Bu Blog içinde Ara

19 Haziran 2012 Salı

İHTİLAFLARIN İÇ YÜZÜ

İHTİLAFLARIN İÇ YÜZÜ


Bilmek gerekir ki, bu ümmet arasında doğan ve ihtiras­ları körükleyen çoğu ihtilafların bu çeşitten olduğunu görür­sün. Başka bir deyimle bu ihtilaflar çoğunlukla taraflardan birini savunduğu tezde tümüyle veye kısmen haklı, buna kar­şılık karşı tarafı redderken haksız olduğu ihtilaflardır. Tıp­kı yukarda anlattığımız olayda Peygamberimiz'in hakemli­ğine başvuran iki Kur'an okuyucusu gibi. Bu oîayda okuyu­cuların her ikisi de kendi okuma tarzında haklı, fakat karşı tarafın okuma tarzının yanlış olduğunu söylerken haksızdır.
Çünkü insan çoğunlukla bir şeyiflspat edip benimserken değil de, bir şeyi inkar edip yalanlama şeklinde beliren red­detme tutumu sırasında cehaletin pençesine düşer. Sebebi­ne gelince insanın ispat ettiği şeyi kavraması, reddetiği şe­yi kavramasından daha kolaydır. Böyle olduğu İçindir ki, bu ümmetin Kur'an ayetlerini karşılaştırıp aralarında çelişki ara­ması yasaklanmıştır. Çünkü çelişki arama amacı ile karşı­laştırmanın özü karşılaştıran ayetler arasında bağımsızlık ol­duğu farzedildiği takdirde bu ayetlerden birine inanıp öbü­rünü reddetmektir. Sebebine gelince iki zıt şey biraraya gelemez.
Bunun bir örneği Müslim'in, sahabilerden Abdullah b. Rebah'a[1] dayanarak anlattığı şu olaydır. Bu olayın ilk kay­nağı olan Abdullah b. Amr -Allah her ikisinden de razı ol­sun- şunları anlatıyor:
Bir gün öğle sularında Peygamberimiz'in yanına git­miştim. O sırada Rasulullah, mescidde yoktu. Bu arada iki kişinin bir ayetin nasıl okunması gerektiği konusunda tar­tışmakta olduklarını işittim. Tam bu sırada Rasulullah çıka-geldi, öfkeli olduğu yüzünden okunuyordu. Bize dönerek:
"Sizden önceki ümmetler kitabları konusunda ihtila­fa düştükleri için helak oldular."[2] buyurdu.
Görüldüğü gibi Rasulullah kızgınlığının sebebi olarak bizden önceki ümmetlerin helak olmalarına yolaçan kitab ha-kında ihtilafa düşme tutumuna bağlıyor. Bu da eski üm­metlerin bu konudaki tutumundan belirlilikle ve diğer alan­lardaki tutumlarından da genellikle uzak durmamız gerek­tiğini gösterir.
Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Kur'an'da açıkladığına göre ih­tilaf iki kısmdır. Birincisi'nde çatışan tarafların her ikisi de kınanmıştır. Aşağıdaki ayetler bu çeşit ihtilafa örnektirler:
"Eğer Rabb'in dileseydi, bütün insanları tek bir üm­met yapardı. Fakat insanlar sürekli olarak ihtilafa dü­şüyorlar. Yalnız Rabbinin rahmet ederek ihtilaftan sa­kındırdıkları müstesna..."                 (Hud: 11/118-119)
Görüldüğü gibi, Cenab-ı Allah, bu ayette rahmet bulunan­ların ihtilaftan uzak kalan kimseler olduklarını belirtiyor. Şu ayetler de aynı anlamdadır:
"Çünkü Allah, kitabı gerçekle indirmiştir: Kitab hak­kında ihtilafa düşenler derin bir anlaşmazlığa sapmışlar­dır."                                                       (Bakara: 2/176)
"Kendilerine kitab verilenler,onlara ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskinçhktan dolayı ihtilafa düş­tüler."                                                 (Al-iİmran:3/19)
"Sakın kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrı­lığa saplanıp ihtilafa düşenler gibi olmayınız."
"Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenlere Sen'in yapacağın hiçbir şey yoktur."      (En'am: 6/159)
Öte yandan Cenab-ı Allah (c.c.) hristiyanlar hakkında Kur'an'ın iki yerinde şöyle buyuruyor:
"Bu yüzden Kıyamet gününe kadar aralarına kin ve düşmanlık saldık. Allah ilerde onlara ne yaptıklarını bir bir haber verecektir."                         (Maide: 5/14)
Yahudiler arasındaki ihtilaf Kur'an'm iki yerinde şöyle anlatıyor;
"Biz onların arasına Kıyamet gününe kadar sürecek kin ve düşmanlık saldık. Ne zaman bir savaş ateşi yak-salar Allah onu söndürür."                       (Maide: 5/64)
"Fakat onlar dinleri konusunda çeşitli guruplara bö­lünüp parçalandılar. Her gurup kendi inancı ile böbür­lenir oldu."          .                            (Mü'minun: 23/53)
Öteyandan Peygamberimiz ileride ümmetinin yetmiş üç guruba ayrılacağını bildirdikten sonra: "Bu gurupların, bi­ri dışında hepsinin cehennemlik olduğunu ve bu tek gurubun "Cemaat" gurubu, başka bir rivayete göre de "Bu gurup, bu gün Ben'im ve sahabilerimin yolundan gidenler olduğu­nu"[3]buyurmuştur. Başka bir deyimle ihtilaf çıkaran taraf­ların ezici bir çoğunlukla helak olacaklarını, bunların için-de sadece bir gurubun kurtulacağı ve bu gurubun "ehli sü-ünet vel cemaat gurubu olduğunu açıkça haber vermiştir.
İhtilafın bu çeşidinde tarafların çatışma sebebi bazan kötü niyettir. Bu durumda vicdanları kin ve azgınlık duygulan, yeryüzünde kargaşalık çıkararak mevki kapma ihtira­sı ve buna benzer çirkin arzular egemen olur. O zaman in­san karşısına aldığı kimseye üstün gelebilmek için onun sözünü veya davranışını kınamaktan ya da onu küçük dü­şürmekten zevk duyar. Tıpkı bunlar gibi kendisi ile aynı so­runu, aynı mezhebi, aynı beldeyi paylaşanların veya dostla­rının görüşlerini destekler. Çünkü bu yollardan kendisine ya­kın gördüğü görüşlerin yaygınlaşıp tutulması ona şeref ve mevki kazandırır. İnsanlar arasında bu tip tutumlar ne kadar yaygındır! İhtilafın bu çeşidi zulümdür, hak sınırını aşmak­tır.
Kimi zaman da ihtilafı körükleyen sebep, ya tarafların aralarındaki çatışma konusunun gerçek mahiyetini bileme­meleri veya tartışan taraflardan birinin karşı tarafın dayan­dığı delili kavrayamamaları, ya da taraflardan birinin ken­di delil ve hükmünün haklılık payını bilememesidir.
Demek ki, ana sebepleri cehalet ve zulümdür ki, bu iki şey bütün kötülüklerin kaynaklarıdır. Nitekim Cenab-ı Allah
(cc):
"Fakat bu emaneti insan yüklendi. Hiç şüphesiz, O çok zalim ve çok cahildir." buyuruyor.          (Ahzab: 33/72)
Fikir Ayrılıklarının Çeşitleri
Fikir ayarılıklannın (ihtilafların) çeşitlerine gelince bun­lar "benzerler arasındaki ayrılıklar" ve "zıtlar arasındaki ih­tilaflar" olmak üzere başlıca iki kısma ayrılırlar.
Benzerler arasındaki ihtilaflar da bir kaç çeşittir. Bu tip görüş farklarının kiminde söz konusu olan her iki görüş veya davranış doğru olabilir. Mesela Yukarda anlattığımız Kur'an okuyan iki sahab'nin okuyuşları arasındaki farklılık­lar gibi. Böyle olduğu için Peygamberimiz bu iki sahabiye:
"Her ikinizin de okuyuşu doğrudur" diyerek o konuda tartışmamalarını emretmiştir. Ezan, kamet, İftitah tekbi­ri, birinci ve ikinci teşehhüd (ettehiyyatü'ye oturma), kor­kulu durumlarda namaz kılma, bayram tekbirleri, cenaze tek­birleri ve bunlara benzer konularda görülen ve her ne kadar "Bazıları daha faziletlidir" deniyorsa da, aslında hepsi de şe­riata uygun şıklar içeren farklılıklar da bu kategoriye girer.
Şunu hemen belirtelim ki, bu tip ihtilaflar yüzünden bu ümmetin bazı gurupları arasında kan döküldüğü olmuştur. Kamet cümlelerini birer kere veya ikşer kere okumak ve ben­zeri tartışma konulan gibi ki, bu tutum haramın ta kendisi­dir. Bu tip konularda işi o kadar ileri dereceye vardıran kim­selerin çoğunun ya kalblerinde bu tartışma konularının şık­larından biri lehine aşırı hassasiyet taşıdıklarını veya Pey­gamberimizin bu konudaki yukarda belgelendirdiğimiz ya­saklamasına rağmen yasaklayıcı bir tavır takındıklarını gö­rüyoruz.
Yine bu kategoriye giren görüş ayrılıklarının bazıların­da ifade tarzlarının farklılığına rağmen karşı karşıya gelen görüşlerin her ikisi de aslında aynı anlamda olabilir. Nite­kim insanların çoğu ele alınan konunun ya tarifinde ya da de-lillendirme biçiminde ya is imlendirilme sinde ya tasnifinde veya başka bir zihni işleminde değişik kelimeler kullandık­ları görülür. Arkasından da ya cahillikten veya zulümden, bu önemsiz zıtlığı abartarak, taraflardan birini övmeye Öbürü­nü yermeye kalkışır.
Yine bu tip görüş ve ayrılıklarının bazılarında karşı kar­şıya gelen şıklar farklı anlamlıdır ama aralarında bağdaşmaz­lık ve çelişki yoktur. Yani her ne kadar berikinin anlamı öie-kininki ile aynı değilse de, hem beriki şık hem de Öteki şık doğrudur. Bu, taıtışma larda sık sık rastlanan bir durumdur.
Bu tip görüş ayrılıklarının diğer kesiminde ise, her iki şık şeriata uygundur. Fakat adamın biri veya guruplardan biri beriki görüşü tutarken, Öteki de öbür görüşü tercih etmiştir.
Aslında görüşlerin veya yolların her iksi de dince güzeldir. Fakat bir süre sonra yine ya cehalet veya zulüm yüzünden hiçbir yarar hiçbir bilgiye hatta hiçbir şuurlu niyete dayan­maksızın bu görüşlerden biri ya hor görülmeye veya üstün tutulmaya kalkışılır.
"Zıtlar arası ihtilaflara" gelince bu durumda ya usul ve­ya detay (teferruat) ile ilgili iki çelişkili, iki uzlaşmaz görüş­le karşı karşiyayız demektir. Bu söylediğimiz, "Doğru.tek­tir" diyen çoğunluğun yaklaşımı uyarmcadir. Yoksa "Her müçtehid, her ilmi araştırıcı doğru sonuca varır" diyenlere göre bu çeşit görüş ayrılıkları da "zıtlar arası ihtilaflar" do­ğar, "Benzerler arası ayrılıklar" kategorisine girer.
Hiç şüphesiz görüş ayrılığının bu çeşidinde iş daha cid­di ve taraflar arası gerginlik daha yüksektir. Çünkü ortada iki çelişik görüş vardır. Fakat böyle çatışmalarda sık sık şu durumla karşılaşırız. Yanlış ve eğri şıkkı savunan tarafta az da olsa bir haklılık payı veya şu ya da bu oranda haklılığı ge­rektirecek ciddi bir delil vardır. Ama haklı taraf bu gerçe­ği içine sindiremeyerek karşı tarafın görüşünü kökünden red­deder. O zaman da eğri taraf tamamen eğri ve doğru taraf-da eğrilik, payı olan bir doğru olur.
Bu durum ehl-i sünnet alimlerinin kaderle, Allah'ın sı­fatları ile sahabilerle ve bunlara benzer bazı konularla ilgi­li çoğu görüşlerinde görülebilir. Bu konularda bidat enlinin durumu ise zaten bellidir. Yine bu duruma çoğu fıkıh alim­leri arasında, daha doğrusu yakın dönemin çoğu fetvaları ar­sında, rastlayabildiğimiz gibi aynı durumu fıkıhçılarla tasav-vufçular arasında ve tasavvufun çeşitli tarikatleri arsında da görebiliyoruz.
Allah'ın kendilerine hidayet ve nur bağışladığı kimseler gerek Kur'an'da gerekse hadiste bu çeşit tutumlara getiri­len yasaklamaların taşıdığı açık yararı görmekte gecikmez. Gerçi sağlıklı zihinler böyle bir tutumu prensip olarak redderler ki, bu nur üzerine nur olur. Fakat Allah'ın nur verme­diği kimselerde nurun kırıntısı bile bulunmaz.
"Benzerler arası ihtilaflar" da tarafların her ikisi de şüp­hesiz haklıdırlar. Fakat karşısındakine edep, kurallarını aşarak saldıran taraf kınanmıştır. Kur'an-ı Kerim böyle bir durumda her hangi bir taraftan saldın gelmediği takdirde her iki tarafı da övmüştür. Nitekim Cenab-i Allah (c,c.) şöyle bu­yuruyor:
"Hurma ağaçlarından her hangi bir şeyi kesmeniz, ya-hud ağaçları kökleri üzerinde bırakmanız hem Allah'ın izni ile ve O'nun yoldan çıkanları cezalandırması için­dir."                                                             (Haşr: 59/5)
Bilindiği gibi Beni Nadir olayı sırasında sahabiler savaş alanındaki hurma ağaçlarını kesme konusunda anlaşmazlı­ğa düşmüşler, kimisi önüne düşen ağaçlan keserken, ki­misi kesmemişti. İşte ayet bu olayla ilgilidir. Aynı gerçeği dile getiren başka bir ayet de şöyledir:
"Davud ile Süleyman, içine davar giren ekin hakkın­da hüküm verdikleri zaman onların bu hükümlerine biz şah i d idik. Biz o meselenin hükmünü Süleyman'a bil­dirmiştik. Ayrıca her ikisine de hüküm ve bilgi vermiş­tik." (Enbiya: 21/78)
Görüldüğü gibi ayette "anlayış" ve "kavrama" yeteneği Süleyman'ın özelliği olarak belirtmekle birlikte hem Davud ve hem de Süleyman -selam üzerlerine olsun- bilgi ve hü­küm sahipleri olmakla övülmekfedirler.
Yine Beni Kurayza[4] Savaşı günü, Peygamberimiz'in (s.a.v.) verilmiş bir kararı dolaylı biçimde onaylanması ay­nı gerekçeye dayanır. Bu savaşta bir ara:
"Beni Kurayza'nm yanına varıncaya kadar hiç kimse ikindiyi kılmasın" diye seslenildiği duyulmuştu. Bunun üzerine Peygamberimiz de "Hayır, Öyle olmaz" demeyerek:
"İkindi namazını vaktinde kılan kılsın. Vaktinde kıl­mayanlar ise Beni Kurayza'nm yanına varınca namaz­larını kılarlar."[5] buyurmuştur. Bu tutumun en kesin deli­li Peygamberimizin şu buyruğudur:
"Hakim, bir olayı araştırıp doğru hükme vardığı takdirde iki, araştırdığı halde doğru hükme varamadığı takdirde bir sevap «İde eder."[6]
Bu anlamda daha başka hadisler de vardır. Kur'an'da zik­redilen bir ikinci ihtilaf çeşidinde ise aynı mesele ile ilgili olarak iki zümreden biri olan müminler övülmüş ve öbür zümre verilmiştir. Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"İşte biz bazı peygamberleri diğerlerinden üstün kıl­dık. Allah onlardan kimisi ile konuştu ve kimilerini de de­recelerce yüceltti. Meryem oğlu İsa'ya da açık deliller verdik ve onu Ruh-ul Kuds ile destekledik. Allah dilesey-di onlardan sonra gelen milletler, kendilerine açık delil­ler geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat anlaşmazlığa düştüler de onlardan kimi mümin ve kimi kafir oldu. Allah dileseydi, onlar biribirlerini öldür­mezlerdi."                                              (Bakara: 2/253)
Ayetteki "Fakat anlaşmazlığa düştüler de onlardan kimi mümin ve kimi kafir- oldu." ifadesi, bu zümrelerden biri olan müminleri övme ve öbür zümre olan kafirleri yerme an­lamı taşır. Aşağıdaki ayet de bu anlamdadır:
"İşte bunlar Rabb'leri hakkında çatışan iki hasım taraftır. Bu taraflardan kafir olanlara ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar irinli sular dö­külecektir onların. Bununla bağırsakları ve derileri ya-rılacaktır. Ayrıca onlar için demir topuzlar da vardır. Her ne zaman cehennemden ve onun ızdırabından çıkmak isterlerse, yine oraya döndürülürler. Ve onlara "Yanma azabım tadınız" denir."         (Hacc: 22/19-23)
Ebu Zerr'den -Allah ondan razı olsun- rivayet edildiği­ne göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur:
"Bu ayetin Bedir savaşı sırasında biribirleri ile vuru­şan iki taraf hakkında, yani Ali,[7] Hamza[8] ve Ubeyde b. Haris[9] ile Kureyş tarafından onların karşılarına çıkan Utbe, Şeybe[10] ve Velid b. Utbe hakkında inmiştir."
Sözün kısası, bu ümmet arasında ihtirasların körüklenme­sine yolaçan ihtilafların çoğu, birinci kategoriye giren ay­rılıklardır. Bu ayrılıklar ihtirasları körüklemek bir yana işi, kan dökmeye, malları mubah saymaya, düşmanlık ve derin kin duygularının ekilmesine kadar götürmüşlerdir. Çünkü ta­raflardan biri karşı tarafın haklılığını kabul edip, ona insaf göstermemekte tersine sahip olduğu haklılığa bir çok yan­lışlıklar eklemektedir. Tabii ki, karşı taraf da öyle.
Nitekim, Cenab-ı Allah (c.c.) şu ayetle insanın "ölçüyü aşmasını" ihtilafın kaynağı saymıştır.
"Oysa kendilerine kitab verilenler, onlara apaçık de­liller geldikten sonra sırf birbirlerine karşı ölçüsüz tu­tumları yüzünden o kitab hakkında ihtilafa düştüler."
Çünkü "ölçüyü aşmak" başkaları karşısında hiç bir sınır tanımaksızın haksızlığa girişmek demektir. Bu ümmete ib­ret olsun diye bu nokta Kur'an'm bir çok yerinde tekrarla­narak vurgulanmıştır. Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun-tarafından rivayet edilen şu hadiste de Peygamberimiz (s.a.v.) mesele ile ilgili bir başka inceliği dile getiriyor:
"Size söylemediğim şeyler hakkında beni rahat bıra­kınız. Çünkü sizden öncekiler çok soru sordukları ve Peygamberlerine ters düştükleri için helak oldular. Ben size bir şeyi yasaklayınca ondan kaçınınız, buna karşı­lık size bir şey emredince onu elinizden geldiği oranda ye­rine getiriniz."[11]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz sahabilere emir verme­diği şeyleri kurcalamamalarını buyuruyor. Sebep olarak bu yüzden daha önceki ümmetlerin helak olduklarını belirtiyor. Yani daha önceki ümmetler çok soru sordukları ve pey­gamberlerin dediklerine karşı çıktıkları için helak olmuşlardi. Nitekim bilindiği gibi Cenab-ı Allah bize Kur'an'da İs-railoğulularının, cihad ve diğer bazı konularda Musa'nın emirlerini dinlemediklerini ve kendilerine kurban etmeleri­ni emrettiği sığırın nitelekleri hakkında ona bir çok sorular sorduklarım detaylı bir şekilde anlatmaktadır.
Burada şu noktayı belirtelim. Yukardaki hadiste sözü edilen "Peygamberlere karşı ihtilaf dan maksat, -gerçi doğrusunu Allah bilir, ama- peygamberlere karşı gelmek, on­ların dediklerini yapmamak demektir. Hani hükümdara kar­şı gelindiği zaman "Halk, hükümdara karşı ihtilaf etti." denmesi bu isyan olayının bu şekilde ifade edilmesi gibi. Fa­kat ayette sözü edilen "ihtilaf ise "halkın arasında beliren görüş ayrılıkları" anlamındadır. Gerçi bu ikisi birbirinden ay­rılmaz, başka bir deyimle peygamberlere karşı beliren ihti­laf, halk arasında da ihtilafın doğmasına yol açar.
Ayrıca Kur'an hakkındaki ihtilaf, ya Kur'an'in söz ve ke­limeleri ile ilgili lafzı (sözel) bir görüş ayrılığı olur. Yukarda anlattığımız farklı okuma şekilleri gibi. Ya da görüş ay­rılığı ayetlerin yorumu ile ilgili olur. Yorum farklılıkların­dan kaynaklanan ihtilaflar ile ilgli olarak Ahmed b. Han-bel'in "Müsned" adlı hadis kitabının bir yerinde şöyle de­niyor:
"Amr b. Şuayb'ın[12] babasına dayanarak anlattığına göre dedtesi şöyle-diyor:
'*Bir defasında bir kaç kişi Peygamberimizin kapısı ya­nında oturmuş konuşuyorlardı. Aralarından biri:
"Allah şöyle demedi mi?" dedi. Bunun üzerine bir baş­kası da:
"Allah şöyle demedi mi?" diye karışılık verdi. Bu tartış­mayı işiten Rasulullah hemen dışarı fırladı, yüzünde sanki nar taneleri açmıştı, hiddetli bir şekilde tartışmaları şöyle de­di:
"Size böyle yapmanız mı emredildi? (veya size böyle mi emir gönderildi?)" Yani Allah'ın kitabının bazı ayetle­ri ile diğer bazı ayetlerini çarptırasımz (ayetler arasında çelişki arayasımz) diye mi emredildiniz? Sizden önceki ümmetler, işte bu gibi tutumları yüzünden helak oldular. Bu tip tartışmaların size hiçbir faydası yoktur. Size emrettikle­rime bakıp onları yerine getiriniz ve size yasakladıklarıma bakıp onlardan vazgeçiniz."[13]
Yine aynı kaynakta Davud b. Ebu Hind'e dayanılarak be­lirtildiğine göre "Peygamberimiz bir defasında sahabilerin yanına çikageldi, onlar o sırada kader konusunda tartışıyor­lardı" Bundan sonra yukardaki hadis olduğu gibi nakledili­yor.
Yine aynı kaynakta yer aldığına göre Amr b. Şuayb, ba­basına dayanarak dedesinin şöyle dediğini naklediyor:
"Bir defasmda ben ve kardeşim karşılığında bana kızıl da-veler bağışlarsa razı olmayacağım bir topantıya katılmıştık. Bir ara bir gurup yaşlı sahabinin Peygamberimizin kapısı önünde oturduklarım gördük. Onların arasına girmek iste­mediğimiz için bir kenara çekilip oturduk. O sırada sahabi-ler Kur'an'ın bir ayetini okuyarak yüksek sesle üzerinde tar­tışmaya giriştiler. Bunun üzerine Rasulullah ansızın kapıya çıktı, yüzü kızarmıştı ve tartışan sahabelerin üzerine toprak saçarak yöyle buyurdu:
"Ağır olunuz, ey sanabilelim. Sizden önceki ümmet­ler bu yüzden helak oldular. Yani onlar Peygamberleri­ne ters düştükleri ve kendilerine gelen kitabın hüküm­leri arasında çelişki aradıkları için helak oldular. Kur'an, bazı ayetleri ile diğer bazı ayetlerini çürütmek, yalanla­mak için değil, bütün ayetleri ile birbirini desteklemek üzere inmiştir. Kur'an'ın bildiğiniz kısımlarını uygula­yınız ve bilmediğiniz kısımlarını da bilenlere havale edi­niz."[14]
Yine aynı kaynağın ve aynı rivayet zincirinin belirttiği­ne göre "Peygamberimiz bir gün kapıya çıktı, o sırada ba­zı sahabiler kader hakkında konuşuyorlardı. Bu durumu gören Rasulullah'ın çehresinde kızgınlıktan sanki nar tane­leri açmıştı. Tartışan sahabilere şöyle buyurdu:
"Niye Kur'an'm bazı kısımlarını diğer bazı kısımla­rı ile karşı karşıya getiriyorsunuz? Sizden önceki ümmet­ler bu yüzden helak oldu."
Hadisin ravisi sözlerini şöyle bağlıyor:
"Peygamberimizin katıldığım hiçbir toplantısı için bu ka­dar hayıfîanmamıştım. Bunun kadar hayıflandığım, yazık­landığım bir toplantı olmamıştır. Çünkü ben o toplantıda yoktum."[15]
Görüldüğü gibi bu hadis Amr b. Şuayb'dan işitilerek bir kaç kanal tarafından rivayet edilmiştir. Öteyandan İbn-i Mace, "Sünen" adlı kaynak eserinde aynı hadisi Muavi-ye'ye dayanarak zikretmiştir. Öte yandan Ahmed b. Hanbel (halife) Mütevekkil'e[16] yazdığı mektupta[17] bu hadise yer verdiği gibi hilafet sarayındaki tartışma sırasında karşısındaki­lere:
"Kur'an'ın bazı ayetlerini diğer bazı ayetlerine karşı de­lil olarak kullanmamız yasaklanmıştır" dedi. Çünkü bu de­ğerli imam, bu hadise uymamanın, ona karşı çıkmanın yolaçacağı büyük fesadı iyi biliyordu. Yine bu hadisle aynı an­lama gelen başka bir hadise de Tirmizi Ebu Hurejre'ye da­yanarak yer vermiştir. [18]

