BOZULMANIN BAŞLANGICI
Bu ümmetin içinden bazıları, hatta alim ve dindar olarak bilinen bazı kimseler, yahudilerin niteliklerinden bazı paylar almışlardır. Basiret sahibi olanlar bu gerçeği görebilirler. Allah'ın Rasulullah'ın hoşlanmadığı bütün niteliklere bulaşmaktan yine Allah'a sığnınz. Bu böyle olduğu için ilk dönem müslümanları sürekli çevrelerindekileri bu tehlike konusunda uy arıyorlardı. [1] dayanarak belirttiğine göre Ebu Musa, ÎSasra'İı Kur'an okuyucularına elçi olarak gönderilmişti. Basra'ya varınca üçyüz Kur'an okuyucusu gelip Kur'an okudu. Ebu Musa bir ara onlara şunları söyledi:
Nitekim Buhari'nin, Ebu Esved'e
"Sizler Basra'nın seçkinleri ve Kur'an okuyucularısınız. Kur'an'i sık sık okuyunuz, uzun süre ara verip, kalble-rinizin katılaşmasına meydan vermeyiniz. Tıpkı sizden öncekilerin kalblerinin karardığı gibi. Bizler vaktiyle uzunluk ve şiddet bakımından Beraet suresine benzettiğimiz bir sure okuduk, fakat şimdi onu. unuttum. Yalnız onun şu kadarı aklımda kaldı. -İnsanoğlunun iki vadi dolusu altım olsa üçüncüsünü ister, onun karnım ancak toprak doldurur. Ayrıca aramızda Sebaha surelerinden birine benzettiğimiz başka bir sure de okuyorduk. Onu da unuttum, fakat şu kadarı aklımda kaldı:
"Ey müminler, yapmadığınız şeyi niye söyler siniz? Bu sözünüz belge olarak boynunuza yazılır da sonra Kıyamet günü ondan sorguya çekilirsiniz."[2]
Görüldüğü gibi sahabilerden Ebu Musa, Basra'lı Kur'an okuyucularım uzun süre Kur'an okumaya ara verip, kalble-rinin katılışması tehlikesi karşısında uyarmaktadır.
Bilindiği gibi "Allah'a verilen sözü bozma, tutmama" kavramı, Allah'ın emir ve yasaklarım çiğneme, Allah'ın kitabındaki kelimelerin yerlerini değiştirme, bu kitabın sözlerini başkalaştırıp yanlış şekilde yorumlama eylemlerini tümü ile içerir. İşte bu konuda ünlü tefsir bilgini Hafız İbn-i Kesir'in, sahabilerden İbn-i Mesud'a dayanarak Hadid suresinin tefsiri sırasında naklettiği şu belgeyi sunuyorum. İb-ni Kesir diyor ki:
A'meş'in anlattığına göre Ebu Amile Ferazi[3] dedi ki;
"Abdullah îbn-i Mesud: bir defasında bize öyle bir konuşma yaptı ki, Kur'an ve Peygamberimizin sözlerinden başka bu kadar önemli bir konuşma o güne kadar hiç dinlememiştim, îbn-i Mesud şöyle dedi:
"İsrailoğulları, uzunca bir süre Allah'ın kitabından uzaklaşınca kalbleri katılaştı, arkasından kendi kendilerine gönüllerinin arzu ettiği ve nefislerinin hoşuna giden bir kitab uydurdular. Çünkü, Allah'ın indirdiği gerçekler bir çok arzularına engel oluyordu. Bu yüzden Allah'ın kitabını bilmezlikten gelerek onu arkalarına attılar.
Bu işin öncüleri aralarında Önce şöyle dediler: "Bu yeni kitabı israiloğultarına sununuz, eğer çağrılarınıza uyarlarsa onları serbest bırakınız, yok eğer size karşı çıkarlarsa onları öldürünüz." Fakat daha sonra aralarında şöyle söz bağladılar: "Hayır, öyle olmaz. Böyle yapacağımıza falanca tanınmış alime haber salarak bu yeni kitabı ona sununuz. Eğer o alim bu kitabı benimserse, artık hiç kimse size karşı çıkmaz. Fakat eğer o adam size karşı çıkarsa kendisini hemen öldürünüz ki, ondan sonra artık hiç kimse size karşı gelmez."
Bu konuşma üzerine sözünü ettikleri bilgine bir heyetle yeni kitablannı gönderdiler. Olup bitenleri önceden eline bir kağıt alarak Allah'ın gerçek kitabını üzerine yazdı ve astı ve elbiselerinin altına sakladı.
Bir süre sonra yola çıkmış olan heyet yanına gelerek uydurulan kitabı sundu ve kendisine:
"Bu kitaba inanıyor musun?" diye sordular. Adam da onları eli ile göğsüne işaret ederek ve içinden boynuzun içine sakladığı gerçek kitabı kasdederek:
"Bu kitaba tabii ki, inanıyorum, ona niye inanmayayım?" diye cevap verdi. Bunun üzerine heyet kendisine ilişmedi, onu serbest bıraktılar.
Bu bilginin kendisine çok bağlı bir kaç adamı vardı. Bilgin ölünce bunlar mezarını açarak boynunda asılı duran hayvan boynuzunu gördüler. Arkasından da boynuzu açınca içinde saklanan gerçek kitabı buldu'ar. Bu durumu görünce "Demek ki O, -Bu kitaba tabii ki inanıyorum, ona niye inanmayayım? derken uydurmacıların getirdikleri kitabı değil, bu kitabı kasdetmişti." dediler.
Bu kitab uydurma olayı yüzünden israiloğulları aralarında anlaşmazlığa düşerek yetmiş küsur guruba ayrıldılar. Bu gurupların en iyisi, işte bu boynuzda saklanan gerçek ilahi kitab yüzünden "Zülkam (boynuzlular)" adını alan guruptur.
"İçinizden, bizden sonra yaşayacak olanlarınız bir takım eğri işler ve kötülükler göreceklerdir. Bu kötülükleri görecek olup da onları elleri ile bilfiil değiştirmeye gücü yetmeyecek olanların kalblerinde bu kötülüklere karşı nefret duyduklarını Allah'ın bilmesi onlar için yeterli bir tepkidir."[4]
Cenab-ı Allah (c.c) yukardaki ayetlerin ilkinde söz konusu "Iralbleri katılaşanlar" a benzernemizi yasakladıktan sonra kendi kafalarından ruhbaniyet (dünyadan el-etek çekip ibadete kapanma) icad edip, sonra da buna gerçek anlamı ile uymayanların durumunu açıklıyor, arkasından da buyruğunu şu ayetlerle noktalıyor:
"Ey müminler, Allah'dan korkunuz, Rasulullah'a itaat ediniz ki, o size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığı altında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi affetsin. Allah af ve merhamet edicidir."
Ehl-i Kitab bilsinler ki, kendi kendilerine Allah'ın lütfü uda n bir şey elde etmeye güçleri yetmez. Hiç şüphesiz lütuf ve kerem Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadid: 57/28-29)
Ayette emredilen "Rasulullah'a itaat" O'na inanıp söylediklerini yapmak ve getirdiği şeriate uymaktır. Bu görev, "ruhbanlık" tan kaçınmayı da içerir. Çünkü o böyle bir prensip getirmedi, tersine bunu yasakladı. Ayrıca bu ayetlerde Peygamberimize uyan kitab ehlinin cevabının iki kat olacağı da bildiriliyor. Bu konuda İbn-i Ömer ve başka sahabiler kanalı ile gelen ve ehl-i kitab ile bizim durumumuzu karşılaştırmalı olarak açıklayan hadisler vardır.
Şimdi ruhbanlık konusu ile ilgili bir hadisi gözden geçirelim. Ebu Davud'un, Said b. Abdurrahman'a[5] dayanarak bildirdiğine göre bir gün Sehl b. Ebu Ümame[6]babası ile birlikte Medine'de sahabilerden Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. Enes b. Malik bir ara onlara Peygamberimizin şöyle buyurmuş oduğunu nakletti:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırlaşürmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü sizden Önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır."[7]
Yine aynı hadisin farklı bir rivayet şekline göre bir da-fasmda Sehl b. Ümame babası ile birlikte Medine'de Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. O sırada Ömer b. Abdülaziz,[8] Medine emiri idi. Bir ara Enes b. Malik namaza katıldı. Kıldığı namaz bir yolcu namazı ve buna yakın derecede kısa ve çabuktu. Selam verince kendisine:
"Allah iyiliğini versin, şu kıldığın namaz, farz namazı mı, yoksa nafili mi?" diye sordular, O da bu soruya:
"Kıldığım namaz, farz namazı idi ve Peygamberimizin kıldığı gibi bir namazdı" diye karşılık verdikten sonra sözlerine Peygamberimizin şu hadisi ile devam etti:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırşlaştırmaymiz, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır yükler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır."
"Ertesi günü sabahleyin Ömer b. Abdülaziz, Enes b. Malik'e:
"Birlikte ata binip bir gezintiye çıkalım ve göreceğimiz manzaralardan ibret alalım mı?" diye sordu. Enes b. Malik'in evet demesi üzerine geziye çıktılar. Birara ıssız bir harabe yığını ile karşılaştıklarında Ömer Abdulaziz Enes b. Malik'e:
"Burası neresi biliyor musunuz?" diye sordu. Enes de kendisine şu cevabı verdi:
"Evet, Peygamberimizin bana burası ve buranın halkı hakkında verdiği bilgiye göre bu yörenin eski yerlileri zulüm ve kıskançlıkları yüzünden Allah tarafından helak edildiler. Kıskançlık iyi amellerin nurunu söndürür zulüm de bu kıskançlığı ya onaylar veya reddeder. Öte yandan hem göz hem el hem ayak vücudun tümü ve hem de dil zina işler. Cinsiyet organı bu zina arzularını ya onaylar veya reddeder."
Bu hadisin rivayet zincirinde adı geçen Sehl b. Ebu Ümame, hadis bilgini Yahya b. Main ve başkaları tarafından "güvenilir" olarak kabul edilmiş, Müslim'le birlikte diğer kaynaklarda rivayet etiği hadislere yer verilmiş olan bir kimsedir. Yine bu rivayet zincirinin bir başka halkası olan İbn-i Ebu Amma'ya gelince Beytülmukaddes'li olan bu zat hakkında ayrıntılı bilgim yoktur. Fakat bu hadise kitabında yer veren Ebu Davud'un bu zat hakkında hiçbir şey söylememesi onu iyi gördüğü anlamına gelir. Bu hadiste Peygamberimizin namaz kılma şeklinde "kısa ve çabuk" olarak nitelendirilmiş olması meselesine gelince, Buharı ile Müslim'de yer aldığına göre yine Enes b. Malik bu konuda:
"Peygamberimiz kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılardı"[9] demiştir. Yine bu sahabinin Buharı ile Müslim'de bu konudaki şu sözlerine yer verilmiştir:
"Ömrümde hiçbir imamın arkasında Rasulullah'ın arkasındaki kadar kısa ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim." Buhari'nin yer verdiği rivayette fazla olarak şu sözler de vardır:
"Peygamberimiz namaz kıldırırken ağlayan bir çocuk sesi duyunca çocuğun anasının kafası karışmasın diye namazı çabuklaştırırdı."[10]
Enes b. Malik'in söylediği Peygamberimizin namazı kısa ve çabuk kılması olayı, bazı emirlerle diğer bir kısım imamların yaptıkları Kıyam'a oranladır. Bu kimseleri bazıları Kıyam halini Rasulullah'ın çoğu vakitlerde yaptığından daha fazla uzatırken rüküu, secdeyi ve rükünler arası fasılayı Peygamberimizin çabuklukla yaptığından daha kısa tutarlardı. Hatta denebilir ki, namaz kıldıran imamların çoğunluğu veya bir çoğu namazları böyle kılar oldular. Bu arada bu imamlar arasında dört rekatli farzların son iki rekatında zamm-ı sure okuyanlara da rastlanmış. Bu çeşitli uygulamalar fıkıh alimleri arasında zaman zaman farklı mezheplere dönüşmüştür.
Öteyandan Hariciler de dini konularda detaylara ve zorluklara dalarak vaktiyle Peygamberimizin böylelerini tanımlarken söylediği şu sözlerin canlı örneği haline geldiler:
"İçinizden biri onların namazına göre kendi namazını ve onların orucuna göre kendi orucunu küçümser hale gelecektir."[11]
Bu yüzden Ali, Basra'da ilk defa namaz kıldırınca saha-bilerden İmran b. Husayn[12]"Bu namaz bana Peygamberimizin namazlarını hatırlattı" demiştir. Peygamberimizin namazı dengeli idi. O kıyam (ayakta durma) ve Kuud (oturma) safhalarını kısa tutarken rüku ve secdeleri uzun tutardı. İmran b. Husayn'in, Ali'nin namazı ile ilgili olarak söylediği yukardaki söz, bu konuda Enes b. Malik'in söylediklerini açıklayıcı ve destekleyici niteliktedir.
"Bir gün Enes b. Malik'i ziyarete gittik. Bize: "Namaz kılacak mısınız?" diye sordu. Kendisine: "Evet kılacağız" diye cevap vermemiz üzerine hizmetçisine dönerek:
"Ya cariye, çabuk abdest suyumu getir. Çünkü sizin bu imamınızın (Ömer b. Abdülaziz'i kasdediyor) namazı kadar Peygamberimizin namazına benzer şekilde namaz kıldıran imama hiç rastlamadım" dedi. Ömer b. Abdülaziz namaz kılarken rüku ve secdeleri uzun tutar, bunun yanında kıyam ve kuud safhalarını kısa tutardı.[15]
Bu hadis sahih bir hadistir. Çünkü bu hadisin rivayet halkalarından bîrini meydan getiren Attaf b. Halid Mahzu-mi hakkında hadis bilgini Yahya b. Main bir kaç kere "O güvenilir bir ravidir" dedi. Ahmed b. Hanbel de onunla ilgili olarak "O Mekke'li, güvenilir bir şahsiyettir, rivayetleri sahihtir kendisinden yüz kadar hadis rivayet edildi" derken Îbn-Adiy de ondan söz ederken "O yüze yakın hadis rivayet ediyor. Kendisinden hadis nakleden kimsenin güvenilir olduğu durumlarda hiç bir hadisini tereddütle karşılamadım."[16] diye konuşmuştur.
Ebü Davud ile Nesai'nin, Said b. Cübeyr'e[17] dayanarak bildirdiklerine göre Enes b. Malik aynı konuda şunları söylemiştir:
"Şimdiye kadar bu delikanlının (Ömer b. Abdülaziz'i kas-dediyor) arkasında kıldığım namaz kadar Peygamberimizin namazına benzeyen bir namaz hiç kılmış değilim." Said b. Cübeyr, bu konudaki sözlerini:
"O (yani Ömer b. Abdülaziz) rükua varınca on kere sub-hanrabbiyelazim" ve secdedeyken de on kere subhanerab-biyelala diyebiliyorduk" diye bağladı."[18]
Yine bu konuda Müslim'in, Sabit'e dayanarak bildirdiğine göre Malik b. Enes şöyle demiştir:
"Hiç kimsenin arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim. Peygamberimizin namazı ölçülü ve dengeli idi. Ebu Bekir'in namazı da ölçülü ve dengeli idi. Ömer zamanı gelince o sabah namazını uzatmaya başladı. Peygamberimiz -se-miallahu limenhamideh derken bize -galiba şaşırdı- dedirtecek kadar ayakta durur ve arkasından secdeye vardıktan sonra iki secde arasında yine -galiba şaşırdı- dememize yo-laçacak kadar otururdu,"[19]
Yine aynı konuda Ebu Davud'un, Sabit ve Humeyd'e dayanarak bildirdiğine göre Enes b. Malik şöyle dedi:
"Hiç kimsenin arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim. Peygamberimiz-semiallahu limen hamiden derken- -galiba şaşırdı- dememize yolaçacak kadar bir süre ayakta durur, arkasından tekbir alıp secdeye varırdı. İki secde arasında da -galiba şaşırdı- dememize yolaçacak kadar otururdu."[20]
Görüldüğü gibi Enes b. Malik bu sağlam kaynaklı sözlerinde Peygamber Efendimizin namazının hem veciz ve hem de tamam (eksiksiz) olduğunu belirtiyor. Açıkladığına göre onun Peygamberimizin namazının tam (eksiksiz) olduğunu söylerken kasdettiği şey iki rükün arasında verilen fasılaların uzatılmasıdır. Bir önceki rivayette de "Peygamberimizin namazı kadar veciz ve tam (eksiksiz) hiçbir namaz görmediğini" söylemişti. Allah-u Alem onun bu sözlerindeki ve-cizlik (kısalık) kıyam safhası ile ve tamamlık (eksiksizlik) rüku ve sticud safhaları ile ilgilidir. Çünkü kıyam safhası ancak tam (eksiksiz) olarak yapılabilir, başka türlüsü mümkün değildir. Bu yüzden tamamlılıkla (eksiksiz olmakla) nitelendirilmesi anlamsız olur. Fakat rüku, secde ve rükunlar arasında fasılalarda durum böyle değildir. Ayrıca kıyam safhası kısa, buna karşılık rüku ve secdeler uzun tutulunca namaz dengeli ve ölçülü olacağı için tam (eksiksiz) olur ve o zaman da Enes b. Malik'in "Onun gibi kısa ve eksiksizini hiç görmedim" şeklindeki sözü anlam ve gerçeklik kazanmış olur.
Enes b. Malik'in bu konu ile ilgili olarak rivayet ettiği hadislerin tümü Peygamber Efendimizin rükuu, secdeyi ve iki rükün arasında verilen fasılayı daha sonraki imamların çoğunluğundan daha uzun tuttuğunu gösteriyor. Bu konudaki diğer sağlam rivayetler de aynı şeyi pekiştiriyor.
Buhari ile Müslim'de belirttiğine göre Sabit şöyle diyor: "Enes b. Malik'in -Peygamberimizin bize kıldırdığı namazın aynısını size tarif etmek için elimden geleni yapacağım-dediğini işitmiştim. Onun namaz kılarken yaptığım sizin yaptığınızı görmüyorum. O rükudan kalkınca dimdik ayakta dururdu. Öyle ki, görenler -Bu adam ne yapacağım unuttu- derlerdi. Secdeden başını kaldırdığı zaman da bize -Bu adam ne yapacağını unuttu- dedirtecek kadar otururdu."[21]
Buhari'nin yine Sabit'e dayanarak belirttiğine göre "Enes b. Malik, çevresindekilere Peygamberimizin nasıl namaz kıldığım tarif ederdi. Namaz kılarken de rükudan başını kaldırınca bize -Bu adam ne yacağını unuttu- dedirtecek kadar ayakta dururdu."[22]
Bu rivayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, Peygamberimiz kı-raat'ı (zamm-ı sure okumayı) kısa tutarak namazı kısaltır-dı.[23] Gerçi bu tutum, kıraat safhası ile uyuşacak uzunlukta rükuu ve secdeyi de gerektirirdi. Bu yüzden Enes b. Malik "Onun namazı dengeli ve ölçülü idi" diyor, yani rükünleri arasında uzunluk ve kısalık bakımından Ölçü ve uyum vardı.
Enes gerçekten doğru söylüyor. Çünkü Peygamberimiz sabah namazının iki rekatlık farzında zamm-ı sure olarak altmış ile yüz sayısı arasında değişen miktarda ayet okurdu.[24] Daha da açıklarsak bu iki rekatta genellikle "Elif lam tenzil", "Hel Eta", "Saffat" ve "Kaf' gibi sureleri, bazan bunlardan biraz daha uzunlarını ve kimi zaman da daha kısalarını okurdu.[25] Ömer ise "Yunus, "Hud" ve "Yusuf surelerini okurdu. Herhalde kendisi arkasında namaz kılanların böylesini tercih ettiklerini biliyordu.
Bildirildiğine göre sahabilerden Muaz b. Cebel, bir defasında yatsı namazını Peygamberimizin arkasında kıldıktan sonra Küba mescidine giderek orada Amr b. Avf oğullarına imam olup namaz kıldırdı. Kıldırdığı bu namazda zamm-ı sure olarak "Bakara" suresini okudu. Bunu haber alan Peygamberimiz yaptığına kızarak kendisine şu sözleri söyledi:
"Ya Muaz, sen kargaşalık (fitne) mi çıkarmak istiyorsun? Halka imam olduğun zaman namazını kısa tut. Çünkü arkanda yaşlılar, güçsüzler ve sıkışık durumu olanlar bulunabilir. "Sebbih isme Rabbikelala", "Veş-şemsi ve duhaha" ve benzeri sureleri okuyumaz miydin?"[26]
Peygamberimizin burada Muaz'a ve dolasıyla diğer namaz kıldıran imamlara emrettiği kısalık, kendisinin uyguladığı kısalık idi. Zira O, Enes'in dediği gibi "En kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılan kimse idi" ve ümmetine de:
"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız"[27] buyurmuştu.
Şunu da belirtmemiz gerekir ki, cemaatın namazın uzatılmasını istedikleri durumlarda bundan daha uzun şekilde namaz kıldırmak yerinde bir harekettir. Nitekim Peygamberimizin akşam namazında "Tur" suresini okuduğu zamanlar olmuştur.[28] Buna karşılık bundan da kısa şekilde namaz kıldırmayı gerektirecek durumlarda imamın öyle yapması gerekir. Tıpkı Peygamberimizin çocukların ağladığı ve benzeri durumlarda yaptığı gibi.
Açıkça anlaşılıyor ki, Enes'in naklettiği hadisler namazda rüku ve secdeleri çok kısa tutanlarla kıyam safhasını çok uzatanların tutumuna karşı olmayı içeriyor. Enes'in anlattığı ve diğer sahabilerin belirttiği nokta budur.
Nitekim Müslim ile Ebu Davud'un, Abdurrahman b. Ebu Leyla'ya[29] dayanarak bildirdiklerine göre sahabilerden Bera b. Azib[30] bu konuda şunları söylüyor:
"Peygamberimizin (s.a.v.) nasıl namaz kıldığını uzun zaman gözetledim. Onun kıyamı'mn, rükuunun, rükudan sonra ayakta duruşunun, secdesinin, iki secde arasındaki oturuşunun ve selamla namazdan ayrılma arasındaki oturuşunun birbiri ile uyumlu ve dengeli olduğunu gördüm."[31]
"Bir ara Zemin b. Esas[34]adında biri Küfe valisi oldu ve Ebu Ubeyde b. Abdullah'a halka namaz kıldırmasını emretti. Ebu Ubeyde b. Abdullah[35] da kıldırdığı namaz sırasında rükudan kalktığı zaman şu duayı okumama yetecek kadar bir süre ayakta durdu:
"Allahım, Rabbi'miz; gökler, yeryüzü ve dilediğin başka bir şey doluşunca hamd Sana mahsustur. Sen her türlü övgüye ve yücelmeye ehilsin. Sen'in verdiğine kimse engel olamaz ve Sen'in engel olduğunu hiç kimse veremez. Sen'in karşında hiçbir varlıklıya varlığı fayda sağlamaz."
(Hakem sözlerine devam ediyor:) "Bu durumu Abdurrah-man b. Ebu Leyla'ya anlattım. Bana şöyle cevap verdi: Be-rae b. Azib'in bana şöyle dediğini hatırlıyorum: "Peygamberimizin rükuu, rükudan başını kaldırınca ayakta duruşu, secdesi ve iki secde arasındaki ayakta duruşu dengeli ve birbirleri ile uyumlu idi." Bu olayı nakledenlerden biri olan Şube de, "Bu durumu Amr b. Murre'ye[36] anlattığımda bana -Abdurrahman b. Ebu Leyla'yı namaz kılarken gördüm, onun namazı öyle değildi? dedi.[37]
Öteyandan Buhari'nin bu hadise yer veren rivayetinde:
"Kıyam ve teşehhüd dışında kalan rükünler dengeli ve birbirleri ile uyumlu idi."[38] ifadesi vardır. Çünkü zamm-ı sure okumak için olan kıyam ve teşehhüd için olan oturma rükünleri tabii ki, diğer rükünlerden daha uzun olur. Fakat Pey-gemberimiz kıyam'ı kısa tutarak diğer rükünleri eksiksiz yaptığı için bütün rükünler dengeli ve birbirleri ile uyumlu oluyordu.
Bu iki rivayetten her biri öbürünü destekler ve doğrular niteliktedir. Çünkü Berae b. Azib, bazı rükünlerin birbirine yakın uzunlukta olduğunu ve bazılarının bu kuralın dışında tutulduğunu belirtirken, birinci kategoriye giren rükünleri belirtmiyor, fakat ikinci kategoriye giren rükünleri belirtiyor. Burada kıyam rüknünü uzatıp rükû ve secde rükünlerini gayet kısa tutan ve böylece arada büyük bir uzunluk farkının meydana gelmesine yolaçan bazı zamane emirlerinin bu dengesizliğe oranla daha birbirine yakın uzunlukta olan rükünlerden sözedilebilirdi.
Demek istediğimizin örneği şudur: Rasulullah bir defasında güneş tutulması üzerine iki rekat namaz kıldı. Bu namazın ilk rekatında Bakara suresi uzunluğunda bir zamm-ı sure okuyarak öyle rükua vardı. Rükuu da kıyamı kadar ve secdesi de rükuu kadar oldu.[39] Bu yüzden diyoruz ki, güneş tutulması namazının rükuu ile secdesinin toplam uzunluğu kıyarn'mın yarıdan fazlasına yakın uzunlukta olur. Gerek bazı dostlarımız ve gerekse başkaları "Bir namazda zamm-ı sure olarak Bakara suresi okunduğu zaman bu namazın rüku ve secdesinde de yüzer ayet okuyacak kadar bir süre teşbih söylenir" diyorlarsa da bu görüş sünnete aykırı zayıf bir görüştür."[40]
Bu arada Müslim'in, Ebu Said Hudri'ye dayanarak bildirdiğine göre:
"Peygamberimiz namazda başını rükudân kaldırdığı zaman Berae ile Enes'in söylediklerini doğrulayacak kadar zikrederdi. Ayrıca Rasulullah'ın nafile namazları da böyle uzun olurdu. O, geceleri yalnız başına nafile kılarken namazını istediği kadar uzatırdı. Bu namazların bir rekatında zamm-ı sure olarak Bakara, Al-i îmran ve Nisa surelerini okurdu. Yine bu namazlarda Kıyam haline yakın uzunlukta rükuda kalır, rükuu kadar uzunlukta, ayakta durur, ayakta durduğu kadar secdede kalır ve ve iki secde arasındaki oturuşu da secdesi kadar olurdu."[41]
Şunu da belirtelim ki, Peygamberimiz tarafından emredilen ve Enes ile diğer sahabiler tarafından kısa olduğu belirtilen bu kıyam rüknü Rasulullah'rn uygulaması ve emri ile açıklığa kavuşturulup sahabilere tebliğ edilmiştir. Peygamberimiz mescidin minberinden namaz kıldırırken:
"Bunu beni Örnek alasınız ve benim namazımın nasıl olduğunu öğrenesiniz diye yaptım."[42] buyurdu ve Malik b. Huveris ile arkadaşına:
"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız." demişti.
Peygamberimizin namaz konusundaki bu titizliğinin ve emrini uygulamalı örnekle açıklamak gereğini duymasının sebebi şudur. Çoğunlukla her iş kendisinden daha uzun bir işe göre kısa ve kendisinden daha kısa bir işe göre uzun olarak nitelenir. Bunun sözlüklerce belirlenmiş bir sınırı yoktur. Öteyandan namazdaki hareketler yün eğirmek, avcılık, çiftçilik ve dokumacılık gibi geleneklerden değildir ki, bunun rükünlerini Örfe baş vurarak sınırlayalım. Tersine o, ibadetlerden biridir. İbadetler nasıl temelde şeriat koyucuya dayanıyorlarsa, nitelik ve miktarları da yine şeriat koyucuya başvurularak belirlenebilir.
Şu da var ki, eğer namazın herhangi bir rüknü veya bu rüknün kısalığı konusunda toplumun örfüne başvurmak caiz olsa, uzunluk ile kısalığın belirli kriterleri olmadığı için çoğu kere kıîmaklı emrolunduğumuz farz namazlarımızda çelişkiye bile varabilen farklılıklar meydana gelirdi. Namaz terimlerinin anlamları ve namazdaki hareketlerin şekli konusunda her asrın, her şehrin, her kabilenin, her yörenin, hatta her mescid çevresinin diğerlerine benzemeyen farklı tutum ve uygulamaları artaya çıkardı. Bu durum da gerek Allah'ın ve gerekse "Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız." diyen Peygamberimizin emirlerine aykırı olurdu. Çünkü direktif olarak bu sözleri söyleyen Peygamberimiz mesela "Bulunduğunuz çevrenin anlayışı uyarınca veya alışık olduğunuz ölçülere göre kısa kılınız" dememiştir. Hiçbir alimin de böyle dediğini işitmedim. Çünkü böyle bir şey ya fazlaya veya eksiğe düşerek sünnetlerin ölmesine ve şeriatın değişmesine yolaçar. Diğer sahabilerin rivayetleri de aynı gerçeği vurgulamaktadır.
