­ter aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..» (42.) âyeti, aynı sûredeki ***** «Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet..» (49.) âye­tiyle neshedilmiştir. ***** «..sizin dışınızdan iki kişi..» (106.) âyeti, ***** «..sizden adaletli iki kişiyi şahit tutun..» (Talak, 2.) âye­tiyle neshedilmiştir.
Enfal sûresinde bulunanlar:
***** «..eğer sizden sabırlı yirmi kişi olursa..» (65.) âyeti, kendinden sonraki 66. âyetle neshedilmiştir.
Tevbe sûresinde bulunanlar:
***** «Gerek hafif, gerek ağır olarak (isteyerek veya iste­meyerek) savaşa çıkın..» (41.) âyeti, ***** «Köre güçlük yok­tur..» (Nûr, 61.) âyetiyle, ***** «Düşkünlere güçlük (günah) yoktur..» (91.) âyeti, aynı sûredeki ***** «Bütün Müslümanların top­tan harbe iştirakleri doğru değildir..» (122.) âyetiyle neshedilmiştir.
Nûr sûresinde bulunanlar:
***** «Zina eden erkek, zina eden kadından.. başkası ile evlenemez..» (3.) âyeti, ***** «İçinizden bekarları.. evlendirin..» âyeti ile neshedilmiştir. ***** «..köleleriniz.. sizden izin alsınlar..» (58.) âyetini bazı ulema mensuh sayarken, bazıları da mensuh değildir, demişlerdir. Fakat fukaha, bununla fazla amel etmemiştir.
Ahzâb sûresinde bulunanlar:
***** «..sana..kadınlar helal değildir..» (52.) âyeti ***** «..biz ücretlerini verdiğin eşlerini.. sana helal kıl­dık.» âyetiyle neshedilmiştir.
Mücadele sûresinde bulunanlar:
***** «..Peygamberle hususi olarak konuşacağınızda.. verin..»   (12.)   âyeti,   kendisinden   sonraki   13.   âyetle   neshedilmiştir.
Mümtehine sûresinde bulunanlar:
***** «..ganimetten, eşleri giden Mümin erkeklere harcadıklarının mislini verin..» (Mümtehine, 11.) âyetinin seyf âyeti veya gani­met âyetiyle mensuh olduğu söylenirse de, bir görüşe göre mensuh değil, muhkem âyettir.
Müzzemmil sûresinde ise, ***** «Geceleyin kalk (namaz kıl); yalnız birazında (uyu) âyeti, sûrenin son âyeti ile neshedilmiştir, denirken bu son âyetin de beş vakit namazla ilgili âyetle neshedildiği söylenir.
Bazılarında ihtilaf edilmekle beraber, yukarıda verdiğimiz mensuh âyetlerin sayısı 21 dir. Bunlar dışında mensuh âyetler bulunduğunu iddia etmek doğru değildir. İstizan ve ganimet taksimi ile ilgili âyetlerde nesih olmadığına dair sahih kavle bakılırsa, mensuh âyet sayısı 19 olur. İbnu Abbas'ın ***** «..Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır..» (Bakara, 115.) âyetinin ***** «..(Bundan böyle) yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir..» (Bakara, 144.) âyetiyle mensuh olduğuna dair rivayeti dikka­te alınacak olursa, mensuh âyet sayısı 20 de kalmış olur.
Bunları beyitler halinde, aynen aşağıdaki gibi nazmettim:

Tilâvetin baki kalıp, hükmün kaldırılması iki şekilde açıklanabilir.
a- Kur’ân-ı Kerîm, hükümleri öğrenip onlarla amel etmek için okunduğu gibi, Allah kelâmı olduğundan, sevaba nail olmak için de okunur. Bu yüzden, mensuh ayetin hükmü kaldırılmasına rağmen, tilaveti baki kalmıştır.
b- Nesihde umumiyetle kullara kolaylık sağlama gayesi bulunduğundan, zor olan hükümler kaldırılmış, Allah'ın bu nimetini hatırlamak üzere, neshedilen aye­tin tilâveti baki kalmıştır.