Kader İle İlgili Tartışmalar


Bu konuda söylenecek söz çoktur, fakat bizim şimdiki maksadımız bu değildir. Bizim şimdiki asıl amacımız daha önceki ümmetlere benzemenin bu ümmet için taşıdığı teh­likeyi vurgulamaktadır. Çünkü yukardaki hadisin özü Pey­gamberimizin belirttiği gibi "İnsanoğlunun helak oluşunun temel sebebi kader hakkında tartışmaktır." Sebebine gelin­ce "Evren, aydınlık ve karanlık olmak üzere iki zıt gerçek­ten meydana gelmiştir" diyen Mecusilerin[19] mezhebi ol­sun, Evren'in "Kadim (varlığının başlangıcı yok)" diyen Sabiilerin[20] (yıldızlara tapanların) ve diğer maddecilerin mez­hepleri olsun, bu ümmetin ve diğer ümmetlerin mecusileri-nin[21] nice mezhepleri olsun, şeriatleri inkar eden bir çok akımların mezhepleri olsun, bunların hepsi temelde kader ko­nusuna dayanır.
Sebebine gelince bu akımlar, Allah'ın eyleminin (fiilinin) sebebini, yani yaptıklarının nedenini tartışma konusu yap­tılar. Böyle olunca Cenab-ı Allah'ı sıradan varlıklara ben­zetmenin gereği olarak, O'nun eylemlerini neden bağlaya­bilecekleri bir şey ortaya koymak istediler ve sapıklığın koyusuna düştüler. Çünkü ya Allah'ın eyleminin sürekli şekilde O'nun özüne yapışık olduğunu, ya bu eylemlerin İki ayrı yapıcısı (faili) olduğunu, ya eylemin bir kısmını Allah'ın ve diğer kısmını yaratıkların işlediklerini ileri sürmüşlerdir.
Öteyandan Allah'ın eylemi (fiii) ile emri arasında ken­dilerince çelişki gördüklerinde de ya "O yaptığın zıddım em­retmez" veya "O emrettiğin zıddım takdir etmez" demişlerdir. Böylece kimi kaderi onaylayıp Allah'ın emrini inkar ederken, kimi de, O'nun emrini onaylayıp kaderi inkar et­miştir. Çünkü tarafların her ikisi de zaman zaman bu ikisi­nin (kader ile emrin) bağdaşmasını imkansız saymışlardır. Tarafların her biri, karşı tarafın onayladığını inkar eder­ken yanılgıya düşmüştür.
Bu sık sık böyle olur. Çünkü bir şeyin hükümlerinden, ek­lenti ve uzantılardan önce o şeyin Özü, kendisi tartışmaya ko­nu olur. Bu böyle olduğu için Peygamberimiz "Onun (Kur'an'ın) bildiğiniz kısımlarını uygulayınız ve bilme­diğiniz kısımlarını da bilenlere havale ediniz" buyur­muştur.
Bu hadisleri burada ele almaktaki maksadımız , Kur'an-ı Kerim'den okuduğumuz Allah'ın (c.c.) "Daha öncekiler gi­bi eğriliğe daldınız" buyruğuna paralel vurgulamaların sün­nette ve hadiste varolduğunu göstermektedir. İşte sahabiler-den Vakıd-ı Leysi'nin[22] şu anlattıkları da bu kategoridendir:
"Peygamberimizle birlikte Huneyn savaşma çıkmıştık. O sırada biz daha yeni müslüman olmuştuk. Bir ara müşrikle­rin bir ağacın çevresinde halkalandıkları ve silahlarını da bu ağaca astıklarını gördük. Buna "Zat-ı Envat" adını veri­yorlardı.
Biz de bir ağacın yanına varınca Peygamberimize:
"Ya Rasulallah, biz de, onlar gibi, zat-ı Envat yapalım mı?" deyince Rasulullah bize şu cevabı verdi:
"Allahu ekber! Bu dediğiniz onların geleneklerinden biridir. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederek söylü­yorum ki, bu söyledikleriniz, İsrailoğullarının Musa'ya:
"Ey Musa, onların nasıl ilahları varsa bize de öyle bir ilah yap" demelerine benzer."                   (Araf: 7/138)
Sizden öncekilerin gelenek ve adetlerine ilerde düşün­meden dalacaksınız."[23]
Bu arada daha önce sunduğumuz bu konudaki iki hadi­si tekrar hatırlayalım. Buhari ile Müslim'in Ebu Said-ül Hudri'ye dayandırarak yer verdikleri ilk hadiste Peygambe­rimiz şöyle buyurmuştu:
"Sizden öncekilerin geleneklerine kesinlikle kılıkilı-na uycaksınız. Öyle ki, onlar kertenkele deliğine girse siz de (mutlaka bir hikmeti vardır) diyerek oraya gireceksi­niz." Sahabelerin:
"Ya Rasulallah, bizden öncekilerden kasdmız yahudiler ile hristiyanlar mıdır?'* şeklindeki sorusuna karşılık Rasulullah:
"Başka kimler olabilir?" diye cevap verdi.
Buhari'de[24] yer alan ve Ebu Hureyre tarafından rivayet edilen ikinci hadiste de Peygamberimiz şöyle buyurmuştu:
"Ümmetim dirsek dirsek, karış karış daha önceki dönemlerin yolunu benimseyecektir."[25]
Sahabilerin: 'Tersleri ve Bizanslıları mı kastediyorsunuz şeklindeki sorusuna Peygamberimiz:
"Daha başka kimler var ki?" diye karşılık vermiştir.
Bütün bu hadislerde haber kaynağı olan Peygamberi­miz, bu benzeme olaylarının maydana geleceğini önceden bildirmiş ve böyle yapacak olanları kınamıştır. Tıpkı Kıya­met gününün eşiğinde meydan gelecek olan alamet nitelik­li kötülükleri ve işlenecek olan büyük haramları Önceden ha­ber verişi gibi. Bunlardan açıkça anlaşılıyor ki, yahudilere, hristiyanlara, perslere ve bizanshlara benzemek gerek Al­lah'ın ve gerekse Peygamberimizin kınadıkları bir tutumdur. Bizim buradaki amacamaz da bunu belirtmektir. [26]

Benzemekten Sakındırmanın Yararı


"Kitab ile sünnet bu benzemenin meydene geleceğini önceden haber verdiklerine göre bunu yasaklamanın ne fay­dası olabilir?" diyemeyiz. Çünkü aynı kitab ve sünnet Kıya­met gününe kadar bu ümmet arasında Allah tarafından Pey­gamberimize gönderilen gerçeklere bağlı bir kesimin her za­man varolacağını ve yine bu ümmetin hiçbir zaman sapık­lıkta birleşmeyeceğini de haber veriyor. Böyle olunca diğer ümmetlere benzemeyi yasaklamak hakka bağlı kesimin art­masını, kökleşmesini ve imanının kuvvetlenmesini sağlayı­cı etki yapar. Duaların kabul edicisi olan Allah'dan, bizle­ri de bu hakka bağlı kesimden eylemesini diliyoruz.
Ayrıca bu yasaklama ile hiç kimsenin söz konusu benzer­likten vazgemeyeceği farzedilse bile, verilen bu bilgiler sayesinde bu çirkin tutumun kötülüğü bilinmiş ve buna inanılmış olacaktır. Oysa Allah'ın hoşlanmadığı bir şeyi bilme ve bu konuda inanç sahibi olmak da yararlı bir şeydir. Her ne kadar bu bilginin gerektirdiği gibi davranılmamış olsa bi­le. Daha doğrusu bilmek ve inanmak, bilgi ile birlikte olma­yan ajnelden ve davranıştan daha önemli ve daha faydalıdır. Çünkü insanın iyiliği tanıyıp, kötülüğün kötü olduğunu ka­bul etmesi ne iyiliği tanıyan ve ne de kötülüğün kötülüğü­nü bilen ölü kalbi bir kimse olmasmdan çok daha iyidir.
Baksanıza, Peygamberimiz (s.a.v.) Müslim'de yer alan şu hadiste ne buyuruyor:
"İçinizden kim her hangi bîr kötülük görürse onu eli ile değiştirsin (bilfiil ortadan kaldırsın). Eğer buna gücü yetmezse onu dili ile değişirsin (kötülüğün kötü olduğunu dile getirsin). Eğer buna da gücü yetmezse kötülüğü kal­bi ile değiştirsin (ona karşı nefret beslesin). Bu imanın en zayıf derecesidir."[27]
Başka bir rivayete göre hadisin son kısmı:
"Bunun (kötülüğe karşı kalble nefret duymanın) ötesin­de hardal tanesi kadar bile iman yoktur."[28] şeklindedir.
Kalbin kötülüğe karşı çıkışı, söz konusu davranışın kö­tü olduğuna inanması ve bu yüzden o davranıştan nefret et­mesi demektir. Bu durum meydana gelince, kalbde iman var demektir. Buna karşılık kalb, bu doğruyu tanıma ve kötülü­ğe çıkma yeteneğini kaybedince iman ortadan kalkmış olur.
Ayrıca insan bir günahı ısrarla işlemeye devam ettiği, onu sildirecek hiçbir iyilik yapmadığı halde bu günah için istiğ­far edebilir ve yaptığı işin günah olduğunu bildiği takdirde, onu daha az işleyebilir ve işlenmesi uğruna daha az istekli olur.
Bütün bunlar bir yana biz insanların kötülüğü bırakma­yacaklarını, hatta yaptıkları kötülüğün kötülük' olduğunu kabul etmeyeceklerini kesinlikle bilsek bile, bu durum Pey­gamberimizin getirdiği mesajı halka tebliğ etmemize, onla­ra gerçekleri açıklamamıza engel değildir. Hatta bu durum Ahmed b. Hanbel'den gelen iki rivayetten birine ve bir çok bilginin görüşüne göre tebliğ zorunluluğunu, iyiliği emre­dip kötülüğü yasaklama gereğini ortadan kaldırmaz.[29] Al­lah'a hamdolsun ki, Peygamberimizin haber verdiğine gö­re:
"Kıyamet gününe kadar bu ümmet arasında hakkı tu­tup destekleyen bîr kesim her zaman bulunacaktır."
Bu söylediklerimiz sırf .ele aldığımız bu yabancılara benzeme konusuna mahsus değildir. Tersine bu durum, Kur'an ve hadiste meydana geleceği önceden haber verilen her kötülük için geçerlidir.
Kur'an'da yer alan kafirlere benzemeyi yasaklayıcı de­lillerden biri şu ayettir:
"Ey müminler, sakın Raina (bizi gözet) demeyiniz. Onun yerine unzurna (bize bak) deyiniz. Kafirleri acı bir azap bekemektedir."                             (Bakara: 2/104)
Gerek Katade[30] ve gerekse başka bazı tefsir bihginleri[31]
bu ayeti açıklarken "Yahudiler bu sözü alay etmek maksa­dı ile kullanıyorlardı. Bu yüzden Cenab-ı Allah, müminle­rin onlar tarafından kullanılan bir sözü kullanmalarını hoş görmemiştir."[32] diyor. Katade bu konudaki sözlerini "Yahu­diler Peygamberimize alay etmek maksadı ile "Raina sama-ka" (işitmenle bizi gözet) derlerdi. Bu söz yahudi dilinde çir­kin bir küfür anlamına geliyordu" şeklinde bağlıyor.
Ahmed b. Hanbel'in[33] naklettiğine göre tefsir bilgini Atıyye Avfi[34] bu ayeti açıklarken şöyle diyor: "Bir gurup ya­hudi Peygamberimize gelerek "Raina sam'aka (işitmenle bizi gözet)" derlerdi. Zamanla bu deyimi müslümanlar da kul­lanmaya başlayınca Cenab-ı Allah, onların yahudiler tarafın­dan söylenen bu sözü kullanmalarını hoş görmemişti."[35]
Tefsir bilginlerinden Ata,[36] bu konuda "Bu söz, cahiliy-ye döneminde Ensar (Medineliler) arasında kullanılan yöre­sel bir deyimdi"[37] derken Ebu Aliye[38] aynı konuda "Arap müşrikleri biribirlerine bir şey anlattıkları zaman olayı an­latan taraf arkadaşına "Rainisamak (İşitmenle beni gözet)" derdi. Bu yüzden müslümanlarm bu deyimi kullanmaları yasaklandı"[39] diyor ve Dehhak[40] da bu açıklamaya katılıyor.
Tefsircilerin bu açıklamaları kesinlikle belirliyor ki, bu deyim müslümanlarm dilinde yahudi dilinde olduğu gibi kü­für anlamına gelmemesine rağmen, yahudiier tarafından kullanıldığı için müslümanlarm onu ağıza almaları yasak­lanmıştır. Sebebine gelince bu noktada yahudilere benzemek, kafirlere benzemenin bir unsuru ve onların amaçlarını ger­çekleştirmelerinin bir aracı sayılmıştır. Şimdi de şu ayetle­ri okuyalım:
"Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenler­le Sen'in hiçbir işin yoktur, onların işi Allah'a kalmıştır. İlerde Allah onlara yaptıklarını tek tek bindirecektir."
(En'am: 6/159)
Bilindiği gibi "Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bö­lünenler kafirlerdir. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle bu­yuruyor:
"Sakın kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrı­lığa saplanıp ihtilafa düşenler gibi olmayınız."
(Al-iİmran: 3/105)
"Kitab ehli, ancak kendilerine açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler."                        (Beyyine: 98/4)
"Biz Hristiyanız diyenlerden de söz almıştık, ama onlar uyarıldıkları konuda paylarını almayı unuttular. Bu yüzden Kıyamet gününe kadar onların arasına kin ve düşmanlık saldık. Allah ilerde onlara ne yaptıklarını bir bir haber verecektir."                         (Maide: 5/14)
Cenab-ı Allah (c.c.) yahudilerle ilgili olarak da şöyle buyuruyor:
"Hiç şüphesiz, Rabbinden sana indirilen gerçekler onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttıracaktır. Bu yüzden biz onların arasına Kıyamet gününe kadar süre­cek bir kin ve düşmanlık saldık."              (Maide: 5/64)
Okuduğumuz ayetlerin ilkinde Cenab-ı Allah, Peygam­berine:
"Onlarla Sen'in hiçbir işin, hiçbir ilgin yoktur." bu­yuruyor. Bu ifade Rasulullah'ın kafirlerden her bakımdan ve her konuda ilgisini kesmesini, onlardan uzak olmasını ge­rektirir. Çünkü her hangi bir özel konuda başkasına uyan kimse o konuda "Ondan" dır. Bilindiği gibi insan "Ben fa­lancadanım" veya "falanca bendendir" demek ister. Çünkü iki tekil şahıs ancak tür bakımından birleşebilirler. Tıpkı Ce­nab-ı Allah'ın (c.c):
"Onlar biribirlerindendir" şeklindeki ayeti ve Rasulul-Iah'm Ali'ye (r.a.):
"Sen Ben'densin. Ben de Sendenim"[41]demesi gibi. Buna karşılık eğer "biri" "Benim falanca ile hiçbir ilgim, hiç­bir işim yok" derse bu söz "Benim onunla hiçbir ortak yö­nüm yok, ben onun her şeyinden uzak ve ilgisizim" de­mektir.
Şimdi düşünelim. Cenab-ı Allah, Peygamberi ile kafir­ler arasında hiçbir ilginin, hiçbir ortak yönün bulunmadığı­nı açıkça belirttiğine göre, gerçekten Peygamber'e bağlı olanların, tıpkı Peygamberimiz gibi kafirlerden uzak ve onlarla ortak yönlerinin bulunmaması gerekir. Buna karşı­lık kim kafirlerle uyum ve bağdaşma halinde olursa, bu uyum ve bağdaşma oranında Rasulullah'a ters düşüyor de­mektir. Çünkü ortada dinleri yönünden biribirine taban ta­bana zıt iki kişi düşünürsek bunlardan birine ne oranda benzersen öbürüne o oranda ters düşmüş olursun.
Şimdi de ayetleri inceleyelim:
"Göklerde ve yerde bulunan varlıkların tümü Al­lah'a aittir. İçinizdeki duyguları gizlesiniz de açığa vur-sanız da Allah sizi bunlardan hesaba çeker, sonra da di-ledeğini af edip dilediğini azaba çarptırır, Allah her şe­ye kadirdir. Peygamber, Rabbi'nden kendisine indirilen gerçeklere inandı, müminler de öyle. Hepsi Allah'a, Al­lah'ın meleklerine, kitablanna ve peygamberlerine inan­dılar ve "O'nun peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Rabbimiz, bizi bağışlama­nı dileriz. Dönüşümüz sanadır. Allah, hiç kimseye gücü­nün dışında bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyi­lik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi zararınadrr. Rabbimiz, eğer unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tut­ma! Bize bizden öncekiler gibi ağır yük yükleme. Rabb'imiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükleri yükle­me! Bizi affet bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlamız-sm (efendimiz, koruyucumuzsun), kafirler güruhuna kar­şı bize yardım eyle."                       (Bakara: 2/284-286)
Müslim'de yer aldığına göre sahabilerden Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor:
Yukardaki ayetlerin ilki inince sahabiler sıkıntılı bir şe­kilde Peygamberimizin yanma koştular. Yanından ayrıl­mak üzere hayvanlarının sırtına binecekleri sırada:
"Ya Rasulallah, bize yapabileceğimiz kadar namaz, oruç, cihad ve zekat yükle. Fakat sana inen bu ayetin gereğini ye­rine getirmeye gücümüz yetmez" dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz kendilerine şu karşılığı verdi:
"Yoksa sizden önceki ehl-i kitab gibi -Duyduk ve karşı geldik- mi demek istiyor sunuz? Tersine sizler -Duyduk ve boyun eğdik. Rabbimiz Sen'den mağfiret di­leriz, dönüşümüz sanadır- deyiniz."
Sahabiler bu sözleri tekrarlayıp dillerini bunlara alıştır­dıktan kısa bir süre sonra Cenab-ı Allah (c.c.) "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilen gerçeklere inandı, müminler de Öyle. Hepsi Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandılar ve "O'nun peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Rabb'imiz Sen'den mağfiret dileriz, dönüşümüz sanadır" anlamında­ki ayetleri indirdi.
Sahabiler bu ayetlerdeki buyruğa uyunca, Cenab-ı Allah (c.c.) ilk ayetin hükmünü neshederek (yürüklükten kaldırarak) şu ayeti indirdi:
"Allah hiç kimseye gücünün dışında bir şey teklif et­mez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi zararınadır."
"Rabb'imiz, eğer unutur ya da yanılırsak bizi so­rumlu tutma, bize bizden öncekiler gibi ağır yük yükle­me! Rabb'imiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükleri yükleme, bizi affet, bizi bağışla. Sen bizim mevlamızsin! Kafirler güruhuna karşı bize yardım eyle"[42]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz kendisi ile görüşmeye ge­len sahabilere Allah'ın emirlerini daha önceki ehl-i kitab gi­bi karşılamaktan sakındararak, onlara "Duyduk ve uyduk" demelerini emrediyor. Bunun üzerine de Allah sahabilerin bu tutumlarından hoşnut olarak daha önceki ümmetlerin omuzlarına yüklemiş olduğu ağır yükleri ve yükümlülükle­ri onların üzerinden kaldırıyor.
Nitekim Cenab-ı Allah, Peygamberimizin niteliklerini be­lirtirken:
"Üzerlerinde daha önceden kalan ağır yükleri ve ta­şınması zor sorumlulukları kaldırır" diye buyurarak O'nun, kitab ehlinin sırtlarında bulunan ağır yükleri ve ta­şınması zor zorunlulukları ümmetinin sırtından kaldırdığı­nı belirtiyor. (A'raf: 7/157) Az önce belirttiğimiz gibi mü­minler bu yolda Allah'a dua edince peygamberimiz onlara dualarının kabul edildiğini haber vermiştir. Bu durum her ne kadar farz kılmanı ve haram edileni ortadan kaldırmak ise de Cenab-ı Allah, kendisine karşı gelinmesini istemediği gi­bi izin verdiği kolaylıkların kullanılmasını da sever.[43]
Aynı şey peygamberimiz için de geçerlidir.
Gerçekten peygamberimiz bu tip ağır yükler ve taşıma­mızı zor zorunluluklar bakımandan kitab ehlinebenzemeyi hoş karşılamadığı için "İslamda Ruhbanlık110 yoktur."[44] diyerek sahabilerini ömür boyu bekar yaşama zorunluluğundan uzak durmaya çağırmış, sahurda yemek yemeyi emre­derek[45] geceleri ara vermeksizin oruç tutmayı yasakla­mış[46] ve keşişlerden bahsederken "onlar kitab ehlinin ma­nastırlarda kalan artıklarıdır" diyerek bizi onlara benze­mekten alakoymuştur. Bu konu gerçekten çok geniştir. Şim­di de şu ayeti okuyalım:
"Ey müminler, sakın yahudiler ile hristiyanlan dost edinmeyiniz. Onlar biribirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse o artık onlardandır."
(Maide: 5/51)
Cenab-ı Allah (c.c.) başka bir ayette de yahudileri dost edinen münafıları kınayarak şöyle buyuruyor:
"Allah'ın gazabına uğramış bir kavmi dost edinenle­re baksana! Onlar ne sizdendirler ve ne de onlardan. On­lar bile bile yalan yere yemin ederler. Allah onlar için ağır bir azab hazırladı. Onlar nekötü bir iş yapmışlar­dır! Yeminlerini kalkan yapıp insanları Allah'ın yolun­dan çevirdiler. Bu yüzden onları küçük düşürcü bir az­ab bekliyor. Onların ne malları ne de evlatları başları­na gelecek olan Allah'ın gazabı savamaz. Onlar orada ebedi kalmak üzere cehennemliktirler. Allah onların hepsini yeniden dirilttiği gün dünyada söze yemin ettikleri gibi O'na da yemin edip müslüman olduklarını söy­leyecekler ve yalan yere yemin etmenin kendilerine bir faydası olacağını sanacaklardır. Haberiniz olsun ki, on­lar gerçekten yalancıdırlar. Şeytan onları pençesi altına alarak kendilerine Allah'ı anmaya unutturmuştur. On­lar şeytanın hizbidirler. Haberiniz olsun ki, şeytanın hizbi kaybedecektir. Alah'a ve O'nun Rasulüne düş­man olanlar en alçak kimseler arasındadırlar. Allah -Ben ve peygamberlerim kesinlikle galip geleceğiz- diye yaz­dı. Hiç şüphesiz Allah güçlü ve üstündür. Allah'a ve ahiret gününe inananların, babaları, oğulları, kardeşle­ri veya akrabaları bile olsa, Allah'a ve Rasulullah'a düşman olanlarla dostluk kurduklarını göremezsin. On­lar o kimselerdir ki, Allah kalblerine iman yazmış ve ken­dinden bir ruh ile desteklemiştir. Allah onları altların­dan ırmaklar akan cennetlere ebedi olarak yerleştirecek­tir. Allah onlardan razı, onlar da O'ndan razıdırlar. İş­te bunlar Allah'ın hizbidirler. Haberiniz olsun ki, Al­lah'ın hizbine mensup olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."                             (Mücadele: 58/14-22)
Cenab-ı Allah (cc.) Kur'an'in başka bir yerinde de şöy­le buyuruyor:
"Onlar ki, iman ettiler, göç ettiler, Allah yolunda malları ve canları ile savaştılar ve onlar ki yurtlarına gö­çenleri barındırıp korudular. İşte bunlar bir birlerinin dostları (velileri) dırlar. İman edip de göç etmeyerek müşrikler arasında kalanlara gelince kendileri göç edin­ceye kadar onlara karşı hiçbir koruyuculuk (velilik) so­rumluluğunuz yoktur. Fakat eğer din konusunda siz­den yardım isterlerse onlara yardım etmeniz gerekir. Yalnız bu yardjım anlaşmalı olduğunuz bir guruba karşı olmamalıdır. Allah yaptıklarınızı görür. İnkar edenler de birbirlerinin dostlarıdır.Eğer bu prensibe uymayarak biribirlerinizi desteklemezseniz yeryüzünde büyük bir fitne ve kargaşalık meydana gelir. Onlar ki, iman et­tiler, göç ettiler, Allah yolunda savaşılar ve onlar ki, kentlerine göç eden müminleri barındırdılar, onlara yardım ettiler. İşte gerçek müminler onlardır, onlar için bağış ve keremli rızık vardır. Onlar ki, sonradan iman edip göçederek sizinle birlikte savaştılar. İşte onlar da sizdendirler."                                     (Enfal: 8/72-75)
Görüİdüğü gibi Cenab-i Allah (c.c.) bu ayetlerde MeJc-ke'li (muhacir) ye Medine'li (ensar) müslümanlar arasnda ve bunlarla daha sonra Kıyamet gününe kaçiar'iman edip gö­çederek Allah yolunda savaşacaklar arasında dostluk ilişki­si kuruyor. Muhacir (göçmen) aslında Allah'ın yasakların­dan kaçınan kimse demektir.[47]
Cihad (Allah yolunda savaşmak) da Kıyamet gününe kadar geçerlidir.[48]
Bu iki sıfat her insanda ayrı ayrı bulunabilir. Gerçekten çoğu yumuşak huylu insanlar kötülüklerden sakınmaya yat­kındırlar, fakat cihada eğilimli değildirler. Buna karşılık sert mizaçlı ihsanlar da, cihada yatkın olurken kötülüklerden uzak kalmaya eğilimli değildirler. Oysa, Cenab-ı Allah, bu iki sıfatı kişiliklerinde birleştirenler arasında dostluk ilişki­si kuruyor. Bu özelliğe sahip olanlar gerçekten inanmış Muhammed (s.a.v.) ümmetidir.
Kur'an'ın başka bir yerinde şu ayetlerle karşılaşıyoruz:
"Sizin dostunuz ancak Allah, Allah'ın R a sulu ile na­mazlarını kılan, zekatlarını veren ve rüküa varan mü­minlerdir. Kim Allah'ı, Allah'ın Rasulünü ve mü'min-leri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar yalnız Al­lah'ın hizbinin mensupları, Allah'ın taraftarlaridilar. Ey müminler, sizden önce kitab verilmiş olanlardan dinini­zi alay ve eğlence konusu yapanlarla kafirleri dost edin­meyiniz. Eğer inanıyorsanız sadece Allah'dan korku­nuz."                                                     (Maide: 5/55-57)
Bu ayetlerin Kur'an'da bir çok benzerleri vardır. Bu ayetlerde Cenab-ı Allah (c.c.) kendisinin hizbi, ordusu ve ta­raftarları olarak nitelediği müminler arasında gerçek an­lamlı bir dostluk kurulmasını emrederken, bu kimselerin ka­firleri sevemeyecekleri ve dost edinemey çeklerin i haber vermektedir.
Sevgi ve dostluk kalble ilgili duygular olmakla birlikte görünüş bakımından kafilerden farklı ve başka olmak, mü­min için onlarla ilişkileri koparıp zıtlaşmaya girişmekten da­ha kolaydır. Buna karşılık kafirlere görünüş bakımından ortak olmak, eğer şu veya bu şekilde, uzaktan ve yakından sevginin ve dostluğun sebebi veya bahanesi değilse, bu tu­tum ilişkileri koparmak ve zıtlaşmaya girişme durumunun yararına değildir, tam tersine şu veya^bn şekilde ilişki kur­maya sürükleyici bir faktördür. Tabii kurallar böyle gerek­tirdiği gibi, şimdiye kadarâeneyler bunu göstermiştir. Böyle olduğu içindir ki, ilk dönem müslümanları bu ayetleri ka­mu görevlerinde kafirlerin çalıştırılmaması gerektiğinin delilleri saymışlardır.
Nitekim Alimed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre Ebu Musa el-Eşari[49] şöyle bir olay anlatıyor:
Bir defasında Ömer'e:
"Benim hristiyan bir sekreterim var, buna ne dersin?" di­ye sordum. Bana:
"Allah canını almasın, niye böyle yaptın? Cenab-ı Al­lah'ın:
"Ey müminler, sakın yahudiler ile hristiyanları dost edinmeyiniz, onlar biribirlerini dostlarıdırlar" şeklinde­ki ayetini duymadın mı? Bir müslüman sekreter tutsaydın ya" diye karşılık verdi. Kendisine;
"Ey Emirül mü'minin, beni ilgilendiren onun yazı yaz-masıdır, dini onu ilgilendirir" deyince de, bana "Allah on­ları horladığı için ben onları onurlandıramam, Allah onla­rı aşağıladığı için ben onları yükseltemem, Allah onları uzaklaştırdığı için ben onları yakınıma alamam" şeklinde ce­vap verdi.[50]