Nitekim Müslim'in, Züheyr'e[43]dayanarak bildirdiğine göre Semmak b. Harb,[44] sahabilerden Cabir b. Semure'ye[45] Peygamberimizin nasıl namaz kıldığını sordu ve ondan şu cevabı aldı; "Peygamberimiz namazı kısa tutardı, o şu adamlar (o günü imamlarını kasdediyor) gibi kılmazdı,[46] Rasu-lullah sabah namazının farzında zamm-ı sure olarak kaf suresi ile benzeri uzunlukta sureleri okurdu."
Yine Müslim'in, Semmak yolu ile rivayet ettiğine göre Cabir b. Abdullah;
"Peygamberimiz Zamm-ı sure olarak öğle namazında "Velleyli iza yağşa, ikindi namazında buna yakın uzunlukta bir sure ve sabah namazında da bundan daha uzun bir sure okurdu"[47] demiştir.
Bu sözler yine Müslim'in, Semmak'e dayanarak naklettiği Cabir b. Semure'nin şu sözlerine açıklık kazandırır niteliktedir; "Peygamberimiz sabah namazının farzında Zamm-ı sure olarak "Kaf suresini okurdu. Daha sonraki namazları kısa olurdu."
Cabir -Allah-u Alem- "Daha sonraki" derken herhalde sabah namazından sonraki vakitleri kasdetmişti. Yani "Peygamberimiz, sabah namazından sonraki namazları sabah namazından daha kısa tutardı" demek istemiştir. Çünkü hem Peygamber Efendimizin namazları kısa tuttuğunu ve hem de sabah namazına Zamm-ı sure olarak "Kaf suresini okuduğunu birlikte söylemiştir.
Bu arada Buhari'de yer aldığına göre Ümm-ü Seleme[48]
"Peygamberimizin veda haccı sırasındaki bir sabah namazında Zamm-ı sure olarak "Tur" suresini okuduğunu işittim. O sırada cemaatın çevresinde dolanarak O'nun Kur'an okuyuşunu dinledim."[49] demiştir.
Bilindiği gibi Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hacc'ından sonra çok az bir evre yaşamıştı. "Tur" suresi de "Kaf' suresine yakın uzunluktadır.
Yine Buhari'de yer aldığına göre îbn-i Abbas "Bir gün anam Ümm-ü Fad[50] "Velmurselati" suresini okuduğumu işitince Yavrum, bu sureyi okuyunca bana Rasulullah'ı hatırlattın, çünkü bu sure Peygamberimizin ağzından en son işittiğim ve bir akşam namazında Zamm-ı sure olarak okuduğu sure idi."[51] demiştir.
Gerek yukardaki hadislerden ve gerekse bunların diğer benzerlerinden anlaşılıyor ki, Peygamberimiz ömrünün son döneminde sabah namazında Zamm-ı sure olarak orta uzan-luktaki surelerden birini okuyordu. Bunun belgeleri çoktur. Bu konuda sözleri bize kadar ulaşan diğer sahabiler görüş birliği halinde Rasulullah'ın sabah namazında öteden beri böyle Zamm-ı sure okuduğunu bildirdikleri ve hiç bir saha-bi O'nun ömrünün sonlarına doğru eskisinden daha kısa şekilde namaz kıldığını.söylemediği için sabah namazında Zamm-ı sure olarak orta uzunlukta bir sure okumanın sünnet olduğu konusunda bütün fıkıh alimleri görüş birliğine varmışlardır.
Sahabilerden Cabir b. Semure "O'nun namazı şu adam-larınki (günün imamlarının namazı) gibi değildi" derken namazı bu anlattığımızdan daha uzun ve daha kısa kıldıran imamları kastediyordu. Yani Rasulullah namazı kısa tutardı, ama bununla birlikte ve bugünün imamlarının rukuu, secdeyi ve rükünler arasındaki fasılayı kırptıkları gibi namazm hiçbir rüknünü kırpmazdı" demek istiyor. Sahabelerden Enes ile Berae'nin sözlerinin vurguladığı gibi Cabir'in bu sözü, o günün emirlerinin (devlet adamlarının) imamlıkları sırasında gerek kıraati (zamm-ı sure okumayı) ve gerekse diğer rükünleri Peygamberimizin yaptığından daha kısa tuttukları anlamına da gelmeyebilir.
Nitekim Müslim'in bildirdiğine göre Ebu Kuz'a[52] diyor ki:
"Bir defasında sahabilerden Ebu Said Hudri'yi görmeye gitmiştim. Yanma vardığımda başı kalabalaktı. Ziyaretçiler dağılınca kendisine "Ben sana şu gidenlerin sordukları meseleleri sormayacağım. Benim senden sormak istediğim şey Peygamberimizin nasıl namaz kıldığıdır" dedim.
Önce bana "Bunu bilmenin sana bir hayrı olmaz" demesine rağmen aynı soruyu tekrar sorunca şunları söyledi; "O zamanlar Peygamberimiz öğle farzına durunca içimizden biri helaya gidip ihtiyacını giderdikten sonra evine varıp ab-dest alarak Mescide döndüğü takdirde namazı ilk rekatta yetişebiliyordu."[53]
Ebu Said'in bu sözlerinden, onun daha sonraki dönemlerde Peygamberimizin zamanından daha kısa şekilde namaz kılındığı görüşünde olduğunu anlıyoruz. Buhari ile Müslim'in bildirdiğine göre de sahabilerden Ebu Berze[54] bu konu ile ilgili olarak "peygamberimizin arkasında sabah namazı kılıp da Mescid'den çıkan herkes yanında kimin namaz kıldığını iyice hatırlardı (Namaz o kadar uzun sürerdi.) Peygamberimiz sabah farzının iki rekatında veya bir rekatında altmış ile yüz arasında değişen sayıda ayet okurdu."[55] demiştir. Ahmed b. Hanbel ile Nesai'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer "Rasuluîlah'ın bize namazları kısa tutmamızı emrettiği olduğu gibi bize "Saffat" suresini Zamm-ı sure olarak okuyarak namaz kıldırdığı da olmuştur."[56]
Bu arada Nesai ile İbn-i Mace'nin, Süleyman b. Yesar'a [57]dayanarak bildirdiğine göre bir defasında sahabiler-den Ebu Hureyre "Arkalarında namaz kıldığım imamlar arasında falanca kadar namazı Peygamberimizin namazına benzeyenini hiç görmedim" dedi. Bu konuşmayı nakleden Süleymen b. Yesar diyor ki: "Ebu Hureyre'nin sözünü ettiği kimse öğle farzının ilk iki rekatını uzatır, son iki rekatını kısa tutardı, ikindi namazını kısa tutardı, akşamın farzında Zamm-ı sure olarak kısa surelerden birini, yatsı farzında orta uzunluktaki surelerden birinini ve sabah farzında da uzun surelerden birini okurdu."[58]
Müslim'in, Ammar b. Yesar'a[59] dayanarak naklettiğine göre Peygamberimizin buyurduğu şu sözler de yukardaki rivayetleri destekler niteliktedir:
"İnsanın namazı uzun tutup hutbeyi kısa kesmesi din bilgisinin derin olduğunu gösterir. Buna göre namazı uzatınız ve hutbeyi kısa kesiniz. Kuşkusuz güzel konuşmada büyüleme gücü vardır."[60]
Burada Peygamberimiz namazı uzun tutmayı kişinin din bilgisinin belirtisi sayarak onu uzatmayı emrettiği görülüyor. Bu emir ya genel olarak bütün namazlarla ilgilidir veya Peygamberimizin bu sözleri ile sadece cuma namazım kasdetmiştir. Eğer bu emir genel karakterli ise söylenecek bir şey yok. Fakat eğer bu emirle sadece cuma namazı kas-dedİlmiş ise, bu namazdaki cemaatın diğer namazlardakin-den daha kalabalık olduğu ve bu kalabalık arasına güçsüzlerin, yaşlıların ve sıkışmışların bulunabileceğini, üstelik bu namazın iki hutbenin arkasından ve günün en sıcak saatlerinde kılındığı gözönüride tutulunca sabah ve benzeri serin saatlerde ve nisbeten az sayıda cemaatle kılınan namazların haydi haydi uzun tutulacağı sonucu çıkar.
Bu açıklamayı yapmamızın sebebi şudur. Az yukarda sa-habilerden Enes'in, Peygamberimizin namazını takdir ettiğini belirtmiştik. Düşündük ki bu iki hadisi işiten kimse bunların arasında çelişki olduğunu sanabilir veya bazı kimseler bu hadislerdin birini görmezlikten gelip öbürüne sarılabilir ve sarıldığı hadisin manasını anlayabilir.
Sözlerimizin burasında bir kaç sayfa önce yer verdiğimiz sahabilerden Enes'in rivayet ettiği şu hadisi tekrar ele alalım:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırlattırmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendileri uydurdular."
Görüldüğü gibi bu hadiste Peygamberimiz, şeriata eklemeler yaparak dini zorlaştırmayı yasaklıyor. Bu ağırlaştırma, bazan vacip veya müstehap olmayan ibadetleri vacip veya müstehap sayarak ve kimi zaman da haram veya mekruh olmayan şeyleri haram veya mekruh sayarak olur. Peygamberimiz bu yasaklamanın gerekçesini belirtirken vaktiyle kendilerine ağır görevler yüklemenin hristiyanlara daha sonra Allah'ın da ağır görevler yüklediğini ve sonunda işin bu gün gelenekleştirdikleri ve kendi uydurmaları olan ruhbanlığa kadar vardığını anlatıyor. [61]
Gayretkeşlik Doğru mu?
Bu hadis şu noktada uyarıcıdır: Eğer kul önce kendi kendine ağır yükümlülük yüklerse onun bu tutumu, daha sonra Allah'ın onun üzerine ağır yükümlülük yüklemesine yo-laçar. Bu da ya Cenab-ı Allah'ın şeriata yeni bir kural eklemesi veya o yükümlülüğü takdir etmesi yolu ile olur.
Cenab-ı Allah'ın şeriata yeni bir kural eklemesine şunlar örnek gösterilebilir. Bilindiği gibi sahabiler cemaatle teravih namazı kılmak üzere Mescid'de toplanınca Rasulul-lah bu namazın farz olmasından çekinerek onlara böyle yapmamalarını söylemiştir.[62] Yine Peygamberimiz henüz haram kılınmamış konular hakkında sahabilerin kendisine soru sormasını aynı endişe ile hoş karşılamamış tır. Ayrıca her hangi bir ibadeti yapmayı adayanın onu yapmak zorunda tutulması bu kategoriye girer. Çeşitli sebepler yüzünden farz hale gelen keffaretler de böyledir. Peygamberimizin hayatı boyunca ümmetine yeni farzların ve ek haramların yüklenmesi ihtimalinden sürekli biçimde kaçınması bu gerekçeden kaynaklanmıştır.
Cenab-ı Allah'ın (c.c.) takdir yolu ile ek yükümlülükler bindirmesine gelince, bazı farz veya haramlar konusunda aşırı şekilde titizlik gösterenlerin o konularda zorlaştırıcı sebeplerin etkilerine maruz bırakıldıklarının sık sık görmüş ya da duymuşuzdur. Mesela aşın temizlik titizleri ve vesveseleri gibi. Bunlar bu konudaki şeriat emirlerine eklemeler yapınca, ağır ve sıkıntılı sebeplerin etkilerine maruz bırakılırlar.
Hadisin bu son anlamı, daha önce üzerinde durduğumuz şu ayetin anlamı ile bağdaşma halindedir:
"O Peygamber ki uhdelerindeki ağır yükleri ve zincirleri üzerlerinden kaldırır." (A'raf: 7/157)
Görüldüğü gibi bu ayet, müminlerin ağır yükleri ve zincirleri gönüllü olarak yüklenmeye kalkışmalarını hoş karşılamamaktadır.
Bu ayettedeki "ağır yükler (asar)" ağır farzları ve "zincirler (ağlal)" da ağır haramları ifade eder. Çünkü "Asar" kelimesinin tekili olan "Isr" kelimesi sözlük anlamı ile "ağırlık, şiddet" ve "ağlal" kelimesinin tekili olan "ğıll" kelimesi de "hareket etmeyi engelleyen bağ" demektir. Cenab-ı Allah'ın (c.c.) şu buyruğu da aynı anlamı pekiştirerek dile getirmektedir:
"Ey müminler, sakın Allah'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri kendinize haram etmeyiniz. Sınırı da aşmayınız, çünkü Allah sınırı aşanları sevmez."
(Maıde: 5/87)
Bu ayetin iniş sebebi analatacağımız şu meşhur olayladır: Buharı ile Müslim'in bildirdiklerine göre sahabilerden Enes b. Malik (r.a.) diyor ki:
Bir gün sahabilerden üç kişi Peygemberimizin eşlerinden birinin evine gelerek O'nun ne gibi ibadetler yaptığını sordular. Kendilerine gereken bilgi verilince Rasulullah'm işlediği ibadetleri azımsarcasına "Biz hiç Rasulullah ile bir olabilir miyiz? O'nun geçmiş-gelecek tüm günahları affedildi" dediler.
Arkasından içlerinden biri "Ben bütün yıl boyunca sabaha kadar namaz kılacağım" dedi. Öbürü de "Ben bütün yıl boyunca ara vermeden oruç tutacağım" diye konuştu. Üçüncüsü de "Ben de kadınlara hiç yanaşmayacak, ömrüm boyunca evlenmeyeceğim" diye söyledi.
Bu arada çıkagelen Peygamberimiz onlara şöyle dedi:
"Şöyle şöyle diyenler siz misiniz? Bana gelince, valla-hi, Âllah'dan en korkanınız, en takvahnız Ben'im. Bununla birlikte hem oruç tutarım, hem bozarım hem namaz kılar hem uyurum ve evlenirim de. Kim Ben'im sünnetimden yüz çevirirse Ben'den değildir"[63] Bu ifade Buhari'nindir. Hadisin yine Enes'e dayalı ve Müslim'de yer alan ifadesi de şöyledir: "Bir gün sahabüer-den bir kaç kişi, Peygaberimizin eşlerine O'nun gizli olarak ne gibi ameller işlediğini sordular. Bu arada içlerinden biri "Ben hiç evlenmeyeceğim" öbürü "Ben hiç et yemeyeceğim" ve üçüncüsü de "Ben hiç yatakta uyumayacağım" dedi. Bu arada eve gelen Peygaberimiz Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra şunları söyledi:
"Şu şu sözleri söyleyenlere ne oluyor? Oysa Ben hem namaz kılar, hem uyurum. Hem oruç tutar, hem bozarım ve evlenirim de" Kim Ben'im sünnetimden yüz çevirirse Ben'den değildir."[64]
Bu anlama gelen, yani gerek ibadetlerde ve gerekse nefsin arzularını gemleme konusunda orta yolu tutmanın sünnet olduğunu bu tutumun hrıstiyanlıktaki ruhbanlığın gereği sayılan evlenmeme ve benzeri gibi psikolojik arzuları bütünü ile oruç gibi ibadetlere aşın şekilde dalmaktan daha iyi olduğunu dile getiren hadislerin sayısı çoktur. Yalnız kimi bazı sofular (abidler) eksik bilgilere dayalı yorumlarla bu ilkeye ters düşmüşlerdir.
Bu hadisin bir benzeri Ebu Davud'un, Ebu Ümame'ye dayandırarak naklettiği şu hadistir. Buna göre bir gün adamın biri Peygamberimize gelerek;
"Ya Rasulallah, bana seyahat için izin verir misin?" diye sordu. Peygamberimiz bu adama:
"Ben'im ümmetimin seyahati, Allah yolunda cihad etmektir."[65] diye cevap verdi. Görülüyor ki, Rasulullah ümmeti için seyahatin, yani evi-barkı terkedip diyar diyar gezmenin cihad olduğunu belirtiyor. Başka bir hadiste de bu anlamda "Oruç tutmak, seyahata çıkmak demektir. Oruçlular, seyahat halinde demektirler"[66] şeklinde Duyuruluyor. Bu açıklamalar Kur'an'da geçen "Seyahat eden erkekler" ve "Seyahat eden kadınlar" ifadelerini de yorumlar niteliktedir.[67]
Belirli bir maksat taşımaksızın evi-barkı terkederek diyar diyar dolaşmak anlamındaki seyahata gelince, böyle bir gezi bu ümmetin amellerinden değildir. Bu yüzden imam Ahmed Hanbeli bu konuda şöyle diyor: "Seyahatin islamda hiçbir yeri yoktur, bu Peygamberin ve salih kulların özellikle yaptıkları bir şey de değildir.[68] Buna rağmen bir gurup arkadaşımız ya kendilerince bazı yorumlara girişerek, veya yaptıkları şeyin yasaklandığını bilmeksizin seyâhata çıkmışlardır. Oysa bu davranış Peygamberimizin hakkında -İslam'da ruhbanlık yoktur- buyurduğu uydurulmuş ruhbanlığın bir uygulamasıdır."
Buradaki maksadımız, hak dinin yahudiler gibi Allah'* anmayı umursamayarak kalb katılığına kapılmamak için bunun tersine her zaman diri tutmak için getirdiği prensipleri ye bu arada sonradan uydurulmuş ruhbanlık konusunda hrîstiyanlara ters düşmenin gerektiğini açıklamaktadır. Gerçi bazı alim ve dindarlarımız ya beriki tarafın veya öteki tarafın hastalığından pay almışlar, ya bu tarafa veya o tarafa belirli oranda benzemişlerdir.
Aynı gerçeği vurgulayan Ahmed, Nesai ve İbn-i Mace tarafından nakledilen diğer bir hadis de şudur. Abdullah b. Ab-bas diyor ki:
Akabe'ye varışımızın sabahında Rasulullah devesinin üzerindeyken bana "Ben'im için bir çakıl taşı topla" dedi. Yedi orta boylu çakıl taşı toplayıp kendisine verdim. Verdiğim çakılları avucu içinde silkelerken "işte bu büyüklükte çakıl taşı atınız" dedikten sonra sözlerini şöyle bağladı: "Sakın dinde aşırılığa düşmeyiniz, çünkü sizden öncekileri dinde aşırılığa düşmek helak etmiştir."[69]
Peygamberimizin buradaki "Salan dinde aşırılığa düşmeyiniz" şeklindeki uyarısı geneldir, yani hem inançlarındaki ve hem de davranış ve tutumlardaki (amellerdeki) aşırılıkIarı içerir. Öteyandan "aşırılığa düşmek" demek, bir şeyi ya hakettiğinden daha fazla överek veya layık olduğundan da-' ha fazla kötüleyerek ya da başka bir yolla "ölçüyü, sınırı aşmak" demektir.
Hristiyanlar, gerek inanç sistemi gerekse davranış ve tutumlar bakımından diğer kesimlerden daha çok aşırılığa düştükleri için Cenab-ı Allah (c.c.) onları, Kur'an'in şu ayetine göre bu konuda Özellikle uyarmaktadır:
"Ey kitab ehli, sakın dininizde aşırılığa düşmeyiniz."
(Nisa: 4/171)
Peygamberimizin yukardaki genel uyarısının sebebi şeytan taşlanırken kullanılacak çakıl taşları konusudur. Bu konuda genel uyarının kapsamı içindedir. Bu konuda aşırılığa düşmek iri çakıl taşlan atmak ve buna benzer hareketlerdir. Bu yüzden Rasulullah, mümkün olduğu kadar küçük çakıl taşlarının atılmasını tavsiye ettikten sonra buna gerekçe olarak da "Bizden önceki toplumları dinde aşırılığa düşmüş olmalarının helak ettiğini" belirtmiştir. Tıpkı hristiyanlar-da gördüğümüz gibi, bu mantık ve bu ifade tarzının gereği ve sonucu şudur: "Onların" yolundan kesinlikle uzak kalmak, helak olmalarının sabeplerine yakalanmamanın en kestirme yoludur. Bunun yanında "onların" bazı adet ve geleneklerini benimseyen kimse onlar gibi helak olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. [70]
İmtiyaz Tanımamak
Bu yüzdendir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizden öncekiler gibi olmayarak onların yaptıkları gibi suçluları cezalandırırken (hadleri uygulayarak) eşraf ile sıradan halk arasında ayrım yapmamızı, kim olursa olsun herkese aynı cezayı vermemizi emrediyor, Oysa çoğu aklievvel kimseler siyaset uzmanları ileri gelenleri ceza dışı bırakmanın siyasi yönden daha yerinde olduğunu sanırlar.
Nitekim Buhari ve Müslim'in, Hz. Aişe'ye dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz, Mahzumiye kabilesi eşrafından hırsızlık yapan bir kadının cezasının bağışlanması konusunda rica etmeye gelen Üsame'ye[71] şöyle buyurdu:
"Ya Üsame, Allah'ın emrettiği bir cezayı uygulama-yayım diye mi aracılık ediyorsun? İsrailoğulları şu yüzden helak oldu. Onlar aralarındaki eşraftan biri hırsızlık edince çalanı serbest bırakırlar, fakat halktan biri çalınca hemen kendisini cezalandırıyorlardı. Nefsimi elinde tutan Allah adına yemin ederek söylüyorum ki, eğer hırsızlık yapan Muhammed'in kızı (benim öz kızım) Fa-tıma bile olsa tereddüt etmeden elini keserdim."[72]
Sözü edilen Mahzum oğullan Kureyş kabilesinin en önde gelen boylarından biri idi. Bu yüzden onlardan olan bir kadının elinin kesilmesi ağırlarına gitmişti. İşte bunun üzerine Peygamberimiz, İsrailoğullannın ileri gelenlerinden olan suçluları ceza dışı tutmayı gelenekleştirdikleri için helak olduklarım bildirdikten sonra kadınların en şereflisi olan kendi kızı Falıma bile hırsızlık yapacak olsa hiç teredüt etmeden elini keseceğini açıklamıştır. Rasulullah böylece adaleti gözetme yükümlülüğünün ve eşitliği ilkesinin, değil başka birini, Peygamberimizin kızım bile kanun üstü saymaya tahammülü olmadığını kesin dille belirtmiştir oluyordu. [73]
Kitab'ı Nefse Göre Değiştirmek
Şimdi di Buharı ile Müslim'de yer alan şu hadisi gözden geçirelim. Sahabilerden Berae b. Azib (r.a.) diyor ki:
"Bir gün Peygamberimiz yüzü karartılmış ve sopa ile dö-ğülmüş bir yahudiye rastladı. Bunun üzerine o civardaki ya-hudileri yanına çağırarak:
"Sizin kitabınızdaki zina haddi (cezası) böyle midir?" diye sordu. Yahudiler kendisine:
"Evet, öyledir" diye cevap verince onların bir bilgini çağırarak kendisine:
"Seni Musa'ya, Tevrat'ı indiren Allah'a salarak soruyorum. Söyle bakalım, kitabınızdaki zina haddi böyle midir?" diye sordu. Yahudi bilgini Peygamberimize şu cevabı verdi:
"Hayır, böyle değildir. Eğer beni Allah'a salmasaydın, bu işin iç yüzünü sana anlatmazdım. Bizim kitabımızda da zi-na'nın haddi (cezası) recm'dir (taşlamaktır). Fakat zina eşrafımız arasında çoğaldı. Biz ise eşrafdan zina etmiş birini yakaladığımızda salıveriyor ve halktan zina işleyen birini yakalayınca kendisine hadd uyguluyorduk. Baktık ki, olacak gibi değil. Bunun üzerine biraraya gelerek "O halde hem eşraftan olanlara ve hem de sıradan halka uygulayabileceğimiz ortak bir ceza kararlaştıralım" diye konuştuk ve böylece yüzü karartma ile sopalamayı, recm'in yerine koyduk."
Adamdan bu sözleri işiten Peygamberimiz:
"Allah'ım, Sen'in, öldürülen (yürürlükten kaldırılan) emrini ilk diriltecek (uygulayacak) olan Ben'im" diyerek önündeki yahudinin recm cezasına çarptırılmasını emretti. Hemen bunun arkasından da Cenab-ı Allah (c.c.) şu ayeti indirdi:
"Ey Peygamber, ağızları ile -inandık- deyip de kalpleri ile inanmamış olanlardan ve Yahudilerden küfürde
yarışanlar Sen'i üzmesin. Onlar yalana kulak kesilirler. Kelimelerin konduğu yeri değiştirirler. -Eğer size böyle hükmolunursa kabul ediniz, eğer böyle hükmolun-mazsaniz çekininiz- derler." (Maide: 5/41)
Ayetin bu son cümlesinde şuna işaret ediliyor. Yahudiler birbirlerine diyorlar ki:
"Zina olayı olunca önce Muhammed'e başvurunuz. Eğer size yüz karartıp sopalama cezası konusunda fetva verirse dediklerini yapınız, yok eğer size recm cezası vermeyi teklif ederse, fetvasma uymaktan kaçınınız." Bunun üzerine Ce-nab7ı Allah (c.c.) arka arkaya şu ayetleri indirdi:
"Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler kafirdirler."
"Allah'ın indirdiği emirlere göre hüküm vermeyenler zalimdirler."
"Allah'ın indirdiği emirlere göre hüküm vermeyenler fasıktırlar."[74] (Maide: 5/44-45-47)
Öteyandan Müslim'de yer aldığıne göre sahabilerden Cündeb b. Abdullah Beceli[75] diyor ki:
"Peygamberimizin ölümünden beş gün kadar önce kendisinden şu sözleri işitmiştim:
"İçinizden birinin dostum olmasından Allah'a sığınırım. Çünkü Allah tıpkı İbrahim'i dost edindiği gibi Ben'i de dost edinmişir. Fakat eğer bir dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebu Bekir'i dost edinirdim. Haberiniz olsaydı, sizden öncekiler Peygamberlerinin ve salih kişilerin mezarlarını mescid edinirlerdi. Sakın siz de ma-zarları mescid edinmeyiniz. Bunu yapmayı size kesinlikle yasaklıyorum. "[76]
Görülüyor ki, bu hadiste Peygamberimiz daha önceki bazı ümmetlerin Peygamberlerinin ve aralarında iyi bildikleri kimselerin mezarlarını mescid edindiklerini bildirdikten hemen sonra bizleri mezarları mescid edinmemeye çağırıyor. Bu ifade tarzı gösteriyor ki, bizden önceki ümmetlerin bir şeyi adet edinmeleri ya doğrudan doğruya sebebi veya yasak gerekçesidir. Bu da onlar tarfından işlenen bir işin, sırf onlar tarafından adet edinildiği için bize doğrudan doğruya yasaklandığını veya yasak olmasına gerekçe oluşturmasını gerektiriyor ki, her iki durumda da "daha önceki ümmetlere" ters düşmenin genellikle şeriat koyucunun maksadı olduğu anlaşılıyor.
Üstelik Peygamberlerimizin sözleri arasında yahudİIere ve hristiyanlara lanet ettikten sonra onların bu adetini bize yasaklayan ifadeleri pek çoktur. Nitekim Buhari ile Müslim'in Ebu Hureyre'ye dayanarak bildirdiklerine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Allah yahudilerle hristiyan-ların canlarını alsın! Onlar Peygamberlerinin mezarlarını mescid edindiler."[77]
Müslim'e göre hadisin sözleri şöyledir: "Allah yahudi-ler ile hristiyanlara lanet etsin! Onlar Peygamberlerinin mezarlarını mescid edindiler."
Yine Buhari ile Müslim'in bildirdiğine göre Aişe şöyle bir olay anlatıyor; "Bir defasında Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe[78] Peygamberimize Habeşistan'dayken görmüş oldukları Marya adlı bir kiliseden bahsettiler, bu kilisenin güzelliğini ve duvarlarındaki resimleri anlattılar. Bunun üzerine Peygamberimiz onlara şöyle karşılık verdi:
"Onlar öyle bir kavimdirler ki, aralarındaki iyi kimseler öldüğü zaman mezarı üzerine mesçid yapar ve mescidin içine de o söylediğiniz tasvirleri çizerler. Onlar Allah katında en kötü yaratıklardır."[79]
Dört büyük hadis kaynağının, Buhari, Müslim, Tirmizi ve Nesai'nin, İbn-i Abbas'a dayanarak bildirdiğine göre "Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mezarlık ziyaret eden kadınlara, buraları mescit edinenlere ve buralara kandil dikenlere lanet etmiştir."[80]
Peygamberimizin gerek bu uyarısı ve gerekse salih kişilerin mezarları üzerinde mescid yaparak kitab ehline benzemeyi lanetlemesi bu konuda onlara benzemekten açıkça yasaklama ve onların diğer adetlerinden uzak durma hususunda da delil niteliği taşır. Çünkü onların diğer adetlerinin de aynı türden olmadığından hiç kimse emin olamaz.