Kur’ân'da mevcut nâsih ayetler, cahiliye devrinde İslâm'dan önceki dinler­de veya İslâm'ın ilk günlerindeki bazı hükümlerle ilgilidir. Bu yüzden, nâsih ayet­lerin sayısı da azdır. Bunlar; kıblenin değiştirilmesi, aşûra orucu yerine ramazan orucu tutulması gibi hususlardır. Bunları Cem'ul-Cevâmi adlı esere yazdı­ğım şerhde ayrı ayrı ele aldım.

 NÂSİH-MENSUHLA İLGİLİ BAZI MESELELER


Bazı ulema; Kur’ân'da mevcut nâsih ayetler tertipte, mensuh ayetlerden sonra nazil olduğunu, ancak Bakara süresindeki iddet ayeti ile, Ahzab suresi 52. ayeti­nin böyle olmadığını söyler. Bazıları buna üçüncü bir âyet ilave etmişlerdir. Bu âyet, Haşr sûresinin 7. ayetidir. Bazı ulemaya göre Enfal sûresinin 41. ayeti, bu ayeti neshetmiştir. Bazıları buna bir dördüncüsünü ilave etmişlerdir ki bu da "onların mallarından artanı al" mealindeki A'raf sûresi 199. ayetidir. Bu ayetin, ze­kât ayeti ile neshedildiği söylenir.
İbnu'l-Arabî şöyle der: Kur’ân-ı Kerîm'de, küffârdan sakınmayı, kaçmayı, uzak­laşmayı, onlarla münasebette bulunmayı emreden bütün ayetler, seyf âyetiyle nes­hedilmiştir. Bu âyet, Tevbe sûresi 5. âyettir. Kur’ân'ın 124 âyeti bu seyf âyetiyle neshedilmişse de, âyetin son kısmı ile, ilk kısmı da neshedilmiştir.
İbnu'l-Arabî, yukarıdaki sözüne şunu da ilave eder: A'raf Sûresinin 199. ayeti, "Sen af yolunu tut." ile "Ve cahillere aldırış etme." kısmına nesh girdiği halde, âyetin ortasındaki "İyiliği emret." kısmının muhkem âyet hükmünde olması, nes­hin dikkate değer yönlerinden biridir. Dikkate değer yönlere bir başka misal de Mâide Sûresi 105. âyettir. Bu âyetin son kısmı nâsih, ilk kısmı da mensuhtur. Bu­nun bir benzeri, Kur’ân'da mevcut değildir. Emri bi'l-ma'rûf, nehyi ani'l-münker mânasını taşıyan "Siz doğru yolda olursanız" kısmı, "Siz kendinizi koruyun" kıs­mını neshetmiştir.
Saîdî şöyle der: Ahkâf sûresinin 9. ayeti nüzûlünden 16 sene sonra Hudeybiye Müsâlahası sırasında nazil olan Fetih sûresinin ilk ayetiyle neshedilmiştir. Hiç bir âyet, bu kadar uzun süreden sonra neshedilmemiştir.
Hibetullah b. Selâme ed-Darir ***** (İnsan, 8.) âyetinde şöyle der: 'Bu âyette neshedilen ***** kelimesidir. Bununla, müşriklerden alınan esirler kasdedilmektedir. A'ma olan bu zat, ***** keli­mesinin «müşrikleri kapsamadığını yani, âyetin mensuh olduğunu» ifade edince kızı bu görüşün hatalı olduğunu söyledi. Babası neden yanlış, diye sorunca kızı Müslümanlar, kimseyi acından öldürmez, diye cevap verdi.
Şeyzele, «eI-Burhan» adlı eserinde şöyle der: Nâsih âyetin neshi caizdir. Bu durumda nâsih âyet mensuh olur. ***** «Sizin dininiz si­ze, benim ki bana.» (Kâfirûn, 6.) âyetini, ***** «..müşrikleri öldürün..» (Tevbe, 5.) âyetinin neshetmesi, bu âyeti de ***** «..kendi elleriyle cizye verene kadar..» (Tevbe, 29.) âyetiyle neshedilmesi, buna misaldir.