Yahudi ve Hristiyanlara Ters Düşmek


Kur'an'ın buyruğu, Peygamberimizin sünneti ve raşid ha--Hfelerin uygulamaları böyle olduğu için bütün fıkıh alimle­ri, kafirlere ters düşülmesi, onlara özenilmemesi gerektiği hususunda görüş birliğine varmışlardır. Mesela Ebu Hurey-re -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen bir hadise göre Peygamberimiz (s.a.v.):
"Yahudiler ile hristiyanlar saçlarını boyamazlar siz onların yaptıklarının tersini yapınız."[51] buyurmuştur. Yani Rasulullah doğrudan onlara ters düşülmesini kesinlik­le emretmiştir.
Buradaki ifade düzenlemesinden açıkça anlaşılıyor ki, saçları boyama emrinin gerekçesi yahudilere ve hristiyan­lara ters düşmektedir. Çünkü: "Yahudiler ve hristiyanlar saçlarını boyamazlar, siz onların yaptıklarının tersini ya­pınız" ifadesi bu ters düşme emrinin gerekçesinin yahudi ve hristiyanlann saç boyamamaları olduğunu gerektirir. Yani "saçlarınızı boyayınız, çünkü onlar boyamazlar". "Bo­yama" emrinin gerekçesi "Onların boyamaması olunca bu durum onlara ters düşme amacının boyanma emri üzerinde etkisi olmasaydı, boyanma emrinin hemen arkasından "on­ları" yani yahudilerle hristiyanları anmanın hiçbir .anlamı ol­mazdı.
Fakat şunu da belirtelim ki, bu hadis onlara ters düşme­nin şeriatın amacı olduğunu ispatlıyorsa da, bu durum on­lara düşülen davranışın aynı zamanda yararlı olmasına en­gel değildir. Burada iki önemli nokta vardır.
Biri şu ki, dış görünüş bakımından onlara ters düşmekte, Allah'ın mümin kullan hesabına doğrudan doğruya fay­da vardır. Çünkü onlara ters düşmek, onlardan ayrı ve on-İara zıt olmayı, bu da cehennemliklerin davranışlarından uzak kalmayı sağlar. Bu faydayı kalbinde nur bulunanlar kıs­men de olsa gorebilirlir. Çünkü böyleleri "Gazaba uğra­mışlar" ile"sapıkların" tutkunu oldukları manevi kalb has­talığının bütün organik hastalıklardan daha ağır bir illet ol­duğunun farkındadırlar.
İkinci noktaya gelince onların kimi adet ve gelenekleri ya zararlı veya yetersiz oldukları için yasaklanmış ve yarar­lılıkla kemale ulaşılsın diye zıdlan enırolunmuştur. Sebebi­ne gelince onların adet, gelenek ve görüşleri içinde bir ta­nesi bile yoktur ki, ya zararlı ve yetersiz olmasın. Çünkü on­ların yürürlükten kalkmış olan gelenek, görenek ve davra­nışları zaten zararlıdır. Bunların içinde asılları yürürlükten kaldırılmamış (neshedilmemiş) olanlar ise, ya eksiltilmiş ve­ya fazlalaştırılmış durumdadır. Sözün kısası onların görüş, davranış ve geleneklerinde kamil hiçbir şey bulunması dü­şünülemez,
Böyle olunca, her konuda onlara ters düşmek bizim için, yararlı ve uygundur. Hatta dünya işlerindeki bazı titizlikle­ri bile ya ahiretimizi veya onların üzerinde titizlikle durduk­larının dışında kalan daha önemli dünya işlerimizde bize za­rarlı olabilir. Demek ki, onlara ters olmayı prensip edinmek bizim yararımizadır.
Bu konuyu biraz irdelersek anlarız ki, kafirlik kalb has­talığına benzer, hatta daha ağır bir illettir. Kalb hasta olun­ca vücudunun hiçbir azası tam anlamı ile sağlıklı olmaz. Bu­na göre kalbi hasta olana hiçbir davranışı bakımından ben-zememelisin. Eğer organlardan her hangi birisindeki hasta­lığı farkedemiyorsan, kökteki bozukluğun mutlaka dallarda da etkisini göstereceğini bilmen yeterlidir. Bu gerçeğin far­kına varan kimse Allah'ın bu konudaki emirlerinin bazı hikmetlerini, bazı inceliklerini anlayabilir.
Buna karşılık kalbinde hastalık olanlar sırf kafirlere ters düşmek için gelen emirleri kuşku ile karşılar. Ya bunları fay­dasını kavrayamadığı için kuşkuya kapılır veya bu emirle­ri, yeryüzündeki egemenliğini pekiştirmek isteyen kralların ve hükümdarların buyruklarının benzeri sanır. Oysa, nübüv­vet (peygamberlik) egemenliği, gerçi Allah'ın "kimileri­ne verip kimilerinden geri aldığı" egemenliğin doruk noktasıdır, ama aynı zamanda Peygamberlerin gerek dünya ve gerekse ahiret ile ilgili direktiflerine uyan kullar için yararlılığın da doruk noktasıdır.
Gerçekten kafirlerin bütün davranış ve düşüncelerinde mutlaka sahiplerine yarar sağlamalarını engelleyen bir bo­zukluk vardır. Zaten onun herhangi bir davranışı tam anla­mı ile sağlıklı bu yüzden ahirette sevap elde etmeyi hake-derdi. Oysa, onların tüm davranış ve düşünceleri ya bozuk veya yetersizdir. Bu böyle olduğu için bize bağışladığı İs­lam nimetinden dolayı Allah'a hamdediyoruz. O ki, nimet­lerin en büyüğü ve hayırların anasıdır.
Açıkça anlaşılmış olmalı ki, sırf yahudi ve hristiyanlara ters düşmek, şeriat koyucunun genel anlamda amacıdır. Bu yüzdendir ki, Ahmed b. Hanbel ve başka bazı imamlar saç boyama emri ters düşme gerekçesine bağlıyorlar. Nitekim îmam-ı Ahmed şöyle diyor: "Ebu Abdullah'dan işittiğime göre insan için en yerinde hareket ihtiyarlık görüntüsü olan beyaz saçın rengini değiştirip kitab ehline benzememekte­dir. Çünkü Peygamberimiz:
"İhtiyarlığı (ak saçlilık görüntüsünü) değiştiriniz. Ki­tab ehline benzemeyeniz"[52] buyurmuştur. Aynı konuda İshak b. İbrahim de "Ebu Abdulluh'ın babama şöyle dedi­ğini işitmiştim. Ey Ebu Haşİm,[53] ömründe bir kere bile ol­sa saçlarını boya, senin saçlarım boyayıp yahudilere benze­mekten uzak kalmanı isterim." demiştir.
Ahmed b. Hanbel'in delil gösterdiği bu hadisi, Tirmizi Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Öte yandan aynı hadis Zübeyr'den rivayet edilerek Nesai'de de yer almıştır.
Bu hadisin ifadesi, kitap ehline ters düşme gereğini, on­lara benzemenin yasak olduğunu daha kesin bir şekilde be­lirtmektedir. Çünkü bizim hiçbir rolümüz olmaksızın mey­dana gelmeş bir görüntüde (ak saçlılıkta) kitap ehline ben­zemek yasak olunca kendi irademezin ürünü olan davranış­larda onlara benzemek haydi haydi yasak olacak, hatta ben­zerliğin bu çeşidi birinci kategorinin tersine haram olacak­tır. Şimdi de hem Buhari ve hem de Müslim'de yer alan ve İbn-i Ömer'den -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen şu hadisi okuyalım:
"Müşrikler gibi olmayınız, bıyıklarınızı kısaltıp sakal­larınızı uzatınız."[54]
Görüldüğü gibi bu hadiste müşriklere ters düşmeyi kayıt-sız-şartsız bir şekilde emrettikten sonra:
"Bıyıklarınızı kısaltıp sakallarınızı uzatınız" buyu­ruyor. Yani her ne kadar ters düşme tutumu belirli bir dav­ranışa bağlanıyorsa da, müşriklere ters düşme İfadesinin başa alınması ve hiçbir kayda bağlanmaması sırf karşı olma tutumunun şeriat koyucunun amacı oluğunu gösteriyor. Çünkü ters düşmeyi öne almak, genel ifadeyi belirlinin önü­ne getirmek içindir. Tıpkı senin bîrine "misafirini ağırla; ona yemek ver, onunla konuş" demen gibi. Bu sözünden anlaşı­lacak şey, senin asıl amcının misafirin ağırlanmasının oldu­ğudur. Bu amacını dile getirdikten sonra bu ikramın o andaki gereği olarak bazı belirli davranışları (yemek verme, ko­nuşma) hatırlatıyorsun.
Yine aynı anlamı ifade eden ve Müslim'in Ebu Hurey-re'ye dayanarak yer verdiği bir hadise göre Peygamberimiz "Bıyıkları kısaltıp sakalınızı uzatınız, ateş perestler gi­bi olmayınız" büyümüştür.
Burada da şeriat koruyucunun ateş perestlere (mecusilere) benzememeyi amaç edindiğini görüyoruz. Bu amaç va­rılan hükmün ya tek gerekçesi, ya gerekçelerinden biri ve­ya gerekçenin bir bölümüdür.
Bu böyle olduğu için ilk müslümanîar (selef) gerek bu konuda ve gerekse başka konularda ateşperestlere ben­zemenin yanlışlığını anlayınca Peygamberimiz tarafın­dan'açıkça belirtilmeyen ateşperest geleneklerinden de uzak durmuşlar, onlardan hoşlanmamışlardır. Nitekim Muruz[55] diyor ki:
"Bir defasında Ahmed b. Hanbel'e enseyi traş etmek konusundaki görüşünü sordum. Bana bir mecusi (ateşperest) adetidir, kim bir kavme özenirse onlardandır."[56] diye kar­şılık verdi. Bu arada aynı İmam-ı Hanbel:
"Kan aldırmadan önce enseyi traş etmenin mahzuru yoktur" demiştir. Yine bu konuda Mu 'temir b. Süleyman[57] diyor ki:
"Babam saçlarını kestirirken, ensesini traş ettirmezdi. Kendisine bunun nedeni sorulunca -Acemlere benzemek mekruhtur da ondan- diye cevap verirdi."
Görüldüğü gibi müslümanlar söz konusu hareketin hoş ol-mayaşını bazan kitab ehline benzemeye ve bazan da acem­lere özenmeye bağlıyorlardı. Bilindiği gibi her iki gerekçe de sünnetle belirtilmiştir. Üstelik Peygamberimiz, daha ön­ce belirttiğimiz gibi müslümanların hem berikilere ve hem de ötekilere benzeyeceklerini önceden haber vermişti.
Şimdi de sahabelerden Şeddad b. Evs'den[58] -Allah on­dan razı olsun- rivayet edilen şu hadisi okuyalım. Ebu Da­vud'un yer verdiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuru­yor:
"Yahudilere ters düşünüz, onlar pabuçları ve mestle­ri ile namaz kılmazlar."[59][60]
Görüldüğü gibi yahudilerin pabuçlarım çıkarmaları Ce-nab-ı Alah'ın (c.c.) Musa'ya -selam üzerine olsun-:
"Pabuçlarını çıkar" şeklindeki buyruğuna dayandığı halde yine onlara ters düşülmesi emredilmiştir. (Tana: 12) Öte yandan Müslim'in Amr İbn-i As'a dayandırarak yer verdiği bir hadise göre Peyfamberimiz şöyle buyuruyor:
"Bizim orcumuzla kitab ehlinin orucu arasındaki fark sahur yemeğidir."[61]
Bu hadiste söz konusu zümereleri ibadetlerinin biribir-lerinden ayrı olmasının şeriat koruyucu tarafından amaç edinildiğinini belirtiyor. Nitekim Ebu Davud'un, Ebu Hu-reyre'ye dayanarak yer verdiği bir hadiste Peyfamberimiz bu amacı daha güçlü bir ifade ile vurgulayarak şöyle buyuru­yor:
"Müslümanlar akşam olur olmaz vakit geçirmeksizin iftar ettikleri sürece, bu din üstünlüğünü koruyacak­tır. Çünkü yahudiler ve hnstiyanlar iftar etmeyi gecik­tirirler."[62]
Bu hadisin belirttiğine göre vakit gelince gecikmeksizin iftar etme sayesinde bu dinin kazanacağı üstünlük sırf iftar zamanı konusunda yahudi ve hristiyanlara ters düşülmesi­nin sonucudur. İşin bir de şu yanı var. Bilindiği gibi Peygam­berimizin gönderilmesinin amacı "Allah'ın dinini, diğer tüm dinlerden üstün kılmaktır. "Yahudi ve hristiyanlara ters düşmek bu dinin üstünlük kurmasını sağladığına göre demek ki, yahudi ve hristiyanlara ters düşmek Peygambe­rin gelişinin en Önemli amacıdır. Bu arada İbn-i Mace'nin Abbas'a dayanarak ve îmam-ı Ahmed'in, Saib b. Yezid'e[63] dayanarak yer verdikleri şu hadis bu konuyu daha açık bir şekilde dile getirmektedir:
"Ümmetim yahudilere özenerek akşamı yıldızların doğuşuna ve sabahı da hristiyanlara özenerek yıldızla­rın batışına kadar ertelemedikleri sürece hayırlı yolda­dırlar."[64]
Öteyandan Ahmed b. Hanbel'in anlattığına göre Bişr b. Hasasiye'nin[65] eşi Leyla[66] şöyle bir olay anlatıyor:
"Bir defasında akşam iftar etmeden iki gün arka arkaya oruç tutmak istemiştim. Eşim Bişr bunu yapmama engel olarak bana şöyle dedi:
"Vaktiyle Peygamberimiz böyle yapmama engel olarak bana:
"Böylesini hristiyanlar yapıyor. Sizler Allah'ın emret­tiği gibi oruç tutunuz ve Allah'ın emrettiği şekilde oru­cunuzu sona erdiriniz. Allah için -orucu akşama kadar tamamlayınız.- demektedir. Buna göre akşam olunca orucunuzu bozunuz."[67] buyurmuştur.    (Bakara: 2/187)
Görüldüğü gibi bu olayda akşam iftar etmeden oruç tut­manın yasaklanmasına bu şekilde oruç tutmanın hristiyan orucu oluşu gerekçe olarak gösteriliyor. Bu adet de Peygam­berimizin başka bir hadiste buyurduğu gibi onların kendi ka­falarından uydurdukları ruhbanlık anlayışının bir ürününe benzemektedir.
Bir de Müslim'de yer alan şu olayı gözden geçirelim: Hammad[68] b. Sabit'in[69] sahabilerden Eınes b. Malik'e dayanarak anlattığına göre yahudiler bir kadın aybaşı olunca onunla aynı sofrada yemek yemezler, ev içinde onunla bi-rarada kalmazlardı. Sahabiler aybaşıh kadınlara karşı nasıl davranacaklarını Raslulullah'a sorunca Cenab-ı Allah şu ayeti indirdi:
"Sana hayız hakkında soru soruyorlar. De ki, "O bir pisliktir. Hayız döneminde kadınlardan uzak durunuz, temizlenmedikçe onlara yaklaşmayınız. Temizlendikle­rinde onlarla Allah'ın emrettiği şekilde münasebette bulununuz. Allah tevbe edenleri temizlenenleri sever"
(Bakara: 2/222)
Bu ayetin inmesi Peygamberimiz bu konuda soru so­ranlara "Cinsi münasebet dışında onlarla birlikte her şeyi yapınız" buyurdu. Peygamberimiz bu sözlerini işiten yahudiler öfkeye kapılarak "Bu adam bizim karşı çıkmadık hiçbir adetimizi barakmamak istiyor, her yaptığımıza kar­şı çıkmakta kararlıdır" dediler. O sırada sahabilerden Useyd b. Hudayr[70] ve Abbad b. Bişr[71] (r.a.) Peygamberimize ge­lerek "Ya Rasulallah, yahudiler şöyle şöyle diyorlar. Acaba aybaşılı kadınlarla hiçbir araya gelmesek olmaz mı?" di­ye sorulur. Bu soru üzerine Peygamberimiz'İn yüzünün rengi değişti. Biz de O'nu soru soran o iki sahabiye kızdı­ğını sandık. Bunun üzerine o iki kişi çıkıp gitti, yolda Rasulullah'a hediye gelen bir tas sütle karilaştılar. Peygambe­rimiz hemen onları geri çağırtarak kendilerine o sütten ik­ram etti. Bunun üzerine onlara kızmadığını anladık."[72]
Bu hadis, Cenab-i Allah'ın Peygamberimize bir çok ko­nuda yahudilere karşı çıkmayı emrettiğini, hatta onun bütün yahudi geleneklerine ters düşmeyi ilke edindiğini ve bu yüzden yahudilerin O'nun hakkında:
"Bu adam, hiçbir istisna tanımaksızın bizim bütün adet­lerimize karşı çıkmak istiyor" dediklerini belgelemektedir.
Ayrıca bu ters düşme bazan hükmün aslında ve bazan sa­dece şeklinde, biçiminde olur. Cenab-ı Allah'ın aybaşılı kadınlara pisliğin kaynağı dışında yaklaşmayı meşru ve serbest bırakması gibi. Nitekim bazı sahabiler bu konuda ya­hudilere ters düşmeyi meşru sınırların dışında kalan başka alanlara taşırmak isteyince Peygamberimiz'İn yüzünün ren­ginin değiştiğini görüyoruz.
Aslında bu konu -temizlik konusu- yahudilerin kendile­rine ağır yükler yükledikleri, dar sınırlamalar getirdikleri bir konudur. Buna karşılık hristiyanlar Allah'ın hiçbir iznine da­yanmaksızın bu sınırlamaların tümünü ortadan kaldırdılar. Gerçi yahudilerin koymuş oldukları sınırlamalar ve kısıtla­malar da meşru değildi. Buna göre bu konuda Allah'ın em­retmediği kısıtlamalar tanıyıp, onlardan kaçınmak yahudi­lere ve Allah'ın kaçınılmasını emrettiği yasakları çiğne­mek de hristiyanlara yaklaşmak olur. Yolların en doğrusu Hz. Muhammed'in (s.a.v.) yoludur. [73]

Yasak Vakitler


Müslim'in, Ebu Umame'ye[74] dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Amr b. Abese[75] (r.a.) şöyle bir olay an­latıyor:
Ben cahiliye (İslam Öncesi) döneminde insanların sapık yolda oldukları, hiçbir gerçeğe dayanmadıkları ve yanlış ye­re putlara taptıkları kanaatinde idim. Bir ara Mekke'de bir adamın ortaya çıktığını ve bu adamın bazı haberler verdiği­ni işittim. Hemen bineğimin sırtına atlayıp, onun yanına var­dım. Baktım kî, o adam Allah'ın Rasulü idi. O sırada gizli çalışıyor ve kabilesinin ağır baskısı altında bulunuyordu. Mekke'li bazı dostlarımın aracılığı ile O'nun yanma girdim. Aramızda şu konuşma geçti:
Ben: "Kimsin sen?" Rasulullah: "Ben bir peygamberim" Ben: "Peygamber nedir?" Rasulullah: "Beni Allah görevlendirip gönderdi" Ben: "Allah Sen'i hangi ilkelerle gönderdi?" Rasulullah: "Allah beni akrabaları gözetmek, putları kırmak ve Allah'ı bilip O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak ilkeleri ile gönderdi." Ben:
"Bu ilkelerde senin yanında olanlar kimlerdir?" Rasulullah:
"Bir hür kişi ile bir köle" -O sırada yanında henüz sa­dece Ebu Bekir ile Bilal vardı-. Ben:
"Ben de sana uyuyor, senin tarafına geçiyorum."
Rasuluİlah şu günlerde bunu yapamazsın, buna gücün yet­mez. İnsanların bana karşı takındıkları tavrı görmüyor mu­sun? Böyle yapacağına şimdilik ailenin yanına dön. İlerde Ben'im açıktan açığa ortaya çıktığımı işitince o zaman ya­nıma gel.
Rasuluİlah'in bu direktifi üzerine ailemin yanma döndüm. Bir süre sonra Rasuluİlah Medine'ye göçtü, o sırada ben he­nüz ailemin yanında idim. Olup bitenler hakkında haber edinmeye çalışıyor, bu konuda gidip gelenlere soru soruyor­dum. Bu sırada kabilemize Medine'H bir adam geldi. Ken­disine:
"Medine'ye göç eden şu adamın durumu nasıl oldu?" di­ye sordum. Bana:
"Halk akın akın yanına koşuyor. Kabilesi onu öldürmek istedi, ama yapamadılar" diye cevap verdi.
Bunun üzerine Medine'ye gidip, yanma vardım. Ara­mızda şu konuşma oldu: Ben:
"Ya Rasululah, beni tanıdın mı?" Rasuluİlah:
"Evet, sen Mekke'de beni görmeye gelen falancasın." Ben:
"Ya Rasulallah, Allah'ın sana bildirdiği ve benim bilme­diğim konular hakkında bana bilgi ver, bana namaz hakkın­da bilgi ver." Rasuluİlah:
"Sabahleyin namaz kıl. Arkasından güneş doğup yük­selinceye kadar namazdan uzak dur. Çünkü güneş doğar­ken şeytanın iki boynuzu arasından doğar, o sırada ka­firler güneşe secde ederler. Sonra yine namaz kıl, o an­dan sonra kılınacak namaz gölgeler bir mızrak boyu oluncaya kadar makbul ve yerindedir. Sonra yine nama­za ara ver. Çünkü o sırada Cehennemin ateşi tutuşturu­lur. Zeval vaktinin geçişinden sonra yine namaz kıl. Çünkü o sırada ikindiyi kihncaya kadar kılınacak olan namaz makbul ve yerindedir. Çünkü o sırada güneş şey­tanın iki boynuzu arasında batar ve bu esnada kafirler güneşe secde ederler. (Hadis bu şekilde devam eder)."[76]
Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz bu hadiste güneş doğar ve batarken namaz kılmayı yasaklıyor ve bu yasağın gerekçesi olarak da güneşin şeytanın boynuzları arasından doğup battığını ve bu sırada bir kısım kafirlerin güneşe secde ettiklerini belirtiyor.
Şimdi düşünelim. Herkes bilir ki, mümin hiçbir zaman Allah'dan başkasına secde etmeyi düşünmez. Üstelik insan­ların çoğu ne güneşin şeytanın boynuzları arasından do­ğup battığım ve ne de kafirlerin o sıralarda güneşe secde et­tiğini bilir. O halde Peygamber Efendemizin söz konusu va­kitlerde namaz kılmayı yasaklaması kafirlere benzemenin bütün yollarını kesinlikle kapatmak içindir.
Günümüzde bu yasağın bazı faydalarını iyi anlıyoruz. Çünkü müslüman görünen, fakat aslında yıldızlara tapan ba­zı müşrikler, (sabiiler) yıldızlara saygı göstermekte, onların insanların ihtiyaçarını karşıladıklarını sanarak onlara secde etmekte, hatta onlar adına kurban kesmektedirler. Bu arada İslama bağlı olduğunu ileri süren bazı kimseler yıldızlara ta­pan ve Brahmanist müşriklerin tapınma adetleri hakkında ki­taplar yazmaktadırlar. Bunu akılları sıra mevki elde etmek gibi bazı dünyalık amaçları uğruna yapıyorlar. Bu inanç biçimi, hükümdarları Nemrutlar olan Kenanlıların[77] bü­yücülüğe dayalı mezhepleri idi. Cenab-ı Allah, Hz. İbrahim'i (a.s.) dosdoğru dinle ve Allah'dan başka ilah tanıma ilkesi İle işte bu müşrikleri uyarmaya gönermişti.
Günümüzde bile böyle yapanlar olduğuna göre şeriat koyucunun -Yani Peygamberimizin- kaçamak yollarını tı­kamak için söz konusu vakitlerde namaz kılmayı yasaklama­sının hikmeti meydana çıkıyor. Bu yasak bize hatırlatıyor ki, müşriklerin bile bile yaptıkları küfür ve isyan niteliği taşı­yan bütün tapınmalar ve onların bütün sapık adetleri biçim ve görüntü olarak bile müminlere yasaktır, her ne kadar müminler bu tapınma ve adetlere şekil olarak özenirken onların niyetlerini taşımasalar bile, kaçamak yollarını tıka­mak ve benzeme ihtimalini köklü biçimde ortadan kaldırmak için bu böyledir.
Peygamber Efendimizin bir ağacın veya bir direğin arka­sında namaz kılarken o ağacı veya direği ya sağına veya so­luna alarak asla tam karşısına almaması da bu gerekçeye da­yanır.[78] Tıpkı bunun gibi O, genel olarak Allah'dan başka tapılan her şeye karşı namaz kılmayı, namaz kılanan o şe­ye tapınma niyeti olmamasına rağmen yasaklamıştı. Yine bu yüzdendir ki, Rasulullah insana karşı secde etmeyi de yasak­lamıştı. Her ne kedar secde edenin Önündeki adama secde et­mek gibi bir maksadı yoksa da, Allah'dan başkasına secde edenlere görünüşte bile benzememek için bu yasak kon­muştur.
Baksana, şeriat, namazda dönülecek yön ve namaz kılı­nacak vakitler konusunda başkalarına benzeme ihtimalini na­sıl kestirip atmıştır. Nasıl müşriklerin kıblesine dönerek namaz kılmak yoksa, onların karşılarında kıldıkları nesne­lere yönelerek namaz kılmak da yasaktır. Hatta bu ikinci­si daha tehlikeli bir fesad sebebidir. Çünkü kıble şeriatlerin maddelerinden biridir, peygamberlerin ve şeriatlerin de­ğişmesi ile değişebilir. Fakat Allah'dan başkasına tapın­mama, secde etmeme ilkesi, bütün peygamberler tarafından ortaklaşa paylaşılan inanç sisteminin kesin bir yasağı, tar­tışılmaz bir haramıdır. Nitekim Cenab-ı Allah (c,c.) şöyle bu­yuruyor:
"Sen'den önce gönderdiğimiz peygamberlere sor, acaba Rahman olan Alah'dan başka tapılacak ilahlar or­taya sürdük mü?"                                  (Zuhruf: 43/45)
Bu arada Ebu Davud'da belirtildiğine göre İbn-i Ömer (r.a.) bir gün namaz kılarken oturma halinde sol eline daya­nan birini görünce kendisine:
"Namazda bu şekilde oturma, çünkü azaba çarptırıla­cak olanlar bu şekilde oturur"[79] dedi. Başka bir rivayete gö­re adamı "Bu, gazaba uğramışların namaz kılma şeklidir" başka bir rivayete göre de "Rasullah namazda otururken ele dayanmayı yasakladı" diyerek uyarmıştır.
Görüldüğü gibi bu hadiste "azaba uğrayacakların" otur­masına benziyor gerekçesi ile namazda belirli bîr oturma şek­li yasaklanmıştı. Bu olay onların gelenek ve davranışların­dan uzak durmak konusunda ne kadar titizlik gösterildiği­ni belirtiyor.
Bir de şu rivayeti okuyalım. Buhari'nin Mesruk'a[80] da­yanarak bildirdiğine göre Aişe (r.a.) -eller belde iken namaz kılmayı hoş görmez ve böyle yapanı görünce:
"Yahudiler böyle yapar"[81] derdi. Aynı konuda sahabiler-den 'Ebu Hureyre'nin "Peygamberimiz, kişinin elleri ile be­lini tutarak namaz kılmasını yasakladı"[82] dediği bir kaç koldan rivayet edilmiştir. Bu konuda Ziyad b. Sabih de:[83] "Bir gün İbn-i Ömer'in yanında namaz kılıyordum , el­lerimi belime koymuştum. Namaz bitince İbn-i Ömer bana -Bu yaptığın ipte sallanan idam hükmü gibi namaza durmak­tır. Peygamberimiz bu şekilde namaz kılmayı yasaklamış­tır." demiştir. Bu sözler Ahmed b. Hanbel'in[84] Müsned'inde Ebu Davud'da[85] ve Nesai'de[86] yer almıştır. [87]

Oturan Bir kimseye Ayakta Durarak Hürmet etmek Yasaktır.