Şunu da belirtelim ki, bu ümmetin çoğu gurubunun mezarlar üzerinde mescid yapma veya üzerinde bina yapmaksızın mezarlıkları mescid edinme hastalıklarına kapıldıklarını hepisini biliyoruz. Oysa, bunların her ikisi de çok sayıda hadisin belirttiğine göre haramdır ve işleyicileri lanetle-miştir. Bu konudaki diğer hadisleri zikretmenin şimdi yeri ve sırası değildir. Çünkü maksadımız genel kuraldır.
Gerçi bu davranışların haram olduğunu gerek Malik'in gerek Şafii'nin ve gerekse Hanbel'in çoğu arkadaşları belirtmiştir. Zaten bu böyle olduğu için gerek sahabilerden ve gerekse Tabiin kuşağından olan ilk dönem müslümanları (selef) insanı böyle davranışlara sürükleyen adetlerden titizlikle alıkoy arlardı. Bu alanda şimdi burada ele alıp inceleyemeyeceğimiz kadar çok sayıda belge vardır. Bu belgelerden birine göre Ali'nin torunu Ali b. Hasan[81]"Bir defasında biri ile karşılaştı. Adam Peygamberimizin mezarının yanında bulunan bir boşluğa giriyor ve orada dua ediyordu. Ali b. Hasan adamı böyle yapmamaya çağırarak şunları söyledi; "Şimdi size benim babamdan ve babamın da dedemden ve dedemin de Rasulullah'dan işitmiş olduğu bir hadisi nakledeyim ister misiniz? Söyleyeceğim şudur:
"Benim mezarımı bayram yeri ve evlerinizi mezarlık edinmeyiniz. Siz nerede olursanız olunuz, salat-ü selamınız bana ulaşır."[82]
Aynı konu ile ilgili olarak Süheyl b. Ebu Süheyl[83] de şöyle diyor:
"Bir defasında Peygamberimizin mezarı başında Ali'nin torunu Ali b. Hasan gördü. O sırada Fatıma'nın evinde akşam yemeği yiyordu. Bana:
"Buyur, yemek yiyelim" diye seslendi. Kendisine:
"İsteğim yok" diye karşılık verdim. Bu defa da bana:
"Bu mezarın başında durmuş, ne yapıyorsun?" diye sordu.
"Peygamberimize salat-ü selam getirdim" diye cevap verdim. Bu cevabım üzerine bana:
"Mescide girince salat-ü selam getir" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti: Çünkü Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Benim mezarımı bayram yeri ve evlerinizi mezarlık edinmeyiniz. Yahudilere Allah lanet etsin! Çünkü onlar Peygamberlerinin mezarlarını mescid edindiler. Bana salat-ü selam getiriniz. Biliniz ki, nerede olursanız olun, selat-ü selamınız bana ulaşır."
Bu bakımdan seninle Endülüs'de (İspanya'da) bulunan, kimse arasında fark yoktur.[84]
Nitekim gerek Ahmed b. Hanbel ve gerekse Malik'in ve başka imamların bazı yakın arkadaşlarının belirttiğine göre müslüman belirli cümleleri söyleyerek Peygamberimize salat ve selam getirdikten sonra, eğer O'na dua etmek isterse, yüzünü kıbleye çevirmeli ve Rasulullah'ın mezarını sağma almalıdır. [85]
Veda Hutbesinin Önemi
Müslim'in, Hüseyin'e dayanarak rivayet ettiğine göre sa-habilerden Cabir şöyle diyor:
"Arefe günü zeval vakti girince (öğleyin) Peygamberimiz devesinin getirilmesini emretti. Devesi getirilince sırtına binip, vadinin ortasına geldi ve orada halka hitaben şunları söyledi:
"Şu ayda ve şu beldedeki şu gününüz nasıl size haram-sa kanlarınız ve mallarınız da birbirinize öylece haramdır."
Haberiniz olsun ki, cahiliye döneminin bütün adetleri ve uygulamaları ayaklarımın altındadır. Cahiliye döneminin kan davaları geçersizdir. İlk geçersiz saydığımız kan davası, Sa'd oğularının süt evladı olup, Huzeyl tarafından öldürülen İbn-i Rebie b. Haris'in kan davasıdır. İlk kaldırdığım faiz de -amcam- Abbas b. Abdülmutta-lib'in faiz alacağıdır. Bunun tümü kaldırılmıştır.
"Kadınlar konusunda AUah'dan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın izni ile ırzları size helal oldu. Kadınların size karşı en önemli görevleri evlerinize istemediğiniz kişileri almamalarıdır. Eğer bunu yaparlarsa onları sakat bırakmayacak şekilde dövünüz. Buna karşılık siz de onları normal ölçüde yedirip ve giydirmekle yükümlüsünüz."
"Size öyle bir şey bıraktım ki, eğer ona sımsıkı sarı-Iırsanız artık hiç sapıtmazsınız. Bu Allah'ın kitabıdır. Hep siz bana soru soruyorsunuz. Acaba sizler benim için ne diyor sunuz?"
Peygamberimizin bu sorusuna karşılık bu konuşmayı dinleyen kalabalık hep bir ağızdan:
"Hepimiz şahadet ederiz ki, sen gerçekleri tebliğ ettin, görevini yerine getirdin Ve insanlara nasihat ettin" diye cevap verdi. Arkasından işaret parmağını önce havaya kaldırarak ve arkasından kalabalığa doğrultarak üç kere üst üste:
"Şahid ol, Allah'ım" dedi.
Arkasından ezan okunup kamet getirilerek öğle namazını kıldı, daha sonra ara verilmeksizin kamet getirilerek ikindi namazını kıldı. Arkasından da devesine binerek vakfe yerine geldi..."[86]
Peygamber Efendimiz bu konuşmasında geçen "Cahiliye döneminin bütün adet ve uygulamaları ayaklarımın altındadır" ifadesi bu dönemin bütün geleneklerini ve dini törenlerini kapsamına alır. Mesela o dönemin din anlayışının sonucu olan:
"Ey falanca, ey filanca" başlıklı yakarışlarla o günün bayram törenleri ile diğer gelenekleri gibi.
Peygamberimiz, bu genel yasaklamadan sonra sözü ca-hiliye anlayışına göre mubah sayılan bazı kanların ve malların yasaklanmasına getirdi. Borçluların zimmetinde biriken faiz alacakları ile öldüreni ve öldürüleni henüz müslü-man olmadan önce işlenmiş cinayetlerin kan davaları gibi. Peygamberimizin bu konuşmasında belirli bir kaç hususu yasak ilan etmesinin iki sebebi olabilir. Rasulallah ya hacc mevsiminden sonra girişeceği uygulama hakkında bir ön uyarı yapmak istemiş veya halkın geleneklerinden kaynaklanan bir uygulama olarak değil, sağlam gerekçeli haklar olarak sandığı bazı belirli hususları ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
Görüldüğü gibi Peygamberimizin bu ifadeieri, cahiliye döneminde geçerli olup da, İslam tarafından da onaylanmış olan gelenekleri kapsamıyor. Hacc ziyareti, yüz develik cinayet diyeti ve yeminli kan davacıları (kasame) sistemi gibi. Çünkü "cahiliye adeti" denince bundan anlaşılan şey, o dönemin islam tarafından onaylanmayan gelenek ve uygulamalarıdır. Buna o dönemin İslam tarafından açıkça yasaklanmamış olan gelenek ve uygulumalan da dahildir.
Bu arada Ebu Davud, Nesai ve İbn-i Mace'de yer aldığına göre Ebu Husayn Mısrı şöyle diyor:
" "Bir gün Beytülmukaddes mescidinde namaz kılmak üzere Afır kabilesinden Ebu Amir[87] künyeli bir arkadaşımla birlikte yola çıkmıştım. O gün Ezd kabilesinden bir sa
habi olan Ebu Reyhane[88] namazdan önce Mescid'de bir konuşma yapmıştı. Yolda arkadaşım beni geçmişti, ben arkasından yetişerek yanına oturdum. Bir ara bana: ,
"Ebu Reyhane'nin konuşmasına yetiştin mi?" diye sordu. Kendisine:
"Hayır" diye karşılık vermem üzerine bana şöyle dedi: "Ebu Reyhane'nin şöyle dediğini işittim: Peygamberimiz şu on şeyi yasaklamıştır:
1- Dişleri kazıyıp seyreltmek
2- Vücuda dövme yaptırmak
3- Ağaran kılları yolmak
4- İç çamaşırsız iki erkek vücudunun birbirine değmesi
5- İç çamışırsız iki kadın vücudunun birbirine değmesi
6- Erkeğin, acemlerin yaptığı gibi, alt kenarına ipek pervaz diktirmesi
7- Erkeğin, acemlerin yaptığı gibi, omuz başına ipek yama diktirmesi
8- Yağmacılık
9- Kaplan derisi ile kaplı eğere binmek
10- Devlet adamları dışında kalan kimselerin mühürlü yüzük takmaları"[89]
Bu hadis bir çok fıkıh aliminin önüne problem çıkarmıştır. Şundan dolayı ki, erkeklerin elbiselerinde az miktarda ipekli kumaş bulunmasının caiz olduğunu belirten çok sayıda delil varken, bu hadis erkeklerin elbiselerinde ipekli kumaşın büsbütün yasaklar bir nitelik taşıyor. Oysa burada Peygamberimizin yasakladığı şey erkeklerin acemlere özenerek ebiselerinin alt kenarına ipek kumaştan pervazlar ve omuz başlarına ipekli yamalar diktirmeleridir. Buna göre yasaklanan şey, elbiselere dikilen ipekli kumaş parçalarının kendileri değil, acemler arasında moda olan bir kıyafet şeklidir. Eğer durum böyle olmayıp da, buradaki yasaklamanın gerekçesi ipekli kumaş olsaydı, yasaklama erkek elbisesinin sırf söz konusu iki yeri ile sınırlanmaz, elbisenin her tarafım içerirdi. Böyle olduğu içindir ki, Peygamberimiz sözleri arasında "acemler gibi" demiştir. Bilindiği gibi sıfatın asıl görevi önüne geldiği ismi belirlemek değil, onu nitelemektir. [90]
Hayvan Keserken Özentiden Kaçınmak
Ebu Davud'un, İmran b. Huseyn'e dayanarak naklettiği şu hadisi de yukardaki hadisin ışığında yorumlamak mümkündür. Peygamberimiz söz konusu hadisinde "Ben kızıl renkli eğere binmem, üzerine serçe figürü işlenmiş elbise ve ipek pervazlı gömlek giymem"[91] buyurmuştur. Tıpkı bunun gibi Buharı ile Müslim'de belirttiğine göre Rafi b. Hu-deyc[92]diyor ki:
"Bir defa Peygamberimize:
"Ya Rasulallah, yarın düşman karşısına çıkıyoruz. Eğer savaşta hayvan boğazlayacağımız sırada bıçak bulamazsak kamış kullanabilir miyiz?" diye sordu. Bana şöyle cevap verdi:
"Kan akıtılan ve üzerinde Allah'ın adı anılan hayvanın etini ye. Yalnız bu hayvanın kanı dişle ve tırnakla akıtılmış olmamalıdır. Şimdi size bunun sebebini söyleyeceğim. Çünkü diş aslında kemiktir ve tırnak da Habeşlile-rin hayvan boğazlama aletidir."[93]
Görüldüğü gibi bu hadiste Peygamberimiz, tırnakla hayvan boğazlamayı bunun Habeşliler tarafından boğazlama aleti yerine kullanıldığı gerekçesi ile yasaklıyor. Ayrıca diş ile hayvan boğazlamanın yasaklanmasını da onun bir çeşit kemik oluşuna bağlıyor.
Fıkıhçılar bu konuda farkh görüşler ileri sürüyorlar. Bir gurup müctehide göre, buradaki yasağın gerekçesi, dişle ve tırnakla boğazlamanın boğmaya benzemesi veya bu ihtimali akla getirmesidir. Oysa bilindiği gibi boğularak öldürülen hayvanın etini yemek yasaktır. Nitekim müçtehidler bu ilkeye dayanarak yerlerinden çıkarılıp bilenmiş diş ve tırnaklarla hayvan boğazlanmanın caiz olduğunu ileri sürerler. Çünkü bağımsız ve bilenmiş aletlerle hayvan boğazlamanın boğmakla hiç bir ilgisi yoktur.
Oysa fıkihçılann çoğunluğu diş ve tırnak kullanarak hayvan boğazlamayı kayıtsiz-şartsız olarak yasak saymışlardır. Çünkü Peygamberimiz diş ile tırnağı kan akıtma araçlarından ayırmakta, akademik deyimi ile istisna etmektedir. Demek ki, diş ile tırnak, hayvan boğazlarken kullanılamayacak kesici araçlardır. Eğer Peygamberimizin yasaklaması bu araçlarla yapılan boğazlamanın boğma niteliğinde oluşuna dayansa idi, o zaman buradaki istisna anlamsız olurdu. Böyle bir ihtimalin varolabileceği meselesine gelince muhtemel olanın gerçekmiş gibi kabul edilebilmesi için gerekçenin gizli veya belirsiz olması gerekir. Gerekçenin açık ve belirli olduğu durumlarda muhtemel olan şey ger-keç yerine konamaz. Ayrıca bu yasağı ilk gurubun düşündüğü gerekçeye bağlamak, Peygamberimizin hadisinde belirtilen gerekçelendirmeye ters düşer.
Fakat fıkıhçılar bu kesimi "Acaba hadisteki genel ifadeye bağlı kalarak başka bir kesici kemik parçası ile de hayvan boğazlamak yasak mıdır, değil midir?" meselesi karşısında ikiye ayrılmışlardır.
Bu görüşlerin her üçüne göre de Peygamberimizin "şimdi size bu yasağın sebebini söyleyeceğim" dedikten sonra "çünkü tırnak Habeşlilerin hayvan boğazlama aracıdır" ifadesini kullanması, tırnaktaki bu niteliğin, yani onun Habeşlilerin hayvan boğazlama aracı oluşunun bu yasaklamada etkili olduğunu belirtir. Bu etki isterse doğrudan doğruya yasaklamanın sebebi olarak, isterse sebebe götürücü bir ipucu olarak, isterse sebebin niteliklerinden biri olarak veya isterse sebebin niteliklerinden birine götüren bir ipucu olarak kendisini göstermiş olsun farketmez. Çünkü Habeşliler uzun tırnaklıdırlar ve diğer milletlerden farklı olan bu adetleri yüzünden hayvanlarını tırnakları ile boğazladıkları görülmüştür. Buna göre tırnakla hayvan boğazlamak, kendilerine özgü bu geleneklerinden Habeşlilere benzemek olacağı için Rasulullah tarafından yasaklanmıştır. Kemiğe gelince onun boğazlanma aleti olarak kullanılmasının yasaklanması, tıpkı taharetlenme maddesi olarak kullanılmasının yasaklığı gibi, potansiyel pisîeyici niteliğinden ileri gelebilir. Çünkü bilindiği gibi, kan pis (necis) bir maddedir.
Buradaki maksadımız hayvan boğazlama konusunun detaylarını anlatmak değildir, O konuda şimdi burası yeri olmadığı için söylemediğimiz, fakat söylenmesi gereken bazı sözler vardır.
Şimdi de aynı gerçeği geçmişin olayları arasında irdeleyelim. Buharı ile Müslim'in, Ebu Hureyre'ye dayanarak bildirdiklerine göre peygamberimiz bir hadisinde:
"Amr b. Amir Huzai'yi cehennnemde barsaklarını yerde sürüklerken görüm. Çünkü o Şaibe adı altında putlara deve adanması geleneğini ilk ortaya atan kimse oldu."[94] buyurmuştur. Aynı hadisin yine Ebu Hureyre tarafından rivayet edilerek Müslim'de yeralan şekli de şöyledir: "Kaab oğullarının kardeşi Amr b. Luhay b. Kamaa b. Handefi cehennemde barsaklarını yerde sürüklerken gördüm."[95]
Bu hadisler yaygın şekilde bilinen geçmiş bir olaya işaret ediyor. Bu hadislere adı geçen Amr b. Luhay eski bir arap ileri gelenidir. Beytullah'ın çevresinde ilk anıt (heykel) diken odur. Söylendiğine göre diktiği bu anıtları Şam taraflarındaki Belka vadisinden getirmiş ve bu vadinin halkına özenerek Beytullah'm çevresine dikmişti. Bu arada Şaibe, Vesile ve Hami adlan ile anılan adak develer çığrım ilk açan kimse odur. İşte Peygamberimiz yukardaki hadislerde bu adamı "Cehennemde bağırsaklarım yerde sürüklerken gördüğünü" bildirmektedir.
Bilindiği gibi araplar bu adamdan önce ataları İbrahim'in (a,s.) inanç ve geleneğine bağlı idiler. Bu inanç ve gelenek Allah'ı tek bilme ilkesine dayalı, dengeli (hanif) bir din idi. Fakat zamanının Mekke hükümdarı olan bu Amr b. Luhay tarafından bu köklü gelenekten ayrılmaya yöneltildiler.
Çünkü sözü geçen Amr'ın bağlı olduğu Huzaa kabilesi, Beytullah'm Kureyş kabilesinden önceki koruyucuları idi. Diğer yörelerde yaşayan araplar da her konuda Mekke'lüe-re özenir, onları Örnek edinirlerdi. Çünkü her taraftan ziyaretine gelinen Beytullah, Mekke'de idi. Bu yüzden Mekke'li-ler, İbrahim (a.s.) zamanından beri araplar arasında sayılır ve üstün tutulurlardı.
İşte araplar arasındaki yeri böylesine saygın olan Mekke'nin o günkü hükümdarı günlerden bir gün Şam taraflarına gider ve oralarda gördüğü bazı adet ve gelenekleri beğenerek memleketine benimsetmeye yönelir. Aklısıra bazı deve ye çeşitlerini oradaki inanç ve adetlere özenerek Bu hayra, Şaibe, Vesile ve Hami adlan altında putlara adamak. Allah'a saygı ifade eden dindarca bir davranıştı.
Oysa onun açtığı bu çığır, o güne kadar Hz. İbrahim'in dengeli dinine bağlı yaşayan araplar arasında müşriklik geleneğine doğru atılmış ilk adım ve Allah'ın helal kılmış olduğu nesneleri haram saymaya yönelik ilk sapma hareketi idi. O bu işi yaparken başkalarına özenmiş, başkalarını örnek edinmiş ve başkalarına benzemenin tutkusuna kapılmıştı. O günden sonra işler günden güne daha da kötüye gitmiş ve zamanla yeryüzünün bu en saygıdeğer toprakları üzerinde müşriklik geleneği kesin bir egemenlik kurmuş, köklü tev-hid inancının etkinliği silinmeye yüz tutmuştur.
Bu sapık eğilim peygamberimizin gönderilişine kadar sürdü. Peygamberimiz ortaya çıkınca, İbrahim'in unutulan inanç ve gelenek sistemini yemden canlandırdı, Allah'ın birliği ilkesini yeniden yürürlüğe koydu ve söz konusu sapma döneminden beri araplarm haram sayar oldukları nesnelerin yeniden helal olduklarını ilan etti. Şimdi Kur-ı Kerim'in bu konuyu ele alan ayetlerini okuyalım:
"Müşrikler ekinlerin hasılatından ve evcil hayvanlardan Allah'a pay ayırırlar. Akıllansıra "Bu Allah için ve bu da O'na ortak koştuğumuz, İlahlarımız içindir" derler. İlahları için ayırdıkları paylar Allah'a ulaşmazken, Allah'a ait olan paylar ilahlara gider. Ne kötü hüküm veriyorlar! Ayrıca bu ilahlar çoğu müşriklere evlad-larını öldürmeyi güzel bir işmiş gibi gösterdiler ki, böylece hem onları mahvetsinler ve hem de dinlerini yozlaş-tırsınlar. Eğer bunu onlardan Allah isteseydi yapmazlardı. Onları iftiraları ile başbaşa bırak. Onlar akıllansıra "Bunlar dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir, bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da sırtlarına binilmesi yasak hayvanlardır" derler. Bir kısım hayvanları da Allah'ın adını anmaksızın boğazlarlar. Bütün bunları Allah'a iftira olarak ortaya atarlar. Allah yakında onları bu iftiraları yüzünden cezalandıracaktır. Derler ki, "Bu hayvanlardan olan yavrular, erkeklerimize helal ve kadınlarımıza haramdır. Eğer yavrular ölü doğarsa erkek ve kadınlar bunu yemekte ortaktırlar" Allah onlara bu yakıştırmalarının cezasını verecektir. O hikmet ve bilgi sahibidir. Bilgisizlik yüzünden benimsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın verdiği rızkı, O'na iftira ederek haram sayanlar, hiç şüphesiz hüsrana uğradılar, onlar gerçekten sapıttılar, yola gelecek gibi de değildirler!" (En'am: 6/136-140)
Bu ayetlerin hitap ettiği kimseler, şöyle sorumluluktan sıyrılmaya kalkışıyorlar:
"Müşrikler derler ki, "Eğer Allah öyle dikseydi, ne biz ve ne de atalarımız müşrik olmaz ve hiç bir helal şeyi haram saymazdık" Onlardan önceki gerçekleri yalanlayanlar da öyle dediler ve sonunda azabı tattılar. Onlara de ki: "Karşımıza çıkaracağınız bir bilginiz var mı? Sadece zannlara uyuyor ve sadece saçmalıyorsunuz."
(En'am: 6/148)
Bilindiği gibi burada sözü edilen "yasak sayma" tutumunun başlangıcı dindarlık gayretkeşliği ile mubah olan şeylerden uzak durmaktır. Söz konusu dindarlık da, her ne kadar sahibi farkında değilse de, kafirlere özenmekten, onlara benzemeye çalışmaktan kaynaklanmıştır;
Artık açıkça görüyorsun ki, Allah'ın din ve şeriaitlerinin yozlaşıp ortadan kalkmasının ve küfür ile isyanın üstünlük kurmasının en başta gelen sebebi kafirlere benzemektir. Buna karşılık bütün iyi gelişmelerin ana şartı da peygamberlerinin sünnet ve şeriatlerine bağlılıktır. İşte dinde yeni bir şey ortaya çıkarmak (bidat) bu yüzden önemlidir. İsterse bu yeni şeyin kafirlere benzemeye sürükleyen yönü olmasın. Bir de bu iki sakıncalı nitelik (yeni bir şey ortaya çıkarma ile kafirlere benzeme nitelikleri) biraraya gelince acaba durum nasıl olur? Bu yüzdendir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Her toplum, benimsediği bidat oranında sünnetten fire verir." buyurmuştur.[96]
Ezanın Ortaya Çıkışı
Şimdi de şu olayı inceleyelim. Ebu Davud'un Ebu Umeyr b. Enes'e[97] dayanarak bildirdiğine göre bu zatın sahabiler-den olan amcası şöyle diyor:
Bir gün peygamberimiz müslümanları namaz kılmak için nasıl çağırmak gerektiğini düşünüyor, bunun uygun bir yolunu araştırıyordu. Sahabilerden biri Rasulullah'a "Namaz vakti gelince mescidin damına bir sancak dik, müs-lümanlar bunu görünce birbirlerine haber versinler" teklifinde bulundu. Bu teklif Peygamberimizin hoşuna gitmedi. Bazı sahabiler de yahudiler gibi boru çalınmasını önerdiler." -Bu yahudi adetidir- diyerek bu öneriyi de reddettim. Kimileri de çan çalmayı teklif ettiler. Onu da -Hristiyanların adetidir- diyerek beğenmedi. O gün hiç bir karara yarılamadan herkes evine dağıldı.
Peygamberimizin zihnini yoran bu konuya en çok aklı takılanlardan biri de Abdullah b. Zeyd b. Abdurajpbih idi.[98]
Bir kaç gün sonra aynı ezanın daha önce Ömer'e rüyada öğretlidiği, fakat onun bunu yirmi gün açıklamadığı anlaşıldı. Ömer'e niçin böyle yaptığı sorulduğunda da -Abdullah b. Zeyd benden önce davranınca utandım, çekindim- dedi.
Peygamberimiz bunun üzerine Bilal-i Habeşi'ye seslenerek -Ya Bilal, ayağa kalk ve bak bakalım Abdullah b. Zeyd sana ne emrediyor. Onun dediklerim aynen yap- buyurdu. Bilal de ayağa kalkarak ilk ezanı okudu."[99]
Bu hadisin rivayet zincirinin halkalarından biri olan Ebu Bişr, kendisinden bir Önceki halka olan Ebu Umeyr'e dayanarak diyor ki: "Ensar'm (Medine'li müslümanların) kanaatlerine göre eğer rüyasında kendisine ezan Öğretilmiş olan Abdullah b. Zeyd o gün hasta olmasaydı, Rasulullah onu müezzin yapacaktı."
Aynı konuyu Amir Sabi[100] de şöyle anlatıyor:
Bir gün Peygamberimiz namaz vaktini duyurma konusunu çok düşündü, bu konuyu bir çözüme kavuşturmak istiyordu. Namaz vaktini duyurma konusunda üzerinde düşündüğü çözümlerden biri bazı sahabilerden gelen çan çalma teklifi idi. Fakat Peygamberimiz biraz düşündükten sonra "Bu hristayan adetidir" diyerek bu teklifi reddetti. Arkasından bir ara sokaklardaki halka namaz vaktinin geldiğini duyuracak haberciler gönderilmesini düşündü. Fakat arakasından "Namaz vaktini duyurmak için salınacak habercileri namazdan alıkoymak istemiyorum" diyerek bundan da vazgeçti. Sözlerine devam eden Sabi b. Amir yukarda anlatılan Ab-dulah b. Zeyd'in gördüğü rüyayı açıklayarak konuyu bağladı.
Sahabilerden Enes'in, Buhari ve Müslim'de yeralan aşağıdaki sözleri de bu konuya açıklık getiriyor: "Müslümanlar çoğalınca bir gün aralarında namaz vaktinin girdiğini bilinen bir usulle duyurma konusunu görüştüler. Bunun için bazıları ateş yakmayı ve bazıları da çan çalmayı teklif etti. Fakat sonunda Peygamberimiz Bilal'e ezan okumayı ve söylenecek cümleleri ezan okurken ikişer kere, kamet getirirken birer kere söylemeyi emretti."[101]
Yine Buhari ile Müslim'de yer aldığına göre sahabilerden İbn-i Ömer de bu konuyu şöyle anlatıyor:
"Müslümanlar Medine'ye gelişlerinin ilk yıllarında Mes-cidde toplanıp namaz vaktini beklerlerdi. O zamanlar bunun için hiç bir duyuru yapılmıyordu. Sonraları bir gün aralarında bu konuyu görüştüler. Bazı sahabiler:
"Hristiyanlar gibi çan çalalım" dediler. Bazıları: "Yahudiler gibi boru çalalım" dediler. Bu arada Ömer de: "Göndereceğimiz bir haberci namaz vaktini duyursa olmaz mı?" diye konuştu. Sonunda Peygamberimiz Bilal'e dönerek:
"Kalk da halkı namaza çağır" diye emretti." Bu hadislerde anlatılan ezan olayı ile ilgili çeşitli detayları, Abdullah b. Zeyd ile Ömer'in bununla ilgili rüyaları-ni, yine Ömer'in bu konudaki önerisini, ayrıca "Peygamberimiz ezanı Miraç gecesi işittiği'ni belirten rivayeti ve bu konudaki daha bir çok meseleyi incelemenin şimdi ne yeri ve ne de sırasıdır. Hatta şu anda bu olayla ilgili bazı çelişkilere de parmak basmak da istemiyoruz. Buradaki maksadımız Peygamberimizin namaz vakitlerini duyurmak için yahudi-ler gibi ağızla üflenen boru ve hristiyanlar gibi elle çalman çanın kullanılmasını hoşgörmezken buna sebap olarak boru üflemenin yahudi ve çan çalmanın hristiyan adeti olduğunu vurguladığını belirtmektir. Çünkü bir hükmü açıkladıktan sonra, onun arkasından anılan sıfat o hükmün sebebi olur. Bu da Peygamberimizin yahudi ve hristiyanlann tüm gelenek ve özelliklerini yasaklamasını gerektirir.