Bu ifadeyi iki yönden değerlendirmemiz gerekir.
Birincisi; bu konuda önceden bilgi vermiştik.
İkincisi; ***** âyeti, ***** âyetini tahsis etmiş men­suh kılmamıştır. Buna misal, Müzzemmil sûresinin son âyetidir. Bu âyet, sûrenin ilk kısmını neshetmiştir, kendisi de, namazların farziyetini belirten âyetle neshedilmiştir. Buna bir diğer misal de ***** (Tevbe, 41.) âyetidir. Bu âyet, müşriklerle münasebette bulunmayı yasaklayan âyetleri neshetmiş, özür ifade eden âyetlerle de neshedilmiştir.
Ebu Ubeyd, Hasanu'l-Basri ve Ebu Meysere'nin şöyle dediğini rivayet eder: Mâide sûresinde mensuh âyet yoktur. Buna rağmen «Mustedrek» sahibinin İbnu Abbas'dan yaptığı rivayette bir müşkil bulunmaktadır. İbnu Ab­bas'a göre ***** «..ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..» (Mâide, 42.) âyeti, ***** «..aralarında Allah'ın indir­diği ile hükmet..» (Mâide, 49.) âyeti ile neshedilmiştir.
Ebu Ubeyd ve diğer ulema, İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Kur’ân'da neshedilen ilk âyet, kıblenin tahvili âyetidir. Ebu Davud, başka bir ta­rik ile İbnu Abbas'dan şu rivayeti nakleder: Kur’ân'da neshedilen ilk âyet, kıble âyetidir. Sonrada aşura orucudur.
el-Mekki ise şunları söyler: Bu durumda, Mekke'de nazil olan âyetlerde nâsih vaki olmamıştır. Fakat bir rivayete göre, nâsih âyetler mevcuttur. Gâfir sûresinin ***** «Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tes­bih ederler, O'na inanırlar ve Müminler için (şöyle) mağfiret dilerler:..» (Mümin, 7.) âyeti, ***** «Melekler ise Rablerini överek tesbih eder ve yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağış­lanma dilerler..» (Şûrâ, 5.) âyetini neshetmiştir. Bu konuya en uygun olan nesih, Müzzemmil sûresinin ilk âyetlerinin, son âyetleriyle, son âyetlerin de beş vakit namazın farziyetini getiren âyetle neshedilmesidir. Bu sûreler, ittifakla Mekke'de nazil olan sûrelerdir.

 Nâsih-Mensuh'un şartları


İbnu'l-Hassar şöyle der: Neshin kabul edilebilmesi için ya Resûlün, ya da Sahabe'nin ***** bu âyet, şu âyeti neshetti, şeklindeki açık ifa­desi bulunmalıdır. Fakat bir âyetin nâsih-mensuh oluşunda ihtilaf mevcutsa, bu âyetin nüzul sırasına bakılır, buna göre hüküm verilir. Nesih konusunda sahih bir nakil, iki âyet arasında açık bir zıtlık bulunmadıkça, ne müfessirlerin kavline, ne de müçtehidlerin içtihadına itimad edilir. Çünkü nesih, bir hük­mün kalkması, yerine Resûlullah'ın zamanında takarrür eden bir hükmün gelmesi demektir. Bu da, rey ve içtihaddan ziyade, sahih nakil ve nüzul sı­rasına bağlıdır. Ulema bu konuda farklı görüşlere sahiptir. Bir kısmı, udul vasfını taşıyan birinin nesih konusunda verdiği haberi kabul etmezken, diğer bir kısmı, müfessir veya müçtehidin haberini yeterli görür. Fakat gerçek olan, her iki gö­rüşün hilafıdır.

 Neshin kısımlarından üçüncüsü; hükmü baki, tilaveti mensuh olan âyetlerdir.

Bazı ulema, hükmün baki kalmasına karşılık, tilavetin kaldırılmasındaki hikmetin ne olduğu, âyetin hükmüyle amel edip tilavetinden hasıl olan sevabı birleştirmek gayesi ile, tilavetin baki kalmasının daha iyi olup olma­yacağı konusunda bazı sorular yöneltmişlerdir.