Yine Müslim 'de Ebu Davud'da anlatıldığına göre saha-bilerden Cabir b. Abdullah[88] şöyle diyor:
Bir gün Peygamberimiz rahatsızlandığı için oturarak na­maz kılmıştı. Biz de O'nun arkasında ayakta namaz kıldık. Tekbirlerini Ebu Bekir[89] cemaate duyuruyordu. Birara ayakta kıldığımızı görünce, derhal bize oturarak kılmamı­zı işaret etti biz de hemen oturarak onun gibi namaza devam ettik. Selam verince bize dönerek şunları söyledi;
"Az önce Persler ve Bizanslılar gibi yapıyordunuz. Onlar oturan hükümdarları karşısında ayakta dikilirler. Sizler onlar gibi yapmayınız. Namazda imamlarınıza uyunuz. Eğer imamlarınız ayakta kılıyorlarsa ayakta ve eğer oturarak kılıyorlarsa, oturarak kılınız."[90]
Şimdi de şu hadisi gözden, geçirelim. Ebu Davud'un, Ebu Süfyan'a[91] dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Cabir şöyle diyor:
"Peygamberimiz bir gün Medine'de bir ata binmiş ve bin­diği attan çürük hurma üzerine düşerek ayağı .burkulmuştu. Ziyaretine varınca kendisini Ayşe'nin odasında oturarak teşbih çekerken bulduk. Arkasına geçip durduk, bize bir şey demedi. Bir sonraki ziyaretimizde kendisini yine otura­rak farz namazı kılarken bulduk. Hemen arkasında durup kendisine uyduk bize oturarak kılmamızı işeret etti. Na­maz sona erince bize dönerek şöyle dedi:
"İmam oturarak kılınca siz de oturarak kılınız. Buna karişilık imam ayakta durarak kılınca siz de ayakta kı­lınız. Sakın Perslerin büyüklerine yaptıkları gibi yapma­yınız."[92]
Başka bir rivayete göre hadisin son cümlesi:
"Acemlerin birbirlerine yaptıkları gibi Ben'i ululamayınız."[93] şeklinde olmalıdır.
Görüldügü gibi bu hadiste Peygamberimiz, sahabilere na­mazın farzlarından biri olan Kıyam'ı (ayakta durmayı) bı­rakmalarını emrediyor ve bu emrine gerekçe olarak da otu­rarak namaz kıldıran imamın arkasında ayakata durarak kı­lacak olan cemaatın, oturan hükümdarlarına ayakta dikile­rek saygı gösteren perslere ve bizanshlaia benzeyeceğini göstermektedir. Oysa bidiğin gibi, imama uyan kimse asla imam için değil, Allah için ayakta durmaktadır.
Bu uygulama, oturan bir kimseye ayakta durarak hürmet etmeyi şiddetle yasaklayan örnektir. Peygamberimiz her ne kadar bu maksatla yapılmasa bile, buna benzeyen davra­nışları da yasaklamıştır. Nitekim o, bir insana karşı Allah için secde etmeyi ve ateş ile benzerleri gibi Allah'ın dışında tapılan şeylere karsa namaz kılmayı da yasaklamıştır. Bu ha­diste de perslerin bizanslıların adetlerine benzer bir davra­nışı yasaklıyor. Gerçi bizim niyetimiz onlarm niyetlerinden iarkhdır, ama buna rağmen Rasulullah: "Öyle yapmayınız" buyuruyor.
Ayrıca bu hadis imamın oturarak namaz kıldırması ko­nusunda ister yürürlükte olsun, isterse geçersiz olsun, bizim konumuz açıs.ndan delil olma özelliği geçerlidir. Çünkü oturarak namaz kıldmna hükmünün kalkması, konumuza ışık tutan gerekçenin geçersiz olmasnı değil, bu gerekçeye baskın gelen dnha güçlü bir gerekçenin varlığını gerektirir. Mesela namazda ayakta durmanın farz oluşu ve bu farzın sırf bir şekil benzerliği yüzünden düşmeyeceği gerekçesi gibi. Bu ıctıhad konusudur. Fakat şekil benzerliği bir farzı düşür-mek ıçm yeterli birsebep oluşturmasa bile, Peygamberimizin bu yolda göstermiş olduğu gerekçe gücünü ve geçerli­liğini korumaya devam eder. Çünkü namazda ayakta durmak aslında başkalarına benzemek değildir, bu yüzden yasak olmayabilir. Herhangi bir gerekçeye dayandırılan bir hüküm yürürlükten kalkar da, gerekçe varlığını korursa bu durum­da yürürlükten kaldırma anında daha baskın bir gerekçenin rol oynamış veya bu gerekçenin etkisi zayıflamış demektir. Fakat bu durumda söz konusu gerekçenin kökten asılsız sayılması söz konusu değildir, hatta imkansızdır.
Bütün bunlar bu hadisin hükmünün yürülükten kalkmış olması durumunda söz konusudur. Oysa doğru rivayete gö­re bu hadis yürülüktedir, Peygamberimiz'in vefatından son­ra birden çok sayıda sahabe onu uygulamıştır, bu uygulama Rasulullah'm ölüm öncesi hastalığı sırasındaki namazı bil­melerine rağmen gerçekleşti. Bu hüküm öyle açık ve kesin şekilde Peygamberimiz'e maledilmiş ki, ölüm öncesi sıra­sındaki namazın bu hükmü yürürlükten kaldırmış olacağı ih­timali imkansız görülüyor.
Buna göre ya iki hüküm de geçerledir. Çünkü ayakta durma (kıyam) eylemi oturma, (kunud) eylemi ile çatış­maz. Ya da namazı oturarak başlamış olma durumu ile ayakta başlamış olma durumu arasında fark gözetilmiştir. Çünkü ayakta başlamış olan namaz hadisdeki "İmam otura­rak kıldığı zaman " şeklindeki ifadesinin kapsamına girmez. O zaman da gerekçede dile gelen bozukluk sözkonusu olmaz. Ayrıca namazın sonunu baş tarafına dayandırmak onu ima­mın namazına dayandırmaktan daha Önceliklidir (evladır).
Bu alandaki bir başka delil de şudur. Sahabilerden Uba-de b. Samit [94]Allah ondan razı olsun- şöyle diyor:
"Peygamberimiz cenazeyi mezarlığa kadar uğurladığın­da Ölü mezara konmadıkça oturmazdı. Bir defasında karşı­laştığı bir hristiyan keşişi kendisine:
"Biz de böyle yapıyoruz, ya Muhammed" deyince ölünün mezara konuşunu beklemeden hemen oturdu ve sahabilere de
"Bunlara ters düşünüz" buyurdu. Bu hadis Ebu Davud[95] Tirmizi ve İbn-i Mace'de yer almıştır.
Bu konuda söylenecek bîr kaç sözüm var. Şöyle ki, ge­rek cenaze geçerken ayağa kalkılıp kalkılmayacağı ve gerek­se cenazenin mezarlığa kadar uğurlanınca mezara konunca­ya kadar oturulup oturulmayacağı konusunda alimler arasın­da görüş ayrılığı vardır. Ayakta durmayı emreden hadisler sayıca çok ve meşhurdur. Fakat hükmün yürürlükten kalk­tığına veya yanından cenaze geçenlerle ilgili kısmının yü­rürlükten kaldırıldığında inanan alimlerin dayanağı Hz. Ali tarafından rivayet edilen hadisle Ubade'nin rivayet ettiği bu hadistir. Her iki görüşün geçerli olması, bağdaşması da mümkündür. Çünkü bu durum cenazeyi mezarlığa kadar uğurlayanlar ölü mezara konuncaya kadar değil, tabutu ta­şıyanların omuzlarından indirilinceye kadar ayakta kalırlar. O zaman da bu hadis de ya diğerleri birlikte gözönüne tutu­lur veya öbürlerini yürürlükten kaldırıcı olur.
Burada da gerekçe hristiyanlara ters düşmektedir. Bu hadisi delil olarak kullanmayanlar onun zayıf olduğunu ile­ri sürüyorlar. Fakat o gerçekten zayıf olsa bile bu durum onun hristiyanlara ters düşülmesi konusunda delil tutulma­sını zedelemez.
Buhari'de belirttiğine göre Abdurrahman b. Kasım[96]:
"Babam Kasım[97] cenazenin önünden yürür ve onun için ayağa kalkmazdı" diyor. Bu konuda Aişe'nin (r.a.) de şöyle dediği haber veriliyor:
"Cahiliyye döneminde halk cenaze için ayağa kalkar ve cenazeyi görünce üstüste iki kere -Hep ailenin yanında ola­caksın- derlerdi.[98] Nitekim ayağa kalkmayı mekruh sayan­lar bunun bir cahiliye dönemi adeti olduğuna dayanmışlar­dır."
Öteyandan İbn-i Abbas tarafından rivayet edilen bir ha­dise göre Peygamberimiz:
"Lahid bizim için, çukur bizim dışimizdakilerin ölü­leri içindir"[99] buyuruyor. Bu hadis dört hadis kaynağında da yer almıştır.
Yalnız Ahmed b. Hanbel tarafından kaydedilen bir riva­yete göre hadisin iki cümlesi "Çukur kitab ehlinin ölüle­ri içindir."[100] şeklindedir. Bu hadîs bizim ölülerimizi me­zarın dibine yerleştirme biçimi konusunda bile kitab ehline ters düşmemiz gerektiğini vurgular.
Yine cenaze konusunda Abdullah b. Mesud'un (r.a.) ri­vayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.)-'
"Cenazenin arkasından yanaklarını kamçılayanlar, göğsünü paralayanlar ve cahiliye dönemi ağıtlarını ba­ğıranlar bizden değildirler."[101] buyuruyor. Cahiliye ağıt­larından maksat, ölünün, arkasından söylenen soyla övün­me mahiyeti sözlerdir.
Yine bu konuda Ebu Malik-i Eş'ari[102] tarafından rivayet edilen bir hadise göre Peygamberimiz şöşle buyuruyor:
"Şu dört şey cahiliye dönemi adetlerindendır, üm­metim bunlardan vazgeçemeyecektir:
1) Asaletle övünmek,
2) Nesebe dil uzatmak,
3) Yıldızlardan yağmur dilemek,
4) Ölünün arkasından bağıra bağıra ağıt yakmak. Ağlayıcı kadınlar ölmeden önce tevbe etmedikleri
takdirde kıyamet günü katrandan bir şalvara ve ziftten bir gömleğe bürünmüş olarak mezarlarından doğrulur­lar."[103] Bu hadis Müslim'de yer almıştır.
Görüldüğü gibi Peygamberimiz cahiliyye zihniyetine dayalı ağıtları yeriyor ve insanların bazı cahiliyye adetlerin­den vazgeçmeyeceklerini haber vererek bu. adetleri sürdü­renleri kınıyor.
Bu hüküm bütün cahiliyye adet ve davranışlarının îslam dininde kınandığını gösterir. Öyle olmasaydı, yukarda sayı­lan sevimsiz davranışları cahiliyye dönemine maletmek, bu davranışlar için aşağılayıcı bir faktör sayılmazdı. Oysa, bilindiği gibi bu davranışları cahiliyye dönemi ile irtibatlan-dırmak onları aşağılamak, kınmakla aynı anlama gelmiştir. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c):
"İlk cahiliyye dönemi kadınları gibi süslenip kırıta ki-rıta gezmeyiniz." buyuruyor.[104] Bu ayet hem "kadınların süslenip püslenerek kırıta kırıta gezmelerini" ve hem de "ilk cahiliyye dönemi" nin durumunu yeriyor, aşağılıyor. Bu da genellikle cahiliyye döneminin insanlarına benzemenin yasak olduğunu gerektirir. Sahabilerden Ebu Zerr[105] bir
gün bir başka sahabiye anasına dil uzatarak hakaret edince, Peygamberimiz’inkendisi “Sen şahsında cahiIiyye kalıntıları bulunan birisin” [106]diyerek azarlaması da bu ka­bildendir. Peygamberımiz'in bu azan hem söz konusu kö-
tü huyu ve hem de İsIamiyetin onaylamadığı cahiliyye ah­lakım kınayıcı niteliktedir. Şu ayet de aynı espriyi taşır:
Kafirler kalblerini taassupla, cahiliyye taasubu ile doldurduklarında Allah, Peygamberi ile müminlere ağır başlılık bağışladı.»                                    (Fetih: 48/26)
mirada taassub" un "cahiliyye" ye dayandırılması bu hu­yun kınanmasını gerektirir. Tabi ki, cahiliyye dönemi ile il­gili butun adet ve davranışlar da aynı şekilde kınanma kap­samına girecektir. Yine Müslim'in, Ebu Hureyre'ye daya­narak verdiğine göre Peygamberimizin:
"Şu iki davranış insanlara yapmış birer küfür unsu-rucıur:
1) Nesebe dil uzatmak
2) Ölünün arkasından bağıra bağıra ağıt yakmak "[107]
Buradaki "insanlara yapışık birer küfür unsuru" deyimi “bu iki davranış insanlarda bulunan birer küfür kmırıntısıdır" demektir.Buna göre bu iki davranışın kendileri birer küfürdür, kafirliğe mahsus davranışlardandır ve insanlarla varlık­larını sürdürürler.
Yalnız şunu belirtmemiz gerekir ki, üzerinde kafirliğin herhangi bir unsurunu bulunduran kimse sırf  bu yüzden gerçek anlamı ile kafir olmaz. Tıpkı şahsında herhangi bir müminlik unsuru bulunduran kimsenin sırf bu kadarlıkla bi­linen gerçek anlamı ile mümin olamayacağı gibi. Biraz da­ha açıklarsak Peyfamberimiz'in:
"Kul ile kafirlik-veya müşriklik- arasında sadece na­maz kılmamak vardır"[108] hadisinde geçen belirtme edat­lı "Kafirlik" ile belirtme edatsız mutlak anlamlı "Kafirlik" terimi arasında anlamca fark vardır. Tıpkı bunun gibi mut­lak anlamla "Kafir" veya "Mümin" terimleri ile Peygambe­rimizin:
"Ben'den sonra tekrar birbirinin boyunlarını vuran kafirler haline dönmeyiniz."[109] sözünde geçen "kafir" te­rimi arasında da anlam farkı vardır. Peygamberimizin "Bir­birlerinin boyunlarını vuran" ifadesi buradaki "kafir" deyi­minin hangi anlamda kullanıldığını açıklıyor. Buradaki "kafirler" terimi dilbilgisi bakımından geçici ve şartlı ola­rak bu anlamı taşır, yoksa mutlak anlamlı "kafir" veya "mü­min" terimleri kategorisine girmezler. Nitekim Cenab-ı Al­lah "O fışkıran sudan yaratıldı" ayetinde meniyi "su" olarak adlandırıyor. Fakat bu geçici ve şartlı bir adlandırma­dır, yoksa "Eğer su bulamazsınız, temiz toprakla teyem­müm ediniz." ayetinde geçen gerçek ve mutlak anlamlı "su" ile aynı kategoriye girmez.[110]
Yine sahabilerden Cabir b Abdullah'ın (r.a.) anlattığı ve Buhari ile Müslim'de yer alan şu olaylar da bu kabildendir:
"Peygamberimizle (s.a.v.) birlikte savaşta (Tebiik Sava­şı) idik. Muhacirlerden (Mekke'lilerden) çok sayıda kişi bu savaşa katılmıştı. Bunlar arasında bulunan şakacı bir adam Ensar'dan (Medine'İllerden) birinin kaba etine alay at­mak maksadı ile bir tokat vurdu. Ensar'dan olan arkadaşı­mız buna çok kızdı ve çıkan tartışma üzerine her ikisi de ken­di tarafını kışkırtmaya kalkıştı. O, Yani Ensar'dan olan ar­kadaşımız:
"Buraya bakın, Ey Ensar" ve Muhacirlerden olan taraf da:
"Buraya bakın, Ey Muhacirler" diye bağırdılar.
Gürültüyü işitince ortaya çıkan Peygamberimiz:
"Ne bu cahiliyye kişkıtmaları, ne oldu bu adamla­ra?" diye seslendi. Kendisine Muhacirlerden olan arkada­şın Ensar'dan olan arkadaşa alay maksatlı bir tokat vurdu­ğu anlatılınca:
"Bırakın bu adeti, pis bir şakadır o" buyurdu. Fakat münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selul[111]:
"Bu adamlar üzerimize gelmeye kalkışmadılar mı? Val­lahi, eğer savaştan geri dönersek üstün olanlarımız aşağılık olan tarafı Medine'den çıkaracaktır." diyerek Ensar'ı kışkırt­maya devam etti.[112] Bunu işiten Ömer:
"Ya Rasulallah, bu pis herifi öldürmeyelim mi?" deyin­ce Rasulullah onun görüşüne karşı çıkarak:
"Hayır, çünkü o zaman -Muhammed arkadaşlarını öl­dürüyor- derler"[113] buyurdu. [114]

Müminler Her Durumda kardeşini Desteklemelidir.