Şunu da belirtelim ki, yahudilerce kullanılan boru üfleme adetinin aslında Hz. Musa'ya dayandığı ileri sürüldüğü halde, O'nun zamanında boru çalınma adetinin varolduğunun ileri sürülmüş olmasına rağmen, Peygamberimiz bunu taklit etmeyi hoş karşılamamıştır. Hristiyanlar arasında kullanılan çan çalma adetine gelince bu tamamen onlar tarafından ortaya atılmış bir bidattir. Çünkü hrıstiyanlığın gelenek sistemi, büyük bir çoğunlukla papazlar ve keşişler tarafından uydurulmuş ve düzülmüştür.
Ayrıca bu tutum, bu tip araçlarla elde edilen seslerin namazın dışında kalan durumlarda da hoş görülmemesini gerektirir. Çünkü bunlar yahudi ve hristiyan adetleridir. Bilindiği gibi hrıstiyanlar ibadet vakitleri dışında kalan çeşitli zamanlarda çan çalarlar.
Dengeli (hanif) dinin sembolü ise Cenab-ı Allah'ın (c.c.) adını anmayı içeren ezandır. O ezan ki, onun sayesinde göklerm kapıları açılır, şeytanlar koğulur ve Allah'ın rahmeti yeryüzüne iner.
Oysa bu ümmetin bir çok hükümdarının veya devlet adamının sözünü ettiğimiz bu yahudi ve hristiyan sembolü olan adetlere kapıldıkları görülüyor. Öyle ki, bazı hükümdarlar için buhurdanlar yakıldığını, küçük boyda çanlar çalındığını kendi gözlerimle gördüm. Hatta namaz vakitlerini duyurmak için davul-zurna çaldıran hükümdarlara bile rastlanmıştır ki, bilindiği gibi bu Peygamberimizin kesinlikle istemediği "hoşuma gitmiyor" dediği bir davranıştır. Yine öyle hükümdarlar görüldü ki, akıllarısıra ünlü Zülkar-neyn'e özenerek her sabah ve her akşam boru çaldırmışlar ve nüfuzları altındaki emirlere de aynı adeti benimsetmiş-lerdir.
Gördüğümüz gibi bu yahudi, hristiyan, bizans ve acem taklitçiliği doğu aleminin hükümdarları üzerinde egemen olup onları müslüman geleneklerine ters düşerek Allah'ın ve Rasulullah'ın hoşlanmadığı tutumlara sürükleyince, Cenab-ı Allah (c.c.) onların başına moğol kafirlerini musallat etti, bunlar da insanlara ve beldelere karşı hiç bir İslam devletinde görülmemiş melanetler işlemiş ve sapıklıklar uygulamışlardır. Böylece Peygamber Efendimiz daha önce incelediğimiz "sizden öncekilerin geleneklerine kılı kılına uyacaksınız" sözü prati's gerçeklik kazanmıştır. [102]
Tören Yasağı
Bu yoldaki yozlaşma örneklerini gözden geçirmeye devam edersek görürüz ki, Müslümanlar, gerek Peygamberleri döneminde ve gerekse O'nun zamanım izleyen dönemde savaşta vakardan ve Allah'ın adını anmaktan başka hiçbir tepki göstermezlerdi. Nitekim Tabiin kuşağının ileri gelenlerinden biri olan Kays b. Ubdabe[103] bu konu ile ilgili olarak "sahabiler zikrederken, savaşırken v« cenaze töreni sırasında yavaş sesle konuşmayı özellikle tercih ederlerdi."[104] diyor. Diğer tarihi belgeler de ilk dönem müslümanlarının bu üç durumda, tıpkı namaz sırasında oldukları gibi, kalb-leri Allah zikri, Allah saygısı ve Allah sevgisi ile dolu bulunarak vakar ve sünnet içinde olmayı gelenekleştirmişti. Buna karşılık bu üç durumda yüksek sesler çıkarmak yahudi-lerin, hnstiyanlann ve diğer yabancıların adetleri arasında idi. Fakat bir süre sonra sonra öyle bir dönem geldi ki, ümmetten olan bir çokları sözünü ettiğimiz yabancıların adetlerine kapıldılar. Bu konuyu daha detaylı bir şekilde incelemek mümkündür, ama şimdi sırası değildir.
Bu meyanda şunu da belirtelim ki, Amr b. Meymun Ez-di[105]'nin bildirdiğine göre Halife Ömer şöyle diyor: "Cahi
üye döneminde araplar mukaddes ziyaret sırasında güneş doğmadıkça Müzdelife'den ayrılmazlardı. Peygamberimiz bu noktada onların yaptıklarından başka türlüsünü yaparak güneş doğmadan önce Müsdelife'den ayrılmayı benimsedi. Böylece bizim adetimiz müşriklerin adetinden farklı oldu"[106]
Tıpkı bunun gibi cahiliye dönemi arapları güneş batmadan önce Arafat'dan ayrılırlardı. Peygamberimiz onlardan farklı olabilmek için güneş battıktan sonra Arafat'tan ayrılmayı benimsedi. Bundan dolayı güneşin batımından sonraya kadar Arafat'da vakfe yapmak fıkıh alimlerinin görüş birliği ile vacip sayıldığı gibi bazıları bunu haccın rükünlerinden biri kabul ettiler. Ayrıca Hz. Ömer'in sözlerinden açıkça anlaşıldığı üzere bu ziyaret adetlerinde farklı davranmanın amacı müşriklere ters düşmek, onlardan başka türlü hareket etmektir. Yine bu kategoriden olmak üzere büyük hadis kaynaklarının sahabilerden Huzeyfet-ül Yemani'ye dayanarak naklettikleri şu hadisi hatırlatalım. Peygamberimiz buyuruyor ki;
"Gümüş ve altın kaplarda su içmeyiniz ve yemek yemeyiniz. Bunlar dünyada onlar (müslüman olmayanlar) ve ahirette de sizler içindir."[107]
Öteyandan Müslim'in Cübeyrb. Nufeyr'e[108] dayandırarak bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer diyor ki: "Bir defasında Peygamberimiz üzerimde serçe figürü işlemeli bir takım elbise görünce -Bu giydiğin kafirlerin kiyafetlerinden-dir, onu giyme- buyurdu."[109]
Görüldüğü gibi, Peygamberimiz söz konusu elbiseyi giymenin yasak edilişini o elbisenin "kafir kıyafeti" oluşu gerekçesine bağlıyor. Bu yüzden islam alimleri erkeklerin ipekli kumaş giyinmesini, altın ve gümüş kaplar kullanmayı "kafirlere benzemek" onlara özenmek saymışlardır.
Bu arada Buhari ve Müslim'de yer aldığına göre Ebu Osman Hindi[110] diyor ki:
Bizler Utbe b. Ferkad'ın komutası altında Azerbaycan'da iken, halife Ömer bize şöyle bir mektup yazdı:
"Ey Utbe, elde ettiğiniz basanlar sırf senin gayretinin sonucu değildir. Buna göre seferler esnasında sen ne yiyorsan müslümanlann karınlarını da onunla doyur. Lüks'den, müşriklerin modalarına özenmekten ve ipekli elbise giyinmekten sakın. Çünkü Peygamberimiz ipekli elbiseyi giyinmeyi yasaklamıştı.[111]
Ebu Bekir Hilal'in, Muhammed b. Sirin'e dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Huzeyfe b. Yeman "Bir defasında girmek üzere olduğu bir evde altın ve kurşun maş-rabalar olduğunu farkedince hemen geri döndü ve çıkarken de "Kim bir kavme özenirse onlardan olur" dedi."
Aynı olayın başka bir anlatımı: "...İçerde acem modalarından bir şey görünce "Kim bir kavme özenirse onlardandır" diyerek geri çıktı," şeklindedir.
Buna benzer bir olay anlatan Ali b. Ebu Salih Sevak[112] da şöyle diyor:
"Bir defasında bir düğünde idik. Bir ara Ahmed b. Han-bel geldi. Fakat içeri girip de gözü altın işlemeli bir koltuğa takılınca geri çıktı. Hemen peşinden koşan ev sahibi yanına varınca da eli ile yüzünü kapatarak -Mecusi (ateşperest) modası, mecusi modası!- dedi."[113]
Ahmed b. Hanbel ile ilgili bir Salih'in rivayetinde şunları okuyoruz: "Çağrıldığı yemekte eğer içki verilir veya sofrada bir mecusi adeti olan altın ve gümüş kab konursa, ya-hud da duvarlar halı ile kaplı olursa yemek yemeden çıkar giderdi."
Bu konuda gerek Kur'an'da ve gerekse Peygamberimizin söz ve yaşayışında bulunan d olaylı-d olaysız bütün delillerin hepsini incelemeye kalkışırsak daha çok söz söylememiz gerekirdi. [114]
İcma-i Ümmet'in Tutumu
Bu alandaki örneğimiz, başta halife Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere O'nun arkasından gelen imamların ve fıkıh alimlerinin ezici çoğunluğunun tutumudur. Bunların tümü gerek hnstiyanların ve gerekse diğer dinlere bağlı zimmilerin dini azınlıkların şu şartlara uymalarını titizlikle aramışlardır:
1- Müslümanlara karşı saygılı davranmak
2- Sohbet oturumlarında müslümanlara yer göstermek
3- Zimmilerin külah, sarık, nalınlar ve saç traşı bakımlarından müslümanları taklit etmeyecekleri
4- Zimmiler aralarında konuşurken, müslümanlara mahsus sözleri kullanmayacaklardı.
5- Müslümanlara özgü künyeleri kullanmayacaklardı.
6- Atlarını müslümanlar gibi eğerlemeyeceklerdi.
7- Kılıç kuşanmayacaklardı.
8- Silah edinemeyecek ve taşımayacaklardı.
9- Yüzük kaşlarına arapça mühürler kazdıramayacak-lardı.
10- Alkollü içki alıp s atamayacaklardı.
11- Tepelerini traş edeceklerdi.
12- Kendilerine özgü modalarına her yerde bağlı kalacaklardı.
13- Bellerine zünnarbağlayacaklardı.
14- Kiliseleri üzerine haç dikmeyecekler di.
15- Müslümanların sokak ve çarşılarında haç veya kendi dinlerine mahsus her hangi bir kitap teşhir edemeyeceklerdi.
16- Kiliselerinde yüksek sesle çan çalmayacaklardı.
17- Cenaze törenlerinde bağırıp çağırmayacaklardı.
Bu şartlar güvenilir bir isnad zinciri ile Harb'e dayanmaktadır. Hilal yolu ile gelen aynı konudaki başka bir rivayete göre ise bu şartlar şöyle sıralanıyor:
1- Zimmiler kiliselerinde yüksek sesle çan çalmayacaklardı.
2- Kiliseleri üzerine haç takmaycaklardı.
3- Müslümanların yakınlarında yüksek sesle ibadet edemeyecekler, yüksek sesle okumayacaklardı.
4- Müslümanların bayram günlari yaptıkları gibi kiliselerinden toplu olarak dağilamayOcaklardı.
5- Cenaze törenlerinde bağırıp çağırmayacaklardı.
6- Müslümanların oturdukları sokaklarda ışık, mum ve fener yakmayacaklardı.
7- Cenazeleri müslüman cenazelerinin önünden taşınma-yacaktı.
8- Alkollü içki alıp s atam ayacaklardı.
9- Her yerde kendilerine özgü modalarına bağlı kalacaklardı.
10- Külah, sarık, nalınlar gibi kılıklar ile baş traşı ve binek hayvanı bakımından müslümanlan taklit etmeyeceklerdi.
11- Müslümanlara özgü sözleri kullananamayacaklardı.
12- Müslümanların künyelerini kullanamayacaklardı.
13- Başlarının tepelerini traş edeceklerdi.
14- Perçemlerim ikiye ayırarak taramayacaklardı.
Ayırımın Hikmeti
Bu şartlar fıkıh ve ilim kitaplarının en bilinen konulan arasında oldukları gibi ikinci kuşak imamları sıfatını taşıyan alimler arasında en çok görüş birliği sağlanan meseleler arasındadırlar. Eğer fıkıh alimleri arasında bu derece tartışmasız bir nitelik kazanmamış olsalardı, onları madde madde incelerdik. Fakat buna gerek görmediğimiz için bu şartları bir kaç gurup halinde değerlendirmekle yetineceğiz:
Birinci gurup şart kümesinin amacı müslümanların düşünce tarzı giyim, isim, binek hayvanı, konuşma biçimi ve diğer yaşama tarzı alanlarında farklı ve kendilerine özgü olmalarını amaçlar. Bu guruptaki şartlar müslümanla kafirin birbirinden ayırdedilmesi, görünüş bakımından da birinin diğerine benzer olmaması için konmuştur. Böyle olduğu içindir ki, halife Ömer (r.a.) müslümanların kafirlerden özde ayrı olması ile yetinmeyerek topyekün yaşama tarzının her kesimine yansıyan ve detayları çeşitli belgelerle açıklığa kavuşan yaygın bir ayırımı amaç edinmiştir. Buna göre tüm müslümanlar kafirlerden görünüşte de ayrı olmaları ve onlara asla benzemeye kalkışmamaları gerektiği konusunda görüş birliği halinde olmalıdırlar.
Zaten dosdoğru yolun Örnek izleyeceleri olan ilk iki halife -Ebu Bekir ve Ömer- ile ilgili diğer İslam büyükleri bu amacın gerçekleşmesi için ellerinden gelen titizliği göstermişlerdi. Onların bu ayırımla neyi amaçladıkları Hafız Ebu Şeybe Isfahani'nin,[118] Halid b. Arfada'ya[119] dayanarak bildirdiği şu belgede açıkça görülür. Bu belgeye göre Halife Hz. Ömer bütün eyalet valilerine gönderdiği resmi yazıda şöyle diyor: "Hnstiyan azınlıklar -nıüslümanlar gibi- perçemlerini kısa kesmeyecekler ve müslümanlar gibi giyinmeyecekler" di ki", "Belli olup kolayca tanınabilsinler" di.[120]
Öteyandan ünlü kadı Ebu Ya'la da zamanında meydana gelen bir "olayla ilgili olarak verdiği fetvada şunları söylüyor:
"Zimmiler, müsIlımanlardan farklı şekilde giyinmeye mecburdurlar. Eğer bu şarta uymazlarsa, hiçbir müslümanın onların elbiselerini boyaması caiz değildir. Çünkü onlar herkesjn elbisesini boyamak zorunda değildirler."
Yine aynı yazar güvenilir bir rivayet zincirine dayanarak Ömer'in bu konudaki şu resmi yazısına yer veriyor:
"Zimmilerle -dini azınlıklarla- Mektuplaşmayım/ ki, aranızda sempati doğmasın. Onlara künye de takmayınız. Onları aşağılayınız, fakat kendilerine haksızlık (zulüm) etmeyiniz. Onların kadınlarına bellerine kuşak bağlamalarını, perçemlerini uzatmalarını ve elbiselerini ayak topuklarının yukarısında tutmalarını emrediniz ki, modaları ile müslüman kadınlardan kolayca ayır-dedebilsinler. Eğer bu emirlerinize uymayacak olurlarsa o zaman ya gönüllü biçimde veya zorlayarak İslam'a girmelerini sağlayınız."
Yine aynı yazarın Muhammed b. Kays[121] ve Said b. Ab-durrahman b. Hibban'a dayanarak belirttiğine göre:
"Bir defasında Beni Tağlib kabilesinden bir heyet eme-vi halifelerinden Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girmişti. Heyet üyeleri araplar gibi sarık sarmışlardı. Görüşme sırasında hükümdara:
"Ya Emirul-müminin, bizi araplara kat, bizi onlardan say" dediler. Hükümdar kendilerine:
"Siz zaten orta kesim araplarmdan değil misiniz?" diye sorup da onlardan:
"Biz hrıstiyanız" cevabını alınca adamlarına:
"O halde bana bir makas getirin" dedi. Makas gelince önce ney et üyelerinin müslümanlar gibi uzatılmış perçemlerini kesti, arkasından sarıklarını başlarından çıkardı ve her birinin abasının yeninden birer karışlık bir parça kesti. Daha sonra da kendilerine:
"Bundan böyle eğerli bineklere binmeyiniz, sırtları pa-lanlı hayvanlara bininiz ve her iki ayağmıza bir örnek pabuç giyiniz" dedi."[122]
Mücahid b. Esved'in bildirdiğine göre yine Ömer b. Ab-dülaziz resmi yazılarının birinde "Kiliselerin dış kısımlarında çan çalınmam asını"362 emretmiştir,
Bu konuda göstereceğimiz son belge ve tarih yazarı Mu-ammer'in bildirdiğine göre Ömer b. Abdülaziz tarafından eyaletlerden birinin valisine yazılmış olan bir yazıdır. Hükümdar bu yazısında şöyle diyor:
"Bölgendeki aykırı davranışlara engel ol. Hiçbir hrısti-yan, aba, ipekli giymesin ve basma sarık bağlamasın. Bu söylediklerimin üzerine önemle dur ve bunları yazı ile herkese bildir ki, hiç kimse kendisini ilgilendiren yasaklardan habersiz kalmasın."
Bana anlatıldığına göre sorumluluk bölgende yaşayan çok sayıda hnstiyan yeniden sarık sarmaya başlamış, bellerine kuşak bağlamaz olmuş ve perçemlerim de kısaltmayarak favan ve uzun saç bırakmaya koyulmuş. Yeminle söylüyorum ki, eğer gerçekten bunlar sorumluluk bölgende yapılıyorsa, bu durum senin zayıflığını ve yetersizliğini gösterir. Buna göre sana yasak olduğunu bildirip üzerinde durduğum hususlara bağlı kalıp onları yürütüp yürütmediğini gözden geçir, bunları ihmal etme ve hiç birinde eskiye dönüşe meydan verme."[123]
Ben derim ki, burada tartışmalı bir nokta var ki, o da şudur: Acaba dini azınlıklar mı adetlerini değiştirmek zorundadırlar, yoksa onlar adetlerini değiştirmeye yanaşmayınca biz mi adetlerimizi değiştirip onlardan farklı hale gelmeliyiz? Fakat onlar aramızda ayrılık olması gerektiği ilkesi hakkında görüş farklılığı olduğu hiç kimseden işitmiş değilim.
Ayrıca bu konuda kitab ehlinin yerine getirmek zorunda tutulacağı başka şartlar da vardır ki, burada onlara değinmedim. Çünkü maksad arada fark ve ayırım olması gerektiğini belirtmektir. Ayrıca şunu da söyleyeyim ki, Abbasi halifelerinden Mütevekkil'in hükümdarlığı döneminde zimmi-lere karşı tutumu böyle olmuştur. Bu konuda imam Ahmed b. Hanbel ile başka alimler kendisini danışmanlık yapmışlar, onu yönlendirmişlerdir. Ahmed b. Hanbel'in bu yoldaki sorularına vermiş olduğu cevaplar meşhurdur.
1- Zimmilere koşulan şartların diğer bir kesimi onların dinlerinin kötü yönlerini saklı tutma, açığa çıkarmalarını önleme endişesine dayanır. Açıkça alkollü içki alıp satmalarını, kilise dışında çan çalmalarını mum ve ateş yakmalarını, bayram törenlerini kutlamalarını ve buna benzer dini geleneklerini engellemek gibi.
2- Bu şaitalann başka bir gurubu dini törenlerinin saklı kalması amacına dayanır. Kitaplarını yüksek sesle okuyup duyurmalarının yasaklığı gibi.
Bilindiği gibi gerek halife Ömer ile çevresindeki ilk müslümanlar gerek ondan sonra gelen müslüman ilim adamları ve gerekse Allah'ın başarı lütfettiği diğer bazı hükümdarlar islam diyarında zirnmilere din kaynaklı özel geleneklerini açığa vurmanın yasaklanması ilkesinde görüş birliği halindedirler. Bu görüş birliği İslam diyarında müşriklerin özelliklerinin açığa çıkmaması gibi gösterilen titizliğin ifadesidir. Durum böyleyken, eğer bu müşriklere özgü adetler müslümanlar tarafından benimsenir ve açıkça taklit edilirse, hüküm nice olur, onu varın sizler düşünün.
3- Zimmilerce yerine getirilmesi gereken bu şartların başka bir kesimi onların onurunu kırma, onları Allah'ın kendilerini layık gördüğü horluğa çarptırma amacım güder.
Bilindiği gibi zimmilerin bayramlarını kutlamak ve buna benzer yollarla onların özel geleneklerini onaylamak bir anlamda onlan onurlandırmak demektir. Onlar buna sevinirler, haz duyarlar. Buna karşılık onlarm batıl din geleneklerinin ihmal edilmesini sağlamak kendileri için üzüntü kaynağı olur.
Bu konudaki görüş birliğinin diğer bir gerekçesi de şudur. Bu ilke çok sayıda sahabi ve tabiin tarafından çeşitli kereler ve değişik yollarla ilgili olarak emredildiği ve açıkça ilan edildiği halde hiçbir yetkili müslaman buna karşı çıkmamış, bunu yadırgamamıştır.
Nitekim Buhari'nin bildirdiğine göre Kays b. Ebu Hazım[124]
(364)
224
şöyle bir olay anlatıyor: "Bir defasında Ebu Bekir Ahmes kabilesinden Zeynep adında bir kadını ziyarete gitti. Yanına va-nnca kadının konuşmadığını gördü. Sebebini sordu, kendisine kadının hiç konuşmaksızın hacc yapmakta olduğunu söylediler.
Bunun üzerine kadına -konuş, bu yaptığın helal değildir ve cahiliye dönemi adetlerinden biridir- dedi. Bu uyarı üzerine suskunluk yasağını bozup konuşmaya başlayan kadınla Ebu Bekir arasında şu konuşma geçti:
Kadın: "Kimsin sen?" dedi. Ebu Bekir:
"Muhacirlerden (Mekke'li müslümanlardan) biri." Kadın:
"Muhacirlerin hangilerinden?" Ebu Bekir:
"Kureyş kabilesinden" dedi. Kadın:
"Kureyş kimlerinden?" dedi. Ebu Bekir:
"Ne çok soru soruyorsun! Ben Ebu Bekir'im." Kadın:
"Allah'ın cahiliyeden sonra ortaya koyduğu bu yeni dine bağlılığımızın devamı neye dayanır?" Ebu Bekir:
"Bu yeni dine bağlılığınızın "devamı imamlarınızın doğru yoldan ayrılmalarına dayanır." Kadın:
"İmamlar ne demek?" dedi. Ebu Bekir:
"Sizin kabilenizde emirler veren ve halkın kendilerine itaat ettiği bir takım liderler ve ileri gelenler yok mu?" Kadın:
"Evet var." Ebu Bekir:
"İşte halk tarafından başta tutulan bu kimselere "imam" denir."36S
Görüldüğü gibi, burada hiç konuşmadan durmanın helal olmadığını ve bir cahiye adeti olduğunu bildiriyor. Böyle derken maksadı söz konusu hareketi kırmak ve horlamaktır. Çünkü her hangi bir hüküm cümlesinin arkasından o hükmün niteliği ifade edilirse bu niteliğin söz konusu hükmün sebebi olduğu anlaşılır. Bu kurala göre hacc ziyareti boyunca hiç konuşmamanın cahiliye adetlerinden biri olması niteliği,
(365) Buharı, Kitab: Ensar'ın Hayat Hikayesi, bat»,'Cahili?» günleri, H. No: 3824, c.147-148; Feth'ul^Bari.
225
bu davranışın yasaklanmasına gerekçe olmaktadır.
Ebu Bekir hazretlerinin buradaki "O bir cahiliye adetidir." sözünün anlamı, "O cahiliye insanına Özgü ve islam tarafından onaylanmamış bir davranıştı" şeklindedir. Bu tanımın kapsamına cahiliye insanı tarafından uyulan ve islam tarafından onaylanmayan bütün tapınma adetleri girer. İsterse bu adetler "el çırpma" ve "ıslık çalma" gibi Allah tarafından açıkça belirtilen davranışlar olmasın. Bu iki tapınma amaçlı adet hakkında Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onların Mescid-i Haram'daki ibadetleri el çırpmaktan ve ıslık çalmaktan başka bir şey değildi."
(Enfal: 8/35)
Söz konusu hareketleri Allah'a yaklaştırıcı birer ibadet diye benimsemek, İslam'ın onaylanmamış, meşru görmemiş olduğu bir cahiliye adetine özenmektir.
Bu arada cahilîye döneminin hacc ziyareti ile ilgili diğer adetlerinin başlıcaları şunlardır: İhramh kimsenin hep güneşte kalması, hiçbir gölgenin altına sığınmaması; normal kıyafetle Kabe'nin çevresinde dönülmemesi (tavaf yapılamaması), Harem-i Şerif dışında yapılan işlerden uzak durulması ve benzerleri gibi. Cahiliye döneminde bunlar ibadet sayılırdı. İslam geldikten sonra bu adetlerin büyük bir çoğunluğunun yasaklanmasına rağmen Safa ile Merve tepeleri arasında yürümek (say) ve bunun gibi bir kaç harekete hac-cı tamamlayan hareketler olarak onaylanmışlardır. Yani bu hareketler cahiliye döneminde de işlenmiş olmalarına rağmen, İslam döneminde Allah'a sunulan ibadetler kapsamına alınmış lardir.
Öteyandan yukarlarda gözden geçirdiğimiz ve Buha-ri'de yer alan halife Ömer'in eski İran dolaylarında oturan müslümanlara "Sakın müşriklerin modalarına kendinizi kaptirmayasınız" diye seslenen uyrarıcı mektubunu bir daha hatırlayalım. Bu uyarı, müslümanlara müşriklerin her türlü modasını yasaklayan bir genelge niteliğindedir.
İmam-ı Ahmed'in, Ebu Osman Nehdi'ye dayanarak "Müsned" adlı eserinde bildirdiğine göre halife Ömer bir konuşmasında şöyle diyor:
"İç gömlek, aba, nalın, mest ve şalvar giyiniz. Kervanları karışılayiniz, yolculukta neşeli olunuz. Maadi (tanınmış eski bir arap büyüğü) geleneklerine bağlı kalınız, hedeflere ok atınız. Lüksten, acem modalarından uzak durunuz. Sakın ipekli elbise giymeyiniz. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) bunu yasakladı ve bize -sadece şu kadarcığı (bu sırada elinin iki parmağını gösteriyordu) dışında ipekli elbise giymeyiniz- buyurmuştu."[125]
Yine İmam-ı Ahmed'in Asım-ı Ahvel'e dayanarak bildirdiğine göre Ebu Osman diyor ki:
"Bizler Azerbaycan'da iken halife Ömer'in şöyle bir yazısı geldi"
"Ey Utbe b. Ferkad, sakın lükse ve müşrik modalarına kapılmayınız. Yine sakın ipekli elbise giymeyiniz. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) bize ipekli giymeyi yasakladı ve iki parmağını bitiştirip göstererek -sadece şu kadarcığı hariç- buyurdu."[126] Burada halife Ömer'in (r.a.) Maad b. Adnan'dan gelen arap geleneklerine bağlı kalınarak acemlerin ve müşriklerin geleneklerinden uzak durulmasını emrettiği görülüyor. Yalnız bu ifadenin genel karekterli olduğu her halde dikkatlerden kaçmamıştır. Yine halife Ömer iîe ilgili ve Kudüs'ün müslümanlarca alınışından sonra meydana gelmiş olan şu olay konumuz bakımından çok anlamlıdır. İmam-ı Ah-med'in, Ebu Sinan'a dayanarak "Müsned" adlı eserinde anlattığına göre Ubeyd b. Adem[127] şöyle diyor:
"(Kudüs'ün fethinden sonra) bir ara Hattaboğlu Ömer'in Kaab b. Ahbar'a:
"Nerede namaz kılmamı uygun görürsün?" diye sorduğunu işittim. Kaab, Ömer'e:
"Eğer benim dediğime uyacaksan, Büyük Taş'm arkasında kılarsın, o zaman Kudüs'ün tümü Önünde olur" diye cevap verdi. Ömer bu cevaba karşılık şöyle dedi: -Yahudilere özeniyorsun, hayır, öyle yapmayacağım, tersine ben Peygamberimizin namaz kıldığı yerde kılacağım- Bu sözlerin arkasından öne çıkıp kıbleye döndü ve oracıkta namaz kıldı. Arkasından abasını çıkararak bununla mabedin zeminini süpürdü, kendisini gören halk da Öyle yaptı."[128]
Burada şunu eklemem gerekir. Peygamberimiz (s.a.v.) Miraç gecesi Beytülmukaddes mescidinde namaz kılmıştı. Bunu bize Müslim, Enes b. Malik'e dayanarak bildiriyor. Enes'in belirttiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Bana Burak getirildi. Burak, merkeple katır arası iriliğinde beyaz bir binek hayvanıdır. İki adamın arası gözünün görebildiği kadardır. Ona binip Beytülmukaddes'e (Kudüs'e) geldim. Orada bineğimi daha önce peygamberlerin bağladığı halkaya bağladıktan sonra Mes-cid'e girip iki rekat namaz kıldım, sonra da dışarı çıktım. Bu sırada Cebrail, önüme biri içki ve öbürü süt dolu iki çanak getirdi. Ben süt dolu çanağı içtim. Bu tercihim üzerine Cebrail bana -fıtratı seçmiş oldun- dedi. Daha sonra göğe yüceltüdik."[129] hadis devam ediyor.