«Fununu'l-Efnan» müellifi İbnu'l-Cevzi, bunu şöyle cevaplan­dırır. Bundaki hikmet; Müslümanların kendilerine emredilen hususlarda herhangi araştırmaya gitmeksizin, zan yoluyla, hayırlı işlerde ne ölçüde yapışıp itaat edeceklerini ortaya çıkarmaktır, İbrahim (a.s.)ın, vahyin en alt mertebesi olan, uykuda oğlunu kurban ettiğini görmesi üzerine, bunu derhal uygulamaya koy­ması gibi, Müslümanlar da emredildikleri şeyleri derhal uygularlar. Bu hikmeti gösteren misaller pek çoktur.
Ebu Ubeyd, İsmail b. İbrahim'den, o Eyyub'den, o Nafi'den, o da İbnu Ömer'den, şöyle dediğini rivayet eder: Sizden biriniz Kur’ân'ı bütünüyle biliyo­rum demesin..Kur’ân'ın bazı âyetleri neshedildiğinden, tamamını nasıl bilebilir? Bu yüzden, Kur’ân'da mevcut olanın hepsini biliyorum demesi, daha uygundur.
Ebu Ubeyd; İbnu Ebi Meryem, o Ebu Lehia'dan o Ebu'l-Esved'den, o Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den, o da Hz Âişe'den, şöyle dediğini rivayet eder: Ahzab sûresi nazil olunca, Resûlün sağlığında 200 âyetten ibaretti. Bu sûreden pek çok âyetin neshedilmesi sonucu, Hz. Osman zamanındaki Kur’ân'ın teksiri sı­rasında, bugün mevcut olan âyet sayısı kadarıyla yazılmıştır.
Ebu Ubeyd; İsmail b. Cafer'den, o Mübarek b. Fudale'den, o Asım b. Ebi Necud'dan, o da Zerru'bnu Hubeyş'den, şöyle dediğini rivayet eder. Ubeyy b. Ka'b bana şöyle dedi; Ahzâb sûresi kaç âyettir? Ben de, 72 veya 73 âyettir, cevabını verdim. Ubeyy: Bu sûre, Bakara sûresine muadildi, recm âyetini bile bu sûrede okurduk, deyince, recm âyeti nedir, diye sordum. Ubeyy bu âyeti ***** Evli erkek ve evli kadın zina ederlerse, Allah'tan bir ceza olmak üzere onları recmedin. Allah aziz  ve hakimdir, şeklinde okudu.
Ebu Ubeyd; Abdullah b. Salih'den, o Leys'den, o Halid b. Yezid'den, o Said b. Ebi Hilal'den, o Mervan b. Osman'dan, o Ebu Umame b. Sehl'den, o da teyzesinden, şöyle dediğini rivayet eder. Resûlullah bize recm âyetini; ***** Yaşlı erkek ve kadını tattıkları lezzetten dolayı cezalandırın, şeklinde okumuştu.
Ebu Ubeyd; Abdullah b. Salih'den, o Hişam b. Sa'd'dan o Zeyd b. Eşlem' den, o Ata b. Yesar'dan, o da Ebu Vâkıd Leysi'den, şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah'a vahiy indiğinde kendisine uğrar, inen vahyi öğrenirdik. Bir gün aynı maksatla yanına uğradığımda bana: Allah şöyle buyuruyor diyerek: ***** Biz malı insanoğluna namazını kılması, zekatı vermesi için verdik; ama ademoğlunun bir dere dolusu malı (kasası kesesi dolu) olsa ikincisini ister, onu da elde etse üçüncüsünü elde etmeye bakar. Ademoğlunun (muhteris) gönlünü toprak­tan başka birşey doldurmaz. Şu kadar ki (ihtirastan nefret edip) tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder, şeklinde okudu.