Öteyandan Müslim'de yer aldığına göre yukardakine benzer bir olayı sahabilerden Cabir şöyle anlatıyor:
Bir defasında biri muhacirlerden ve öbürü Ensar'dan olan iki genç arasında kavga çıktı. Bunun üzerine Muhacir­ler kendi taraflarını:
"Ey Muhacirler, buraya bakın" ve Ensar da kendi taraf­larını:
"Ey Ensar, buraya bakın"diye kışkırtmaya kalkıştılar.
Durumdan haberdar olan Rasulullah ortaya çıkarak
"Nedir, bu yoksa cahiliyye usulü kışkırtma mı var?" diye seslendi. Sahabiler kendisine
"Hayır, ya Rasulallah, sadece iki genç biribirleri ile kav­ga etti ve arkasından biri öbürünün kaba etine hakaret mak­satlı bir tokat vurdu" diye karşılık verince Peygamberimiz sözlerini şöyle bağladı:
"İyi o zaman mesele yok. Kişi ister haksızlık etmiş ol­sun, isterse haksızlığa uğramış olsun, kardeşine yar­dımcı olmalıdır. Eğer haksızlık etmiş ise onu bundan vazgeçirsin, bu ona yardım etmektir. Eğer haksilığa uğ­ramış ise de onu desteklesin."[115]
Bu iki isim, yani "Muhacirler" ile "Ensar" isimleri Kur'an'da ve hadislerde kullanılan şeriat kaynaklı (meşru) terimlerdir. Cenab-ı Allah bu iki zümrenin mensuplarını ve bizleri:
"Gerek daha önceki kitaplarda ve gerekse bu ki-tab'da (Kur'an'da) Müslümanlar" olarak adlandırdı.[116] Buna göre bir kimsenin "Muhacirlere" veya "Ensara" men­sup olduğunun söylenmesi Allah ve Rasulullah katında gü­zel ve makbul bir nîsbet şeklidir, bunlar kabile ve şehir nisbetleri gibi sırf tanıtma maksadı ile kullanılan mubah nis-bet belirtme şekillerine benzemedikleri gibi bidata ve güna­ha götüren mekruh ve haram nisbet şekillerinden de başka­dırlar.
Böyle olmasına rağmen bunlar mensuplarını biribirleri-ne karşı kışkırtmaya kalkışınca Rasulullah bu davranışına karşı çıkarak onu:
"Cahiliyye kışkırtması, cahiliyye taasubu" olarak ad­landırdı. Fakat kendisine bu kışkırtmanın topluluk tarafın­dan değil, sadece iki genç tarafından yapıldığı anlatılınca haksızlık edene engel olunmasını ve haksızlığa uğrayana da arka çıkılmasını emretti. Böylece Peygamberimiz böylesi­ne durumlarda sakıncalı olanın sadece tıpkı cahiliyye döne­minde olduğu gibi kişinin haklı-haksız ayırım yapmaksızın kendi tarafını tutması olduğunu, buna karşılık insanının haklı yere ve ölçüyü kaçırmaksızm kendi tarafına arka çık­masının bazan vacip ve bazan da müstehap olan yerinde bir tutum olduğunu belirtmek istemiştir.
Nitekim Ebu Davud ve İbn-i Mace de yer aldığına göre sahabilerden Vasile b. Aşka[117], (r.a.) diyor ki:
Bir defasında Rasulullah'a: "Taassub nedir?" diye sordum. Bana: Yine Ebu Davud'da [118]yer aldığına göre Süraka b. Ma­lik[119] şöyle diyor:
Bir defasında Peygamberimiz bize verdiği bir hutbede:
"Aranızdaki hayırlılar, günah işlemedikçe, aşiretini savunan kimselerdir"[120] buyurmuştur.
Yine Ebu Davud'un sahabilerden Cübeyr b. Mutim'e[121] dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuru­yor:
"İnsanları zümre tassubuna çağıran (kışkırtan) kim­se sizden değildir. Zümre taassubu uğruna savaşan biz­den değildir. Zümre taassubu uğruna ölen bizden değil­dir."[122]
Ayıca Ebu Davud'un, İbn-i Mesud'dan rivayet ederek kaydettiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yine bu konuda şöyle buyuruyor:
"Kim haksız bir konuda kendi kavmini desteklerse onun hali uçurumdan düşmüş de kuyruğundan yukarı­ya çekilmeye çalışılan bir deveninkine benzer."[123]
Bu iki zümre ismini benimsemek ve bu zümrelere men­sup olmak Allah'ın ve Rasulullah'ın sevgisini kazandırdı­ğına göre, ya mubah veya mekruh olan nisbet ve ilişkilere taassupla nasıl bağlanabilir? Sözün kısası, şeriatta yeri olan bir zümre ismine mensup olmak, başka her hangi bir gurup-landırma ismine bağlanmaktan daha iyidir. Baksana bu ko­nuda Ebu Davud'un, bildirdiğine göre İran asıllı bir köle olan sahabilerden Ebu Ukabe[124] ne diyor?:
Peygamber Efendimizle birlikte Uhud savaşma katıl­mıştım. Bir ara "Al sana, bu da İran asıllı bir köle olan benden sana bir ders olsun" diyerek karşıma çıkan bir müş­rike bir darbe vurmuştum. Bunun üzerine bana doğru dönen RasuluUah "Al sana, bu da Ensar'dan bir köle olan ben­den sana bir ders olsun-desen olmaz mıydı?"[125] buyurdu.
Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz, bu sahabiyi Ensar'a mensup olduğunu söylemeye teşvik ediyor. Her ne kadar bu bağlılık kölelik ilişkisine dayansa da, bu bağlılığı benimse­meyi, aslında doğru olan ve haram da olmayan İran asıllı-ğa bağlılığından daha makbul tutuyor. Anlaşılan bu titizli­ğin hikmetlerinden biri, insan nefsinin mensup olmayı benimsediği tarafı savunma eğiliminde oluşudur. Yukardan be­ri gözden geçirdiğimiz hadislerin tümü bir şeyin cahiliyye dönemi ile ilişkili olmasının o şeyin kınanmış ve yasak ol­masını gerektirdiğini açıkça gösteriyorlar. Bu da kayıtsız şartsız olarak bütün cahiliyye adet ve davranışlarını kesin­likle yasaklamayı gerektirir ki bu kitabın maksadı da budur.
Bu hadislerin bir diğer benzeri Ebu Davud'da yer alan ve Ebu Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilen aşağıdaki hadis­tir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hadiste şöyle buyuru­yor:
"Allah sizin cahiliyye gururu ve o dönemin atalarla öğünme zihniyeti ile ilginizi kesti. İster takva bağlısı bir mümin, isten günahkar bir kimse olunuz bu zihniyetten uzak olmalısınız. Sizler hepiniz Adem'in torunlarısınız, Adem de topaktan yaratılmıştır. Bazı kimseler kavimle­ri ile öğünmeyi mutlaka bıraksınlar. Böyleleri birer ce-hehennem kömürüdürler veya Allah katında burunları ile koku kovalayan pislik böceğinden daha geçersizdir­ler."[126]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz gururu ve övünmeyi "Cahiliyye" dönemine bağlayarak onu kınıyor. Yani bu huylar cahiliyye zihniyetinin unsurları oldukları için kı­nanmaya uğruyorlar. Bu durum cahiliye zihniyeti ile irtibatlı olan her adet ve davranışın kınanmasını, hor görülmesi­ni gerektirir. Aynı ana fikri işleyen başka bir hadis de Müs­lim'de yer alan ve yine Ebu Hureyre'den rivayet edilen şu hadistir. Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Kim başa itaati bırakıp cemaatten ayrılır da, bu halde iken ölürse cahiliye ölümü ile ölür. Kim zümre ta­assubu ile öfkelenir, zümre taassbunu kışkırtır veya zümre taassubunu destekleyerek kör döğüşünü sembo­lize eden bir sancağın altında savaşır da ölürse, cahiliye dönemindekilere benzer bir şekilde öldürülmüş olur. Kim ümmetime karşı isyan eder de iyi-kötü ayırımı yap­maksızın herkesin boynunu vurur ve müminlerin kana girmekten bile kaçınmaz, ayrıca yaptığı antlaşmalara bağlı kalmazsa Ben'den değildir, ben de ondan deği­lim."[127]
Peygamberimiz bu hadiste fıkıh alimlerinin ölüm ceza­sına müstehak gördükleri üç gurubu, yani asilleri, saldırgan­ları ve zümre taassubuna kapılarak ayrılıkçılığa kalkışanla­rı saymaktadır.
Bu gurupların birincisi hükümdara isyan edenlerdir. Peygamberimiz bu hadiste başa itattan sıyrılıp, cemaatten ay­rılmayı yasaklıyor ve başa (imama) itaattan sıyrılmış olarak ölenlerin cahiliye ölümü ile öleceklerini belirtiyor. Çünkü tarihten öğrendiğimize göre gerek Araplar ve gerekse diğer milletler cahiliye dönemlerinde yaygın egemenliğe sahip bir hükümdara itaat etmekten uzaktılar.
Peygamberimiz bunun arkasından sözü kavimcilik, hem­şehrilik ve benzeri taassublarla savaşa girişenlere getirerek böylelerinin gölgesi altında savaştıkları sancağı "Kördöğüşü sancağı" diye adlandırıyor. Çünkü böylesine bir hare­ket, hedefi belirsiz bir körler eylemidir. Bu uğurda Öldürü­lenleri de cahiliye dönemindeki öldürülmelerle aynı görü­yor. Bu kimseler isterse zümre taassubu uğruna Öfkelenmiş olsunlar, isterse doğrudan doğruya bu amaçla çatışmaya girmiş olsunlar farketmez. Peygamberimiz, Müslim'de yer alan ve yine Ebu Hureyre tarafından rivayet edien aşağıda­ki hadiste bu durumu şu şekilde açıklıyor:
"Öyle bir zaman gelecek ki öldüren niçin öldürdüğü­nü ve öldürülen de neden öldürdüğünü bilemeyecek­tir."
Peygamberimiz sahabilerden birinin:
"Bu nasıl olur?" şeklindeki sorusuna da:
"Herc-ü Merc (kargaşalık) yüzünden bu böyle ola­caktır, O durumda öldürülen de ölen de cehennemlik­tir."[128] diye cevap vermiştir.
Bir önceki hadiste sözü geçen gurupların üçüncüsü de is­lam ümmetine karşı çıkanlardır. Bunlar amaçlan mal yağ­macılığı olan yol kesiciler ile benzerleri olabilecekleri gibi mevki ve iktidar hırsına kapılan kimseler de olabilirler. Asker-sivil ayrımı yapmaksızın kendi egemenliğinde ol­mayan bir şehrin halkını tümü ile öldüren zorbalar ile, sün­netten ayrılıp başkaldırarak ayrımsız bir şekilde kıble ehli­nin kanlarını mubah görenler gibi. Ali'nin savaştığı Haru-riler[129]bu gurubun bir Örneğidirler.
Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hadisler­de anlattığı ölümleri ve vuruşmaları kınama ve yasaklama hedefi ilan ederek "cahiliye ölümleri" ve "cahiliye vurulma­ları" olarak isimlendiriyor. Aksi halde bunları yasaklamaz -dı. Bundan anlıyoruz ki, cahiliye dönemi ile irtibatlı olan ölüm, vurulma ve diğer faaliyetler kınanmış ve yasaklanmış faaliyetlerdir. Bu da cahiliye dönemi ile ilgi olan tüm dav­ranış ve adetlerin kınanmasını gerektirir ki, bizim vurgula­mak istediğimiz de budur.
Yine Buharı ile Müslim'in Marur b. Suveyd'e[130] dayan­dırarak anlattığı şu olay da bu kabildendir. Marur diyor ki:
Bir defasında sahabilerden Ebu Zerr'in üzerinde yeni bir takım elbise gördüm, kölesi üzerinde de aynı elbiseden bir takım vardı. Sebebini kendisine sorduğumda bana Pey­gamberimizin zamanında bir adamın anasına dil uzattığını anlattı. Adam Peygamberimize varıp bu olayı anlatınca Ra-sulullah:
"Ebu Zerr'in "Sen şahsında cahiliye döneminden ka­lıntılar bulunan bir adamsın" diye azarladı.
Başka bir rivayete göre Peygamberimiz sözlerine de­vam ederek Ebu Zerr'e şöyle buyurdu:
"Köleleriniz sizin kardeşlerinizdirler. Allah onları si­zin ellerinizin altına verdi. Kardeşini elinin altında bulun­duranlarınız onlara yedikleri yemekten yedvrsinler, giy­dikleri elbiseden giydirsinler ve kendilerine güçlerinin üze­rinde işler vermeyiniz. Eğer onların güçlerinin yetmeyece­ği işler verirseniz kendilerine yardım ediniz."[131]
Görüldüğü gibi, Peygamberimiz bu hadiste cahiliye ha­yatı ile ilgili adetlerin kınanmış olduğunu bildiriyor. Çün­kü Rasulullah'm "Sen de cahiliye döneminden kalıntılar var" şeklindeki ifadesi sözkonusu huyu kınamak, kötüle­mektir. Çünkü eğer cahiîiye niteliği içerdiği unsurları kınan­masını gerektirmesiydi, kullanılış maksadı gerçekleştirme­miş olurdu.
Bu arada bu hadiste neseblere dil uzatmanın bir cahiliye huyu olduğu belirtiliyor. Yine bu hadisten anladığımıza göre ilminin genişliği, fazileti ve dindarlığı ile tanınan bir kimsede "cahiliyet" "yahudilik" ve "hristiyanlık" diye ad­landırılan özellikler sisteminin bazı unsurları bulunabilir ve bu yüzden adamın kafir veya fasık olması gerekmez.
Yine Müslim'in, İbn-i Abbas'a dayandırarak kaydettiği­ne göre Peygamberimiz aynı gerçeği vurgulayan başka bir hadisinde şöyle buyuruyor:
"Allah'ın sevmediği insanlar şu üç kimseler:
1) Harem-i şerife mahsus yasakları çiğneyen kimse,
2) İslamda cahiliye geleneklerini hortlatmak isteyen kimse,
3)  Haksız yere bir insanın kanını dökmek isteyen kimse."[132]
Peygamber Efendimiz, insanlar arasında Allah'ın en sevmediği kimselerin sözkonusu üç kimse olduğunu haber
veriyor.
Bunu şöyle açıklayabiliriz. Çünkü fesad ya dinle ilgili ve­ya dünya ile ilgili olur. Dünya ile ilgili en büyük fesad hak­sız yere insan öldürmektir. Bu yüzden adam öldürmek, en büyük dini fesad ve yıkım olan kafirlikten sonraki ikinci en büyük günah sayılmıştır.
Dinle ilgili fesad ve yıkıma gelince bu iki kısma ayrılır. Bir kısmı davranışın (amelin) kendisi ile ve öbür kısmı da davranışın işlendiği yerle ilgilidir. Davanışın kendisi ile ilgili olanı cahiliye gelenekleri peşinde koşmak, onları hort­latmaya çalışmaktır. Davranışın yeri ile ilgili olan kısma ge­lince Harem-i Şerifin (Kabe'nin) saygınlığını çiğnemektir. Çünkü en önemli, en seçkin amel işleme yeri Harem-i Şe­riftir. Davranışın (amelin) işlendiği yerin saygınlığını çiğ­nemek davranışın zamanla ilgili yasaklamaları tanımamak­tan daha önemlidir. Bu yüzden Harem sınırlan içinde bazı hayvanları avlamak ve bazı bitkileri yolmak haram kılındı. Oysa aynı davranışları haram aylarda işlemek yasaklan­mıştır. Yine bu yüzdendir ki, sahih kaynakların ispatladığı gibi savaşma Harem sınırları içinde her zaman haram oldu­ğu halde, haram aylarda böyle değildir. Allahü alem bu yüzden Peygamberimiz Harem-i Şerifin saygınlığını çiğne­meyi cahiliye geleneklerini hortlatmaya çalışmakla birlik­te saymıştır.
Sözün kısası, bu üç kimse İslam'da cahiliye gelenekle­rini hortlatmak isteyen kimselerdir. İslam'da her hangi bir cahiliye adetini uygulamak isteyen herkes bu hadisin kap­samına girer.
Cahiliye geleneği (yolu, sünneti) o dönemin insanlarının uyguladıkları adetlerin bütünüdür. Yani sürekli şekilde gi­dilen yoldur. Bu yol çeşitli halk kesimlerini kapsamına alır ve ibadet sayılan ve sayılmayan davranış ve tutumları tümü ile içine alır. Nitekim Cenab-i Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sizden önce de nice gelenekler (sünnetler) gelip geç­miştir." Yeryüzünde geziniz de yalancıların akıbetleri­nin nasıl olduğunu görünüz."            (Al-i İmran: 3/137)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:
"Sizden öncekiler geleneklerine (yaşama tarzlarına) noktası noktasına uyacaksınız."[133]
"Uymak" izlemek ve örnek edinmek demektir. "Onların" geleneklerinin herhangi bir unsurunu uygulayanlar cahiliye döneminin yaşama tarzına uymuş olurlar. Bu ilke cahiliye geleneklerinden olan herhangi bir adete -ister bir bayram tö­reni olsun, isterse bunun dışında bir davranış olsun- uyulma­sının haram olmasını gerektiren genel bir kuraldır.
"Cahiliye" terimi kimi zaman belirli bir tutum -ki Kur'an ve hadislerde çoğunlukla böyledir- kimi zaman da bu belir­li tutumun sahibini ifade eder. Peygamberimiz, Ebu Zerr'e:
"Sen şahsında cahiliye zihniyetinden kalıntılar bulu­nan bir adamsın" Ömer'in "Ben cahiliye döneminde bir ge­ce itikafa girmeyi (bir yere kapanmayı) adadım" Aişe'nin:
"Cahiliye döneminde dört türlü nikah vardı" ve sahabi-ierin:
"Ya Rasulallah, cahiliye ve kötülük içinde idik" şeklin­deki sözleri cahiliye teriminin bu anlamına örnektirler. Bu cümlelerde •"cahiliye" terimi "cahiliye halinde", cahiliye yolunda" ve "cahiliye adetine göre" gibi anlamlara gelir. Bu örneklerdeki cahiliye terimi, aslında sıfat olduğu halde kul­lanılan isim halini almıştır.
Terimin ikinci anlamının örnekleri "cahiliye zümresi", "cahiliye şairi" gibi deyimlerdir. Terimin bu anlamı "bilgi­sizlik" veya "bilgiye uymamak" demek olan cahillikle ilgilidir. Biraz açıklarsak, bir kimse gerçeği bilmezse o basit an­lamı ile cahildir. Fakat eğer bu kimse gerçeğin zıddını ger­çek biliyorsa o katmerli (mürekkeb) cahildir. Bir kimse gerçeği bilerek veya bilmeyerek zıddını söylerse o da cahil adını alır. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Rahman'ın (has) kulları yeryüzünde tevazu içinde yürürler ve cahiller kendilerine laf atınca "selam" der­ler."                                                       (Furkan: 25/63)
Peygamberimiz de bir hadisinde bu terimi şöyle kullanı­yor:
"Herhangi biriniz oruçlu iken çirkin söz söylemesin» kötü iş yapmasın ve cahillik etmesin"[134]
Öteyandan ünlü muallaka şairi Arar b. Gülsüm de[135] bir beytinde bu terime şöyle yer veriyor:
Hey bize karşı hiç kimse cahillik yapmasın.
Yoksa biz cahillerinkinden daha baskın cahillik yaparız.
Terimin bu anlamdaki kullanımı çoktur. Tıpkı bunun gibi gerçeğin tersine davranan kimseye de davranışın ger­çeği ters olduğunu bilse bile cahil denir. Nitekim Cenab-ı Al­lah şöyle buyuruyor:
"Tevbe, ancak cahillik sonucu "kötülük yapanlar içindir."                                                        (Nisa: 4/17)
Yine bazı sahabiler de bu anlamda "kötülük yapan her­kes cahildir."[136] demişlerdir.
Çünkü kalbde kökleşmiş gerçek bilgi kendisine ters dü­şen söz ve dayanışın meydana çıkmasına engel olur. Buna rağmen eğer bilgi ile çelişen, ona ters düşen bir söz veya dav­ranış ortaya çıkarsa, bu durum mutlaka ya kalbin o tersliğe karşı farketmediğini (ondan gafil kaldığını) ya bu tersliğe karşı direnmede zayıf kaldığını gösterir. Bu durumların her ikisi de bilginin özüne ters düştüğü, onunla çeliştiği du­rumlar bu anlamda cahillik olurlar.
Bundan amelerin mecazi anlamda değil, hakiki anlamı ile iman teriminin kapsamına girdikleri anlaşılıyor. Gerçi her­hangi bir ameli terkeden^ kimsenin kafir olduğu veya iman teriminin kapsamı dışında kaldığı söylenemez. "Akıl" ve benzeri terimler de böyledir.
Böyle olduğu için Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'an'da cahi-liye örneğine uygun bir hayat tarzı sürenleri "ölüler", "kör­ler", "sağırlar", "dilsizler", "sapıklar", "cahiller", "düşün­meyenler" ve "işitmeyenler" diye nitelendiriyor. Buna kar­şılık müminleri de "düşünce sahipleri", "izan sahipleri" "doğru yolda olanlar", "nur sahipleri" ve "işitenler" gibi sı­fatlarla tanıtıyor.
Bu noktayı açıkladıktan sonra hemen belirtelim ki, insan­lığın tümü Peygamberinizin (s.a.v.) gönderilişinden önce bil­gisizliğe dayalı bir cahiliyet hayatı yaşıyordu. Söyledikle­ri sözler ve yaptıkları davranışlar cahiller tarafından ortaya konmuş ve ancak cahillerin benimseyip işleyebilecekleri şeylerdi. Bu arada peygamberlerin getirdikleri ve sonra­dan bozulan, gerçeklerle bağdaşmayan yahudilik ve hristiyanlık gibi inanç ve hayat sistemleri de cahiliye teriminin kapsamına dahildirler. Bu dönem yaygın ve genel bir cahi­liye dönemi idi.
Buna karşılık Peygamberimizin gelişinden sonra cahili­ye niteliği genel olmaktan çıkarak yerel ve sınırlı bir karak­tere bürünmüştür. Yani artık şu Veya bu şehirde, şu veya bu kimsede cahiliyenm varlığından sözedilebilir. Mesela falan­ca kafir ülke ile müslüman diyarında yaşasa bile henüz müslüman olmamış filanca şahıs cahiliye dönemindedir de­nir. Buna karşılık, mutlak anlamda artık cahiliye dönemin­den söz edilemez. Çünkü bu ümmetin içinde Kıyamet günü­ne kadar hakkı destekleyen, gerçeğin taraftarı olan bir züm­re her zaman varolacaktır. Yalnız müslümanların yaşadık­ları bazı yörelerde ve bazı müslümanlarda sınırlı bir cahili­ye zihniyeti varolabilir. Peygamberimizin yukarda yer ver­diğimiz "ümmetim arasında şu dört şey cahiliye zihniyeti­nin uzantısıdır." şeklindeki hadisi ve Ebu Zerr'e "sen şah­sında cahiliye zihniyetinin tortusu bulunan birisin" şeklin­de hitap eden sözleri gibi.
Şunu da hemen belirtelim ki, Peygamberimizin yukarda-ki hadiste geçen "Müslümanlık içinde cahiliye geleneğini arayan, güden kimse" şeklindeki ifadesi genel, yaygın, sı­nırlı, yahudilik, hristiyanlık, ateşperestlik, yıldızları tapıcı-lık, putperestlik, müşriklik gibi zihniyet ve sistemlerin tü­münü, bunların kısmi veya karma yapılmış şekillerini, hat­ta bunların sonradan uydurulmuş veya daha önce yürür­lükten kalkmış biçimlerini tümü ile kapsamına alır. Gerçi "Cahiliye" terimi çoğunlukla sadece Arapların İslam'dan ön­ce hayat tarzlarını ifade etmek için kullanılıyor ama anlam aynıdır.
Nitekim Buhari ile Müslim'de yer'aldığına göre sahabiIerden İbn-i Ömer[137] (r.a.) şöyle diyor:
Müslümanlar Peygamber Efendimizle birlikte vaktiyle Semud kavminin yaşadığı yöreye vardıklarında oranın ku­yularından su çekmiş ve hamur yoğurmuşlardı. Fakat Pey­gamberimiz sahabilere çektikleri suları dökmelerini, yo-ğurduklan hamurları develere yedirmelerini ve sadece vak­tiyle yörenin develere su sağlamak için yararlanılan kuyu­dan su almalarını emretmiştir."[138]
Aynı olayın yine İbn-i Ömer'e dayandırılan değişik ka­naldan gelmiş başka bir rivayetindeki rivayet de Buhari'de yer almıştır. Şöyle deniyor:
Peygamber Efendimiz Tebük savaşında Hicr adı verilen ve bir zamanlar Semud kavminin yaşamış olduğu bölgeye girince sahabilere oranın kuyusundan içmemelerini ve bu su­yu kullanmamalarını emretti. Sahabiler:
"Ya Rasulallah, biz bu kuyunun suyu ile hamur yoğurduk, kablarımızı doludurduk" deyince Peygamberimiz onlara yoğrulan hamurları atmalarını ve su dolu kablanm dökme­lerini emretti."[139]
Bu arada sahabilerden Cabir'in aynı olayla ilgili olarak rivayet ettiği bir hadise göre Peygamberimiz şöyle buyur­muştur:
"Şu azaba çarptırılmışların diyarına ancak ağlaya ağlaya giriniz. Eğer ağlar durumda değilseniz, buraya ayak basmayınız ki, onların başın gelenler sizin başınız da gelmesin."[140]
Görülüyor ki Peygamber Efendimiz müslümanları vak­tiyle azaba çarptırılmış bir kavmin diyarına ağlar durumda olmaksızın girmemeye çağırıyor ve buna gerekçe olarak oraya ağlamaksızın ayak basacak olanların başına o kavmin başına gelenlerin gelebileceğini, böyle bir ihtimalin varol­duğunu belirtiyor. Ayrıca Müslümanların giriştikleri en zorlu savaş olduğu için İslam tarihinde "sıkıntı savaşı" di­ye geçen bu savaşta o yörenin suyu ile yoğurulmuş hamur­ların develere yedirilmesini emrediyor. Başka bir rivayete göre Peygamberimizin "Vaktiyle toplu azaba sahne olan topraklar üzerinde namaz kılmayı yasakladığı" bildiriliyor.
Nitekim Ebu Davud'un, Ebu Salih Gifari'ye[141] dayana­rak bildirdiğine göre bir defasında Ali, Babil'e vardı. Fakat orada eğlenmeyerek yoluna devam ediyordu. Bu sırda mü­ezzin yanına gelerek ikindi namazının vakitinin girdiğini söyledi. Ama Ali ancak kasaba dışına çıkınca müezzine ezan okumasını emrederek namazı kıldı. Namazın bitimin­de de böyle yapmasının sebebini:
"Sevgili Peygamberimiz bana mezarlıkta ve Babil topra­ğı üzerinde namaz kılmamamı, çünkü buranın lanete uğramış olduğunu söyledi." diye açıkladı."[142]
Ahmed b. Hanbel de Ali'nin bu sözlerini değişik ve az Ön­cekine göre daha sağlam iki kanaldan nakletmiştir. Bu yüz­den kendisi de Ali'ye uyarak böyle yerlerde namaz kılma­yı mekruh saymıştır. Şüphe yok ki, Ali'nin:
"Peygamberimiz bana Babil toprağı üzerinde namaz kıl­mamamı, çünkü buranın lanete uğramış olduğunu söyle­di." şeklindeki sözü diğer herhangi bir "lanete uğramış" yerde de namaz kılmamayı gerektirir. Daha önce gördüğü­müz Semud kavminin diyarı ile ilgili hadis ile Ali'nin bu söz­lerinin biribirleri ile bağdaştığı görülüyor. Çünkü Peygam­berimiz toplu azaba sahne olan yerlere ayak basilmaması-nı emrettiğine göre bu yasağın kapsamında öyle bir yerde na­maz kılmak veya başka birşey yapmak gibi eylemler haydi haydi girer. Ayrıca bu sözler Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Mes-cid-i Dırar" ile ilgili şu ayeti ile uyum halindedir:
"Orada asla namaza durma... Yapısı Allah korkusu ve rızası üzerine kurulan bina mı, yoksa bir yarın kena­rına kurulup o yarla birlikte cehennem ateşine yuvarla-nanhina mı daha hayırlıdır? Allah zalimler güruhuna hi­dayet vermez."                                  (Tevbe: 9/108-109)
Çünkü söz konusu yer azaba sahne olmuş yererden biri idî ve rivayete göre üzerinde yapılan bu mescid yıkılınca yıkıntılarından havaya duman yükselmişti.[143] Bu noktaya baş­ka bir açıdan bakarsak, nasıl ki üç seçkin mescid[144] (Beytul-lah, Beytülmukaddes ve Mescid-i Nebevi ile Küba[145] mes­cidinde namaz kılmak teşvik edilmişse de, vaktiyle azaba sahne olmuş yerlerde namaz kılmak da yasaklanmıştır.
Bu arada azaba sahne olmamış olan küfür ve günah yer­leri eğer iman ve ibadet yerlerine dönüştürülürse, bu hare­ket iyi ve övülmeye değerdir. Nitekim Peygamber Efendi­miz (s.a.v.) Taiflilere[146] kralların saraylarını ve Yemame halkına çevrelerindeki bir manastın mescid yapmalarını emret­mişti.[147] Bunlardan başka Peygamberimiz Medine'deki mes­cidi de müşrik mezarlığı idi. Burası mezarlar sökülerek mescid yapılmıştır.[148]
Şimdi düşünelim. îslam şeriatı kafirlerle azaba uğradık­ları yerlerde ortak olunmasını yasakladığına göre, söz konu­su azaba çarpılmalarına yolaçan davranış ve tutumlarda onlarla ortak olmaya nasıl göz yumabilir? . Şöyle diyen belki çıkabilir: Onların söz konusu herhan­gi bir hareketi onlara benzemekten soyutlanacak olursa as­lında haram ve yasak değildir. Bizim de o hareketi yaparken onlara benzeme niyetimiz yoktur. Cevabımız şudur: Azaba sahne olan bir yere ayak basmak orada azaba çarpılanların izlerinin bulunduğu gerçeğinden soyutlanacak olursa as­lında günah değildir. Biz de oraya girerken onlara benzeme amacı gütmüyoruz.
Oysa, onlara davranışlarında ortak olmak belirli bir ye­re girmekten daha güçlü bir azab gerektirici gerekçedir. Çünkü onların kendilerinden önceki müslümanlarla ortak ol­mayan bütün davranışları ya doğrudan doğruya kafirlik se­bebidir ya günahtır ya kafirlik ve masiyet sembolüdür ya kafirlik ve masiyete sürükleyicidir veya günaha sürükleye­ceğinden endişe edilecek bir harekettir. Hiç kimsenin bu yar­gıya karşı çıkacağını sanmıyorum. Eğer bu yargıya karşı çı­kan olsa bile böyle bir kimse bu tip davranışlarda müslüman olmayanlara karşı olmanın daha güçlü bir şekilde kafirlik ve günaha karşı çıkmak olacağını inkar edemez. Ayrıca bu amacın yerlere nazaran davranışlarında daha öncelikle ger­çekleşeceğini de reddedemez,
Baksana, peygamberlerin, sıddıklarm, şehidlerin ve sa-lih kulların davranışlarım örnek edinmek onların evlerini ör­nek edinmekten ve bıraktıkları izleri görmekten daha yarar­lı ve önceliklidir (evladır). Zaten bu konuda Ebu Davud'da yer alan açık delaletli bir hadis vardır. İbn-i Ömer'den riva­yet edildiğine göre Peygamberimiz:
"Kim bir kavme özenirse, benzerse o onlardandır."[149] buyuruyor.
Bu hadisin rivayet zinciri sağlamdır. Çünkü bu zincirin halkaları olan Ebu Şeybe[150] Ebu Nadr[151]ve Hassan b. Atıyye[152] Buhari ile Müslim'in rivayetlerinde yer verdiği çok ün­lü ve güvenilir hadis nakilcileridirler. Hatta bu kimseler rivayetlerine Buhari ile Müslim'de yer verildiğini söyleme­ye lüzum bırakmayacak derecede büyük hadis ravileridir. Yi­ne bu hadisin rivayet zincirinin bir halkası olan Abdurrah-man b. Sabit b. Sevban[153]ele alırsak Yahya b. Main[154], Ebu Zar'a[155]ve Ahmed b. Abdurrahman b. İbrahim:[156] "O güve­nilir bir riyayetçidir." demekte ve Ebu Hatem[157] de "O is­tikamet sahibi bir hadis adamıdır." şeklinde görüş belirtmek­tedir. Yine bu hadisin bir diğer rivayet halkası olan Ebu Mu-nib Cerşi'ye gelince Ahmed b. Hanbel Aceli onun "güveni­lir" olduğunu bildirmektedir.
Ben onun hakkında kötü söyleyen hiç kimse bilmiyorum. Ayrıca Hassan b. Atıyye ondan hadis Öğrenip nakletmiştir. Bu arada İmam Ahmed b. Hanbel ve başka alimler bu hadi­si delil olarak göstermişlerdir.
Bu hadisin en toleranslı yorumu müslüman olmayanla­ra Özenmenin yasak oluşunu gerektirdiği şeklindedir. Oysa zahiri ve kabaca anlamı bu özenmenin kafirlik olacağı yo­lundadır. Tıpkı Cenab-ı Allah'ın (c.c):
"Kim onları (yahudi ve hrisiyanları) dost edinirse on­lardan olur." ayetindeki buyruğu gibi.       (Maide: 5/51)
Abdullah b. Amr'ın şu sözü de bu hadisin ana fikrini pe­kiştirir. O diyor ki; "Kim müşriklerin semtinde ev yaparsf. (oturursa), onların Nevruz ve Mihrican bayramlarını be­nimseyip kuîlarsa ve Ölünceye kadar onlara özenir, onları taklit ederse Kıyamet günü onlarla birlikte haşrolur.[158]