Öteyandan yine sahabilerden Huzeyfe b. Yeman, böyle bir şey işitmediğini belirterek Peygamberimizin, Beytül-mukaddes mescidinde namaz kalmadığını ileri sürüyor. Ona göre eğer Rasulullah orada namaz kılmış olsaydı, ümmetine de orada namaz kılmak farz olurdu.
Görüldüğü gibi halife Ömer burada Kaab b. Ahbar'ı[130] ya-hudilere özenmekle, yani Büyük Taş'a dönerek onlara benzemekle kınıyor. Gerçi müslüman bu taşa doğru namaz kılmayı aklından geçirmez ama, yine de Ömer onun arkasında namaz kılmakta buranın değişmez kıble olduğuna inananlara benzeme tehlikesi görüyor.
Söz buraya gelmişken şunu belirtelim ki, halife Ömer (r.a.) diğer konulardaki örnek tutumuna uygun, sağlam ve kararlı bir siyaset izlemiştir. Zaten O, Peygamberimizin (s.a.v.) deyimi ile "Hiç bir dahinin göstermediği üstün gayreti ile İslam kovasını eli ile ağzına kadar doldurup tüm müslüman-ları doyasıya suyla kandıran benzersiz bir kahramandır."[131]
Gerçekten Cenab-ı Allah (c.c.) onun güçlü ellerinde is-lamı yüceltmiş ve küfür ile kafirleri al çal tm ıştır. O bu dosdoğru ve dengeli (hanif) dinin ilkelerini oturtmuş ve İslamın gelişmesini sınırlayacak her türlü engeli ortadan kaldırmıştır. Bütün bu gayretleri boyunca her zaman Allah'a ve Ra-sulallah'a itaatkar, Allah'ın kitabının çizdiği sınırlarla titizlikle saygılı, Rasuluîlah'ın sünneti ile aziz dostu Ebu Bekir'in uygulamalarına bağlı; Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd, Abdurrahman b. Avf, Ubeyy b. Kaab, Muaz b. Cebel, Abdullah b. Mesud ve Zeyd b. Sabit[132]gibi bilgi ileri görüşlülük ve İslama kesin bağlılıkları ile tanınmış büyük saha-bilerin uyarılarına riayetkar bir tutum takınmıştır.
Nitekim yukarda gözden geçirdiğimiz ve zimmilerce uyulması gereken şartların temel ilkeleri onun tarafından belirlendiği gibi, kafirleri devlet görevlerinde kullanmayı yasaklayan, hatta bizzat Allah'ın aşağılığa uğrattığı bu kimselerin tekrar pohpohlanarak yeniden itibar kazanmalarını engelleyen de odur. Bu arada O, bazı rivayetlere göre acem kaynaklılar başta olmak üzere zamanının kafirliği telkin eden zararlı kitaplarını yaktırmış, bidatçılara göz açtırmayarak islam geleneğinin titiz bir kollayıcısı olmuştur. Bu anlayışla acemlerin ağdalı konuşma üslubundan bile uzak durulmasını sağlayarak, kafirlere ve islam dışı çevrelere benzeme ve özenme tehlikesi karşısında ne derece duyarlı olduğunu isbatlamıştır.
Şunu da belirtelim ki, Ömer tarafından yerleştirilen bütün sünnetler, hükümler ve yasalar Osman tarafından da oldukları gibi benimsenerek uygulamaya konmuştu. Bu da Osman'ın bu konularda Hz. Ömer'le aynı görüşü paylaştığını gösterir.
Said'in "Sünen" adlı eserinde Abdurrahman b. Said'e dayanarak bildirdiğine göre Vehb-'in babası şöyle dedi:
"Ah", bir defasında dışarı çıkıp da elbiselerini omuz başlarından sarkıtmış (sedel) bir gurup görünce -Ne oluyor bu adamlara? Dersanelerinden dağılmış yahudileri andırıyorlar- dedi." Aynı sözleri İbn-i Mübarek ile Hafs b. Gayyas da Halid'e dayandırarak nakletmiştir. Yalnız bu ikinci rivayete göre "Ali, namaz kılarken elbiselerinin uzantısını omuz başlarının üzerinden sarkıtan (sedel) bir gurup görünce -Bu adamlar dersanelerinden dağılmış yahudileri andırıyorlar"[133] demiştir. Buna paralel olarak İbn-i Ömer ile Ebu Hureyre'den bize ulaşan rivayetlere göre, bu iki tanınmış sahabi de bu giyimle namaz kılmayı hoş karşılanmamışlardır.[134]
Nitekim Ebu Davud, Süleyman-ül Ahvel'e dayanarak belirttiğine göre Ebu Hureyre "Peygamber Efendimiz namaz kılarken elbisenin ucunu omuz başından aşağı sarkıtmayı ve ağzı Örtmeyi menetmiştir."[135] dedi. Bazı hadisçiler bu hükmü Mürsel (hadisin ilk ravisi atlanmış olarak nakledilmesi) olarak Ata'ya dayandırırlar. Fakat bu konuda Heşim, Amir-ul Ahvel'in[136] şöyle dediğini bildiriyor:
"Ata'ya elbisenin ucunu omuz başından sarkıtarak namaz kılma meselesini sordum bunu hoş görmediğini söyledi, kendisine:
-Peygambere dayanarak mı böyle diyorsun?" diye sordum. Bana:
"Evet Peygamberimizin sözlerine dayanarak böyle diyorum"[137] diye cevap verdi. Burada şu noktayı hatırlatmak
gerekir ki, Tabiin, eğer kuşağından olan bir müslüman'ın rivayet ettiği bir hadise dayanarak bir fetva verirse, bu durum, onun hadisi güvenilir bulunduğunu gösterir.
Bununla birlikte başka kanallardan gelen bazı rivayetler burada adı geçen Ata'nın namazda elbisenin ucunu omuz başından sarkıtmayı sakıncalı görmediğini, hatta kendisinin böyle bir kılıkla namaz kılmış olduğunu bildiriyor.[138] Belki bu olay yukardaki hadis kendisine ulaşmadan önce olmuş ve söz konusu hadisten haberdar olunca bu söz ve davranışından dönmüştür. Bir başka ihtimal de hadisi unutmuş olmasıdır.
Bu konu ile ilgili meşhur bir tartışma var ki, o da şudur. Acaba her hangi bir hadisi rivayet eden şahsiyetlerden birinin hadise ters düşecek şekilde hareket etmesi, bu kimsenin rivayetini zedeler, değerden düşürür mü? Başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere çoğu alimlerin meşhur görüşlerine göre hadisi rivayet edenin böyle bir hareketi, onun rivayetini zedelemez. Çünkü, adamın hadise ters düşen davranışının hadisi zayıf kabul etmesi dışında bir başka gerekçesi olabilir. Nitekim Abdurrezzak'ın belirttiğine göre, sahabiler-den îbn-i Mesud'un oğlu Ebu Ubeyde[139]babasmm elbise uçlarını omuz başından sarkıtarak namaz kılmayı hoş görmediğini bildirmiştir."[140]
Fıkıh alimlerinin çoğunluğu da bu kılıkla namaz kılmayı mekruh sayıyorlar. Ebu Hanife,[141] Şafii[142] ve güvenilir rivayete göre Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. Fakat Ah-med b. Hanbel'in bu konudaki çeşitli rivayetleri bağdaştırmak ve bu mekruhluğım normal dışı kılıklarla namaz kılmaktan kaynaklandığını vurgulamak amacı ile dıştaki elbiseyi değil, iç elbiseyi anlatılan şekilde sarkıtmayı mekruh saydığı da rivayet edilmiştir.
Bu arada şunu da belirtelim ki, anlattığımız şekilde elbise uçİarını sarkıtmanın namazı bozacak bir haram olup olmadığı da tartışılmıştır. İbn-i Musa bu konu ile ilgili olarak "Eğer bir kimse bu kılıkla namaz kılarsa, namazını yeniden kılmak zorunda olup olmadığı hususunda iki çelişik görüş varsa da bu görüşlerin daha doğru olanı namazı iade etmesinin gerekmediği şeklindeki görüştür" diyor, Ebu Bekir Abdulaziz[143]de bu kılıkla namaz kılan kimsenin eğer avret yerleri açılmamış ise, namazını iade etmesinin gerekmeyeceğini savunuyor. Ayrıca bu kılıkla namaz kılmanın mekruh olmadığım ileri süren fıkıh bilginleri de vardır. İmam-ı Malik'in[144]görüşü de bu yoldadır.
Söz konusu giyim şeklini ifade eden "Sedel" deyimi, "elbiese uçlarının bir tek omuz başının üzerinden sarkıtılma-sı" demektir. Ahmed b. Hanbel bu deyimi böyle açıklıyor ve bu giyim tarzının mekruh oluşunu onun yahudi adeti olmasına bağlıyor. Nitekim o diyor ki: "Ebu Abdullah'ın belirttiğine göre Sedel elbisenin uçlarından birinin öbür uçla üst üste bindirmeden sarkıtılmasdır. Bu kılık, bir yahudi adetidir ve bu yüzden bu şekilde namaz kılmak mekruhtur."
Bu konuda Salih b. Ahmed şunları söylüyor: "Babama -namazda sedel nasıl olur?" diye sordum. Bana:
"Giyilen elbisenin iki ucu biribiri üzerine getirilmez ise, bu sedel olur" diye cevap verdi. Alimlerin çoğunluğu sede-Ii bu şekilde tanımlıyor.
Bu arada Ebul Hasan Amidi[145] ile İbn-i Akü'ın[146] "Sedel elbisenin ayakları tamamen kapatıp yerlerde sürünecek şekilde uzatılmasıdır" diyerek bu deyimi, yasak bir davranış olan elbise uçlarını yerde sürünecek şekilde uzatma anlamında anlamaları fikah alimlerinin çoğunluğunun tarifine ters düşen bir yanıigıdır. Gerçi elbiseyi ayakların altına kadar uzatıp, yerlerde sürüklemek alimlerin görüş birliği ile yasak bir harekettir. Bununla ilgili hadisler şimdiki konumuzla ilgili olanlardan çok daha fazla sayıdadır. Buna göre bu kesinlikle haram bir harekettir, fakat sedel deyiminin ifade ettiği giyim tarzı bu değildir.
Bizim buradaki amacımız bu konunun detaylarını araştırmak değildir. Bizim maksadımız Hz. Ali'nin -Allah yü-zi|nü ağartsın- elsisesinin ucunu bu şekilde sarkıtanlan ya-hudilere benzetmesini ve bu kılığın hoş olmayışını bu sebebe bağlamasını vurgulamaktadır. Bundan kolayca anlaşılıyor ki, yahudilere benzemek ilk dönem müslümanlarına göre kesin ve tartışmasız bir sevimsizlik (mekruhluk) gerekçesi idi. îlerdeki safalarda Ali'nin -Allah yüzünü ağartsın- yahudilerin uslübu ile konuşmayı hoş görmeyen ve burudaki görüşünü destekleyen sözlerini de nakledeceğiz.
Şimdi yukardaki hadiste namazda ağzı örtmeyi yasaklayan hükme yeniden değinelim. Bazı alimler bu yasağın gerekçesi olarak bu hareketin ateşperestlerin ateşe tapınırken böyle yapmış olamalarını ileri sürüyorlar. Buna göre namazda elbisenin ucunu sarkıtmakla, ağzı örtmenin birarada anılmasının hikmeti meydana çıkıyor ki, bu ortak hikmet her iki hareketin kafirlere benzemeye yolaçmasıdır. Ayrıca her iki hareketin hoş karşılanmayışınm başka sebepleri de vardır. Bilindiği gibi belirli bir hükmün birden çok gerekçesi olabilir.
Bu saydığımız örnekler raşid halifelerden alınmıştır. Halifelerin dışında kalan diğer sahabilerden söz ve davranışlarında da bu konuda bir çok deliller vardır. Mesela sahabilerden Huzeyfe b. Yeman'ın yukarda değindiğimiz sözlerini bir daha hatırlayalım. Hani bu ünlü sahabi bir düğün töreni vesilesi ile çağrıldığı bir evde acem adetinin yaşadığını görünce "Kim bir kavme özenir, benzemeye çalışırsa, onlardan olur." diyerek geri çıkmıştı.
Yine Ebu Muhammed'in,[147] İkrimiye'ye[148] dayanarak bildirdiğine göre adamın biri sahabilerden İbn-i Abbas, kendisine:
"Hukna yaptırabilir miyim (yani büyük abdest yolundan ilaç alabilir miyim?)" diye soran birine:
"Evet yaptırabilirsin. Fakat müşriklerin adetine uyarak avret yerlerini açmadan yapabilirsin." diye cevap verdi, tbn-i Abbas'in "Müşriklerin adetine uyarak" sözü sırf bu olayla ilgili bir sınırlama değil, genel karekterli bir ifadedir.
Bu arada Ebu Davud'un, Yezid b. Harun'a dayanarak bildirdiğine göre Haccac b. Hassan[149] şöyle diyor:
"Bir defasmda ağabeyim Muğire ile birlikte sahabilerden Enes b. Malik'i ziyaret etmeye gitmiştik. Ben o sırada küçük yaşta idim. Ağabeyimin anlattığına göre saçlarım ikiye ayrılıp örgü halinde uzatılmıştı. Enes b. Malik başımı okşa-yıp, beni sevdikten sonra: "Bu örgüleri ya kesin veya kısaltın. Çünkü bu yahudi adetidir" dedi."[150]
Görüldüğü gibi Enes b. Malik erkeklerin örgülü saç uzatmasını, yahudi adeti olduğu gerekmesi ile yasaklıyor. Herhangi bir yasağı belirli bir gerekçeye dayandırmak o gerekçenin boş bir şey olmadığını ve olmamasının istendiğini gösterir. Bundan anlaşılır ki, yahudi adeti saç biçimi gibi basit bir konu ile ilgili olsa bile, varlığı istenmeyen bir şeydir. Biz de zaten bu ilkeyi vurgulamak istiyoruz.
Aynı şekilde İbni Ebu Asım'ın[151] bildirdiğine göre Mu-aviye şöyle diyor:
"Mezarları toprak seviyesinde bırakmak sünnet gereğidir. Yahudiler ile hristiyanlar mezarlarını toprak düzeyinin üzerine çıkarırlar. Sakın onlara benzemeyiniz"[152]Muaviye bu sözleri söylerken şuna dayanıyor: Müslim'in bildirdiğine göre sahabilerden
Fudale b. Ubeydi[153] birgün bir mezarın toprak seviyesinde tutulmasını istedikten sonra bu isteğinin gerekçesini belirtmek üzere: "Vaktiyle Peygamberimizin, mezarını toprak seviyesinde tutulmasını emrettiğini işittim" dedi.[154]
Öteyandan Müslim'in Ebu Heyyac Esedi'ye dayanarak bildirdiğine göre Ali Allah onun yüzünü ağartsın- şöyle diyor: "Peygamber Efendimiz bana rastladığım zaman toprak seviyesinden yüksek her mezarı yıkmamı ve gördüğüm her anıtı ortadan kaldırmamı emretti."[155]
Bu konu ile ilgili olarak -inşaallah- ilerdeki sayfalarda Amr b. As'ın oğlu Abdullah'ın şu sözlerini nakledeceğiz:
"Kim müşriklerin beldelerinde ev yapıp oturur ve ölünceye kadar onların Nevruz ve Mihrican törenlerini kutlarsa, Kıyamet günü Mahşerde onlarla birlikte olur?"[156]
Bu arada Buhari'nin Mesruk'a dayandırarak bildirdiğine göre Aişe (r.a.) elleri bele koyarak namaz kılmanın mekruh olduğunu bildirmiş ve bunun gerekçesini belirtmek üzere "Yahudilere benzemeyiniz"[157] demiştir.
Yine Said'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Zueyb[158] diyor ki:
"Bir gün İbn-i Ömer'le birlikte Cuhfe'de bir mescide girmiştik, îçerde de Ömer'in gözüne geometrik şekilli bazı sütun başlıkları ilişti. Bunları görünce hemen dışarı çıktı ve bir yere namaz kıldıktan sonra, Mescid'in sorumlusu ile görüşerek kendisine şunları söyledi: Sorumlusu olduğun mescidde şu şekilleri gördüm ve onları cahiliye döneminin dikili taşlarına benzettim. Hemen söyle de onları kınversinler:[159]
Aynı şekilde yine Said'in bildirdiğine göre sahabilerden İbn-i Mesud (r.a.):
"Pencereleri ve duvar başlıkları kemerli mescidlerde namaz kılmaktan hoşlanmaz ve "Bu usul kiliselerden alınmıştır. Ehl-i Kitaba özenmeyiniz."[160] derdi. Nitekim Ubeyd b. Ebu Cad'a[161]göre Peygamberimizin sahabileri: "Mescid-lerin pencere ve duvar başlıklarının kubbeli yapılması Kıyamet alametlerindendİr." demişlerdir.
Sahabilerden bize gelen bu tip rivayetler çoktur. Burada naklettiğimiz olayların ve belgelerin bir kısmı hemen hemen: herkes tarafından bilinen şeylerdir. Sözün kısası, kafirlere ve genel olarak yabancılara özenmenin doğru olmadığı konusunda sahabilere dayandırdığımız açıklamaların yanlış olduğunu söyleyen hiçbir ilim adamına rastlamış değilim. Yalnız bu açıklamalarda sözü geçen bazı meseleler üzerinde değişik yorumlar ve farklı görüşler vardır ki, bunların detayına inmenin yeri burası değildir. Üstelik belirli bazı meseleler hakkında görüş ve yorumları farklı olan bu kimseler müslümanların Kitaba ve sünnete sıkı şekilde bağlı olmaları gerektiği ilkesinde aynı görüşü paylaşıyorlar. Bundan anlaşılıyor ki, bu kimseler de kafirlere ve yabancılara benzemenin doğru olmadığını savunan çoğunlukla temelde fikir birliği halindedirler.
İcma-ı ümmetin bu konudaki görüş birliğini gösteren üçüncü bir delil de gerek ilk dönem alimlerinin çoğunluğunun ve gerekse mezheb imamları ile arkadaşlarının bazı yasaklara gerekçe olarak kafirlere veya genel olarak yabancılara ters düşme gereğini belirtmeleridir. Bu alandaki örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Fıkıh ilmi ile az veya çok ilgilenen herkes bu örneklerin mutlaka bir kaçma rastlamıştır. Bu da iyice düşünüp değerlendirilince bizi, mezhep imamlarının kafirlere ve yabancı lara benzemeyi yasaklayıp, onlara ters düşmeyi hep birlikte emrettikleri hususunda kesin bilgiye götürür. Daha önceki sayfalarda çeşitli alimlerin sözlerinden derlemiş olduğum örneklere ilave olarak şimdi burada günümüzde geçerli olan maezheblerin imamlarından bazı örnekler hatırlatmak istiyorum.
Bu örneklerden biri şudur: Bilindiği gibi Hanefi mezhebinin temel yaklaşımına göre namazları biraz geciktirerek kılmak vakit girer girmez hemen kılmaktan daha makbuldür. Yalnız bu hükmün bazı istisnaları vardır. Bulutlu günlerin namazları ile kış mavsiminin öğle namazları gibi. Bunun tersini düşünen .başka bazı alimlere göre de temel prensip namazları vakitleri girer-girmez kılmaktır. Fakat bulutsaz kış günleri dışındaki günlerin sabah, ikindi, yatsı ve öğle namazları bu hükümden müstesnadır. Ama normal olarak namazı geciktirecek kılmayı tercih eden Hanefi alimleri "Akşam namazını vakti geciktirerek kılmayı tercih eden müsta-hab'dır." derler. Çünkü bu mezhebin alimlerine göre yahu-dilere benzemeye yolaçtığından dolayı akşam namazını geciktirerek kılmak mekruhtur. Bu konuda diğer mezheplerin imamları da aynı görüştedirler. Ve daha önce değindiğimiz gibi hepsi aynı gerekçeyi ileri sürmektedirler.
Yine Hanefi mezhebine göre Kitab ehline benzemeye yo-laçtığı gerekçesi ile kemer önünde secde etmek mekruhtur. İmam-ı Ahmed ile arkadaşlarının yaygın görüşü de bu yoldadir. Ayrıca başta İbn-i Mesud olmak üzere bazı sahabiler de bu noktayı vurgulamışlardır.[162]
Buna karşılık Hanefi alimleri "Duvarda asılı mushafa veya kılıca karşı secde etmenin sakıncası yoktur, çünkü bunlara tapınıldığı görülmemiştir." diyorlar.Bu sözlerden, bu iki şey dışındaki nesnelere karşı secde etmenin mekruh sayıldığı anlaşılıyor. Bu arada resimli bir yaygı üzerinde namaz kılmanın da sakıncası yoktur. Çünkü bu durumda resim hor görülmekte, aşağılanmaktadır. Fakat doğrudan doğruya resim üzerine secde dilmez. Çünkü hareket resme tapmayı andırır. Tıpkı bunun gibi resimli elbise ile namaz kılmak da, üzerinde put taşıyanlara benzemeye yolaçtiğı için mekruhtur. Fakat eğer bu resimler cansız varlıklara ait olursa, böy-ie varlıklara tapılmadığı için, böyle bir elbise ile namaz kılmak mekruh olmaz.
Yine Hanefi mezhebine göre şüpheli günde (yani Ramazanın ilk günü olup olmadığı belli olmayan günde) Ramazan niyeti ile oruç tutmak mekruhtur. Çünkü böyle yapan kimse Allah tarafından emredilmiş olan oruç süresine kendi kafalarında ilave yapmış olan Kitab ehline (hristiyanla-ra) benzemiş olur.
Yine bu mezhebe göre hacc sırasından Arafat'tayken güneş batınca Önde imam ve arkada cemaat olmak üzere bütün hacı adayları Arafat'tan yola çıkarak Müzdelife'ye varırlar. Çünkü bu davranışları ile bu konuda cahüiye dönemi müşriklerine ters dümüş olurlar.
Yine bu mezhebe göre altın ve gümüş kablarda yemek yemek, içecek bir şey, yağlanma veya koku sürünmek kadin-erkek hiç kimse için caiz değildir. Çünkü bu konudaki yasaklayıcı delillerin varlığı yanında bu hareket, müşriklerin adetlerine özenmek ve lüks düşkünleri ile müşriklere benzemek anlamına gelir.[163] Yine bu mezhebin baş imamı olan Ebu Hanife ipekli elbise giyinmeyi, yere ipekli yaygı yaymayı, böyle bir yaygıyı duvara asmayı ve ipekli yorgan örtünmeyi yasaklamıştır. Onun öğrencileri olan Ebu Yusuf[164]ile Muhammed[165] bu yasağın gerekçesini açıklarken "Çünkü bu acem hükümdarlarının ve zalim kralların adetleridir ve böylelerine benzemek haramdır. Nitekim halife Ömer:
"Sakın acem modalarına kapılmayınız" diyor.[166] demişlerdir. "Cami-us sağır" adlı eserde bildirdiğine göre adı geçen İmam-ı Muhammed "sadece gümüş yüzük taşınabilir"[167] demiştir. Bundan anlaşılıyor ki, Hanefi mezhabine göre taş, demir veya bakır yüzük kullanmak haramdır. Çünkü bu mezhebin imamlarının delil gösterdiği bir hadise göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir defasında parmağında bakır yüzük taşıyan birini görünce:
"Bana ne oluyor ki, senden pûl kokusu alıyorum" ve başka bir defasında parmağında demir yüzük bulunan birine rastlayınca da:
"Bana ne oluyor ki, senin üzerinde bir cehennem süsü görüyorum."[168] buyurdu. Hanefi mezhebinin ileri gelenlerinin sözlerinde verdiğimiz bu örneklerin benzerleri çoktur.
Maliki mezhebinin bu konudaki duyarlığına gelince bunu örnekleri Hanefi mezhebindekiriden daha çoktur. Öyle ki, İbn-i Kasım'ın[169] "Mudevvene" adlı eserde belirttiğine göre bizzat İmam-ı Malik "Farsça ile niyet ederek ihrama girilmeyeceğini, bu dille dua ve yemin edilemeyeceğini"[170]söylüyor ve bu hükmün gerekçesini açıklarken halife Ömer'in (r.a.) acemler gibi konuşmayı yasaklayarak bunu "bozgunculuk" olarak nitelendirdiğini belirtiyor. Yine Ma-liki'ye göre tek bir dikili taşın bulunuğu bir yol kenarında namaz kılmak mekruhtur. Fakat yol kenarındaki işaret taşları birden çok olursa yanında namaz kılmak sakıncalı olmaz.[171]
Hükümdara Dahi Ayağa Kalkmak Hoş Görülen Adetlerden Değildir.
Yine bu imama göre yahudi ve hnstîyanlann cumartesi ve pazar günleri tatil yapmalarını özenerek Cuma günü çalışmak (tatil yapmak) mekruhtur.[172] "Müslüman yaşlılara hürmetkar davranmak Allah'a hürmet etmenin bir parçasıdır."[173] şeklindeki bir sözün değerlendirilişi sırasında mecliste bulunanlardan birinin:
"Fazilet ve bilgice üstün bilinen birine kalkıp yer vermek hakkındaki görüşün nedir?" biçimindeki bir sorusuna İmamı Malik:
"Bunu hoş görmem, fakat böyle birine sıkışarak yer açmanın sakıncası yoktur." diye karşılık vermiştir. Yine ona göre kocası içeri girince kadının ayağa kalkması ve eşi otu-nıncaya kadar dikilmesi zalim hükümdarların çevresinde ge-lenekleşen kötü bir adettir. Nitekim zamanımızda halkın yanlarına gelmesi beklenen hükümdarı gözetledikleri ve uzaktan görülünce ayağa kalktıkları görülüyor. Bu hareket İslam geleneklerinden olmadığı gibi kendilerine benzemememiz gerektiği yahudilerin, hrıstiyanların ve genel olarak yabancıların adetlerindendir.
Şafii mezhebinin ileri gelenleri de elimizdeki kaynakların gösterdiğine göre, diğer mezeplerin yetikilileri gibi bu ilkeye büyük bir önem vermişlerdir. Örnek verecek olursak onlardan güneşin doğuşu ve batışı gibi namaz kılmanın yasaklandığı vakitlerde namaz kılmanın yasaklığını gerekçe-lendirirlerken bu saatlerde ateşperestlerin güneşe taptıklarını belirtmişler ve delil olarak bu an kafirlerin güneşe secde ettikleri andır" şeklindeki hadisi göstermişlerdir. Yine bu ilkeyi gözeterek Ramazan geceleri sahuru mümkün olduğu kadar geciktirmek gerektiğini savunan Maliki'ler:
""Çünkü bizim orucumuzla yahudi hrıstiyanların orucu arasındaki fark budur" demişlerdir. Yine bu düşünceden hareket edersek, kılık ve kıyafette erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere benzememesi gerektiğini belirtmişlerdir. Öteyandan bu mezhebin Arafat'taki vakfe konusunda benimsediğini görüş de bu ilkeden kaynaklanır. Bilindiği gibi müşrikler islam öncesi dönemde güneş batmadan önce vakfeye dururlar ve ertesi sabah güneş doğduktan sonra Arafat'dan topluca ayrılırlardı. İslamiyet bu konuda onlara ters düşmek amacı ile güneş batmadan önce Arafat'a çıkıp, ertesi sabah güneşin doğuşunun az öncesine kadar vakfe yapmayı emretti. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Müşriklere ters düşünüz, onlara uymayınız" ve "Bizim geleneklerimiz müşriklerin geleneklerine ters düşer." buyurdu.