Hakim, Müstedrek'inde, Ubeyy b. Ka'b'ın şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah bana şöyle dedi: Allahu Taâlâ bana, Kur’ân'ı sana okumamı emretti. Sonra ***** «Kitap ehlinden ve putperestlerden olan inkarcılar...vazgeçecek değillerdi.» (Beyyine, 1.) ile başlayan sûreyi
okuyarak şunları ilave etti: ***** İnsanoğlu bir dere dolusu mal mülk isteyip bu isteğini elde etse, bir ikincisini ister, onu da elde etse, üçün­cüsünü ister. İnsanoğlunun aç gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. Şu kadar ki (bu ihtirası bırakıp) tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder. Allah yanında değeri olan kişi, ne Yahudi, ne de Hıristiyan'dır; ancak muvahhid kişidir.
Ebu Ubeyd, Haccac'dan, o Hammad b. Seleme'den, o Ali b. Zeyd'den, o Ebu Harb b. Ebi'l-Esved'den, o da Ebu Musa'l-Eşari'den rivayetle, şöyle dediğini nakleder: Tevbe sûresi uzunluğunda bir sûre nazil olduysa da sonradan neshedildi. Ondan şu âyetler ezberlenmişti:
İbnu Ebi Hâtim, Ebu Musa'l-Eşari'nin şöyle dediğini nakleder: biz ***** ile başlayan sûrelerden birine benzer miktarda bir sûre okumuşsak da, bundan ancak şu âyet aklımızda kaldı:
Ey Müminler, yapmayacağınız şeyleri söylemeyin, bu tür işleriniz şahit olarak boynunuza (amel defterinize) yazılır da kıyamet gününde bundan dolayı hesap vermek zorunda kalırsınız.
Ebu Ubeyd; Haccac'dan, o Said'den, o Hakem b. Uteybe'den. o da Adiy b. Adiy'den şöyle dediğini rivayet eder: Adiy, Hz. Ömer bize ***** Babalarınıza özenti duymayın, onlara özenti duyarsanız kâfir olursu­nuz, âyetini okumuştu. Bunu Zeyd b. Sabite sordum. O da âyetin böyle olduğunu doğruladı.
Ebu Ubeyd, İbnu Meryem'den, o Nâfi b. Ömer el-Cumahi'den, o İbnu Ebi Muleyk'den, o Misver b. Mahreme'den rivayetle, şöyle dediğini nakleder: Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avfa; ***** Önceki cihadınız gibi cihad edin, âyetini biz duymadık, acaba sen duydun mu? diye sorar. O da; bu âyet, Kur’ân'da neshedilen âyetlerden biriydi, cevabını verir.
Ebu Ubeyd; İbnu Ebi Meryem'den, o İbnu Lehia'dan, o Yezid b . Âmiri'l-Mugâferi'den, o Ebu Sufyani'l-Kelali'den rivayetle, Mesleme b. Mahled el-Ensari'nin şöyle dediğini nakleder: Bana, Mushaf'da yazılmayan iki âyeti söyler misiniz? diye sordu. Yanlarında Ebu Kennud Said b. Mâlik olduğu halde, buna cevap vermediler. Bunun üzerine Mesleme şunları okudu:
İman edip, hicret eden, mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimseleri; sizsiniz saadete, mutluluğa erecek olanlar, diye müjdeleyin. Hicret eden bu Müslümanları barındıran, onlara yardımcı olan, Allah'ın sevmediği bir toplu­luğa karşı onlarla beraber mücadele eden bu topluluğa, yaptıklarına karşılık olmak üzere saklanan (hazırlanan) müjdeyi hiç kimse bilemez.
Taberâni «es-Sünenu'l-Kebir»inde İbnu Ömer'den şöyle dedi­ğini rivayet eder: Sahabe'den iki kişi Resûlullah'tan bir sûre ezberlemişlerdi. Aradan bir süre geçtikten sonra, bir gece namaz kılarken, bu sûreyi okumak is­tediler. Fakat sûreyi tam olarak okuyamadılar. Sabahleyin Resûl'e uğrayıp du­rumu anlatınca Resûlullah; bu sûre, neshedilen sûrelerdendir, üzerinde durmayınız buyurdu.