Yabancı Modalara Özenmek


Bu sözler mutlak benzemeye ve kesin özenmeye yorula­bilir. Çünkü böyle bir şey kafirliği gerektirir. Yahud özene­nin yabancılara benzediği kadar onlardan olduğu ileri sürü­lebilir. Bu durumda özenti konusu şey kafirlik, günah veya küfür ve günah sembolü olduğu takdirde özenmenin hükmü öyle olur. Durum ne olursa olsun bu ilke müslüman olma­yanlara özenmenin özenme olması gerekçesi ile haram ol­masını gerektirir.
Öteyandan benzeme ve Özenme terimi hem bir işi ona başkaları yapıyor diye yapmayı kapsamına alır -ki böylesi çok az görülür- ve hem de başkalarından iktibas edilmiş bir işi şahsi bir amaç gözeterek yapmayı ifade eder. Bunun ya­nında herhangi bir kimsenin bir işi yaparken tesadüf sonucu başkası ile aynı eylemde buluşması ve bu eylem ortakla­rından hiç birinin diğerine bakarak söz konusu işi yapmamış olması durumunda benzeme ve özenmenin söz konusu olma­sı tartışmalı bir noktadır. Yalnız özentiye açık kapı bırakıl­maması ve yabancılara karşı çıkmanın yararlılığı gerekçe­si ile böylesine tesadüfü benzeşmelerden de kaçınmamız is­tenmiştir. Tıpkı sakalı boyatıp uzatmanın ve bıyıkları kes­menin emredilmesi gibi. Ayrıca Peygamberimiz'in:
"İhtiyarlık görüntüsünü değiştiriniz, yahudilere ben-zemeyiniz" şeklindeki direktifi, hiçbir kasdımız ve eylemi­miz olmaksızın, sırf yaratılıştan taşıdığımız bazı görüntüle­ri değiştirmemekle bile yabancılara benzeyebileceğimizi ispatlamaktadır. Bu da tesadüfen meydana gelen davranış be­raberliğinden daha anlamlıdır.
Bu kategoriden olarak Abdullah b. Ömer, Peygamber Efendimizin "Acemlere (Perslere) benzemeyi yasaklaya­rak- kim bir kavme benzerse, özenirse onlardan olur-" buyurduğunu bildirmiştir. Epeyce sayıda alim bu hadise dayanarak müslüman olmayanların modalarına uymanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Mesela Muhammed b. Harb'in[159] anlattığına göre Ahmed b. Hanbel'e Hind işi nalınlar giymenin doğru oîup olmadı­ğı sorulunca imam, hem erkeklerin hem kadınların bunları giymelerinin mekruh olduğunu belirttikten sonra "Fakat eğer helada veya abdest alırken giyerlerse bunun mahzuru yoktur" dedi. Arkasından göğüslük takmayı mekruh saydı­ğını belirterek şunları söyledi:
"Bu bir acem modasıdır. Said b. Amir'e onun hakkında ne düşündüğünü sordular, o bu soruya -Peygamberimizin sünnetini Bakhan'ın (o günün Hind meliki) adetlerinde ter­cih ederim- diyerek karşılık verdi."
Öteyandan İmam Hanbeli Mucuzİ'nin yine Hind işi na­lınlarla ilgili sorusunu şöyle cevaplandırıyor: "Önce şunu söyleyeyim ki, ben bu nalınları kullanmam. Fakat çamurlu yerlerde ve helada kullanılabilirler. Fakat süslü olmak ama­cı ile giyilmeleri doğru değildir." Buna rağmen bir gün he­lanın kapısında bir çift hind nalını görünce "Kralların torun­larına benzemeye başladık"[160]diye yakındı.
Harb-i Kirmani[161] de bu konuda diyor ki; "Bir gün Ah-med b. Hanbel'e -şu kalın nalınlar hakkında görüşün nedir?-diye sordum. Bana -Bu hind nalınları abdest almak için ve helada kullanılırsa veya başka bir zaruri durumda giyilirse, bunun mahzuru yoktur- dedi. Ahşab nalınlarla ilgili bir so­ruya zaruri durumlarda oların da mahzuru yok- diye karşı­lık verdi. Bu arada Kirman işi nalınlar hakkında görüşü so­rulan îbn-i Mübarek[162] bunları giymeyi hoş karşılamayarak şunlar varken onları giymeye ne lüzum var?- şeklinde ko­nuştu."
Ahmed b. İbrahim[163] de bu konuda diyor ki:
"Bir defasında Said b. Amir'e Sebtiyye nalınlarının gi­yilmesi hakkında ne düşündüğünü sordum. Bana şöyle de­di:
"Peygamberimizin süsünü (modasını) Hind kralı Bak-han'ın modasına tercih ederiz. Eğer bu nalınlar Medine mescidine götürülürse, onları Medine şehrinin dışına çıka­rırlar."
Bu sözlerin sahibi olan Said b. Amir. Basra'nın bilgili ve dindar imamıdır ve Ahmed b. Hanbel'in hocalarından biri­dir.
Yahya b, Said, onun hakkında "O kırk yıldan beri Bas­ra'nın şeyhi (en büyük alimi)dir" derken Ebu Mesud b. Fu-rat[164] da onunla ilgili görüşünü "Basra'da Said b. Amir gi­bisini hiç görmedim" diye belirtmektedir.
Diğer taraftan Meymuni diyor ki:
"Ebu Abdullah'ın (îmam-ı Hanbeli'nin) baş sargısını çenesinin altında dolayarak bağladığını gördüm. Baş sargısini başka türlü bağlamaktan hoşlanmaz ve "Araplar baş sar­gılarını çene altlarından dolayıp bağlarlar" derdi. Nitekim Hasan b. Muhammed'in bildirdiğine göre baş sargısının burun altından dolanarak bağlanmasından hiç hoşlanmaz ve bunun gerekçesini de "Bu şekilde yahudiler, hristiyanlar ve ateşperestler (mecusiler) sargı bağlar"[165] diye açıklardı. Yi­ne bu gerekçe ile o zamanına matem alameti olarak sayılan siyah ve benzeri renkli elbiselerini hoş karşılamadığı gibi başka bazı alimlerle birlikte namazda gözleri yummayı da doğru görmeyerek "Bu yahudilerin adetidir."[166] derdi. [167]

Sade Yaşamak Tavsiye Edilmiştir.


Şimdi Bilal b. Ebu Hadrad[168] tarafından rivayet edilen şu hadisi okuyalım. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Sade yaşayınız, giyimde ve yemekte sadeliği tercih ediniz. Yaya ve yalınayak yürüyünüz."[169]
Bu hadis halife Hz. Ömer'den işitilmiş, hatta onun bir ya­zısı ile o günün müslümanlarına tebliğ edilmiştir. İnşaaHah ilerde hulefa-i raşidin döneminden bahsederken bu meseleyi ele alacağız. Öte yandan Tirmizi'nin, Amr b. Şuayb'a, onun da babasına babasının da dedesine dayanarak anlattı­ğına göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Kim bizim dışımızdakilere benzerse, özenirse bizden değildir. Sakın Yahudileri ve hristiyanlara benzemeyi-niz, özenmeyiniz. Yahudiler parmakları ile işaret ederek hristiyanlarda avuç içleri ile işaret ederek selamlaşir-lar."[170]
Gerçi bu hadis zayıftır, ama daha önce gördüğümüz ve sağlam olan "Kim bir kavme benzer, özenirse onlardan olur" şeklindeki hadisle aynı anlamdadır. Bu yüzden Ahmed b. Hanbel'e ve daha bir kaç alime göre bu hadise dayanıla-bilir.
Öteyandan Ebu Davud'un rivayet ettiğine göre bir gün Peygamberimizle sahabilerdan Rukane[171] ile güreş tutmuş veRasulullah, Rukane'yi yenmişti. İşte bu Rukane'nin bil­dirdiğine göre Peygamberimiz:
"Bizimle müşrikler arasındaki fark, feslerimiz, sarık sarmamızdir."[172] buyurmuştur.
Bu hadisten açıkça anlaşılıyor ki, müslüman ile müşrikin kılık yönünen biribirinden farklı olması şeriat koruyucunun (Rasulullah'ın) istediği bir şeydir. Bu hadisin üslubu:
"Helal ile haram arasındaki ayırım çizgisi def çalmak ve şarkı söylemektir."[173] hadisinin üslubuna benziyor. Bu­rada Peygamberimizin görünüş bakımından, farklı olmayı istediği açıktır. Çünkü sarık olmasa da inanç ve amel yönün­den farklılık meydana gelir. Eğer maksad görünüş bakı­mından farklı olmayı sağlamak olmasaydı, bunun hiçbir yararı olmazdı.
Yerine gelmişken şunu da belirtelim ki, kadınlarla erkek­lerin yapısal olarak olduğu gibi görünüş bakımından da birbirlerinden farklı olmaları istendiği için Peygamerimiz hem erkeklere hem de kadınlara özenen erkekleri lanetlemiş ve kadınsı davranışlı erkekleri karşı cinse benzemeye çalış­tıklarından Ötürü kınamıştır.[174]
Bu davranışı yasaklayan hadisler diğer sahih kitaplarının hemen hepsinde var. Her biri değişik bablar altında nakle­diyorlar.
Müslüman olmayanlara benzememek için gösterilen ti­tizliği şu olaydan kolayca anlayabiliriz. Sahabilerden Abdul­lah b. Abbas'ın belirttiğine göre Aşure günü (Muharrem ayı­nın onuncu günü) oruç tutan ve sahabilere de o gün oruç tut­malarını emreden Peygamberimiz'e sahabiler:
"Ya Rasulallah, bu gün yahudüer ile hristiyanların kut­sal saydıkları birgündür" denince Rasulullah kendilerine:
"O halde inşaallah gelecek yıl Muharremin onuncu günü ile birlikte dokuzuncu günü de oruç tutarız" buyur­du. Fakat Abdullah b. Abbas'ın, Müslim'de yer alan bu ifadesine göre:
"Peygamberimiz bir sonraki yılın aynı günlerine yetişe-meden vefat etmiştir."
Nitekim Ahmed b. Hanbel'in, bizzat îbn-i Abbas'dan ri­vayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz bu konu ile ilgi­li başka bir hadisinde:
"Aşure günü oruç tutunuz. Fakat bu konuda yahudi-ler gibi olmamak için Aşure'den bir gün önce bir gün sonra da oruç tutunuz."[175] buyurmuştur.
Şimdi düşünelim. Söz konusu olan faziletli Aşure günü­dür. Bu günün orucu, geride bırakılan yılın tüm günahları­nı siliyor. Peygamberimiz bu gün oruç tutmuş, sahabilere de bu günün orucunu emretmiş, hatta bu konuda teşvik edici sözler söylemiştir. Fakat vefatından az önce kendisine bu gü­nün yahudiler ve hristiyanJar arasında kutsal sayıldığı bil­dirilince hemen müslümanlara, yahudi, ve hristiyanlardan bu konuda farklı olabilmek için bir gün daha fazla oruç tutma­larını emretmiş ve kendisi de gelecek yıl öyle yapmayı ka­rarlaştırmıştır. Nitekim aralarında Ahmed b. HanbeJ'in de bulunduğu epeyce sayıda alim Muharrem ayının dokuzun­cu ve onuncu (aşure) günleri oruç tutmayı buna dayanarak müstehap saymışlar ve sahabiler de Aşure'ye bir gün daha ekleyerek oruç tutmayı Peygamberimizin belirttiği başkala­rına benzememe gerekçesine bağlamışlardır:
Örnek verecek olursak Buhari'ninSaid b. Mansur'a da­yanarak belirttiğine göre sahabilerden İba-i Abbas "Muharremin dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutunuz, yahudile-re ters düşünüz" demiştir. Ayrıca Buharı ile Müslim'in, Ömer'e dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Biz ümmi (okuma-yazmasız) bir ümmetiz, ayları şöy­le şöyle yani birini yirmi dokuz ve öbürünü otuz gün ola-rak-yazip hesap edemeyiz."[176]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz diğer ümmetlerin yaptık­ları gibi bu ümmetin ibadet vakitleri ile bayramlarını yaza­rak ve hesap ederek belirlememelerini ve ümmetin özellik­lerinden biri sayarak bu işi ayı görme usulüne havale etmiş­tir. Nitekim başka bir hadiste Ramazan orucu ile ilgili ola­rak "Ayı görünce oruç tutunuz ve (bir sonraki) ayı görün­ce oruca son veriniz."[177] bir başka bir rivayete göre de: "Bir hilalden öbür hilale kadar oruç tutunuz"[178] buyuruyor.
Peygamberimizin bu hadisi son dönemin icma-i ümme­te ters düşen bir kaç alimi dışındaki tüm İslam alimlerinin görüş birliği halinde benimsedikleri bir prensibi isbatlıyor. Bu prensip de şudur: Oruç, bayram ve hacc vakitleri ayı gör­meye dayanarak belirlenir yoksa Bizanslılaran, acemlerin, eski Mısırlıların, hindlilerin , yahudilerin ve hnstiyanların yapmış oldukları gibi yazıp hesap ederek tesbit edilmez. Za­ten önemli sayıda alimin belirttiğine göre bizden önceki kitab ehline de oruç ve ibadet vakitlerinin belirlenmesinde ayı görmeye dayanmaları emredilmişti. Onlara göre bunun delili Kur'an-ı Kerim'deki şu ayettir. Cenab-ı Allah (c.c.) oruç hakkında şöyle buyuruyor:
"Ey müminler, sizden öncekilere olduğu gibi size de oruç yazıldı."                                         (Bakara: 2/183)
Fakat kitab ehli bu metodu değiştirdi. Bu yüzden Peygam­berimiz Ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak kar­şılamayı yasaklamıştır.[179] Fıkıh bilginleri bu yasağın gerek­çesi olarak hrisuyanların yaptığı gibi farz olan oruca fazla­dan ekleme yapılması tehlikesini belirtmişlerdir. Bilindiği gibi hristiyanlar kendilerine farz kılınan orucun gün sayısı­na ilave yaparak onu kışla yaz mevsimi araşma koymuşlar ve ayrıca bunu zamanı belirlemeyi hesaplama metoduna bağlamışlardır.
Peygamberimizin bu hadisi yabancıların bayramlarını benimsemenin yasakliğınm delili olarak gösterilebilir. Çün­kü onların bayramları yazı ve hesaplama yolu ile belirlenir. Fakat hadis genel ifadelidir. Yahud şöyle denebilir: Al­lah'ın ve Rasulullah'ın koyduğu bayramlarda hesaplama metoduna başvurmamız yasaklandığına göre doğrudan doğ­ruya yabancılara mahsus olan bayram ve törenlerde bu me­todu kullanmak öncelikle ve haydi haydi yasak olacaktır. Çünkü bu metodun benimsenmesi, bu ümmi (okuma-yazma-sız) ümmetin diğer ümmetlere benzemesine yolaçar.
. Sözün kısası, bu hadis bu ümmetin, kendisini diğer üm­metlerden ayıracak niteliklerinin olmasını gerektirir. Bu ayırıcı özellikleri koruyabilmenin en kestirme yolu da diğer ümmetlere benzemekten kaçınmaktır.
Öteyandan Buharı ile Müslim'in Humeyd b. Abdurrah-man'a[180] dayanarak bildirdiğine göre Muaviye bir hacc mev­siminde Medine mescidinin minberine çıktı ve münafıkla­rından birinin elinde bulunan bir tutam kadın saçını eline ala­rak:
"Ey Medine'liler, nerede alimleriniz? Ben Peygamberi­mizin böyle bir şeyi yasakladığını ve bu konuda -İsrailoğul-lan, kadınları böyle bir adet edinince helak oldular- dediği­ni işitmiştim"[181] diye konuştu. Buhari'nin Said b. Mtisey-yeb'e dayanarak bildirdiğine göre de bir gün bu konuda "Çirkin bir süslenme modası edindiniz Peygamberiniz zur, yani takma saç kullanmayı yasaklamıştı" dedikten sonra oradakilerden biri ucuna bir tutam saç bulunan bir değnek getirdi. Muaviye ucunda bir tutam saç bulunan bu değneği göstererek "İşte zur budur"[182] dedi.
Tefsirci Katade'nin açıkladığına göre "Zur, kadınların saçlarını gür göstermek için kullandıkları kesik saç küme­leridir." Yine Buhari'de yer aldığına göre İbn-i Müseyyeb bu konuda şöyle diyor; "Bir defasında Muaviye Medine'ye gelerek bize hitap etti. Bu konuşması sırasırîda bir tutam saç çıkarıp göstererek -Bunu yahudilerden başka hiç kimsenin yaptığını görmedim. Peygamberimiz bunu görünce ona zur adını vermişti" dedi.
Görülüğü gibi Peygamberimiz takma saç modasını görün­ce ümmetini böyle bir modayı benimsememeye çağırarak:
"Israiloğulları, kadınları böyle bir modayı benimse­yince helak oldular" buyuruyor. Yine bu yüzden Muaviye de bu konuda "Bunu yahudilerden başka hiç kimsenin uy­guladığını görmedim" diyor.
Çünkü yahudiler arasında yaygın olup da, müslümanlar tarafından benimsenmeyen modalar ya onların azaba çarpıl­malarına yolaçan, veya böyle olması muhtemel olan ve an-laşılmedığı takdirde azaba çarpılmalarının gerekçelerinden kesinlikle uzak kalmabilen adetlerdir. Özellike söz konusu âdetin azaba çarpılan davranışlardan olup olmadığı ayırde-dilmeyince bu ihtiyatlı tutum daha büyük önem kazanır. Sebebine gelince bu durumda kaçınılması gereken davranış­ları ile diğerleri birbirine karış tınlabilir. O halde onların bü­tün adetlerinden uzak durmak gerekir. Tıpkı onların verdik­leri haberlerin doğrusu ile yalanı biribirine karışık olduğu için verdikleri hiç bir habere kulak aşılmaması gerektiği gi­bi.
Diğer yandan Ebu Davud'da yer aldığına göre Abdullah b. Ömer diyor ki;
"Peygamberimiz -veya Ömer - şöyle buyuruyor:
"İçinizden birinizin (biri belden aşağısı ve öbürü belden yukarısı için olmak üzere) iki parça elbisesi varsa bu iki parçayı giyerek namaz kılsın. Eğer bir tek parça elbisesi varsa bununla belinden aşağısını örtsün, onu yahudi-ler gibi belden yukarısına sarmasın."[183]
Peygamberimiz yine bu konuda sahabilerden Cabir'in bil­dirdiğine göre:
"Eğer dar bir tek parça elbise varsa bununla belden yukarısının değil, belden aşağısının örtülmesini" emret­miştir.[184] Fıkıh alimlerinin ortak görüşü de budur. Fakat Ahmed b. Hanbel'den bu meselede iki görüş nakledilmiştir.
Burada bizim üzerinde durduğumuz asıl nokta Peygam­berimizin tek parçalık elbisenin varlığı halinde "Bununla ya-hudiler gibi belden yukarısının örtülmeme sini" belirtmesi­dir. Çünkü yasağın yahudilerle irtibatlandırılmış olması, yu­kardan beri ısrarla vurguladığımız gibi, yasaklamada bu faktörün etkili olduğunu gösteriyor. Şimdi de bu kitabın baş taraflarında yer vermemiz gerektiği halde ancak şimdi ele aldığımız şu ayeti okuyalım:
"Müminlerin kalblerinin Allah'ın zikri ve haktan in­en gerçekle korkup yumuşamasının zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitab verilip de sonra üze­rinden uzun zaman geçerek kalben katılaşan kimseler gi­bi olmasınlar. Onların çoğufasiktirlar." (Hadid: 57/16)
Cenab-ı Allah'ın (c.c.) buradaki "Onlar daha önce ken­dilerine kitab verilenler gibi olamasinlar" buyruğu özel­likle "onlara" kalblerinin katılaşması bakımından benzeme­yi yasaklamakla birlikte genel olarak mutlak anlamda benzememeyi gerektirir. Çünkü kalb katılığı günahların sonu­cudur. Cenab-ı Allah, Kur* an'm bir çok yerinde yahudile-ri bu özellikleri ile niteliyor. Bu ayetlerden biri şudur:
"Onun için, ineğin bir parçası ile öldürülene vurunuz, demiştik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir, size ayetlerini gösterir ki, ola ki düşünürsünüz."
Bütün bunları gördükten sonra kalbleriniz taş gibi ve belki daha da katılaşti. Çünkü bazı taşlar vardır ki, on­lardan nehirler çıkar, bazıları da vardır ki, yarılıp içle­rinden sular kaynar, öyle taşlar vardır ki, Allah korku­su ile dağlardan yuvarlanıp düşerler. Allah yaptıkları­nızı bilmez değildir."                          (Bakara: 2/73-74)
Yahudilerin bu niteliklerini belirten bir başka ayet de şöy­ledir:
"Allah İsrailoğullarından söz almıştı ve kendi arala­rından on iki gözcü belirledik. Allah onlara demişti ki; "Eğer namaz kılar, zekat verir, size gönderdiğim pey­gamberime inanır, kendilerini destekler ve Allah'a gü­zel borç verirseniz (Allah için yoksullara yardım eder ve­ya Allah için sıkıntıda olanlara faizsiz ödünç para verirse­niz) sizinle beraber olur, kesinlikle günahlarınızı siler ve sizleri altından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bun­dan sonra aranızdan kim gerçeği inkar ederse doğru yoldan sapıtmış olur.
Fakat vermiş oldukları sözü bozdukları, tutmadıkla­rı için onları lanetledik ve kalblerini katilaştirdı. Onlar kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar, uyarıldıkları konu­lardan payalmayı unuttular. Onlardan sürekli olarak hi-yanet görürsün. Böyle olmayanları çok azdır. Onları affet, kusurlarına bakma. Çünkü, Allah iyilik edenleri se­ver." [185]                                                    (Maide: 5/13-14)