Yine bu mezhebe göre zimmilere (gayri müslimlere) koşulacak şartlardan biri onları kılık-kıyafet bakımından müslümanlara benz emekten alıkoymaktır. Böylece müslıi-manların da onlaıiü kıhk-kıyafetlerini taklit etmeleri önlenerek müslamanlarla kafirler arasında görünüş farklılığı aracında görünü-, farklılığı sağlanması amaçlanmıştır.
lîu mezhebin bazı ileri gelenleri bu konuda daha titiz dav-rana*ak bidatçılara özgü davranışlarda onlara benzemeyi bile yasak saydılar. İsterse söz konusu davranış aslı itibarı ile sünnet olsun. Bu tutumun örneği mezarların üzerini tümsek yapmamaya çağırmalarıdır. Şafii mezhebinin bu konudaki görüşü mezarların üzerini dümdüz yapmanın daha iyi olduğu şeklindedir. Hanefi ve Hanbeli mezheblerine göre mezarların üstünü hafifçe tümsek yapmak daha iyidir. Fakat sözünü ettiğimiz Şafii yetkililerine göre yaşadığımız günlerde mezarların üzerine biraz toprak yığarak onları tümsekleşirmek gerekir. Çünkü zamanımızın Rafızi'leri mezarları düz tutmayı kendilerine özgü bir adet haline getirdikleri için, mezarları dümdüz yapmak kendilerine özgü bir davranışta onlara benzemek olur.[174]
Diğer bazı Şafii'lerin gelenleri ise "Biz mezarlarımızı düzleriz. Biz düzlemeyi adet haline getirince, bu hareket onlara özgü bir özellik olmaktan çıkar" görüşünü savunmuşlardır. Her iki gurup da bidatçüara özgü adetlerde onlara benzememek gerektiği konusunda aynı görüşü taşıyorlar. Fakat mezarların üzerlerini düz yapanın bidatçılara benzemeye yo-laçıp açmayacağı hususunda farklı düşünüyorlar. Düşünelim ki, bu duyarlılık bidatçılara benzeme konusundadır. Acaba bu yetkililerin kafirlere benzeme konusunda ve düşünmeleri beklenir, onu varın siz düşünün.
Bu ilke ile ilgili İmam-ı Ahmed (Hanbeli) ile arkadaşlarının gösterdikleri duyarlığa gelince bunun. Örnekleri sayılamayacak kadar çokur. Daha önceki sayfalarda İmam-ı Ahmed'in: "Kim bir kavme özenirse, benzemeye çalışırsa onlardardır", "Bıyıklarınızı kısaltıp sakallarınızı uzatınız, sakın müşriklere benzemeyiniz" ve "Onlar (altın ve gümüş kablar) dünyada onların, ahirette sizindir." hadislerini açıklarken bu konudaki hassasiyetinin bazı örneklerine hep birlikte şahit olmuştuk. İmam bu konudaki bir konuşmasında şunları söylemiştir: "İnsanın yaşlılık görüntüsünü değiştirmesi ve kafirlere benzememesi ne kadar hoşuna gider"[175] Öteyandan bir dostuna "saçlarını boyatıp yahu-dilere benzemez olmanı isterim"[176] dediği ve "Ateşperestlerin adetlerindendir" diyerek enseyi traş etmeyi mekruh saydığı bildirilmiştir. Yine bu imamın aylarını ve insanların fars-ça isimler ile anılmalarının mekruh olduğunu söylediği ve-böyle yapanlarla karşılaşınca elleri ile yüzünü kapatarak "Bu yaptığınız ateşperest adetlerindendir." dediği kaynaklarda yor almıştır. Bu tip örnekler sayılamayaöak kadar çoktur.
Nitekim Harb-ı Kirmani diyor ki: "Bir gün İmam-ı Ah-me'd'e Bele ip (kuşak) bağlayarak namaz kılmak hakkında görüşünü sordum. Bana eğer aba üzerine kuşak bağlanırsa bunun sakıncası olmadığını, fakat gömlek üzerine kuşak bağlamanın mekruh olacağını, çünkü bunun bir yahudi adeti adeti olduğunu söyledi. Daha sonra kendisine yolculuğa çıkarken kuşak bağlamanın doğru olup olmadığını sordum. Buna biraz isteksiz bir dille de olsa izin verdi."[177]
Bu sözlere şunları eklemek istiyorum. İmam-ı Ahmed'in yakın arkadaşları da yahudi ve hnstiyanlara benzer şekilde bele kuşak bağlayarak namaz kılmanın mekruh olduğunu söylediler. Fakat başka bir biçimde kuşak bağlamayı sakıncasız saymışlardır. Hatta bir hadiste geniş yenli gömlek giyenin kendi avret yerlerini görmesin diye beline kuşak bağlayarak namaz kılması emredilmiştir.
Bu arada aralarında kadı Ebu Yala, İbn-i Ukeyl ve Ab-dulkadir Cili'nin[178] de bulunduğu İmam-ı Ahmed'in bir kısim arkadaşları müslümah kıyafetinin çeşit ve parçalan ile hangi kılıkların mekruh olduğunu konuşurlarken, arap geleneğine uymayan ve acem adetlerinin taklidi olan her giyim tarzının mekruh olduğunu ileri sürmüşlerdir. Nitekim bu guruptan olduğunu belirttiğimiz Abdulkadir Cili'nin bu konu-dudaki sözleri aynen şöyledir: "Arap modasına uymayıp, acem modasına benzeyen her kılık mekruhtur." Yine İmam'ın arkadaşlarından biri olan ve daha çok îbn-i Bağdadi lakabı ile tanınan Ebu Hasan Amidi başka bir konu ile ilgili olarak aynı duyarlığı şöyle ifade ediyor: "İçinde yemek bulunmayan boş bir yemek kabında elleri yıkamak mekruh değildir. Çünkü İmam-ı Ahmed'in naklettiğine göre bizzat Peygamberimizin böyle yaptığı görülmüştür. Zamanımızda alimler bunu yaptıkları için biz de yapıyoruz. Bu hareketi hoş karşılamayan, garip gören halktır. Yemekten sonra elleri yıkamak sünnettir. İçinde eller yıkansın diye bir kab konunca cemaatteki herkes ellerini yıkamadıkça kaldırılmamalı-dır. Çünkü böyle bir kabı herkes ellerini yıkamadan kaldırmak acem adetlerindendir."
Yine Abdulkadir Cili'nin de aralarında bulunduğu bu gurubun enseyi traş etmenin mekruh olduğunu açıklarken bunun acemlere benzemeye yolaçacağını gerekçe göstermiş ve bu hükmün hemen arkasından Peygamberimizin "Kim bir kavme benzemeye çalışır, özenirse onlardan olur" buyruğunu hatırlatmıştır.
Bu arada Şafii ve Hanbeli mezheblerine bağlı bir gurup fıkıh bilgini bazı şeyleri bidatçılara benzemeye yol açar gerekçesi ile mekruh sayarlar. Mesela yine Abdulkadir Ci-lî'nin de aralarında bulunduğu bu guruba göre yüzüğünü sol elin parmaklarına yüzük takmak adeti bidatçılara özgü bir sembol halini almıştır. Yine bu endişeden hareket ederek İmam-ı Şafii'nin bazı arkadaşları, aslında mezarların üstünün yerle aynı düzeyde tutulmasının sünnet olduğunu kabul etmelerine rağmen mezarları tümsekleştirmeyi müstahab saymaya yöneldiler ve bu tutum değişikliğinin gerekçesini açıklarken "Çünkü mezarların üzerlerini yer düzeyinde bırakmak bidatçilann ayırıcı ve tanıtıcı adeti haline gelmiştir." dediler.
Buradaki maksadımız belirli meseleleri tek tek ele alıp bunlarla ilgili lehte ve aleyhteki görüşleri tartışmak değildir. Bizim asıl amacımız belli-başli islam bilginlerinin müs-lüman olmayanlara benzemeyi hoş görmeme konusunda aynı görüşte olduklarını belirtmektedir.
Yalnız sözü geçen bilginler, belirttiğimiz bu genel ilke beraberliği yanında, bazı detaylarda farklı görüşler ileri sürümüşlerdir. Bunun sebebi bazan o ayrıntı ile ilgili delillerin çelişik olması ve bazan da bazı bilginlerin söz konusu ayrıtıyı genel ilkenin kapsamında görmemeleridir. Esrem tarafından yapılan şu açıklamalar bu sözlerimize örnek olabilir. Bu zat diyor ki: "Bir defasında İmam-ı Ahmed'e savaşta ipekli elbise giyilip giyilmeyeceği sorulunca, bu soruya: "Umarım ki, bunun sakıncası yoktur" diye cevap verdi. Yine savaşta bele Mıntaka (bir çeşit palaska) bağlanıp bağla-namayacağı ile ilgili bir soruya da "Bazı büyüklerimiz acem modası olduğu gerekçesi ile bunu mekruh gördüler ve öyle şeyler yerine bellerini sarıkları ile bağlamayı tercih etmişlerdir" şeklinde karşılık vermiştir. Burada İmam'ın tereddütlü konuşması, meseleyi kesin bir hükme bağlamaması mıntıka adını taşıyan bel kuşağının başkalarına benzeme sakıncası yanında yarar da taşımasıdır. Nitekim ilk müslümanlardan bir zatın birinin bu kuşağı bağladığı nakledilmiştir. İşte bu yüzden İmam-ı Ahmed bu konudaki soruya cevap verirken, başkalarının görüşünü naklederek susmayı tercih etmiştir.
Böyle durumlarla ilgili olarak, yani İmam'a bir soru sorulup da karşılık olarak sadece başkalarının görüşünü nakletmekle yetindiği ve buna ne onaylama ve ne de karşı çıkma anlamına gelecek hiçbir şahsı söz eklemediği meselelerde acaba naklettiği görüşü onayladığı kabul edilebilir mi, yoksa edilemez mi, bu konuda İmam'ın yakın arkadaşları tarafından iki zıt görüş ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden bi-rincisisine göre "evet" îmam'ın bu şekildeki alıntısı şahsi görüşü yerine geçer. Çünkü eğer bu naklettiği görüşü onayla-masaydı, soru sorana başka şekilde cevap vererdi. Çünkü soru soran kimse ondan başkalarının görüşlerini nakletmesini değil, kendi görüşünü belirtmesini istemiştir. Öbür görüşe göre, İmam'ın bir görüşü sadece nakletmesi onu benimsediği anlamına gelmez. Çünkü o, bu görüşü sadece anlatmıştır ve bu anlatmak tek başına o görüşü onayladığını göstermez. Mıntıka adı verilen bu bel kuşağı hakkında söylenebilecek daha bir kaç söz ve yer verilecek daha bir kaç alıntı var ama, şimdi bunun yeri ve sırası değildir.[179]
İmam-ı Hanbeli, eski İran yapısı oklar hakkında da böyle tereddütlü konuşmuştur. Nitekim Esrem kendisine bu okları kullanmanın doğru olup olmadığını sorunca:
"İlk müslümanlar arap yapısı oklar kullanırlardı" diye cevap verdi. Buna benzer bir konuda da Ebu Bekir onun şu sözlerini naklediyor: "İmam-ı Ahmed'e zırhda yarık olup olmayacağını sordum. Bana:
"Halid b. Mada'nın ön tarafından bir dirsek boyu yarığı olan bir zırh giydiğini görmüştüm" diye cevap verdi. Kendisine:
"Peki arkasında yarık olabilir mi?" diye sordum. Bana şöyle karşılık verdi:
"Bilmiyorum. Önden yarık olabileceğini duydum. Fakat arka tarafında yarık olabilceğine dair hiçbir şey duymadım. Fakat arkadan yarığı olan zırhla binek hayvanına daha kolay binileceği için bunda yarar var. Bazıları buna:
"Kafirlerle savaşmak için gücünüz yettiği kadar si-lan, at ve kuvvet hazırlayınız." (Enfal: 8/60)
ayetini delil gösterdiler. Sözlerinin burasında kendisine dedim ki:
"Bazı alimler bu ayeti İran yapısı okların kullanılaoice-ğinin de delili saydılar. Horasanlılar arap yapısı okların da işe yaramadığını söylüyorlar." Bu sözlerime:
"Nasıl olur? Dünya arap okları kullanılarak fethedildi" diye karışhk verdi. Kendisine:
"Sınır boylarında bu okları gördüm. Eski İran yapısı oklarda asla mukayese edilemezler" deyince, bana:
"Ben de Şam'da omuzunda arap yapısı ok taşıyan bir asker gördüm" diye cevap verdi."[180]
Yine Esrem'in, Ebu Haccac Sıkeki'ye dayanarak bildirdiğine göre bu konuda Hz. Ali (r.a.) şöyle diyor:
"Bir defasında Rasulullah (s.a.v.) arap yapısı okuna dayanmış durumdayken gözleri eski İran yapısı ok taşıyan birine ilişince adama şöyle dedi:
"At onu elinden. O lanetlidir. Siz sadece arap yapısı oklar kullanmalısınız. Allah bu dini bu ok ve yaylar aracılığı ile destekler ve bunlar aracılığı ile yeryüzüne egemen olursunuz."[181]
Dostlarımızın gerek eski İran yapısı bklar ve gerekse buna benzer savaş araçları hakkında uzun sözleri vardır ki, bunları incelemenin yeri burası değildir. Benim bu örnekleri hatırlatırken altını çizerek belirtmek istediğim gerçek şudur. Sizin de gördüğünüz gibi yetkili müslüman bilginler, İslam kaynaklı olmayan, daha doğrusu yabancılara ait olan herhangi bir şey söz konusu olunca, bu şeyin yararlı olduğu her ne kadar açık ve belli olsa bile, yine de onun benimsenip benimsenmeyeceği konusunda ya tereddütlü konuşuyorlar veya farklı görüşler savunuyorlar. Bu tereddüt ve görüş ayrılığının sebebi iki çelişik gerekçe arasında kalmalıdır. Bu gerekçelerin biri İslam adet ve geleneklerine bağlı kalmak gereği ve öbürü de hiç bir zararı olmayan ve faydalı olduğu meydanda olan, üstelik dinimizin ibadetleri ile uzaktan yakından ilgisi olmayıp, sadece dünyayı ilgilendiren belli bir araçtan avantaj arzusudur.
Dikkatimizi çekmesi gereken bir diğer İncelik Ahmed b. Hanbel'in bu hususlarda kullanım serbestisi bildirirken Hz. Ömer'in sözüne veya Halid b. Ma'dan'in[182]uygulamasına dayanmasıdır. Böylelikle O, söz konusu hareketin ilk dönem müslümanları (selef) tarafından benimsenip onaylandığını 've bunun sonucu olarak yahudi, hrıstiyan veya acem maîı olmayıp müslümanlarm adetlerinden olduğunu isbat etmeye çalışıyor. İşte bu konularla ilgili her hangi bir şey böyle ısballanabilir. Yoksa mesela sadece ilk donem müslümanla-rından bîri dlan Halid b. Madan'ın bir şeyi yapmış olması, o şeyin müslüman adeti olduğunu isbat etmeye yetmez.
Gerek sahabilerden ve gerekse tabiinden olan diğer imamların ve diğer fıkıh bilginlerinin bu ilke ile ilgili sözleri pek çotur. Bu konuda sözlerine yer verdiklerimizin geride kalanların neler düşündüklerini belirtir niteliktedir. Şimdiye kadar naklettiğimiz deliller açıkça gösterir ki, ya-hudilere, hrıstiyanlara ve genel olarak yabancılara benzemenin hoş karşılanamayacağı ilkesi üzerinde bu ümmetin ileri, gelenleri arasında fikir birliği (icma-i ümmet) vardır. Yalnız bu ileri gelenler arasında bazı ayrıntılarda görüş farklılıkları olduğu görülür. Bunun sebebi ya söz konusu belirli davranışın yabancı kaynaklı olmadığı kanaati veya bu davranışın benimsenmesini haklı gösterecek daha baskın bir gerekçenin varlığıdır. Aynı şekilde bütün bu yetkililer ve ileri gelenler arasında müslümanların Kur'an'a ve sünnete sıkı sıkıya bağlı olmaları gerektiği ilkesi üzerinde de görüş birliği vardır. Yalnız bu yetkililerin bazıları ara sıra bir takım inandırıcı yorumlara dayanarak belirli meselelerde diğerlerinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. [183]
Şeytana Muhalefet
Kafirlere karşı olmanın bir benzeri de şeytanlara karşı olmak, onlara uymamaktır. Nitekim Müslim'in îbn-i Ömer'e dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz bu konu ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:
"Hiç biriniz sol elle ne yemek yesin ve ne de su içsin. Çünkü şeytan sol elle yer ve içer."[184]
Başka bir rivayete göre aynı hadisin sözleri şöyledir:
"İçinizden biri yemek yerken sağ elle yesin. Su içerken de sağ elle içsin. Çünkü şeytan sol eli ile yer ve içer."
Aynı hadisin Cabir b. Abdullah'a dayalı rivayeti de şöyledir:
"Sol elle yemek yemeyiniz. Çünkü şeytan sol elle yer."
Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sol elle yemek yeme yasağının gerekçesini şeytanın bu şekilde yemek yemesine bağlıyor. Bundan da şeytana karşı çıkma, ona uymama ilkesinin amaç edinilen, emredilen bir prensip olduğu anlaşılır. Bu hadisin benzerleri çoktur.
Buna benezer bir ilke de dince kemale ermemiş olan araplara karşı çıkma emridir. Bilindiği gibi dinde kemale ermek, eksiksizlik derecesine ulaşmak Hicret olayı ile gerçekleşti. Buna göre iman ettiği halde hicret etmemiş olan arap-lar dince eksik kalmışlardı. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) böyleler i hakkında şöyle buyuruyor:
"Bedevi araplar kafirlikve münafıklıkta daha yaman ve Allah'ın, Rasulullah'a indirdiği prensiplerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah her şeyi bilen hikmet sahibidir." (Teybe: 9/97)
Bu ilkenin başka bir benzeri Müslim'in İbn-i Ömer'e dayandırarak bildirdiği şu hadisin mesajıdır. Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Sakın bedevi araplar namaz vakitlerinin isimleri konusunda sizi etkileri altına almasınlar. Bu namaz vaktinin adı-Aşa (yatsı)-dır. Bedeviler bu vakitte develerini sağarlar.
Başka bir rivayete göre bu hadisin sözleri şöyledir:
"Sakın bedevi araplar namaz vakitlerinin isimleri konusunda sizi etkileri altına almasınlar. Bu namaz vaktinin Allah'ın kitabındaki adı -Aşa (yatsı)- dır. Bu vakit bedeviler için deve sağma zamanıdır."[185]
Öteyandan aynı hadis Abdullah b. Muğfil'in[186]Buhari 'de yaralan rivayetine göre şöyledir:
"Sakın bedevi araplar sizi etkileri altına alıp -mağrib (akşam)- namazınızın adını değiştirmesinler. Onlar bu vakte -aşa- adını verirler."[187]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz (s.a.v.) "Mağrib" ve "Aşa" olan akşam ve yatsı namazlarının vakit isimlerini bedevi araplara uyularak "Aşa" ve "Atame" şeklinde değiştirilmesini hoş görmüyor. Bazı alimlere göre bu hoş görmeme, söz konusu isimlerin kayıtsız-şartsız şekilde hoş olamamasını anlamını taşır. Diğer bazı alimlere göre ise o hoş olmayan tutum, asıl isimlerin unutulmasına yolaçacak kadar sık sık kullanmaktır ki, bize göre de geçerli olan görüş budur. Bu görüşlerin hangisi doğru olursa olsun, Peygmbe-rimiz tıpkı acemlere uymayı yasakladığı gibi bu namaz isimleri konusunda bedevi araplara da uymayı yasaklamaktadır. [188]
[1] Ebu Esved el-Dü'li Ya da Deyli adındaki bu kişinin adı, Zalim b. Amr b. Süfyan b. Abdi b, el-Deyl el-Basri el-Kadi'dir, Ali b. Ebi Ta-Hb (r.a.)'m emriyle Arap dilinin gramer kurallarını (Nahiv İlmi) o koydu. Rasululah'm zamanında müslüman olduğu söylenir. Cemel olayında Ali'nin yanında savaştı. Onu din, akıl, dil, anlama ve anlatma yeteneğine sahip, zeki ve ileri görüşlü biri olarak nitelerler. Tabii'nin güvenilir ravilerindendir. H. 69 yılında 85 yaşında iken öldü. Tehzİb el-Tehzib, c.2, s, 10-11 biy. 52.
[2] Hadisi bu uzunlukta Buhari'de bulamadım. Fakat Müslim, Ki-tab el-Zekat, Kişi oğlunun iki vadi dolusu altını olsa bir üçüncüsünü ister "Hadisi Babı, H. No: 1050, c.2, s.726'da yukarda geçen sözcüklerle kaydediyor. Ancak Buharı, bu hadisin bir bölümünü Abdullah b. Zübeyr, İbn Abbas ve Enes'den naklediyor. Enes'den rivayet ettiği hadisin sözleri şöyle" "Kişi oğlunun iki vadi dolusu malı olsa bir üçüncüyü arar (ister). Kişi oğlunun karnını topraktan başka bir şey doyuramaz (doldura-maz) Allah, tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Bkz. S. el-Buhari, Ki-tab el-Rekaik, Mal Fitnesinden Sakınma Babı, H. No: 6436-6437-6438-6439-6440, Feth'ul-Bari, c.l 1, s. 263.
[3] Asıl adı, Rebia b. Amile el-Ferazi, el-Kufi'dir. Tehzib el-Teh-zib'de, İbn Hibban, İbn Main, İbn Sa'd ve el-Acli hakkında güvenilirdir diyorlar. Tehzib el-Tehzib, c.3, s. 449-250 biy. 476.
[4] Bu olayı Taberi, ünlü Taberi tefsirinin Hadid suresinde geçen 16. ayetin açıklamasında anlatıyor. Hadid, Cüz. 27,132; İbn Kesir de sözel di::gede bazı değişiklikle İbn Mesud senediyle Ebi Hatem'den naklediyor. Bkz. Tefsir-i Kesir, c.6, s. 559-560.
[5] Said b. Abdurrahman, b. Ebi el-Ayma el-Kenani, e'-Mısri adındaki bu ravi, İbn Hacer'in takribinde söylediğine göre "Yedinci Kuşaktan, kabul edilir bir ravidir". Bkz. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 300, biy. 213.
[6] Asıl adı, Sehl b. Ebi Ümame, Esat b. Sehl b.Hanif el-Ensari el-Evsi'dir. İbn Hacer, İbn Main, Acli ve İbn Hibban güvenilir olduğunu naklediyor. İskenderiye'de öldü. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.4, s. 246-247, biy. 422.
[7] Sünen Ebi Davud, Kitab el-Edep-Hased, Babı, H. No: 4964, c.5, s. 209-210.
[8] Müminlerin emiri ve adaletli bir halife olan Ömer b. Abdülaziz b. Mervan b. el-Hakim, el-Emevi el-Kuraşi Beşinci Raşid Halife diye anılır. Düzgün kişiliği ve adaletiyle ünlü bu hükümdar H. 61 Medine-ne'de doğdu. Velid b. Abdulmelik zamanında Medine imreti valiliği yaptı. Daha sonra Şam'da Süleyman b. Abdulmelik'in veziri oldu. Bu hükümdarın ölümü üzerine H. 99 yılında hilafete geçti. Zulmü kaldırdı, insanların başına en hayırlılarını amir etti. Halifelik süresi kısa olmasına rağmen döneminde adaleti, refahı ve güvenliği'yaygınlaştırdı. H. 191'de vefat etti. Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.9, s. 192-396; Zerkeli, el-Alam, c.5, s. 50.
[9] Sahih-i Buharı, Kitab el-Ezan, Namazı Kısaltma, Babı, H. No: 706, Feth'ul-Bari, c.2, s. 201; Müslim, Kitab ei-Salat, Namazı Tamamlama İçin İmamın Namazı Çabuklaştırması, Babı, H, No: 469, c.l,s. 342.
[10] Bkz. Sahih-i Buhari, Kitab el-Ezan, Çocuk Ağladığında Namazı Çabuklaştırma, Babı, H. No: 708, FethEl-Bari, c.l, s. 201-202; Sahih-i Müslim, Kitab el-Saİat, Namazı tamamlarken imamın namazı hızlandırması, Babı, H. No: 469, c., s.342. MUslimin hadisinde şu sözcükler ge-Çiyor:: "Rasulullah (s.a.v.) Namaz kıldırırken, kendisiyle birlikte namaz kılan bir annenin çocuğunun ağlamasını duydu. (Annenin kafası karışmasın diye) namazı erken bitirmek için hafif bir sure (ya da kısa bir sure okudu.)"
[11] Buhari-Müslim ve diğer hadis kitaplarında geçen hadisten bir bölümüdür. Bkz. Sahih-İ Buhari, Kitab el'Menakib, Peygamberlik İzleri (alametleri) Babı, H. No: 3610, Feth'ul-Bari, c. 6, s. 617;Sahih-i Müslim, Kitab el-Zekat, Hariciler ve Niteliklerinin Anlatıldığı Bab, H. No: 148, c.2, s. 744.
[12] Sahabi'nin ulularmdandır. Adı, İmran b. Husayn b. Ubeyd b. Half el-Huzai el-Ka'bi'dir. Künyesi, Ebu Nüceyd'dir. Hayber'in fethe-dildiği yıl müslüman oldu ve bir kaç savaşta Rasulullah'la birlikte oldu. Ömer b. Hattab, halkına dini bilgiler öğretmesi için onu Basra'ya gönderdi. Abdullah b. Amir döneminde Basra kadılığına getirildi. Daha sonra bu görevinden istifa ederek aynldı. Duası kabul olan biriydi. Müslümanlar arasından kopan fitnelere katılmadı. H. 52'de öldü. Bkz. Esed el-Ga-be,c.5, s. 137-138.
[13] Adı, Attaf b. Halit, b. Abdullah b. el-As el-Mahzumi el-Mede-ni, Künyesi, Ebu Safvan'dır. Takrib el-Tehzib'de, Yedince kuşaktan, doğru sözlü bir ravi olduğu söyleniyor. îmamı Malik'den Önce öldü. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 24, biy. 212.
[14] Zeyd b. Eşlem el-Advi adındaki bu ravinin babası Ömer b. Hat-tab'ın yakın dostuydu. İbn Hacer, "Üçüncü kuşaktan ve Mürsel rivayetlerde bulunan, güvenilir bir alimdir." diyor onun için. 136'da vefat etti. Takrib el-Tehzib, el, s. 272, biy. 157.
[15] Sünen el-Nesai, Kitab el-îftitah, Namazda Ayakta Durmayı ve Kur'an Okumayı Kısaltma Babı, c,2, s. 166.
[16] Takrib el-Tehzib, c.7, s. 221-223, biy. 409, İmam-ı Ahmed, Me-dine'li'dir diyor.
[17] Adı Said b. Cübeyr b. Hişam el-Esedi el-Kufi; Künyesi, Ebu Abdullah'tır. Ebu Muhammed olduğu da söylenir. Selefin üçüncü kuşaktan, fıkıhçı, alim salih (düzgün kişilik sahibi) güvenilir, ibadete düşkün, erdemli ver'a ehli (dince şüpheli olanlardan kaçınan) imamlarından biridir. İbn Eş'as'la birlikte Haccac'a (Zalim Haccac) ve Beni Ümeyye kabilesine karşı koydular. Haccac krallığı elde edince onu öldürdü. (H. 95)
[18] S. Ebi Davud, Kitab el-Salat, Namazda rüku ve secdede kalma süresi, babı, H. No: 888, c.l, s. 551; Sünen ei-Nesai, Kitab el-İftitah, Secdede denilecek teşbih (Sübhane Rabbiyel Ala) sayısı babı, c.2, s. 224-225; Müsned-i Ahmed, c.3, s. 162-163. Hadisin isnadı konusunda müellifin yukarda verdiği bilgiler yeterlidir.
[19] Sahih-i Müslim, Kitab el-Salat, Namaz Tadil-i Erkan Ve Hepsinde Hafif-ne uzun ne kısa-Hareket Etme Babı, H. No: 473, c.l, s. 344.
[20] B. Ebu Davud, Kitab el-Salat, Riiku'den önce (semiallah-ü limen hamiden derken) ayakta durmayı uzatma babı, H, No: 853, c.l, s. 532, Ravileri güvenilirdir.
[21] Sahih el-Buhari, Kitab el-Ezan, İki Secde Arasında Eğlenme, Babı, H. No: 821, Feth'ul-Bari, c.2, s. 301; Müslim, Kitab el-Salat. namazda tadil-i erkan ve hepsinde Ölçülü davranma, babı, H. No: 472, c.l, s. 344.Yukarda geçen sözcükler Müslim'de yer almaktadır. Buhari'nin hadisinde bazı sözcük değişiklikleri vardır.
[22] S. el-Buhari, Kilab el-Ezan, Rüku'den başı kaldırınca (vücudu) dik tutma babı, H. No: 800, Feth'ul-Bari, c.2, s. 287.
[23] S. Müslim Kitab el-Salat, Namazda imamm kısa sure okuması, babı, H. No: 470, c. 1, s. 342.
[24] S. el-Buhari, Kitab el-Ezan, Sabah Namazında Kur'an okuma Babı, H. No: 771, Feth'ul-Bari, c.2, s. 251; Sahih-i Müslim, H. No: 247/c.l,s.447.
[25] Sahih-i Müslim, Kitab el-Salat Hadisler No: 457-458, c.l, s. 336-337, c.2, s. 599, H. No: 879.