Buhari ve Müslim, Bi'ri Maune vak'ası ile ilgili Enes'den, bu vak'ada ölenlerin katillerine Resûlullah'ın beddua etmesi ve buna dair bir rivayeti nakle­der. Bu rivayete göre Enes; bunlar hakkında âyet nazil olmuş, biz de bunu neshedilinceye kadar okumuştuk, demiş, neshedilen âyetin şu şekilde olduğu­nu söylemiştir.
Kavmimize haber verin ki biz Rabbimize kavuştuk; O bizden razı ol­du, ve bizi mükafatlandırdı.
Hakim «Müstedrek»inde Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Okuduğunuz nedir? diye sorduğumda bana; Tevbe sûresinin dörtte birini oku­yoruz, dediler.
Huseyn b. Munadi, «en-Nâsih ve'l-Mensuh» adlı eserinde şöyle der: Kur’ân'da metni neshedilip mânası hâlâ akıllarda kalan iki sûre var­dır ki bunlar; vitr namazında okunan iki Kunut sûreleridir. Bu iki sûreye Hal' ve Hafd sûreleri denilir.

 Yukarıda verilen Rivayetlerin Tenkidi


Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabi, «eI-İntisar» adlı eserinde, bu nevi nes­he itiraz eden bazı ulemanın görüşlerini nakleder. Bu konuda rivayet edilen ha­berler, âhâdi haberlerdir, Kur’ân'ın nüzulü veya neshinde kesin delil sayılamaz­lar.
Ebu Bekri'r-Razi meseleyi bir başka yönden alarak şunları söyler: Met­nin ve tilavetin neshi, Allah'ın ancak, insanlara bunu unutturması, zihinlerden si­linmesi, Mushafa yazılıp tilavetinden kaçınılmasını emretmesi ile mümkündür. Böylece; ***** «Doğrusu bu hükümler ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde de vardır.» (A'la, 18-19.) âyetlerinde zikri geçen önceki semavi Kitaplarda olduğu gibi, metinle birlikte ti­laveti de zamanla unutulur gider. Böyle bir nesih, ya Resûlullah zamanında zihinlerden silinmiş, ya da vefatlarından sonra kıraatı devam etmiş, zamanla Allahu Taâlâ insanlara bunu unutturmuştur. Resûlün vefatından sonra Kur’ân'dan herhangi bir âyetin neshi, caiz değildir.
Zerkeşi «eI-Burhân» adlı eserinde Hz. Ömer'in: Eğer insanlar Ömer, Allah'ın Kitab'ına ilavede bulundu diye konuşmayacaklarını bilseydim, recm âyetini Kur’ân'a yazardım, sözünü şöyle açıklar, recm âyetinin Kur’ân'a yazılması caizdir, fakat dedikodudan korkması bunu engellemiştir. Esasta caiz olan, bazı dış tesirlerden dolayı, caiz olmaktan çıkar. Kitabet caiz olsaydı, âyetin yazılması gerekirdi. Çünkü âyetler bu şekilde yazılırdı.
Denilir ki; mensuh olan bu âyetin tilaveti baki kalsaydı Hz. Ömer, insanların sözünü dikkate al­maksızın bunu yazardı. Zira insanların sözü bir mani teşkil etmez. Kısacası bu husus, müşkil bir mesele olarak kalmıştır. Hz. Ömer bu haberin, âhâdi haber olacağı inancındaydı. Bu nevi haberle hüküm sâbit olsa bile, Kur’ân metninin sa­bit olduğu söylenemez. Bu bakımdan İbnu Zafer «eI-Yenbu' fi'tefsir» adlı esrinde böyle bir görüşü reddetmiş, bunu tilaveti neshedilen âyetlerden saymış, haberi vâhidle Kur’ân'ın tesbit edilemeyeceğini söylemiştir. Aynca bu­nun, nesih değil, münse (unutturulmuş âyet) olduğunu, her ikisinin aynı mânada zannedildiğini, halbuki aralarında fark olduğunu, hükmü bilinip tatbiki tehir edilen lafza münse dendiğini belirtir.
«Belki Hz. Ömer bu haberin âhâdi olduğu inancındaydı» sözü, doğru de­ğildir. Şurası kesin olarak bilinmektedir ki Hz. Ömer bunu Resûlullah'dan öğ­renmiştir.