[1] Bu kişi Ebu Halİd Abdullah b. Rebaha el-Ensari el-Medeni'dir. Basra'da yaşadı. el-Acla, İbn Sa'd Nesai ve diğer hadisçilere göre güve­nilirdir. H. 90 senesi içinde vefat etti. Bkz. İbn Sa'd, Tabakat el-Kübra, c.7, s. 212; Tehzib el-Tehzib, c.5, s. 207, biyografi No: 357.
[2] Müslim, Kitab el-İlim, Kur'an'ın Müteşabihlerine Uymanın Sakıncası... Babı, H. No: 2666, c.4, s. 2053.
(Al-iİmran: 3/105)
[3] Bu hadiste geçen sayfalarda söz edildi. Geniş bilgi için, iislad Mu-hammed Nasır el-Din el-AIbani'nin Fi Silsile el-Ehadis el-Sahih, eseri­nin, c.I. H. No: 204'e başvurunuz. Özellikle, "Hepsi cehennemliktirler..." bölümüne. Müellifin işaret ettiği diğer bir rivayet yoluyla hadisi Hakim, el-Miistedrek, c.I, s. 128-129'da birbirini doğrulayan yollarla, tahriç ediyor. Hakim, "Hadisin sağlamlığı konusunda bu senetler, (ravi zincir­leri) "Hüccet" olabilmesi için yeterlidir der. Bkz. c. 1 s.128.
[4] Benu Kurayza: İslamdan önce Medine çevresine yerleşen küçük bir Yahudi kabilesidir. Evs oymağıyla barış antlaşması yapmışlardı. Me­dine'nin yakınlarında kaleleri, köşkleri ve ekin tarlaları vardı. Peygam­ber (s.a.v.) le savaşmayacaklarına ve düşmana yardımcı olmayacakları­na dair antlaşma yapmışlardı. Ne var ki, "Ahzab günü" (Henek Savaşı sı­rasında, Kureyş ve Gatafan kabilelerinin bütün kollarıyla miislümanla-rın üzerine yürüdükleri gün) Cenab-ı Rasul'le yaptıkları sözleşmeyi bozdular. Kureyş müşriklerine ve Gatafan Kabilesine arka çıktılar. Ne za­man Allah, gönderdiği bir rüzgar aracılığıyla düşman ordularını dağıttı, Cebrail Allah'ın emriyle geldi Peygamber ve Ashabı'nın silahlarını aşa­ğıya koymadan, Benu Kurayza oymağına yönelmeleri gerektiğini bildir­di. Bunun üzerine Rasultıllah:
"Hiç kimse, Beni Kurayza'ya (oymağına) ulaşmadan, ikindi na­mazını kılmasın" buyurdu. Rasulullah (s.a.v.) onları kuşattı. Bu kuşat­ma Sa'd b. Muaz'ın (Allah ondan razı olsun) onlar hakkındaki yargısı­nı bildirmesine kadar devam etti. O şu hükmü verdi:
"Savaşabilenleri öldürülsün, savaşamıyanlan ise esir edilsin" Rasu­lullah (s.a.v.) bu hükmü:
"Allah'ın hükmüyle hükmettin" sözüyle onayladı. Kıssa hakkında daha geniş bilgi için bkz. İbn Kesir, el-Sire el-Nebevİye, c.3, s. 223-243; Ayrıca s. el-Buhari, Kitab el-Megazi, Peygamber'İn Ahzab'da geri dön­mesi, Beni Kurayza'ya çıkması Ve Onları Kuşatması Babı, Feth'ul-Ba-ri,c.7, s. 407-416.
[5] Burada, Buhari ve Müslim'in ittifakla peygamberden rivayet et­tikleri "Beni Kurayza'ya ulaşıncaya kadar kimse ikindi namazım kıl­masın" hadisine işaret vardır. Bir kesim Sahabi "namaz vaktinde kılınır" prensibinden hareketle, ikindi namazını yolda kıldılar. Öteki kesimi ise, ikindi namazının vakti geçmesine rağmen Beni Kurayza'ya ulaşıncaya kadar namazı ertelediler. Rasulullah hepsinin yaptığını da onayladı. Müslim'de, ikindi yerine, öğle geçmektedir. Bkz. Buhari, Kitab el-Havf, İsteyenin binitlİ olduğu halde ima ile namaz kılabileceği babı, Feth'ul-Bari, H. No: 946, c.2, s. 436, Hadisin diğer bölümleri, H. No:4119'de kay­dedilmektedir; Müslim, Kitab el-Cihad Ve el-Siyer, Savaşta Sür'atli Olma Babı, H. No: 1770. c.3, s. 1391.
[6] Buhari, Müslim'in üzerine birleştirdikleri bu hadisin sözcükle­ri göyle başlıyor: "İza Hakem'e el-Hakim, Fectehe de, Sümme Esabe felehü Ecrani, Ve tza Hakeme, Fechdehede , Sümme Ahdae Felehü ecrün." Bkz. Sahih el-Buhari, Kitab el-Tisam, Bölüm; Hakim Bir Büyük Hükmü Araştırıp Büyük doğruyu bulduğunda ya da Hata Ettiğinde Seva­bı Büyükse, H. No:7352. Feth'ul-Bari, c.13, s. 318; Sahih-i Müslim, Kitab el-Akdiye, Hakim'in içtihadında Doğruyu Bulması Ya da Hata Et­mesi Haline Alacağı Karşılığın Anlatılması Bölümü, H. No: 1716, c.3, s. 13-42.
[7] Raşİd Halife'lerin dördüncüsü, Peygamberimizin, amca oğlu ve damadı, Cennet'le müjdelenen on kutlu kişiden biri ve Sahabi'nin ulu­larından olan Hz. Ali'nin asıl adı. AH b. Ebi Talip b. Abdulmuttalip b. Ha-şim el-Kuraşi'dir. Hatice'den sonra müslüman olanların ilkidir. Hicret gü­nü Rasulullah Onu yerine kendi yatağında bıraktı. Bütün savaşlarda Rasulullah'la birlikte bulundu. Savaşlardaki cengaverüğiyle Ünlüdür. Allah O'nun eliyle Hayber'in kapısını açtı. Sahabe'nin en doğru yargı ve­ren ve en çok bilgili olanıydı. (Allah ondan razı olsun) Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 3, s. 324-362; İbn Sa'd Tabakat el-Kübra, c.3, s. 19-40.
[8] Hamza Abdulmuttalip b. Haşim; Rasulullah'ın amcası ve süt kar­deşidir. Sahabi'nin ululanndandır. Bi'şetin ikinci yılı müslüman oldu. O'nun müslüman olması, müslümanları müşrikler karşısında güçlendir­di. Çünkü Hamza, Kureyş'in en cesuru ve en erdemlisiydi. Hicret etti. Be­dir ve Uhud Savalarına katıldı. Uhud'da şehid oldu. (H: 3) Allah'ın Ra-sulu'nün arslanı diye anılıyordu. Bkz. Esed el-Ğabe, c.2, s.8.
[9] Rasulullah'ın amca oğlu, ulu Sahabi'dir. Aşıladı, Ubeyde b. Ha­ris, b. Abdulmuttalib, b. Haşim el-Kuraşi'dir. Mekke'de ilk müslüman olanlardandır. Medine'ye hicret etti. Rasulullah'ın ilk sancaktan olan Ha­ris, Bedir savaşına katıldı ve orada ünlü müşrik Utbe ile vuruştu. İki kı­lıç yarası aldı ve bu yaranın etkisiyle şehid oldu. (Allah ondan razı olsun) Bkz. Esed el-Ğabe, c.2, s. 356-357.
[10] Utbe ve Şeybe, Rabi'a b. Abdi Şems b. Abdi Menaf el-Kuraşİ'dir-ler. Bunlar Rasululah'a ve inananların düşman olan mekke Müşrikleri­nin en serkeşleriydi (azılıları). Bkz. Esed el-Ğabe, el-Bidaye ve'n-Niha­ye, c.3, s. 273.
[11] Buharı, Kitab el-î'tisam, Rasulullah'm Sünneti'ne ve Uyma Babı, Feth'ul-Bari, H. No:7288, c. 13. s. 251; Müslim, Kitab el-Hacc, Hac-cm Ömürde Bir kez Farz Olduğu Babı, H. No: 1337, c.2, s. 975. Müslim, hadisi diğer senetlerle de kaydediyor. Bu senetlerin hepsi, Ebu Hurey-re'ye dayanıyor. Kitab el-Fedail, Peygamber'in (s.a.v.) Saygınlığı, Zo-runluk Olmadıkça Ona Çok Soru Sormayı Bırakma Babı, H. No: 1337, c.4,s. 1830-1831.
[12] Asıl adı, Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. el-As'din. Hadis kritercileri, (eleştirmen) hakkında çelişkili konuşuyorlar. Ama çoğunluk güvenilirliği görüşündedir. Ancak, babasından ve dede­sinden aldığı bazı hadisleri kabul etmiyorlar. Kendisi kişilik olarak gü­venilirdir. İbn Hacer, el-Takrib 'inde "Sadukin" (doğru sözlü) diyor ve ondan dört hadis tahriç ediyor. Bkz. Takrib, c.2, s.74, Biyografi, 607; Teh-zib, c.8, b. 48-55, Biyografi, No: 80.
[13] Müsned-i Ahmed, c.2, s. 196. RaviJer güvenilirdir. Hadisin ben­zerini İbn Mace, eserinin girişinde (mukaddime) kaydediyor. Bab, el-Ka-der, H. No: 85, c. 1, s.33; Zevaid sahibi, İbn Mace'nin bu hadisi için, "İs­nadı sahih, ravileri güvenilirdir" diyor.
[14] Hadisi Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, c.2, s. 181'de tahriç edi­yor. Aynı hadisi, c.2, s.185'de kısa olarak kaydediyor.
[15] Müsned-i Ahmed, c.2, s. 178.
[16] Abbasi Halifelerinden olan bu kişinin asıl adı, Cafer b. el-Mu'ta-sım, b. Harun el-Reşid b. Muhammed b. el-Mehdi b. Ebi Cafer, el-Man-sur, el-Abbas'dır. H. 207'de doğdu. Kardeşi el-Vasik'den sonra halife oldu. (H. 232) Hilafeti sırasında sünnetin korunmasına yardımcı oldu. Bidat ve bidatçılann tozduman olmasını sağladı. İmam Ahmed b. Han-belİ, Kur'an'ın mahluk olduğu görüşünü yayanlara karşı verdiği müca­deleden ötürü yüceltli, hadis alimlerinin en üstünü olarak ününü yaydı. Bid'atçıların yayılmalarını engelledi. 247 H'de vefat etti. (Allah ona rahmet eylesin) Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.10, s. 349-352.
[17] İbn el-Cevzi, Menakıb, El îmam, Ahmed isimli eserinin 461-462. sayfalarında bu mektupdan söz ediliyor. Bu eseri Dr. Abdullah el-Türki tahkik etmiş. Ebu Nuaym Hilye, c.9, s. 216-217'de îmam Ahmed'in bi­yografisini anlattığı kısımda, aynı mektub hakkında bilgi veriyor.
[18] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 64-78.
[19] Mecusiler: Aydınlığa, ateşe, karanlığa, güneşe, aya tapan bir top­luluktur. Evrenin iki tanrısı olduğuna inanırlar. İran ve çevresinde yaşar­lar. İslam bu saçma İnancı ortadan kaldırdı. Fakat Şii'ler, İhvan el-Safa, Behai'ler, Nusayri 'ler, Batıniler, Kaderciler ve diğer ekoller üzerinde*^'. izi tamamen silinmedi.
[20] Sözlükte Sabii: Dinini bırakıp başka bir dine giren kimse demek­tir. Sabüler, yıldızlara ve meleklere tapan bir cemaattır. Hiçbir dine inanmayıp doğdukları gibi yaşadıkları da söylenir. Geniş bilgi için bkz. Tefsir-iİbnKesir,c.l,s. 104.
[21] Bu ümmetin mecusilerinden amaç, Kaderiye ekolüdür. Bu ismin onlara Peygamber tarafından verildiğini bildiren hadisler vardır. İbn Mace, H. No: 97, c. 1, s.; Ebû Davud, Kitab el-Sünne, Kader babı Hadis No: 4691; Müsned-i Ahmed, c.2, s,125; s.5, s. 407; İbn Ebi Asım, Kitab el-Sünne, c.l. s. 144-145. h. No:329. Konuyla ilgili diğer rivayetler ha­dis imamlarınca zayıf görülmüş. Ancak rivayetlerin bazısı bazısını tak­viye eder niteliktedir. Bu adın onlara verilmesine gelince onlar, Allah şer­ri yaratmadı ve takdir etmedi, dediler. Mu'tezileler gibi, insanın kendi ey­lemlerinin yaratıcısı olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle Mecusilere benzediler. "Allah iyiliklerin ve aydınlığın yaratıcısıdır." sözleriyle de belki tıpatıp onlar gibiydiler. İnançlarına göre şerrin, karanlığın yaratı­cısı başkadır. Yüce Allah, zalimlerin bütün bu söylediklerinden uzaktır. Bkz. el-Fark Beynel-Firak, s. 94-95; İbn Teymiye, Mecmu, el-Fetava, c.8, s. 258-261.
[22] Asıl adı, Muhammed b. Müslim b. Abdullah, İbn Şihab el-Züh-ri'dir. Beni Zühre b. Kilab kabilesindendir. Künyesi, Ebu Bekir'dir. İlk hadis tedvincisi (toplayıp sistematik bir hale getirmek) dir. Bir kısım sa-habiden hadis dinlemiştir. Medine Tabii'lerindendir. Güvenilir hadis hafızıdır. Hadisin sağlamlığı üzerinde çok titizdir. Dördüncü kuşak Ta-bii'lerden olan bu zat H. 125'de vefat etti. (Allah rahmet etsin) Bkz. Tak-rib el-Tehzib, c.2, s. 207, Biyografi No: 702. el-Cerh Ve el-Ta'dil, c. 8, 5.71-74, biyografi No: 318.
[23] îmam Ahmed Müsned, c.5, s. 218. Ebi Vakid el-Leysi'ye daya­narak; Tirmizi, Kİtab el-Fiten, Sizden Öncekilerin Törelerine Oldumo-lası Atılacaksınız Babı, H. No: 2180, c.4, s. 475, Hadise İmam Malik'in Mutavaüa'sında ve Nesai'nin Sünen'inde (el-Sünen-Suğra-Küçük-Sünen) rastlıyamadım.)
[24] İmam Buhari: Asıl adı, Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. el-Muğira, el-Caferi el-Buhari'dir. Künyesi Ebu-Abdullah'dir. Allah'ın kitabından sonra, en sahih kitabın sahibidir. Ümmet, hadis konusunda imam olduğunda birleşmiştir. İbn Hacer el-Takrib isimli eserinde, "Ha­dis ezberlemede dağ, güvenilir hadisçilikte dünyanın imamıdır." diyor. H. 256'da 62 yaşındayken vefat etti. (Allah rahmet etsin) Takrib el-Tehzib, c.2, s. 144, Biyografi No: 43.
[25] Sahihi Buharı, Kitab el-İ'tisam, Bi el-Kitab ve el-Sünne, Peygam­berin "Sizden öncekilerin törelerine mutlaka uycaksınız" sözü babı, H. No: 7319, Feth'ul-Bari, c. 13, s. 200.
[26] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 78-82.
[27] Sahihi Müslim, Kitab el-İman, Münkerden sakındırmanın iman gereği olduğu, imanın artıp eksildiği, Marufla, emr, Münker'den sakın­dırmanın gereklilİHği babı, H. No: 49, c. 1, s. 69.
[28] Bu sözcükleriyle hadis, yine Müslim'de yer almaktadır. Yukar­da geçen kitab ve bab, H. No: 50, c.l, s. 70, Hadis yapmadığını söyleyen­ler emrolunmadığıni yapanlarla mücadele etme konusundadır.
[29] Emri Bil Maruf Nehyi anil Münker. İyiliği emretmek, kötülük­ten sakındırmak konusunda daha geniş bilgiyi üstadın (İbn Teymiye) yaz­dığı, Mecmu el-Fetava c.28, s. 121-171 'de bulabilirsiniz.
[30] Bu alim: Katade b. Deame b. Katade el-Südüsi, Ebul-Hitab el-Basri el-Ama'dir. Tabii'nin sayılı alimlerindendir. îbn Sa'd onu, üçün­cü kuşak, Basralı Tabii'lerinden sayar. Ender rastlanır hadis hafizların-dandır. Muhammed b. Şirin:
"O, insanların en güçlü hafızıdır" der. Ahmed bin Hanbel: "Basralılar'm en güçlü belleğine sahip kişisîdir. Tefsir ve Fıkhı ez­berinde koruyan bir alimdir" der. Takrib el-Tehzib, "güvenilirliği kanıt­lanmış" olduğunu kaydeder, 117. H'de 57 yaşında vefat etti. (Allah rahmet etsin) Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.9, s.313; Takrib el-Tehzib, c.2, s.123. Biyografi No: 81, "Kaf' harfi; İbn-i Sa'd, Tabakat, c.7, s. 229.
[31] Bu bilginlerden amaç: Sahabe ve Selefçe ünlü olan, Ibn Abbas, Ebi el-AHye, Ebi Malik el-Rebi b. Enes ve Atiye el-Avfi'dir. Bkz. Tefsir-i İbn Kesir, c. 1, s.148, 149; Tefsir b. Cerir, el, s.374
[32] Tefsir b.'Ce-rir, el, s.374; Tefsir b. Kesir, el, s. 149; Şevkani, Feth el-Kadir, el, s.374.
[33] Bu kişinin hangi Ahmed olduğunu tesbit edemedim. İbn Cerir'in tefsirinde, c. 1, s. 374; işaret ettiğine göre, Ahmed b. İshak olması müm­kündür. Ahmed b. İshak b. İsa, el-Ahvazi, el-Bezzar'dır bu şahsın ismi. Nesai "salih bir kimse" olduğunu söylüyor. H. 150'de vefat etti. Tehzib el-Tehzib, c.5, s. 1514. Biyografi no: 9.
[34] Asıl adı Atiye b. Sa'd b. Cünabe el-Avfi'dir. Kubs kabilesin-dendir. Künyesi, Ebu el-Hasan'dır. Takrib el-Tehzib'de "Çok hata yap­masına rağmen güvenilir bir muhaddistir ve müdelles -Rivayet ettiği hadisi şeyhinin şeyhine isnad ederek (dayandirarark) kendi şeyhini bile­rek atlayan ravi- bir şii olduğu kaydediliyor. Ahmed b. Hanbel zayıf ol­duğunu Yahya b. Main, salih bir kimse olduğunu, İbn Sa'd ise Tabakat'ın-da, "inşaallah güvenilir bir kimsedir, çünkü rivayet ettiği sahih hadisler de vardır, ama bir kısım insanları onun naklettiği hadisleri hüccet kabul etmezler diyor. 111 H'de vef it etti. Bkz. el-Cerh ve el-Ta'dil, c.6, s. 382, Biyografi No: 2125; İbn Sa'd, Tabakat, c.6, s. 304; Takrib el-Tehzib, c. 2, s. 24, Biyografi No: 216.
[35] Tefsir-i İbni Cerir, c.l, s. 374; Tefsır-i îbn Kesir, el, s. 149.
[36] Bu hadisçi. Ata b. Ebİ Rebaha'dır. Ebu Rebaha, babasıdır. Mekke'li Tabii'terin büyüklerindendir. Bilgili ve erdemli bir kimseydi. Çok güvenilir bir hadisçi ve fıkıhçıdir. Sahabi'den bir çoğuna yetişti ve onlardan hadis rivayet etti. H. 114'de 88 yaşında iken vefat etti. Bkz. İbn Sa'd Tabakat uI-Kübra c.5, s.467-470 Takrib el-Tehzib c.2, s.22 Biyog­rafi No: 190, "Ayın" harfi.
[37] Tefsir-i İbni Cerir, el, s. 374; Tefsir-i İbn Kesir, el, s. 149.
[38] Basralı, Beni Temim oymağından olan bu alim, Refi b. Mihran el-Riyahi'dir. Yahya b. Main, Ebu Zer'a'ya göre "güvenilir" dir. Takrib el-Telızib: "Mürsel rivayetlerinin çok olmasına rağmen güvenilir oldu­ğunu kaydediyor. H. 90'da öldü. (Allah rahmet etsin) Bkz. Takrib eJ-Teh-zib, c.l, s. 252. Biyografi No: 105.
[39] Tefsir-i îbni Cerir, c.l, s. 149.
[40] Asıl adı, el-Dahhak b. Müzahim, el-Hilali, el-Horasansdir. Tefsir'de imam olan' u zat, Tabii'nin büyükferindendir. el-Sevri:
"Tefsiri dört kişiden öğrenin: Mücahid, İkrime, Sa'd b. Cübeyr ve Dahhak'dan" diyor. Takrib el-Tehzib'de "Miirsel rivayetlerinin çokluğu­na rağmen güveni'nc'ir yazıyor. İbn Hibban ve Ahmed'e (Hanbel'e gö­re :;i'ka, Yahya b. 3aid el-Kattani'ye göre, zayıftır. H. 105'de Öldü. (Al­lah rahmat elsin) el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.9, s. 223; Takrib el-Tehzib, c.l, s.373, Biyografi No: 17.
[41] Bu ifade Tirmizi'nin Bera b. Azİb'den rivayet ettiği hadisten bir parçadır. Tamamt, Tirmİzi, Kitab el-Menakib, Ali'nin Menkıbeleri, Bab, 21 *de kaydedilmiş. Tirmizi: "Hadis, "Hasen" ve "Sahih" dir" diyor. Bkz. S. el-Tinnizi, c.5, s. 635, H. No: 3716. Aynı hadisi Buhari, Kitab el-Suluh, altıncı bab, H. No: 2699, c.5, s. 303-304. Feth-ei-Bari'de rivayet ediyor. Yne aynı hadisi, Kitab el-Megazi, Umre'nin Kazası Babı H. No:4251 'de naklediyor: Ahmed b. H. ise, el-Müsned, c.5, s. 204, Üsame b. Zeyd isnadıyla rivayet ediyor.
[42] Sahihi Müslim, Kitab el-İman, Eksikliklerden Uzak Yüce Al­lah, Gücünün Çekmediği kimseye Teklif Etmez Babı, H. No: 125, c. I, s. 115-116; M. Ahmed (b. Hanbel), c.2, s. 412.
[43] Hadis, el-Müsned'de (Ahmed İbn Hanbel) Abdullah b. Ömer'den rivayet ediliyor. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu: "Kuşkusuz Allah, yasakladıklarım yapmamayı istediği gibi tanıdığı toleransın da kul­lanılmasını ister (sever) Müsned-i İ. Ahmed, c.2, s.108, Aynı hadisi Sü-yuti, Cami el-Sağir isimli eserinde naklediliyor ve hadis sahihdir diyor. İbn Hibban sahihinde Beyhaki, İmamm bölümleri babında aynı isnad-la rivayet ediyorlar. Bkz. El,Cami, el-Sağir, c. 1, s. 288, H. No: 1894. İbn Huzeyme sahihinde, Kitab, el-Sıyam, H. No: 2027, c.3, s. 259'da tahriç ediyor. Sözcükler şöyle "İnnellahe yuhibbuen tü'ta ruhsatahü kema yu-hibbu en tütreke ma'sıyetühü."(H0) Ruhbanlık: Hristiyan rahiblerin yap­tığı gibi İbadet amacıyla insanlardan el etek kesmek ve kendini buna zor­lamaktır. Çokluk Hristiyan (rahipler) insanlardan ayrılıp, dünya nimet­lerini bırakarak Manastırlarda kendilerini ibadete verirler. Bunları yapar­ken hakka çağırmayı ve cihadı bir tarafa bırakırlar. Bkz. el-Kamus el-Mu-hit, el-Ra bölümü, c. 1, s. 79.-
[44] Hadis bu sözcüklerle Beğavi'nin Şerh el-Sünne, c. 2, s. 371'de geçiyor. Beğavi hadisi anlattıktan sonra şöyle ekliyor: "Ümmetimin yolculuğu cihaddır..." îslamda ruhbanlık yoktur" bölümünü, senedini (ravi zinciri) zikretmeden rivayet ediyor. Fakat aynı sözcüklerle rivayet edilen bu hadisin İ. Ahmed'in el-Müsned'inde anlatıcıları var. a.g.e; c. 6, s. 226. Rasulullah'ın bu sözü Osman b. Mad'un'adır. Rasulullah şöy­le buyuruyor:
"Ya Osman! Kuşkusuz, ruhbanlık bize yazılmadı -mecbur edil­medi- ya da -farz kılınmadı-." Hadisin ravileri güvenilirdir. Dare-mi'nin Süneninde "İnni lem umir bir -Rahbanİyye- Ben ruhbanlıkla em-rolunmadım" ibaresi var. Bkz. Sünen el-Daremi, c. 2, s. 133, Hadise, Sü-yuti de işaret ediyor. Orada şöyledir hadisin sözcükleri: "Ve la Terheb Fi el-İslam" -İslamda ruhbanlık yoktur- el-Cami isimli eserinde Abdur-rezzak, Tavus'dan mürsel olarak rivayet ediyor aynı hadisi. Hadis "za­yıftır" diyor. Bkz. age., c. 2, s. 746. Aym hadis için ayrıca bkz. el-Ta'lik, Ala Hamiş şerh Al-Sünne li el-Begavi, c.2, s. 371. el-Aclüni de bu hadisi Keşf el-Hafa, isimli eserinde anlatıyor. Ne var ki, hadis hakkın­da, İbn Hacer'in "Bu sözcüklere hiçbir yerde rastlayamadım." görüşün­den başka bir şey söylemiyor. Bkz. Keşf el-Hafa, c.2, s. 528. H.No: 3154.
[45] Rasulullah: "Sahur yapın zira sahurda bereket vardır" bu­yuruyor. Buhari-Müslün rivayette hemfikirdirler- Bkz. Buhari, Kitab el-Savm, Zorunluluk Olmaksızın Sahur Yapmak ve Sahurun Bereketli Ol­ması babı, Feth'ul-Bari, H. No: 1923, c.4, s. 129; Müslim-Kitab el-Sıyam-Sahurun Üstünlüğü, Mübahhğın uygulanması (Te'kid edilmesi) babı, H. No: 1095, c. 2, s. 770.
[46] İbn Ömer Rasulullah 'dan rivayet etti. Rasulullah,- "Ara vermek­sizin onıç tutmayı yasakladı" Sahih-i Müslim, Kitab El Sayam, Ara Vermeksizin Onıç Tutmanın Yasaklanması, Babı, H. No: 1102, c.2, s. 774; Sahih-i Buhari, Kitab-el-Savm, el-Visal, H.No:1962,Feth-ul Bari, c. 4, s. 203: Müsnedlerde , Sünenlerde ve diğer sahih sünnet kitaplannda hadisin bir çok rivayet tariki ravisi var.
[47] Hadisi Buharı şu sözcüklerle rivayet ediyor:
"Ve el-Muhaciru Men Hecere Ma nehellahu anhü" (Muhacir Al­lah'ın sakındırdıklarından sakınan kimsedir)... Buhari, Kitab el-îman, Müslüman, Elinden Ve Dilinden Müslümanların Güvenlikte Olduğu Kimsedir. Babı, H. No: 10, Feth'uİ-Bari, c.l, s. 53; Kitab El Rekaik,'Ya­saklardan sakındırma Babı, c. 11, s. 316.
[48] Ebu Davud hadisi peygamberlerden şöyle rivayet ediyor: "Ci­had, Allah'ın beni göndermesinden ümmetimin en sonunun Deccal'le sa­vaşmasına kadar sürecektir... "Ebu Davud, Kitab el-Cihad, Zalim Kral­larla Savaşma Babı, H. No: 2532, c. 3, s. 4O.Hadisİn ravi zincirine Ye-zid b. Ebi Neşbe'yi de ekliyor. İbn Hacer, Tehzib el-Tehzib'de, bu ravi-nin bilinmediğini söylüyor.
Allah yolunda cihad ve savaşın kıyamete kadar süreceğini bildiren bir Çok hadis var. Örneğin, Müslim'in rivayetettiği bir hadiste: "Müslüman­lardan bir gurup -Hadisfe "el-Asabe" geçiyor.- Allah 'in dinini ayakta (yü-rürrükte) tuta bilmek içiiriKjairKa sabahına kadar Allah yoîsrsia cihad edip savaşacaknr. "Bkz. Sahih-i Müslim, Kitab el-İmare, Babı, 53, H. No: 1922, c.3, s. L5^Tviüsned-î Ahmed, c. 5, s. 92-94-O8-103 ve 104.
[49] Sahabinin büyüklerindendir. Asıl adı, Abdullah b. Kays b. Se­lim İbn Hadar b. Harb b. Amir el-Eş'ari'dir. Künyesi, Ebu Musa'dır. Ra-sulullah'la (s.a.v.) Hicret'ten önce Mekke'de karşılaştı. Müslüman ol­du ve iki hicrete de katıldı. Mekke'de Rasulullah'a müslüman olduğunu bildiren Üçüncü Yemen'Iidir. Kur'an'ı güzel sesle okurdu.
Vergi toplaması için Rasulullah onu, Zebid, Aden ve Yemen sahille­rine gönderdi. Hz. Ömer, Küfe Basra'ya vali tayin etti. Ahvaz ve İsfahan'ı fethetti. Kufe'de Öldü. (H.50) Bkz. Nevevi, Tehzib el-Esma ve el-Lügat, Birinci Bölüm, 2.2, s. 268. Biy. No: 425.
[50] Ahmed'in el-Müsned'inde böyle bir olaya rastlayamadım. Yal-juz-Beyhaki' sünenindi -anüalEfm yukarda işaret ettiği kıssayı benzer bir kıssa kaydediyor. Bkz. Süneirel-Beyhaki, c. 3, s. 204, Kiteb el-Cizye izin­siz Mescide^jirmeyin Bala.
İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 82-96.
[51] Sahih el-Buhari, Kitab el-Enbiya, Beni İsrail'lerin Anlatıldı­ğı Bab, Feth'ul-Ban, H. No:3462, c.6 s.496; H. No: 5899. Sahihi Müs­lim, kitab el-Libas ve el-Zine,.Boyanmakla Yahudiler'e Ters düşün, ba­bı, H. No: 2103, c. 3. s. 1663.
[52] Tirmizi hadisi, şu sözcüklerle rivayet ediyor. "Gayyiru el-Şeybe ve LaTeşbehu Bi el-Yehudi" (saçları boyayarak değiştirin Yahu-düer'e benzemeyin.) ardından Ebu Hureyre'nİn bu hadisi "hasen" ve "sa-hihdif' yargısını ekliyor. Bkî. Sünen el-Tirınîzi, Kitab el-Libas, Bo­yanma konusunda Gelen Hadisler Babı, H. No: 1752, c. 4, s. 232. Ahmed'inMiisned'inde, c.l, s. 165 Hadisi Ziibeyrb. el-Avvam'danrivayet ediyor, c. 2, s. 261-499'da Ebu Hureyre'den "Ve La Binn-Nesara" faz-lahğıyla naklediyor. Aynı hadisi, sözcük dizgesideki bazî değişiklerle s. 356'da rivayet ediyor; Nesai, Kitab el-Zine, c.8, s. 138'de yine bu hadi­si tahriç ediyor. Aynı hadis için ayrıca bkz. (İmam) el-Beğavi, Şeyh el-Sünne, Kitab el-Libas, Boyanma Bölümü H. No: 3175, c. 12, s. 89. Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bu hadisi şu sözcüklerle alıyor: "Gayiru El Şey-be Ve La Teşbehü Bi el-Ye-Yahudi Ve el-Nasara" "Saçlarınızı boyaya­rak değiştiriniz. Böylelikle Yahudi ve Hristiyanlar'a benzemeyin."
[53] Bu alim, Ziyad b. Eyyüb b. Ziyad el-Bağdadi'dir. Künyesi Ebu Ha-şim'dir. Ayrıca Delvİy diye takma adı da vardır. Onuncu kuşağın güve-niür hadîs hafizlanndandır. H. 252'de 86 yaşındayken öldü. Buhari ve onun gibi ünlü hadisçiîer ondan hadis tahriç ettiler. Takrib el-Tehzib, c. l,s.265,Biy.No:6S.
[54] Hadis Buhari'de şu sözcüklerle yer alıyor: "Enhiku el-Şevarib Ve A'fü el-Lihye'' (Bıyıklarınızı kısaltın, sakallarınızı uzatın). Bkz. Feth-el-Bari, Kitab el-Libas, Bıyıklan Kısaltma Babı, H. No:5893, 2. 10, s; 351; Müslim Rivayetinde, Müellifin yukarıda kullandığı sözcükleri kul­lanıyor. "Afvü, el-Şevarib Ve A'fu el-Liha" sözcükleri yerine "Ceza el-Şevarib Ve Erhu el-Liha Ve Halifu el-Mecuse" sözcüklerini kullanıyor. Görünürde farklı olan bu sözcüklerin anlamı aynıdır. Bkz. Sahih-i Müs­lim, Kitab el-Tahare Yaratılış Özellikleri Babı, H. No: 259-260. c.), s. 222.
[55] El Murazi: Ahmed b. Muhammed b. el-Haccac b. Abdülaziz eî-Mu-ruzi'dir. Künyesi, Ebubekir olan bu kişi İ. Ahmed'in (İ. Hanbel} yakın arka-daşlanndandır. Ver'a ve erdemde onun yoldaşıydı (benzeriydi). İmamı Ah-med'den bir çok mesele nakletti. H. 275'de vefat etti. Bkz. İbn Ebi Ya'Ia, Ta-bakat el-Hanabile, c. 1, s. 56-63. Biy. No: 50; Şiiruzat el-Zeheb, c.2, s. 166.
[56] Bkz. el-Muğni Ve el-Şerh eî-Kebir, el, s. 75; Ayrıca üstad Ab-durRezzak'ın buna benzer bir rivayeti Ömer b. Hattab'dan naklettiği, c. 11, s. 453-454'e bakınız.
[57] Ebu Muhammed el-Basri künyesiyle tanınan bu zatın asıl adı, Mu'temir b. Süleyman b. Tarhan el-Temimi'dîr. Takma adı lakabı, el-Tu-feyl'dir. İbn Hibban, İbn Main ve İbn Sa'd, güvenilir olduğunu söylüyorlar. İbn Harraş ise, "Ezberden rivayet ettiği zaman hata etmekle birlikte, doğru söz­lüdür. Yazdıklarım rivayet ettiğinde sikadır." yargısını veriyor. H. 100'de doğ­du, 187'de vefat etti. Bkz. Takrib el-Tehzib c.IO, s. 227. Biy. No: 415.
[58] Büyük bir sahabıdır. Asıl adı, Şeddad b. Evs b. Sabit el-Hazreci el-Ensari'dir. Hasan b. Sabit'in -Allah ondan razı olsun- yeğenidir. Ubade b. Samit, hakkında: "Şeddad b. Evs, İlim ve hilim (huy yumuşaklığı) ken­disine verilenlerdendir." Cenab-ı Peygamber de ona: "İnşaaİlah sen ve ço­cukların, ümmetin imamları olursunuz" buyurdu. Humus 'un fethinden son­ra oraya yerleşti. H. 58'de Beyti Mukaddes'de (Kudüs) vefat etti. Allah ra­zı olsun. Bkz. el-İsabe Fi Temyiz el-Sahabe c.2, s. 139-140, Biy. No: 3847.
[59] Burada ifade edilmek istenen maksat, Yahudiler'in pabuç ve mestleriyle namaz kılmadıklarıdır. Bunlara muhalefet için Rasulullah (s.a.v.) bazan pabuçlanyla namaz kılardı. Ancak buna devam etmezdi. Bu­nun gibi müslümanlann namaz şartlarına engel olmayacak temizlikte olan pabuçlarıyla zaman zaman namaz kılması gerekir. Ama, bazılarının bu şekilde namaz kılmayı sürüdürmclerini (adet haline getirmelerine) dair her hangi bir delil bulamadım. En doğruyu Allah bilir.
[60] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Salat, Ayakkabıyla Namaz Kıl­ma Babı, H. No: 652, c. I, s. 427. Hakim de el-Müstedrek'inde rivayet ediyor ve "hadisin isnadı sahihtir" diyor. el-Zehebİ de el-Telhİs'de: "Sa-hihdir" dedi. Bkz. el-Müstedrek, Ala el-Sahiheyn Li el-Hakim ve Biha-miş-i el-Telhis Li el-Zehebi c.!. s. 260, Kitab el-Salat.
[61] Bkz. Sahin-i Müslim, Kilab el-Sıyam, Sahurun Fazileti Babı, H. No: 1096, c.2,-s. 771
[62] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Savm, İftarı olur olmaz yapma­nın Hoş bir şey (Miislehab) olduğu Babı, H. No: 2353 c.2, s. 763. Siinen-i İbn Mace, Kitab el-Siyam İftarda ivediliğin Gerekliliği Babı, H. No: 1698, c.l, s. 541-542; Hakim'de Miistedrek'inde bu hadisi tahriç ediyor ve şunu ekliyor: "Bu hadisin sahihlik koşullan Müslim'inkine uymakta­dır, fakat o nedense bu hadisi tahriç etmiyor. "el-Miistedrek c.l, s. 431.
[63] Büyük sahabidir. Asıl adı, el-Saib b. Yezid Said b. Osman el-Esved el-Kindi -Ya da el-Ezdi-dir. Babası da sahabidendİ. Rasulullah (s.a.v.) başını okşadı ve ona dua etti. Rasulullah'm abdest suyundan (arta kalandan) içli. Ömer, onu Medine çarşılarında vergi toplamakla gö­revlendirdi. Medine'de öldü. (H. 95) En son ölen sahabi olduğu söylenir. Bkz. el-İsabe, c.2, s.12-13, Biy. No: 3077.)
[64] Süneh-i Ebi Davud, Kitab El Salat, Akşam Namazının Vakti Ba­bı, H. No: 418, c.l, s.. 291; Sünen-i İbn Mace, Kitab el-Salat, Akşam Na­mazının Vakti Babı, H. No: 689, c.l, s. 225.
[65] Saygın sahabelerdendir. Adı, Beşirb. Mabid, Dabab b. Sebi'b. Siidüs'dür. İslam öncesi ismi, Zahma'ydı. Beşir ismini ona Rasulullah ver­di. el-Hassasiye, dedelerinden birisidir. Basra'da yaşadı. Bkz. Tehzib el-Tehzib, el, s. 467-468, biy. No: 866.
[66] Leyla el-Südüsiye el-Şesbaniye adındaki bu hanım, Sahabiye-dir. Cehdeme olan ismini Rasulullah Leyla'ya çevirdi. Bir önceki notta adı geçen Sahabi'nin eşidir. İbn Hibban, Tabii'nin güvenilir hanım ravi-lerinden olduğundan söz ediyor. Bkz. Tehzib el-Tehzİb, c. 12, s. 406-407. Biy. No: 2753.
[67] Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 225; İbnflacer, Feth'ul-Bari, c. 4; s. 202.
[68] Müslim'in kaydettiğine göre Bu ravi, Hammad b. Seleme'dir.
[69] Sabit b. Eşlem, el-Benani, el-Basri adındaki bu ravi, Enes b. Ma-lik'in birlikte olduğu yakın dostudur. Ondan çok hadis rivayet etmiştir. Güvenilir, salih ve abit bir zattır. H. 123 yılında vefat etti. 127 öldüğü de söyleniyor. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c.2, s.2, 3, biy. 2.
[70] Sayılır sahabidir, Adı, Üseyd b. el-Hudayr, b. Ubeyr el-Ensa-ri el-Eşheli'dir. Ensar'dan islamı ilk kabul edenlerdendir. Akabe Gece­si Cenab-i Rasul'e bi'at edenler arasındadır. Peygamber, onunla Zeyd b. Haris'i kardeş ilan etti. Rasulullah:
"Useyd b. Hudayr, ne iyi adamdır" sözüyle onu Övdü. Ebu Bekir'in hilafeti sırasında onu komutan olarak tayin etti. H. 20 yılında vefat etti. el-Isabe, c. I, s. 49, Biy. No:285.
[71] Bilinir sahabidir. Asıl adı, Ubad b. Bişr b. Veks, b. Zügbe b. Ze'vera b. Abd el-Eşhel el-Ensari'dir. Hicretten Önce Medine'de miislü-man oldu. Bedir ve diğer savaşlarda Rasulullah'la bilrlikte oldu. Rasu­lullah onu vergi toplaması için,Süleym, Müzeyne ve Beni el-Mustalik oy­maklarına gönderdi. Müseyleme el-Kczzab (yalancı peygamberlik savın­da bulunan Müseyleme) ile yapılan Yemame savaşına katıldı. En büyük sınavı (Ölüm sınavı) orada .şehid olarak başarıyla verdi. Bu sırada H. 12. yılı ve o, 45 yaşındaydı. Allah ondan razı olsun. İbn Sa'd Tabakat, c.3, S. 440-441.
[72] Sahihi Müslim, Kitab el-Hayd, Hayızh Bir Kadının Eşinin Başını Yıkayabileceği Babı, H. No: 302, c.l, s. 246.
[73] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 97-107.
[74] Ebu Umame: Asıl adı Sadiy b. Adan b. el-Haris b. Vehb el-Ba-hiii'dir. Künyesi, Ebu Ümame olan bu kişi, tanınmış Sahabidir. Uhud'da ve Hz. Ali'yle birlikte Huneyn savaşında bulunduğu söyleniyor. Daha son­ra Şam'da yaşamaya başladı ve orada öldü. (H. 86) Allah ondan razı ol­sun. el-İsabe Fi Temyiz el-Sahabe, c.2, s. 182, Biy. No: 4059.
[75] Büyük sahabidir. Adı, Amr b. Abese. Halit b. Amir b. Gadıra el-Sülemi, künyesi, Ebu Nüceyh'dir. Mekke'de ilk müslüman olanlardan­dır. Müslüman olduktan sonra bir süre ülkesine döndü. Daha sonra Me­dine'ye hicret etti. Mekke'nin fethine katılan sahabi daha sonra Hu-mus'a gitti ve ölümüne kadar burada yaşadı. Müslüman olmadan önce put­lardan nefret ederdi. (Allah ondan razı olsun) el-İsabe, c.3, s. 5-6, Biy. No: 5903.
[76] Bkz. Sahih-i Müslim, Kitab, Salat el-Müsafirin ve Kasnha, Amr b. Abese'nin Müslüman Olması Babı, H.-No: 832, el, s. 569-570-571. Ahmed b. Hanbel el-Müsned, s.4, s. 112.
[77] Ken'anhlar: Ken'an b. Kevş b. Şam, b. Nuh'a nisbet edilen ve Sami ırkından gelen bir kabiledir. Basra körfezi kıyılarında pamuk eki-miyle uğraşırlardı. Daha sonra Suriye ve Filistin'e göçüp orada yerleş­tiler. Halil Peygamber bu topluluğa gönderilmiş. el-Hidaye Ve el-Niha-ye, c.4, s. 140; el^Calaid, el-Ciman el-Kalkaşandi, s. 32; Lisan el-Arab, c. 8, s. 316.
[78] Hadisi Ebu Davud, Sünen'inde, Kitab el-Salat, Direk ve ben­zeri şeylere karşı namaz kılma Babı, H. No: 693, c.l, s. 445'de rivayet ediyor: Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 4, Salla yerine "yusalli" kelimesi dışın­da aynen Ebu Davud'un rivayetindcki sözcüklerle anlatıyor hadisi. An­cak hadisin senedi pek kuvvetli değildir. Çünkü raviler arasında bulunan Velid b. Kamil, Leyyin el-Hadis'tîr. (rivayetlerinde gevşek davranan ra-vi) Diba'a binti el-Mikted ise kimliği bilinmiyor. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c. 2, s. 335, Velid b. Kamü'in biyografisi, No: 82; s. 604 Diba'a nın bi­yografisi No: 2, Ayrıca bkz. Avn el-Ma'bud, c. 2, s. 386-387.
[79] Bkz. Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Salat, Namazda Eli Üzeri­ne Yaslanmanın Mekruh Olması Babı, H. No: 994, c.l, s. 605.
[80] Mesruk b. el-Ecda b. Malik el-Hemedani el-Vedai el-Kufi adındaki bu kişi, Tabiin'in güvenilir Fıkıh ve Hadîs alimlerindendir. Kiitüb-i Sİtte (altı sahih hadis kitabı) yazan da ondan hadis rivayet etmiş­lerdir. H. 63'de vefat etti. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.2, s.242, Biy. No: 1055.
[81] Buhari, Kitab el-Enbiya, Beni İsrail'i Anlatan Bab, H.No: 3458, c. 6, s. 497, Feth'ul-Bari.
[82] S. el-Buhari, Kitab el-Amel, Fi el-Salati, Namazda Elleri Be­le Koyma Babı, H. No: 1219, c.2, s. 88, Feth'ul-Bari.
[83] Ziyad b. Sabih el-Hanefi el-Mekki, Bir görüşe göre el-Basri adındaki hadisçi hakkında İshak b. Ruhaye: "Salih ve güvenilir bir adamdır" diyor. Bunun gibi Nesai, İbn Hibban, el-Acluni de güvenilir­liğini onaylıyor. Dördüncü kuşak Medine'li Tabii'Serdendir. Bkz. Teh-zib el-Tehzib, c.3, s. 374, Biy. No: 681; Takrib el-Tehzib, c. 1, s. 268, Biy. 115.
[84] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, c.2, s. 106. ibn Ömer'den ri­vayet edilen bu hadiste "Felemma Salla"'dan önce, "fe daraba ye-deyye" fazlalığı var.
[85] Sünen Ebİ Davud, Kitab e]-Salat, Namazda Elleri Bele Koyma ve El Üzerine Yaslanma Babı, H. No: 903, c.I, s. 556.
[86] Sünen el-Nesai, Kitab el-Salat, Namazda Elleri Bele Koyma­nın Sakıncası Babı, c.2, s. 127. Bu imamın rivayet ettiği hadisin sözcük dizgisinde diğerlerinden ayrı bazı değişiklikler vardır. Ama, isnadı sağ­lamdır
[87] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 108-114.
[88] Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Cabir b. Abdullah, b. Amr b. Ha­ram b. Ka'b b. Ganem el-Ensari el-Sülemi'dir. Rasulullah'dan en çok ha­dis rivayet eden Sahabilerdendir. Akabe biatmda ve çoğu savaşlarda Rasulullah'la birlikte bulundu. Rasulullah'ın   vefatından sonra onun mescidine, ders verdiği bir kürsüsü vardı. H. 74 ya da 75'de vefat etti. Bkz. el-İsabe Fi Temyiz el-Sahabe, c.I, s. 213, Biy. 1026
[89] ilk müslüman, Rasulullah'dan sonra ilk halife olan Ebubekir el-Sıddık'tn asıl adı, Abdullah b. Ebi Kuhafe Osman b. Amir el-Kura-şi'dir. Fil olayından iki buçuk yıl sonra doğdu. Pegamberlik gelmesin­den önce de sonra da Rasulullah'la birlikte oldu. Hicret sırasında ona eş­lik etti. Bütün savaşlara katıldı. Cennetle müjdelenen on kişiden biri ve Sahabi'nin en üstünüydü. H. I3'de 63 yaşında olduğu sırada öldü. (Al­lah ondan razı olsun) Bkz. el-İsabe, c.2, s. 341-344, biy. 4817.
[90] Sahih-i Müslim, Kitab el-Salat, İmama Uyanların Bütün Hara-ketlerinde Ona Uymaları Babı, H. No: 413, c.l, s. 309, Sünen Ebi Da-vud, Kitab-el-Salat, İmamın Oturarak Namaz Kıldırması Babı, H. No: 606, c. l.s.405.
[91] Asıl adı Talha b. Nafi el-Kuraşi et-Mekki'dir. Kureyş'in ileri gelenlerindendir. Abdullah b. Ömer, İbn Abbas ve Cabir gibi bir kesim Sahabi ondan hadis nakletmiştir. İbn Hİbban, Güvenilir olduğuna, Ebu-bekir el-Bezzar Kendi kişiliğinde güvenilir olduğuna; Ahmed b. Hanbel ondan hadis rivayet etmede bir sakınca olmadığına; hüküm veriyor. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c.5, s. 26-27, biy. 144.
[92] Sünen-İ Ebu-Davud, Kitab el-Salat, İmamın Oturarak Namaz Kıldırması Babı, H. No: 602, c.l, s. 403-404.
[93] Ebu Davud, Ebu Ümame'den bu sözcüklere yakın kelimeler­le başka bir hadis naklediyor. Ebu Ümame anlatıyor:
"Rasulullah elinde değneğine yaslanmış şekilde yanımıza geldi. O ge­lince biz ayağa kalktık." O:
'Perslerin birbirlerini yüceltmek için ayağa kalktıklar, gibi siz de kalkmayın» buyurdu. Süneni Ebi Davud, Kitab el-Ebed, Bir adamın başka bir adama (tazim-Saygı) Amacıyla Ayağa Kalkmas, Babı,, H. No:
5230, c. 5, s. 398; Benzen Müsned-i Ahmed, c.5, s. 253-256'da kayde­dilmektedir. Hadisin anlamı sahihdir.
[94] Büyük s ah ahilerdendir. Asıl adı, Ubade b. el-Samit b. Kays b. Asram b. Fehr el-Hazrece d-Ensari'dir. Ensar'ın önde gelenlerinden biriydi. Künyesi Ebu el-Velid'dir. Bedir, Uhud ve diğer savaşlarda hep Peygamberin yanında yer aklı. Rasulullah onu bazı sadakaları topla­makla görevlendirdi. Peygamber'in zamanırda Kur'an'ı toplardı, bir araya getirirdi. Ehli Suffa arasında Kur'an'ı en İyi bilendi.
Ömer b. Hattab, bir gurup sahabi'yle birlikte onu dîn ve Kur'an'ı Şam­lıları Öğretmesi için oraya gönderdi. Humus'da ve Filistin'de yaşadı. Muaviye ile arasında çıkan anlaşmazlıktan dolayı Medine'ye döndü. Hz. Ömer onu tekrar Şam'a gönderdi ve Muaviye'ye:
"Sen, onun amiri değilsin, ona karışma" dedi. Remle'de ya da Ku­düs'te vefat etti. (H. 34) ÖIdüğünde72 yaşındaydı. Bkz. Esed el-Gabe, c. 3, s. 106-107.
[95] Sünen-i Ebi Favud, Kitab el-Cenaiz, Cenaze İçin Ayağa Kalk­ma Babı, H. No: 3176, c.3, s. 520. Sözcükler, yukarda anlatılana yakın­dır. Ancak "İciisu, Haiefehiim, oturun, onlara muhalefet edin {ters düşün)"; Sünen-i İbn Mace, Kitab el-Cenaiz, Cenazeye karşı Ayağa Kalkma Ba­bı, R No: 1545, c. i, s. 493. Kitabı tahkik eden, hadisi kaydettikten son­ra ŞLnîarı ekledi: "el-Sundi: "İsnadı zayıf olduğu söyleniyor" dedi." S. el-Tirmizi, Kitab el-Cenaiz, H. No: 1020, c.3, s. 340.
[96] Asıl adı, Abdurrahman b. el-Kasım b. Muhammed b. Ebube-kir'dir. Altıncı kuşak Medine'ti Tabn'nin büyüklerindendir. Yaşadığı dö­nemde Medine'nin en büyük alim ve salihlerindendi. Bütün müslüman-iarca değeri büyüktür. Çok hadis rivayet eden bu alim hakkında da diğer alimler güvenilirliğinde görüş birliği içindedirler. H. 126'da Şam'da vefat etti. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c.6, s. 254, biy. 501.
[97] Üçüncü kuşak Tabiin'İn büyüklerinden olan bu hadisçinin asıl adı, el-Kasım, b. Muhammed b. Ebubekir'dir. Bir önceki adı geçen za­tın babasıdır. İbn Sa'd, Vakidi'den naklen "Güvenilir, yüksek fıkıh bil­gini, Hadis İlminde imam bir zattır," övgüsünü kaydediyor. H. 106'da ve­fat etti. Bkz. İbn Sa'd Tabakat el-Küba, c.5, s. 187- 194.
[98] Buhari bu hadisi, Kitab Menakib el-Ensar, Cahiliye Günleri (tö­ren günleri kasdediliyor) Babında rivayet ediyor. Bkz. Feth'ul-Bari. c.7, s. 148, H. No: 3837.
[99] Sünen Ebu Davud, Kitab el-Cenaiz, Lahtd Babı, H. No: 3208, c. 3, s. 544; Sünen-i Tirmİzi, Kitab el-Cenaiz, Peygamberimizin:
"Lahid Bizim için, çukur dışımizdakilerin ölüleri içindir" Hadi­si Babı, H. No: 1045, c.3, s. 363. Tirmizi:
"Bu hadis İbn Abbas'dan rivayet edildiği için "Hasen ve Garip'dir" diyor. Hadis bütün rivayet tarifeleriyle sahihdir. Cami El Sağir, c.2, s. 474, H. No: 7747, Suyuti:
"Hadis, Sahih'dir" diyor. Sünen İbn Mace, Kitab el-Cenaiz, Lahdin Serbestisi Babı, H. No: 1554, c.l, s. 496. Sünen el-Nesai, Kitab el-Cena­iz, Lahd ve Çukur Babı, c.4, s, 80.
[100] Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 362-363; el-Süyuti, el-Cami el-Sağir, c.2, s. 474, H. No: 7748, Süyuti: "Hadis sahih'dir" diyor.
[101] Sahih-i Buharı, Kitab el-Cenaiz, Cenazenin Ardından Yüzünü Tırmalayan Bizden Değildir. Babı, H. No: 1204, c.3, s. 163, Feth'ul-Ba-ri, Hadisin diğer kısımları, age., H. No: 1297-1298-3519. Sahih-i Müs­lim, Kİtab el-İman, Cenaze Ardından Göğüsü Dövmenin Haram Olma­sı Babı, H. No: 103, c.l, s. 99,
[102] Menakıb, Biyografi, yazarları bu zatın kimliği hakkında çok çe­lişkili konuşuyorlar. En tercih edilen görüş onun: el-Haris b. el-Haris el-Eş'ari adında bir sahabi, olduğudur. Bkz. Tehzib el-Tehzib, c. 12, s. 218-219. Biy. 1002 el-îsabe, c.l, s. 275, bil. 1384.