[26] Bu anlamıyla hadis Buhari-Müslim ve diğer kaynak hadis kitaplarında gelmektedir. Bkz. Buhari, Kitab Ezan, İmamın namazda uzun sure okumasından yakınma babı, Feth'ul-Bari, c.2, s. 200. H. No: 705, Sa-hih-i Müslim, Kitab, Yatsı namazında kıraat (okuma) Babı, H. No: 465, el, s. 339.
[27] Buhari, Hadisi birden çok konuda tahriç etmektedir. Bkz. Kitab Ezan, Yolcular cemaatle Namaz Kıldıklarında Ezan Okumaları Babı, H. No: 631, Feth'ul-Bari, Burada "sallü"yerine "Ve sallü" geçiyor. Müsned-i Ahmed, c.5, s. 53.
[28] Bkz. Feth'ul-Bari, c.2, s. 247; Cami el-Usul, c.5, s. 344.
[29] Abdurrahman b. Ebi Leyla, el-Ensari el-Medeni, adındaki ra-vi İkinci kuşak tabiilerden ve güvenilir hadis hafizlarmdandır. H. 86'da öldü. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 496, biy. 1094.
[30] Bera b. Azib b. el-Haris ., Adiy el-Evsi el-Ensari, genç ve saygın sahabilerdendir. On dört savaşta Rasulullah'la birlikte oldu. Ce-mel, Sıffin ve Haricilerle olan savaşta Ali'nin yanında savaştı. Bu olaylardan Önce Rey'in fethine de katılan sahabi, Tüster savaşında, Ebi Musa (el-Eşari) ile birlikte oldu. Bkz. el-İsabe, c.l, s. 147.
[31] S. el-Buhari, Kitab el-Salat, Namazda tadili erken, babı, H. No: 471, c.l, s. 343.
[32] Adı Şu'be b. el-Haccac b. el-Verd el-Atıki, el-Vasti, Sonra el-Basri Künyesi Ebu Bistam'dır. Güvenilir hadis imamlanndandır. Takrib de İbn Hacer: "Süfyan Sevri onun için Hadis konusunda Müminlere emiri, Iraklı Hadis anlatıcılarını ilk sorgulayan, Sünnete aykırık bulduklarını kovan, ibadete düşkün (abid) bir zattı dediğini "kaydediyor. 160'da vefat etti. Takrib el-Tehzib, c.î, s. 351.
[33] Hakem b. Uteybe b. Kindi Künyesi Ebu Muhammed îbn Hacer'e göre; "Güvenilir bir hadis ve fıkıh alimidir." Yalnız Beşinci tabaka rivayetlerinde müdelles'dir. 1134'de vefat etti. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 192, biy. 394.
[34] Asıl adı, Muhammed b. Abdurrahman b. el-Eş'as, b. Kays el-Kindi. Haccac'a karşı başkaldırdı. Bundan dolayı başına bir çok olaylar geldi. Sicistan, Kirman, İran ve Basra'yı işgal etti.
[35] Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mes'ud adındaki ravi, üçüncü kuşak Tabii'lerin büyüklerindendir. Kufe'lidir. Güvenilir bir ravidir. H. 80'de öldü. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 448. biy. 86.
[36] Adı, Abdurrahman b. Mürre b. Abdullah b. Tank el-Cemeli el-Muradi el-Kufi el-Ama, Künyesi, Ebu Abdullah'dır. İbn Hacer el-Tak-rib'de onun hakkında "Güvenilir, ibadete düşkün, müdelles rivayeti olmayan biriydi." diyor. 118'de vefat etti. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 78, biy. 677.
[37] Müslim, Kitab el-Salat, Namazda Tadili Erken Babı, H. No: 471, c.l, s. 343-344.
[38] Buhari, Kitab el-Ezan, İki Secde Arasında Eğlenme Babı, H. No: 820, Feth'ul-Bari, c.2, s. 300-301.
[39] Daha uzun şekliyle hadis Müslim'de kaydedilmektedir. Kİtab el-Küsuf, Cennet ve Cehennemden Korkmadan Dolayı Namaz Kılma Konusunda Peygamberimizin Hadisi, Babı, H. No; 904, c.l, s. 623.
[40] Muğni, Şerh-i Kebir'le birlikte, c.2, s. 275.
[41] Sahih-i Müslim , Kitab Salat el-Müsafirin ve kasriha Gece Namazlarında Kıraati (Kur'an okumayı uzatma babı, H. No: 772, c. 1, s. 536-537.
[42] Buhari ve miislim'in tahriç ettikleri hadisten bir bölümdür. Bkz. Sahih-i Buhari, Kitab Cum'a, Minberde hutbe okuma babı, H. No: 917, Feth Eİ Bari, c.2, s. 397; Müslim, Kitab el-Mescid, Namazda bir ya da iki adım atılabilirliği babı, H. No: 544, c.l, s. 386-487. Müsned-i Ah-med, c.5, s. 339. Sehl b. Sa'id'e dayanarak.
[43] Züheyr b. Muaviye b. Hadic b. el-Rahil b. Züheyr el-Ca'fa, Ebu Hayseme eî-Kufi, çok hadis rivayet eden, güvenilir hadis nafizi arından -dır. Kütüb-i Sitte (Altı kaynak hadis kitabı) yazan ve diğerleri ondan hadis rivayet ettiler. H. 100'de doğdu, 172'de öldü. Bkz. Takzib el-Tehzib, c.3,s. 351-353. biy. 648.
[44] Semmak b. Harb b. Evs b. Halit el-Zehli, el-Bekri el-Kufi, Ebu Muğire, Dördüncü tabakadan, güvenilir bir ravidir. H. 123 'de öldü. Tak-rib el-Tehzib, c.l, s. 352, biy. 519.
[45] Adı, Cabir b. Semure b. Cünade b. Huceyr el-Amiri el-Si-vai'dir. Büyük sahabi olan Cabir b. Zühre ile antlaşma yapan delegeler arasındadır. Babası da sahabidir. 74'de öldü. (Allah ondan razı olsun) Bkz. el-İsabe.c.l.s. 212, biy. 1018.
[46] Müslim, Kitab Salat, Sabah Namazında Kıraat, Babı, H. No: 458, c. l.s.337.
[47] Sahih-i Müslim Kitab el-Salat, Sabah Namazında Kıraat Babı, H. No: 459, c.l,s.337.
[48] Büyük kadın sahabi ve müminlerin annelerinden olan Ümmü Seleme, Hind Binti, Ümeyye b. Muğire b. Abdullah b. Amr, el-Mahzu-miye el-Kuraşİ'ye kocasının hicretin dördüncü yılında ölümü üzerine Ra-suhıllah'la evlendi. Mekke'de ilk müslüman olanlardan ve Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Din konusunda başına gelen belalara sabretti. Çilekeş, ileri görüşlü ve güzeldi. H. 62'de öldü. Bkz. el-İsabe, c.4, s. 458, biy. 308.
[49] Sahih-i Buhari, Kitab Hacc, Kadınların Erkeklerle Birlikte Tavaf Edebilecekleri Babı, H. No: 1619, c.3, s. 480, Feth'ul-Bari, H. No: 1626, c.3, s. 486. Bu hadiste ifade edilen namaz, sabah namazıdır. Ne-sai Kitab Menasik el-Hacc, Kadınların erkeklerle birlikte tavaf etmeleri babı, c.6, s. 223-224.
[50] İbn Abbas'ın Annesi Abbas b. Abdulmuttalib'in eşi ve Hanım sahabiye'lerin büyüklerinden olan bu hanımın asıl adı, Lubabe b. el-Ha-ris bin Hazen bin Büceyr b. el-Harem, el-Hilalîye'dir. Ümmü Fadl, kün-yesidir. Hicretten Önce nuislüman oldu. Osman'ın hilafeti sırasında öldü. (Allah razı olsun) Bkz. el-İsabe, c.4, s. 398, biy. 942.
[51] Sahih-i Müslim, Kitab el-Salat, Sabah Namazında Koşulan Zamm-ı Sure babı, H. No: 462, c.l, s. 338; Buhari, Kitab Ezan, Akşam Namazında Koşulacak Zamm-ı Sure, Babı, K. No: 763, Feth'ul-Bari, c.2, s. 246.
[52] Bütün nüshalarda Ebu Kuz'a olarak geçen bu zatın asıl adı, Kuz'adir. Soy ismi ise Kuz'a b. Yahya Ebu el-Gadiye'dir. Basralı ve üçüncü kuşaktan diğer gü\ enilir hadis imamları arasındadır. Altı hadis kitabı v; diğerleri ondan hadis tahriç etmişlerdir. Bkz. Takrib el-Tezhib, c.8, s. 377, biy. 667. Ravinin adı Müslim'de de Kuz'a olarak geçmektedir, c. 1, s. 33'J, Takrib el-Tehzib, c.2, s. 126. biy, 111.
[53] S. Müslim Kitab el-Salat, Öğle ve İkindi Namazlarında Okunacak Kur'an (Zamm-ı sure), H. No: 454, c.l, s. 335.
[54] Künyesi, Ebu Berze; Adı, Nadla b. Ubeyd-Nadla b. Abdullah olduğu da söyleniyor- el-Eşlemi'dir, Sahabi'nin ulularından olan E. Berze, önce Basra'da sonra Moro'da daha sonra tekrar Basra'da yaşadı. Ve orada öldü. (H. 60) Esed el-Ğabe, c.5, s. 146-147.
[55] Sahih-i Buhari, Kitab Ezan, Sabah Namazında Kıraat, babı, H. No: 771. Feth'ul-Bari, c.2, s.251.
[56] Müsned-i Ahmed, c.l, s. 26; Sünen el-Nesai, Kitab el-İmame, İmamın Uzun Zamm-ı Sure Okuyabilme Serbestisi, Babı, c.2, s. 95. Hadisin isnadı, sahihdir.
[57] Süleyman b. Yesar el-Hilalİ, el-Medeni, Meymune ya da Üm-mü Seleme'nin azadhsı, Üçüncü kuşak Tabii'Ierin yedi büyük hukukçularından biridir. "Güvenilir ve erdemlidir." H. 100. yılın başlarında öldü. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 231, biy. 505.
[58] Bkz. Sünen el-Nesai, Kitab el-tftitah, Namazda Kıyam (ayakta durma) ve Kıraati (Kur'an okumayı) Kısaltma Babı, c.2, s. 167; İbn Ma-ce, Kitab tkame el-Saiat, öğle İkindi namazlarında okunacak Zamm-ı sure Babı, H. No: 827, c.l, s. 270.
[59] Büyük Sahabi olan Ammar b. Yesar b. Amir b. Malik el-Ansa, İslam öncesi Beni Mahzum Kabilesiyle antlaşma yapanlardandır. Allah'a İnandıklarından dolayı kendisi, babası ve annesi işkence görmüşlerdi. Onlar için Rasulullah: "Ey Yesar şereflileri! Direnin (Ya sabır)! Çünkü varacağınız yer cennettir." buyuruyor. Medine'ye hicret etti ve Rasu-lullah'la birlikte bütün savaşlara katıldı. Sınnin'de şehid oldu. (H. 37), el-îsabe, c.2, s. 513, biy. 5704.
[60] Sahih-i Müslim, Kitab Cum'a, Namazı ve Hutbeyi, Kısa Tutma Babı, H. No: 869, c.2, s.584.
[61] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 161-186.
[62] Sahabi teravih namazım kılmak için Rasulullah'ın arkasında toplandı ve kıldılar. Sabah namazını kıldıklarında Rasuhıllah onlara: İmdi, Teravihi evlerinizde acele kılmayın. Fakat korkarım size farz kılınır da ondan aciz olursunuz." dedi.
Sahih-i Buhari, Kitab Salat el-Teravih, Ramazana Saygı Duyma babı, H. No: 2012. Feth'ul-Bari, c.4, s. 250-251.
[63] Sahih-i Buhari, kitab Nikah, Nikaha Teşvik, Babı, H. No: 5063, Feth'ul-Bari, c.9, s. 104.
[64] Sahih-i Müslim, Kitab Nikah -Kendisini Evlenmeye Hazır geren kimsenin Evlenmesi Babı, H. No: 1401, c.2, s. 1020.
[65] Sünen Ebi Davud, Kitab Cihad, Yolculuğun sakıncı 2488, c.3, s. 12; Hakim el-Müstedrek, c.2, s. 73. Hakim Buhari, Müslim tahriç etmemelerine rağmen hadisin isnadı sağlamdır" diyor.
[66] İbn Cerir Umeyr b. Ubeyd'e dayanarak tahriç ettiği hadiste Ra-sulullah'dan'Kur'an'da geçen seyyahlar hakkında soruluyor. O da "Oruçlulardır" cevabım veriyor. Bunun gibi yine İbn Cerir, Ebu Hureyre'den naklettiği bir hadiste, Ebu Hureyre: Rasulullah bana: "Seyahat edenlerden amaç oruç tutanlardır" buyurdu. Haberi bu bağlamda Sahabe'nin, Selefin İbn Abbaş İbn Mes'ud, Said b. Cübeyr, Mücahid, Dehhak, Hasan ve diğerlerinin bu konuyla ilgili görüşlerini de kaydediyor. Bkz. Tefsir-i tbn Cerir el-Taberi, c.l 1, s. 28-29. el-Tevbe, 112. ayetin açıklaması.
[67] Tevbe: 112; Tahrim: 5.
[68] Nisaburİ Meseell el-İmam Ahmed, c. 2, s. 176.
[69] Müsned-i Ahmed, c.l, s. 215 ve 347; Sünen İbn Mace, Kitab el-Menasik, (Şeytanı taşlamada) atılacak Taşların Büyüklükleri, Babı, H. No: 3029, c.2, s. 1008; Sünen el-Nesai, Kitab el-Menasik, (Şeytanı Taşlamada Kullanılacak) Taşlan Toplama Babı, c.5, s. 268.
[70] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 186-191.
[71] Üsame b. Zeyd b. Haris el-Kelbi Peygamberimizin çok sevdiği birisiydi. İslam geldikten sonra doğdu. Rasulullah onu büyük bîr ordunun komutanı yaptı. Rasulullah'ın Ölümünden sonra Ebubekir onu koruması altına aldı. Üsame, Hz. Osman'ın Öldürülmesinden sonra müs-
' liimanlar arasında kopan fitne hareketlerine karışmadı. Muaviye'nin hilafeti sırasında Öldü. (54). el-İsabe, c.l, s. 31, Biy. No: 89.
[72] Buhari hadisi Kitab el-Enbiya ve Kitab el-Hudud'da tahriç ediyor. Bkz. Kitabı el-Hudud, H. No: 54; H. No: 3475, Feth'ul-Bari, c.6, s. 513; Müslim, Kitab el-Hudud, Hırsızlık Eden Kansoyhı Olan ve Olmayan Kimsenin (Elinin) Kesilmesi Babı, H. No: 1688, c.3, s. 1315.
[73] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 191-192.
[74] Sahih-i Müslim, Kitab el-Hudud, Zina eden Zimmi Yahudinin Recm Edilmesi, Babı, H. No: 1700, c.3, s. 1327 Hadisin Buhari'de de anlatıcıları vardır. Bkz. H. No: 6819-6841. Feth'ul-Bari
[75] Cundeb bin Abdullah b. Süfyan el-Beceli, sahabidir, ancak eski değil, Küfe ve Basra'da yaşadı. Esed el-öabe, c.l, s. 304-305.
[76] Sahİh-i Müslim, Kitab el-Mesacid Ve Mevadı issalat, Kabirleri Mescit edinmenin yasak olması, babı, H. No: 532, c. 1, s. 377-379.
[77] S. el-Buhari ei-Salat, bab, 55, H. No: 437, Feth'ul-Bari, c.I, s. 532. Sahih-i Müslim, Kİtab el-Mesacid ve Mevadiussalat, Kabirleri mescit edinmenin yasak olması Babı, H. No: 530, c.I, s. 376.
[78] Müminlerin anneltrinden olan Ümmü Habibe'nin adı, Remle bintî Ebİ Süfyan b. Harb'dır. İlk müslümanlardan ve Habeşistan'a göç edenlerdendir. Kocası Ubeydullah b. Cah Hristiyan olunca ondan ayrılıp Rasulullah'Ia birlikte evler.di. Medine'de öldü. el-İsabe, c.4, s. 305-307. biy. 432.
[79] S. el-Buhari, Kitab el-Salat. Cahiliye Döneminden Kalan Müşriklerin Mezarlarının Kaldırılıp Yerini mescit Yapma, Babı, H. No:
426, Feth'ul-Bari, el, s. 523, ayrıca 434-1341 ve 3878 Numaralı hadislere bkz; Sahih-i Müslim, Kİtab el-Mesacit, Kabirleri Mescit Edinmenin Sakıncası, Babı, H. No; 529, c.l, s. 375.
[80] Ebu Davuo, rCitab el-Cenaiz Kadınların mezarlıkları ziyaretleri babı, H. No: 3236, c.3, s. 558; Tirmizi, Ebvabussalat, Kabirleri mescit edinmenin mekruhluğu, babı, H. No: 320, c.2, s. 136; İbn Mace, Kitab :1-Cenaiz, Kadmiann Mezarları Ziyaretlerinin Sakıncası Babı, H. No: 1574-1575-1576; Nesai, el-Cenaiz (cenazeler), Kabirlere Kandil Asmanın Sakıncası Babı, c.4, s. 94-95.
[81] Diğer basılı nüshalarda b. Hasan geçmektedir. En doğrusu, Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talip Zeynelabidİn'dir. îbn Hacer onun için: "Güvenilirliği kanıtlanmış, ibadete düşkün, fıkıhçı ve erdemliliğiy-Ie ünlüdür" dedi. İbn Uyeyne, Zühre'den naklen: Üçüncü kuşak Ku-reyş Mil erden, ondan daha erdemlisini görmedim diyor. H. 93 'de öldü. Kü-tüb-i Sitte Sahipleri ondan hadis rivayet ettiler. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 35.biy.321.
[82] İbn Hacer Lisan el-Mizan adlı eserinde Cefer b. İbrahim'in hayat hikayesini yazdığı bölümde hadisin sahih olduğunu söylüyor ve onu bir çok yoldan tahriç ediyor. Birinci yol: Yukarda müellifin de işaret ettiği gibi Ebi Ya'la'dan İkinci yol: İsmail b. Ekadi'nin Fadlü Es-Salat Ala el-Nebeviyyi adlı kitabından. Üçüncü yol: İbn Ebi Asım'ın Fadlü el-Sa-lat Ala el-Nebeviyyi adlı eserinden. Diğerlerini de hadisin sonunda zikretti. Bkz. Lisan el-Mizan, c.2, s. 106-107, Ca'fer b. İbrahim'in biyografisi No: 432.
îlerde müellifin de işaret edeceği gibi hadisin daha başka ciddi ravi-leri var. Suyuti hadisi şu şekilde anlatıyor; "Evlerinizi mezarlığa çevirmeyin. Bir kısım namazlarınızı da orada kılın. Benim evimi de bayram yeri yapmayın. Bana salat ve selam edin. Zira, nerede olursanız olun duanız bana ulaştırılır" Süyuti: "Hadis sahihdir diyor. el-Cami el-Sağir, c.2, s. 97.
İsmail b. İshak el-Kadi de hadisi, Fadlü el-Salat Ala el-Nebiyyî ad Iı eserinde yine Ali b. Hüseyin'den başka bir isnad'la müellifin anlattığı hadisin sözcüklerine yakın sözcüklerle rivayet ediyor. H. No: 20, s. 10-11. Hadis bütün bu rivayet yollan ve ravilerle inşallah sahihlik derecesine ulaşır.
[83] Bu ravi hakkında doyurucu bilgi bulamadım. Ancak Buhari Tarih el-Kebir'inde: "Süheyl Hasan b.Hasan'dan o da Muhammed b. Ac-lan'dan rivayet etti. Ravi zinciri kesik olduğuna dair bilgi veriyor. îbn Hatim el-Razi, Cerh ve el-Ta'dil adlı eserinde bu raviye işaret ediyor fakat sükut ediyor (hakkında her hangi bir bilgi vermiyor). Bkz. Buhari, el-Ta-hir El Kebir, c.4, s. 105, Biy. 2122. el-Cerh el-Ta'dil, cA, s. 249. Biy. 1071.
[84] Hadis bu isnadla el-İmam İsmail b. İshak el-Kadi, "Fadlii el-Salat Ala el-Nebiyyi" adlı eserinde 30 numaralı hadisle kaydediyor. Ancak onun rivayetine "Ve Ma Entüm ve men Bi el-Endülis İlla Sevun" ibaresi yok. Diğer bir İsnadla H. No: 20'de bazı sözcük değişiklikleriyle tahriç ediyor. Hadisin sön bölümü Rasuîullah'a ait değil Ali b. Hüseyin'in sözüdür. En doğrusunu Allah bilir.
el-Bezzar Ali b. Ebi Talib'e dayanarak Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: "Benim mezarımı bayram yeri ve evlerinizi mezarlık haline getirmeyiniz. Bana salat ve selam edin. Çünkü sizin salat ve selamınız Bana ulaştırılır." Bezzar, bu hadis inkar edilmiş değildir. Yani sahİhlik payı vardır diyor. Bkz. Keşf el-Eşar, an Zavid el-Bezzar, c.İ, s. 339, H. No: 707. Ayrıca Müellifin (Ibn Teymiyye), el-Te-vassül Ve el-Vesile, s. 73.
[85] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 193-199.
[86] Sahih-i Müslim, Kitab Hacc, Peygamber'in Veda Haccı, Babı, H. No: 1218, el, s. 886 ve daha sonrası.
[87] Abdullah b. Cabir el-Muharifi el-Haceri el-Misri adındaki bu kişi Ebu Davud ve Nesai'nin kendisinden hadis aldığı, üçüncü kuşak ra-vilerin kabul görenlerindendir. Bkz. Takirib b. el-Tehzib, c.2, s. 444, biy. 15.
[88] Adı, Şem'un b. Yezid b. Hunafe el-Ezdi'dir. Rasulullah'la birlikte sohbet etmiş ve ondan hadis nakletmiş büyük sahabilerdendir. Beyti Mukaddes'de yaşadı. Şam'ın fethine katılmış daha sonra Mısır'a dönmüştür. Ebu Reyhane kiinyesiyle tanınmıştır. Bkz. Esed el-Ğabe, c.3, s. 3.
[89] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Libas, İpekli giymenin Mekruh Olması Babı, H. No: 4049, c.4, s. 320-326; S. Nesai, Kitab el-Zine,, Tüyleri yolma Babı, c.8, s. 134-144; Müsned-i Ahmed, c.4, s. 134.
[90] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 199-203.
[91] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Libas, Erkeklerin İpekli Elbise Giymelerinin Mekruh Olması Babı, H No: 4048, c.4, s. 324; Tirmizi, Kitab el-Edeb, H. No: 2788, Kadın ve Erkeklerin Süslenmesi Babı, c.5, ş. 107. Tirmizi: "Bu yönüyle hadis, "hasen" ve "Garip"tir dedi. Beyhaki, Sünen el-Kübra, c.3, s. 246.
[92] Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Rafi b. Hudeyc b. Rafi b. Adiy b. Yezid el-Ensari el-Evsi'dir. Yaşının küçük olmasına rağmen, Rasulul-lah'dan Uhud savaşına katılmasının kabulünü istedi. Rasulullah isteğini kabul etti ve çıkmasına izin verdi. Böylelikle Uhud ve diğer savaşlara katıldı. Medine'de kendi toplumunu (kabilesinin) lideriydi. Uhud savaşından kalma bir. yara nedeniyle Medine'de Öldü. Bu yarayı aldıktan sonra bir hayli yaşamıştır. Öldüğünde 86 yaşındaydı. el-İsabe, c.l, s. 495-496, biy. 2526.
[93] Bkz. Sahih-i Buharı, Kitab el-Şirke, Koyunu pay etme Babı, H. No: 2488, Feth El, Bari, c.5, s. 131. Ayrıca (2507-3075 numaralara bakın. Sahih-i Müslim, Kitab el-Edha, Hayvanı kanını akıtacak bir kesiciye kesmenin caiz olması Babı, H. No: 1968, c.3, s. 1558.
204
[94] Sahih-i Buhari, Kitab el-Menakib, Huza'a'nın kıssası Babı, H. No: 3521, Feth'ul-Bari, c.6, s. 547, Sahih-i Müslim, Kıtab Cennç, Zalimlerin (Diktatörler) Cehenneme, Zayıfların Cennete Girecekleri Babı, H. No: 2856, c.4, s. 2192; Ayrıca bkz. Hamiş-i S. el-Müslim, c.4, s. 2191.
[95] Sahih-i Müslim, Geçen Kitap ve Bab, H. No: 2856, c.4, s. 2191-2192.
[96] Hadisi Ahmed Müsned'inde Gudayp b. el-Hars'den naklediyor. Sonunda şöyle diyor... Peygamber şöyle buyurdu: "Bir toplum bid'at icad ettiği oranda sünnetten uzaklaşır..." H. el-Müsned, c. 4, s. 105; Siiyutİ el-Cami, el-Sağir de hadisi naklediyor ve ekliyor." Hadis hasendir. " el-Ca-mi el-Sağir. c.2, s. 480, H. No: 7790.
İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 203-209.
[97] Ebu Umeyr b. Enes b. Malik el-Ensari, Enes'in en büyük oğludur. İsmi Abdullah olduğu da söyleniyor. İbn Hacer, Takrib'de "güvenilirdir" diyor. Bkz. age., c.2, s. 456, biy. 192.
[98] Büyük sahabidir. Adı, Abdullah b. Zeyd b. Sa'lebe b. Abdi Rab-bihi el-Ensari el-Hazreci el-Haris'dir. Akabe biatinde, Bedir ve diğer savaşlarında Rasulullah'la birlikte oldu. H. 32'de vefat etti. el-İsabe, c.2, s. 312. Biy. 4686; Esed el-Ğabe, c.3, s. 165-167.
[99] Sünen Ebi Davud, Kitab el-Salat, Ezanın başlaması (icadı) Babı, H. No: 498. c.l, s. 335-337.
[100] Amir b. Şa'bi ünlü imamlardandır. îbn Hacer: "Üçüncü kuşaktan, güvenilirliğiyle ünlü, fıkıhçı ve erdemli bir zattır" der. Mekhul: "Ondan daha iyi bir fıkıhçı görmedim" diyor. H. 103'de 80 yaşında öldü. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 387. biy. 46.
[101] Sahihi-i Buhari, Kitab Ezan, Ezanın Başlaması Babı, H. No: 603, Feth'ul-Bari, c.2, s. 77; Sahih-i Müslim Kitab el-Salat Ezanı Çift ikametin tek yapılması emri, Babı, H. No: 378, c.l, s. 286.
[102] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları:209-213.
[103] Kays b. Ubbad el-Dab'i, el-Basri-Ebu Abdullah, için İbn Ha-cer: "İkinci kuşak muhadaram olan bu zat güvenilirdir, Onu Sahabi'den saymaksa bir yanılgı (vehim)'dir." der. Buhari, Müslim ve diğerleri ondan hadis rivayet ettiler. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 129, biy. 152.
[104] Beyhaki, Sünen el-Kübra, Kitab el-Cenaiz, Cenaze Töreni Sırasında Sesi Yükseltme Babı, c.4, s. 74; İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, Kitab el-Cenaiz, Sesi Yükseltme Babı, c.4, s. 274; Musannef-i Abdürrez-zak, c. 4, s. 453.
[105] Adı, Amr b. Meymun el-Ezdi, Künyesi Ebu Abdullah'dır. Ebu Yahya: "Güvenilirliği ve ibadete düşkünlüğü ile ünlü olan bu raviden Altı Kitap sahibi ve diğerleri hadis rivayet etti." dedi. H. 74'de vefat etti. Takıib el-Tehzib, c. 2, s. 80, biy. 689.
[106] Buhari, Kilab Hacc, H. No: 1684 Feth'ul-Bari, c.3, s. 541. Sözcük dizimizde bazı değişikliklere Tirmizi, Kitab Hacc, Güneş batmadan önce (Müzdelife'den) ayrılma babı, H. No: 396, c.3, s. 242; Müsne-di Ahmed, c.l,s. 39-42-50-54, Ömer b. Hattab'a dayanarak. Hadisin sözleri, müeellifin yukarda anlattığına yakındır.
[107] Buhari, Kitab el-Eşribe, Altın kabdarı Su İçme Babı, Gümüş Kabdan Su İçme Babı H. No: 5632-5633 c.10, s. 94-96; Müslim Kitab el-Libas ve el-Zine, Altın ve Gümüş Kab Kullanmanın Haram Olması Babı, H. No: 2067, bir çok yoldan ve değişik sözcüklerle, ayrıca c.3, s. 1637-1638.