Hakim, Kesir b. Sâmid'den yaptığı rivayette, şöyle dediğini nakleder: Zeyd b. Sabit ve Said b. Âs, Mushaf'ın tertibi sırasında recm âyeti ile karşıla­şınca Zeyd; Resûlullah'ın ***** Evli erkek ile evli kadın zina ederlerse, onları recmedin, dediğini işittim cevabını verir. Hz. Ömer ise; bu âyet nazil olunca Resûlullah'a geldim. Bunu âyet olarak yazayım mı de­yince Resûlullah Ömer'in bu teklifini pek hoş karşılamadı. Bunun üzerine Ömer; yaşlı ve evli olmayan bir erkek zina ederse kırbaçlanır, genç ve evli olan bir erkek zina ederse recm edilir, demiştir.
İbnu Hacer «Şerhu'I-Minhac»ında şöyle der: Bu hadisden anla­şıldığına göre, âyetin tilavetindeki neshin sebebi, zahirine bakmaksızın umum manasıyla amel edilmesidir.
Bu hususla ilgili şu açıklamada bulunmak isterim: Hatırıma güzel bir fikir geldi. Tilavetin neshindeki sebeb, neshedilen âyetin hükmü baki kalmakla be­raber, Mushafta yer almayışı ve tilavetinin şöhret bulmayışı sebebiyle, Müslü­manlara kolaylıktır. Çünkü neshedilen âyetin taşıdığı hüküm, Kur’ân'da mevcut olan hükümlerin en zoru, en şiddetlisi ve cezaların en ağırıdır. Mensuh olan bu âyette, kusurları kapatmanın mendup olduğuna işaret edilmektedir.
Nesei'nin rivayet ettiğine göre Mervan b. Hakim, Zeyd b. Sabit'e şöyle demiştir: Bu âyeti Mushaf'a yazmadın mı? Bunun üzerine Zeyd; iki evli gencin recmedildiklerini duymadın mı? Biz önceden söylediğimizde Hz. Ömer; bu hu­susta gerçeği size bildiririm, demişti. Hz. Ömer meseleyi Resûlullah'a açıp, ya Resûlullah, recm âyetini yazabilir miyim? diye sordu. Resûlullah da, yazamaz­sın cevabını verdi. Hz. Ömer'in bu âyeti yazabilir miyim sözü, âyeti yazmama müsaade et, veya bu imkanı bana tanı, mânasındadır.
İbnu'd-Durays «FedâiIu'I-Kur’ân» adlı eserinde Ya'la b. Hakim tarikıyla
Zeyd b. Eslem'den yaptığı rivayette Hz. Ömer'in, bir hutbesinde şöyle dediğini nakleder: Recm hususunda şikayette bulunmayın. Çünkü o bir ger­çektir. Bu âyeti Mushaf'a yazmayı arzuladığımda Ubey b. Ka'b'a sordum on­dan şu cevabı aldım; Resûlullah'dan bu âyeti okumasını istediğim zaman, sen bana geldin, göğsümü iterek; bunlar merkepler gibi birleşirken Resûlullah'a recm âyetini mi okutacaksın, dememiş miydin!
Bu haberin şerhinde İbnu Hacer şöyle der. Burada üzerinde ihtilaf edilen tilavetin neshindeki sebebin izahına işaret vardır.
İbnu'l-Hassar, bu nevi nesih hakkında şöyle der: ***** «Herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır, veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını, veya onun benzerini getiririz.» (Baka­ra, 106.) âyetine rağmen, mukabili olmaksızın nesih nasıl mümkün olur? Hal­buki bu âyet, ihtilaf kabul etmeyen kesin bir haberdir, şeklinde sorulacak olur­sa, buna şu karşılık verilir, Kur’ân'da mevcut olup neshedilmeyen her âyet, ti­laveti neshedilen âyetlerin yerini tutmaktadır. Şu anda bilmediğimiz, Allah'ın neshettiği her âyet, bildiğimiz, lafzı ve manasıyla bize mütevatiren ulaşan bir âyetle değiştirilmiştir.