[108] Cübeyr b. Nüfeyr b. Malik b. Amir el-Hadrami El-Husumi İkinci kuşak Muhadram'Iardandır. Babası Sahabi'dir. Müslim ve diğer dört Sünen Sahibi ondan hadis rivayet etti. Buhari, Edeb, el-Müfred'de ondan hadis naklediyor. Önemli gövenilir biridir. Hicri 80'de vefat etti. Takrib ei-Tehzib, c.l, s. 126, biy. 44.
[109] Sahih-i Müslim, Kitab el-Libas Ve el-Zine Erkeğin Serçe Fir gürü İşlemeli Elbise Giymenin Yasaklanması, Babı, H. No: 2077, c.4, s. 1647.
[110] Yazma nüshada el-Mühendi, basma nüshada ise el-Hindi olarak geçiyor. Asıl adı: Abdurrahtnan b. Melle b. Amr b. Adiy el-Nehdi Ebu Osman'dır. Sağlam ve doğru sözlü bir ravidir. Peygamber'i görüp ondan bizzat hadis naklinde bulunmadı. Ebu Hatim, Nesai ve İbn el-Medeni güvenirliğini onaylıyor. Salih kullardandı. Yüz otuz yaşından büyük bir yaşta vefat etti. (H. 100) Bkz. Hülasa Tehzib el-Kemal, s. 235.
[111] Yukarıda geçen metin, Müslim'in kaydettiği hadisten alınmıştır. Müslim, Kitab: Giyim ve süslenme; babı, Altın kab kullanmanın haram olması, H. No: 2069, c.3, s. İ642; Buhari (kısa olarak tahriç ediyor) Kitab Giyim; Bab: Erkeklerin ipekli giymesi H. No: 5830 Feth'ul-Bari,c.lO,s. 284.
[112] Ebi Ya'la'nın Tabakat el-Hanabile'sinde zikrettiğine göre Ali b. Ebi Sulih el-Sevak, birinci kuşak tabilerdendir. c.l, s. 232, Biy. No: 328.
[113] Age,c.l,s. 234.
[114] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları:214-217.
[115] Sözel dizgedeki bazı değişiklerle çoğunu Beyhaki zikrediyor: Sünen el-Kübra; Kitab el-Cizye; bab: İslam devleti başkanının cizye üzerine antlaşma yapması, c.9, s. 202. Ayrıca bkz. İbn Kayyım Ahkam el-Cizye, c.2, s. 661-662.
[116] Beyhaki, Sünen el-Kübra, c.9, s. 202; Ayrıca bkz. İbn Kayyim Ahkam Ehli Zimme, c.2, s. 659-660.
[117] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 218-219.
[118] Asıl adı, Ebu Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Cafer b. Ahmed b. Faris el-Hafiz el-Kelarel-lsfahani H. 298'de doğdu. Güvenilir hadis hafızlarından bu bilgin 346 H'de vefat etti. Bkz. el-Lübab Fi Tehzib el-Ensab, c.l, s. 69. Ayrıca Lisan el-Mizan, c.7, s. 64. Biy. No: 607.
[119] Asıl adı Halit b. Arfata b. Sinan el-Azrİ, büyük sahabi'dendir. Sa'd b. Ebi Vakkas Onu Kufe'ye halife tayin etti. Abdullah b. el-Havsa Muaviye'ye başkaldırdığı zaman Muaviye bu sahabiyi ona karşı gönderdi. Halit tarafından öldürüdü. (H. 60) Bkz. Esed el-Ğabe, c.2, s. 87-88.
[120] Bkz. İbn Kayyım (el-Cevzi) Ahkam Ehli el-Zimme, s. 743.
[121] Burada adı geçen Muhammed b. Kays'ın kim olduğunu bilemiyorum. Ancak Ömer b. Abdülaziz'in veya Medine kadılarından olması olasıdır. Bkz. Buhari, Tarih el-Kebir, c.l, s. 212-213. Biy. No: 666.
[122] Bkz. İbn Kayyim, Ahkam Ehl-i Zimme, c.2, s. 742. (362)Age.,c.2,s.716.
[123] Age.,c.2, s. 731-742.
[124] Kayşa b. Ebu el-Beceli, Ebu Abdullah el-Kufi, Tabii'nin ünlü güvenilir bilginlerindendir. Allah Rasulünü gördüğü de söylenir. Doğrusu şudur. Bu zat, Peygamber"e bi'at etmek için gitmiş. Fakat onu vefat etmiş bulunca halifesi Ebu Bekir'e biat etmiştir. Altı ünlü hadisci de ondan hadis tahricinde bulunmuş. Hudud'da vefat etti, H. 90. Yaşı bu sırada yüzü geçkindi. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 127 Biy. No: 132 Ayrıca Tehzib el-Tehzib c.8, s. 386-3,89; Biy. No: 689.
[125] Ahmed, el-Miisned, c.l, s. 43; IbnHacer bu hadise yakın başka bir hadisi AH b. el-Ca'ad, Şube yoluyla, İsmail'den aktarıyor. Bkz. Feth'ul-Bari, c.10, s. 286, Abdürrezzak'da"el-Musannef inde Muammer, Katade ve Ömer aracılığı ile daha uzun olarak aktarıyor. Ancak İpek sözcüğünü zikretmiyor. Bkz. el-Musannef, c.l l,s. 85-86. H. No: 19994.
[126] Ahmed el-Müsned, c. 1, s. 16. Yukarıda geçtiği gibi Buharı ve Müslim'de bu hadisin tanıkları vardır.
[127] Asıl adı, Ubeyd b. Adem'dir. el-Razi, el-Cerh ve el-Ta'dil adlı eserinde zikrettiğine göre bu ravi Ömer b. Hattab'dan hadis dinlemiştir. Rivayetlerinde söz etmemesine rağmen Ebu Hureyre'den de hadis naklinde bulunmuyor. İbn Hacer, îbn Hibban bu ravîyi güvenilir saydığım söylüyor. Bk?. el-Cerh ve el-Ta'dil, c.5, s. 401, Biy. No: 1857; Ta'cil el-Menfaa, s. T 6, Biy. No: 700.
[128] Ahrned e!-Müsned, c.l, s. 38. Ömer b. Hattab isnadiyla. Aynı hadis İbn Kesir'de zikrediyor: Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7, s. 58. İbn Kesir şöyle der: Bu hadisin isnadı Ziyaeddin el-Makdisi'nin el-Müstah-reç .tdh eserinde tercih ettiği sağlam İsnaddır. Ayrıca bkz. İbn Kayyim, el-Mcnar el-Münif, s. 88-89 haşiyesi ile birlikte.
[129] Sahih-i Müslim, H. No: 162, c.l, s. 145; Kitab el-İman Babı, Allah Rasulünün (Miraç gecesindeki) gece yürüyüşü.
[130] Ka'b b. Mat'i el-Humeyri, Ebu İshak, Ka'b el-Ahbar olarak tanınan bu zat, Muhadramlardandır. Aslen Yemen'li olup daha sonra Şam'a yerleşmiştir. Ebubekir'in hilafeti sırasında müslüman olmuş. Ömer'in zamanında olduğu da söylenmektedir. Müslüman olmazdan Yahudiydi. Güvenilirdir. Müslim, Ebu Davud, Nesai- Tirmizi, İbn Ma-ce kendisinden hadis tahriç eylemiş. Osman'ın hilafeti sırasında yaşı yüzü geçkin öldü. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 135, Biy. No:135; Tak-rib el-Tehzib c.8, s. 438-440, Biy. No: 793.
[131] Peygamberimizin, Hz. Ömer ile ilgili bu övücü İfadelerini içeren ve Buhari'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer tarafından rivayet edilmiş olan hadisin tamamı şöyledir:
"Bir gece şöyle bir rüya gördüm: Bir sabah vakti çok erken saatlerde Kul ey b kuyusundan su çekiyordum. Az sonra Ebubekir geldi ve bir iki kova kadar su çıkardı. Çektiği kovalar ağza kadar dolu değildi, üstelik küçük boylu idî. Fakat daha sonra gelen Ömer iri bir kovayı kuyuya daldırıp dudaklarına kadar dolu vaziyette çıkardı ve herkesi kana kana suya doyurdu. Hiçbir babayiğit bu işte onun kadar başarılı olamamıştı." Bkz..Sahih eî-Buhari, Feth'ul-Bari, c.7, s. 41 H. No: 3682, Kitab Sahabilerin Faziletleri; bab: Ömer b. Hattab'ın yaşam öyküsü, Sahih-i Müslim, c.3, s. 1862; H. No: 2393; Kitap: Sahabinin Faziletleri, Bab: Ömer'in fazileti.
[132] Sahabi'nİn ulularındandır. Asıl adı, Talha b. Ubeydullah b. Amr b. Ka'b el-Kuraşi el-Temimi'dir. Künyesi, Ebu Muhammed olan bu büyük zat cennetle muştulanan on bahtiyardan birisidir. İlk İslam'a girenlerin sekizinci ve Ebubekir'in sayesinde İslama girenlerden,Ömer'in be-İtFİediği altı kişiden kurulu Şura üyelerinden biridir. Ayrıca Uhud günü Rasulullah ile birlikte yerinden ayrılmayan ve O'na gelen oklardan koruyan, bu sırada eli çolak olan bir sahabidir. Cemel olayında atılan bir okun kendisine isabeti sonucu öldü. (H. 36) Bu sırada 64 yaşında idi. Bkz. el-İsabe, c.4, s. 229-230; Biy. 4266.
[133] Abdiirrezzek, el-Musannef, c.l, s. 364, H. no: 1423. Beyhaki, Sünen, c.l, s. 243, Ebi Şeybe, Musannef, c.2, s. 259.
[134] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, Kitab: Namazda Sedl'in mekruh olması,-c.2, s. 259.
[135] Ebu Davud, Kitap, Namaz, Bab: Namazda ucu omuzlardan aşağı sarkan elbiseyi giymenin keraheti. H. No: 643, c.l, s. 423; Tirmi-zi, Kitab Namaz, Bab: Namazda sedlin çirkinliği H. No: 378, c.2, s. 217; Ahmed el-Müsned, c.2, s. 295-341. Tirmizi ve Ahmed, ağzı kapamayı zikretmediler. Hakim el-Müstedrek'in Süleyman el-Ehvel, Ata aracılığı ile Ebu Hureyre'den kaydettiği bu hadis konusunda şöyle diyor: "Bu hadis Buhari ve Müslim'in rivayet koşullarını içerdiği için sahihtir. Yalnız onlar, kişinin namazda ağzını kapamasını kaydetmiyor. "el-Müs-tedrek, c.î,s. 253.
[136] Amir b. Abdulvahid el-Ahvel, el-Basri için İbn Hacer: "Doğru sözlüdür. Ancak, hata eder, altıncı kuşak ravilerdendir." der. Ahmed, Hadiste kuvvetli değildir, İbn Main rivayetleri sakıncasızdır, Ebu Hatim, güvenilirdir, naklettiği haberi almada her hangi bir sakınca yoktur," der. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 389, Biy. No: 59 el-Cerh veel-Ta'dil c. 6, s. 326-327; biy. 1817.
[137] Beyhaki, Sünen el-Kübra, c.2, s. 242 Beyhaki bu haberi Süleyman el-Ahvel ve Ata aracılığı ile Ebu Hureyre'den kaydediyor. Sözcükleri Ebu Davud ve el-Hakim'in rivayetlerinde geçtiği gibidir. Haşim'in rivayetinde olduğu gibi ravi zinciri munkatıdır. Beyhaki diyor ki: "Bu hadisin isnadı burada munkat'ı ise de kendisinden bir önceki rivayete bitişmesiyle kuvvet kazanır. Ayrıca bkz. Abdurrezzak, el-Musanef, c.l, s. 365, H. No: 365.
[138] Haberi Ebu Davud îbn Cureyh'den kaydadiyor ve şöyle diyor: "Ata'yi çokluk omuzlarından sarkan elbiseyle görürdüm." S. Ebi Davud, c.l, s. 424, H. No: 644. Beyhaki şöyle anlatıyor: Bize anlatıldığına göre Ata b. Rebah konuyla İlgili hadisi unutmuş ya da bu eylemi büyüklen-mek için yapmıyormuş gibi, elbiseyi omuzlarından sarkıtarak namaz kılardı. Sünen el-Kübra, c.2, s. 242. Abdurrezzak da şöyle zikrediyor: "Ata'yı namaz smsında, elbiseyi omuzundan sarkıtırak namaz kılarken gördüm. Bkz. el-Musannef, c.l, s. 362. H. No: 1408.
[139] Îbn Mesud: Bu zat Ubeyde îbn Abdullah b. Mesud'dur. Basılı nüshalarda İbn Mesud eklemesi yapılmış. Künyesiyle ünlüdür. Kufe-li üçüncü kuşak ravilerdendir. H. 80'de vefat etti. Bkz. Takrib, c.2, s. 448, biy. 86.
[140] Abdurrezzak, el-Musennef, c.l, s. 364, H. No: 1417; Beyhaki, Sünen el-Kiibra, c.2, s. 243; Beyhaki şu açıklamada bulunur: "Bu haberin naklinde Beşr b. Rafi, tek kaldığı için, kuvvetli değildir."
[141] Numan b. Sabit el-Temimi el-Kufi adındaki bu bilgin, hukukta üstün, dört önemli mezhep sahiplerinin birincisidir. Güvenilir, bilgin, zühd ve vera ehlidir. Abbasi krallarından Mansur kadılık makamına getirmek istemiş kendisini fakat vera'ından dolayı evet dememiş. Bu büyük zat 150 yılında vefat etti. Bkz. ei-Bidaye, c.10, s. 107-108. Zerkeli el-Alam, c.8, s. 36.
[142] Muhammed b. İdris b. Abbas b. Osman b. Safi (Şafii) adına kurulan, Şafii mezhebinin lideridir, Dört büyük imamdan biridir. 204 yılında 54 yaşında Öldü.
[143] Abdulaziz b. Cafer b. Ahmed b. Yezdan b. Maruf, Hanbeli mezhebinin büyük bilginlerindendir. İslam hukukuyla ilgili bir çok özgün görüşleri ve tercihleri vardır. el-Şafi, el-Mukni, Tefsir el-Kur'an, Zad el-Müsafir, el-Tenbih ve başka eserleri var. Hukukçuluğuyla yanında ver'a ve zühd sahibiydi de. 363'de 78 yaşında öldü. Bkz. Tabakat el-Hanabi-le,c.2,s. 119-327; Biy. 611.
[144] Bkz. îtm Kasım, el-Müdevvene el-Kübra, c.l, s. 108.
[145] Ali b. Muhammed b. Abdurrahman el-Bağdadi, el-Amidi, ünlü huhukçu, Kadı Ebİ Ya'la'nm dostlanndandır. Aynca çağının ünlü Han-beli hukuk alimlerindendir. Özgün yapıtları: Umde el-Hadır ve Kifaye el-Müsafir. 467'de vefat etti. Bkz. Zeyd Tabakat ei-Hanabile, c, 1, s.8-9.
[146] Ebu el-Vefa Akil b. Muhammed b. Akil b. Ahmed, Hanbeli Hukuk bilginlerindendir. 431 yılında doğdu. Hukuk ve hukuk metodolojisi konusunda dengi yoktu. Bu konularla ilgli bir çok Özgü yapıtı vardır. En ünlüleri: Kitab el-Fünun Fi Şetta el-Uium. Bu eseri İkiyüz cildi aşkındır, el-Fusul, el-Müfredat, Umde el-Edille, el-İrşad ve Nefy el-Teşbih vb. İmam Ahmed; ve görüşlerini savunanlardandır. Bazıları onu, bidatçı görüşler ileri sürmekle suçlar. Döndüğü ve levbekar olduğu da söylenir. 513 yılında vefat etti. Bkz. el-Zeyl Ala Tabakat el-Hanabile, c. 1, s. 142-163, Biy. 66.
[147] el-Hasan b. Muhammed b. el-Hasen b. Ali, Ebu Muhammed el-Hallal, Bağdat'h bilgili ve erdemli birisidir. H. 352'de doğdu. Bir hayli eserleri vardır. Bir kaçı, Ahbar el-Sakale, el-Mecalis el-Aşr. Bkz. Zer-keli el-Alam, c.2, s. 212.
[148] İkrime el-Berberi, Ebu Abdullah el-Medeni İbn Abbas'm azat-lısıdır. Aslı berber'dendir. Tabii'nin büyük bilginlerindendir. Özellikle Tefsir bilimi konusunda hayli derindir. Aynı zamanda İbn Abbas'ın ünlü öğrencilerindendir. Harici ve Saferiye bid'atlerine uymakla suçlanır. Diğer hadis bilginleri güvenilirliğini onaylıyorlar. Örneğin İbn Hacer der ki: "Tefsir biliminde bilginliği kanıtlanmış, güvenilir birisidir. İbn Ömer'den yalan haber naklettiği saptanmış, değildir. Ayrıca bid'atçıh-ğı da kanıtlanmıştır. "Üçüncü kuşak, ravilerden olan bu zat, H. 107'de vefat etti. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 36, Biy. No: 277; Tenzih el-Teh-zib,c.7, s. 263-273; Biy. 475.
[149] Haccac b. Hasan el-Kaysı el-Basri'yi Ahmed, İbn Main ve İbn Hibban güvenilir ravilerden sayıyor. Nesai ise, besince kuşak, ravilerden olan bu zatın rivayetlerinde her hangi bir sakınca yoktur diyor. Bkz. Takrib el-Tehzib^c.l, s. 152; Biy. 150.
[150] Sünen Ebi Davud, Kitab.el-Tereccül, Bab: Ruhsata değin hadisler H. No: 4197, c.4, s. 412
[151] Ahmed b.Amr b. Ebi Asım el-Dahhak b. Muhalled el-Şeyha-ni, el-Basri, güvenilir hadis ezbercilerinden olup, Salih b. Ahmed'den sonra İsfahan kadılarının reisidir. Bir çok ünlü eseri vardır. Bir kaçı: (el-Siin-ne (basılıdır) el-Ahad, el-Evail vb. 287 yılında vefat etti. Künyesi: Ebubekir'dir. Bkz. İbn Kesir, el-Bidaye ve el-Nihaye, c.ll, s. 84, Zer-keli, eI-Alam,c.l,s. 189.
[152] Raviler, güvenilirdir.
[153] Büyük sahabilerden olan Fudali b. Ubeyd b. Nafiz b. Kays b. Suheyb el-Ensari el-Evsi, ilk müslümanlardan olmasına rağmen Be-dir'de bulunmadı. Daha sonra Uhud, Şam'ın ve Mısır'ın kurtarılması gibi diğer hareketlerde bulundu. Savaşlarda komutanlık yaptı. Muaviye onu Ebi el-Derda'dan sonra Dimaşk Valiliği'ne atadı. 53'de vefat etti. Bfcz. el-İsabe, c.3, s. 206, Biy. No: 6992.
[154] Müslim, H. No: 968, c.2, s. 666; Kitap Cenazler, Bab: Kabirleri toprak düzeyinde tutmayı emreden hadisler
[155] Sahih-i Müslim, c.2, s. 666, H. No: 969, Kitab Cenazeler; Bab: Kabirleri yer düzeyinde tutmayı emreden hadisler.
[156] Beyhaki, Sünen el-Kübra, c.9, s. 234.
[157] Abdurrezzak, el-Musannef, c.2, s. 273-274; H. No: 3338; Kitap Namaz, Bab: Adamın namaz sırasında ellerini beline koyması.
[158] İsmail b. Abdurrahman b. Züeyb el-Esedİ adındaki bu raviyi Ebu Zer'a, İbn Sa'd Dare Kutni ve İbn Hibban güvenilirler arasında sayıyorlar. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c.l, s. 312-313, Biy. No: 570.
[159] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, c. 1, s. 59. Burada geçen anlam, bir nass niteliğinde olduğunu ifade etmez.
[160] Bkz. İbnEbiŞeybe, el-Musannef, c.l, s. 59. Aynı haberi el-Bez-zad, Hasen bir isnadla el-Bezzar'dan aktarıyor: Bezzar, Keşf el-Eş'ar, c.l, s. 210, H. No: 416.
[161] Ubeyd b. Ca'd el-Gatafani, İbn Hacer'in'Zikrettiğine göre üçüncü kuşak ravilerden, doğru sözlü birisidir. İbn Hibban da güvenilirliğini onaylıyor. Takrib el-Tehzib, c.l, s.542, Biy. No: 1539; Hülasa el-Tehzib s. 264.
[162] Bkz. Muğire, el-Şerh el-Kebir, c.2, s. 47.
[163] Age,c,10, s. 344.
[164] el-Kadı Ebu Yusuf'un asıl adı, Yakup b. İbrahim b. Habib el-Ensari'dir. Ebi Hanife'nin öğrencüerindendir. 113 yılında doğan bu alimi, Reşid kadı tayin etti. 182'de Öldü. Bkz. Vefeyat el-Ayan, c.6, s. 378-388. Biy. No: 824.
[165] Muhammed b. el-Hasan Vakid el-Şeybani, Ebu Abdullah, Ebu Hanife'nin öğrencilerindendir. Erdemli bir hukuk, bilginidir. Çeşitli özgün eserleri vardır. 132 yılında doğdu 189'da Öldü. Bkz. Age, c.4, s. 184-185, Biy. No: 567. Fevaid el-Behiye Fi Teracim el-Hanefiye, s. 163.
[166] Bkz. el-Rüşdani el-Hidaye Şerh Bidaye el-Mübtedi, c.4, s. 81.
[167] Age, s. 82.
[168] Bu hadis Abdullah b. Büreyre'den gelmektedir. Ravini babası naklediyor: "Adamın biri parmağında pirinçten bir yüzükle Allah Ra-suîu'ne geldi. Bunun üzerine Allah Rasulu ona:
"Bana ne oluyor, senden put kokusu alıyorum." adam o yüzüğü atıyor. Sonra bir zaman gene aynı adam elinde (parmağında) demir yüzükle geliyor. Bu kez Allah Rasulü:
"Bana ne oluyor, sende cehennem süsü görüyorum." diyor. Adam onu da atıyor. Ve Allah Rasulü'ne şöyle diyor:
"Ey Allah'ın elçisi kullandığım yüzük neden yapılmış olsun (veya neden yapılmış yüzük kulandığım yüzük kullanayım)" dedi. Allah Rusulü:
"Bir miskalı (468. gr. Mısır ölçülerine göre) geçmiyen demirden yapılma bir yüzük kullan" cevabım verdi. Ebu Davud, c. 4, s. 428-429; H. No: 4223, Kitap Yüzük; Babı, Demirden yüzük kullanmaya değin (ait) hadisler. Tirmizi, c.4, s. 248, H. No: 1785; Kitap Giyim, Bab: Demir yüzük kulanma, Tirmizi: Abdullah b. Amr'dan alınan bu hadis, gariptir diyor. Nesai, c.8, s. 1467, Kitap Süs, Bab, Gümüşten yapılan yüzüğün ağırlık ölçüsü. İbn Hibban hadisi tashih ediyor. H. No: 1467. îmam el-Be-gavi'den Şerh el-Sünne, adlı eserinde bu hadisi kaydediyor, c.9, s. 121-122. Ve hadisin isnadı gariptir, diyor.
[169] Abdurrahman b. el-Kasim b. Halid b. Cünade el-Itki, el-Mısri, Ebu Abdulah, hukuk bölümünde öncü olgun kişilik sahibi birisidir. İmam Ma-lik'in ünlü öğrencileri arasındadır. el-Müdevvene adlı yapıtında İmam Malik'in görüşlerine yer vermiştir. İbn Hacer, el-Takrib'inde 10'uncu kuşak ravilerin güvenilirlerindendir. 'der. 291 yılında vefat etti. Bkz. Takrib el-Teh-zib, el, s. 495, Biy. No: 1079; Zerkeli, el-Alam, c.3, s. 23.
[170] Bkz. el-Müdevvene, îbn Kasım, c.l, s. 62-62.
[171] Age, c.l, s. 63 ve c.l, s. 109.
İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 220-244.
[172] A.g.e, c.l, s. 154. îmam Malik şöyle diyor:
"Allah Rasulü'nün yoldaşlarından bana ulaşan bilgiye göre onları Yahudi ve Hnstiyanîann pazar ve cumartesi günleri tatil yaptıkları gibi cuma günü işleri bırakıp tatil yapmayı çirkin görüyorlardı."
[173] Hadisi Ebu Davud Sünen'inde Ebu Musa el-Eş'ari'den kaydediyor. Allah Rasulu buyurdu: "Müslüman yaşlılara saygılı davranmak Allah'a saygılı davranmak." gibidir. "Kitab Edeb, Bab: İnsanlara konumlarına göre davrannak gibidir. H. No: 4843; c.5, s. 174. Ravi-lerden Ebu Kenane meçhuldür. Muaviye b. Kurre olduğu söyleniyorsa da bu sav, kanıtlanmış değildir. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s. 466, Biy. No: 21. Geri kalan raviler güvenilirdir.
[174] Bkz. el-Muğni el-Şerh ve el-Kebir, c.2, s. 385.
[175] Nisaburi, c.2, s. 148.
[176] Nisaburi, Mesail-i İmam Ahmed, c.2, s. 148.
[177] Age, c,l. s. 59; Muğni el-Şerh ve el-Kebir, c.l, s. 624.
[178] Abdulkadir b. Ebi Salih b. Abdullah el-Ceyli sonra Bağdadi, bilgin, huhukçu, düzgün kişilikli birisiydi. 490 yılında doğdu, 561 yılında öldü.
Keramet sahibi bir fakihti. Fakat tasavvufçular, onun kişiliği ve kerametlerinin anlatımında sınırı aştılar. Bazı batıl öyküleri ona mal ettiler. Öyle ki, bunlardan bir kısmı Şeriata ve İslam inancına ters düşen niteliktedir. Bütün bunlar tasavvufçuların yücelttikleri birisine iftira etmeyi ve onun adına yalan uydurmayı töre haline getirdikleri şeyler kabilin-dendir. Bkz. el-Zayl Ala Tabakat el-Hanabile c. 1, s. 290-301.
[179] Konuya ilişkin bilgiyi İbn Kayyim el-Ceyzi, üstad İbn Teymi-ye'den şöyle naklediyor: Allah Rasulu'nün beline Mıntıka bağladığına dair bize her hangi bir bilgi ulaşmadı." Bkz. Zad el-Mead, c.l, s. 131.
[180] İbn Kuddame el-Muğni'de diyor ki: Ahmed'İn bu sözünden av-laşılan İran yayı ile ok atmak caizdir. Bu okla müsabakaya girmenin cevazına da kanıttır. Bkz. el-Muğni ve el-Şerh el-Kebir, c.I I, s. 157.
[181] Sünen İbn Mace, c.2, s. 939, Kitap Cihad Bab: Selam H. No: 2810. İbn Mace'ye göre ravilerden Abdullah b. Beşr zayıf; Eş'as b. Sa-id, metruk'tur. Bkz. Tehzib eUTehzib, c.5, s. 129-160.
[182] Halid b. Ma'dan el-Kelai el-Humusi, Ebu Abdullah fazileti, ibadete düşkünlüğü ve güvenilirliği ile tanınır. Üçüncü kuşak ravilerdendir. Altı kaynak hadis kitabını yazarlan ve başkaları ondan hadis naklinde bulunmuşlar. İbn Hacer "güvenilir ve ibadete düşkün, çokluk mürsel rivayetlerde bulunan birisidir" der. 103 yılında vefat etti. Bkz. Takrib el-Teh-zib,c.l,s.218.biy. 80.
[183] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 245-254.
[184] Sahih-i Müslim, c.3, s. 1598-1599; Kitap Yeme ve İçme bab: Yemek yeme ve içmenin kuralları ve hükümleri.
[185] Sahih-i Müslim, c.l, s. 445; H. No: 644, Kitab: Mescitler Bab: Yatsı namazının vakti ve ertelenmesi.
[186] Abdullah b. Muğfil b. Abdi Ğanem b. Afif el-Müzenni Ebu Sa-id, saygın sahabilerdendir. Ünlü ağaç altı antlaşmasında hazır bulunmuştu. Tebük savaşı, sırasında ağlayanlardan Ömer'in Basra halkına İslami öğretmek için gönderdiği on kişiden biridir. Daha sonra Basra'da yaşadı ve orada öldü. (H. 61) Allah razı olsun. Bkz. el-İsabe, c.2, s. 372; Biy. No: 4972.
[187] Sahih-i Buhari, Feth'ul-Bari, c. 1, s. 43, H. No: 563, Kitap Namazın Vakitleri; Bab, Akşama (Aşa) demenin keraheti.
[188] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları:254-256.