[104] Sahih-i Müslim, Kitab el-Cenaİz, Ölü Ardından Aşırı Bağırıp Çağırma Babı, H. No: 935, c.2, s. 644. (Ahzab: 33/33)
[105] Ebu Zer, Asıl adı, Cündeb b. Cünade b. Sekn el-Ğıfari'dir. İlk müslüman olan ulu Sahabi'dir. Mekke'de diğer müslümanlar kendileri­ni gizlerken o müslüman olur olmaz kimliğini ilan etti. Kureyş'in önün­de Kelime-i Şehadeti yüksek sesle haykınnca, Kureyşlilerce dövüldü. Da­ha sonra kendi yurduna döndü. Bedir ve Uhud savaşlarının ardından Me­dine'ye hicret etti.
Düzgün konuşurdu. Cenab-ı Rasul, onun bu özelliğinden söz eder­di ve şöyle dua ederdi: "Ebu Zer'e Allah rahmet etsin. Bir başına yaşar, bir başına ölecek ve bir başına dirilecek" Osman'la arasından bazı tar­tışmalar olunca, İnsanlar arasında ayrılık çıkarır korkusuyla Halife (Os­man) onu, Rebze'ye sürdü. H. 23'de orada vefat etti. Cenazesini İbn Me-sud kaldırdı. (Allah ondan razıolsun) Bkz. el-İsabe, c. 4, s. 62-64. Biy. 384.
[106] Hadis, Buhari-Müslim ve diğerlerinde kaydedilmiş. Bkz. S. el-Buhari,Kitab el-İman, Cahiliyye Adetlerinden Olan Günahlar, Babı, Feth’ul-Bari, H. No:30:, c. 1, s. 84, Ayrıca H. No: 6050.
Sahihi Müslim, Kitab el-İman Efendinin Yediğinden Kölelerine de Yedirmesi Babı, H. No: 1661 c. 3, s. 1282-1283.Müsned-i Ahmed, c.5, s. 161
[107] Sahih-i Müslim, Kitab el-İman,Soya Dil Uzatma, Ölünün Ardından Bağıra Çağıra Ağlamanın Küfür Adıyla Anılması Babı, h. No: 67, c. 1, s. 82.
[108] Müsim, Kitab el-îman, Namaz Kılmayana Kafir Adının Veril­mesi Babı, c. I, s. 88; Ebu Davud, Kitab el-Sünne, H. No: 4678, c.5, s. 58-59. Tirmizi Kitab el-îman, Namazı Bırakma Konusunda Gelen Hadisler Babı, H. No: 2618, 2639 ve 2620. Müslim ve Ebi Davud'un rivayet et­tikleri aynı sözcüklere uygun olarak. Tirmizi: "Hadis "hasen" ve "sahih" dir" diyor, c.5, s. 13.
[109] Buhari, Müslim ve diğerleri rivayet ediyor. Buhari, Kitab el-İIim, Alimleri Dinleme Babı, H. No: 121, Feth'ul-Bari, c.l, s. 217. Aynı hadisi baş­ka konularda şu numaralarda kaydediyor Buhari, H. No: 4405, 6869 ve 7080; Müslim, Kitab el-İman, Peygamber'in:"B en'den sonra birbirinizin boy­nunu vurarak küfre dönmeyin." sözü Babı, H. No: 65-66,'c.l, s. 81-82.
[110] Alak: 96/6; Maide: 5/6.
[111] Rasulullah zamanında Münafıkların başıydı. Asıl adı Abdullah b. Übey b. Malik b. el-Haris b. Ubeyd el-Hazreci'dir. Künyesi, Ebul Hab-bab'dir. Ancak, İbn Selül takma adıyla ünlüdür. Selül, Baba tarafından dedesidir. İslam öncesi Hazrec Kabilesi'nin lideriydi. Bedir'den sonra müslüman olduğunu açıkladı. Müslümanları birbirine düşürmeye, cihaddan alıkoymaya, yalah haberler yaymaya, alay etmeye, kötü bir hal başlarına gel­diğinde, sevinip oynamaya başladı. Rasulullah zamanında ölünce, Rasulul­lah namazım kıldırdı. Allah: "Onlardan ölen birine kesinlikle namaz kılma, onun kabri başında da durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulü-nü tanımadılar, yoldan çıkmış olarak öldüler." (Tevbe: 84) ayetini gön-dererek onu bunâan sakındırdı. Zerkeli, el-Alam, c.4, s. 65.
[112] Münafikun: 63/8.
[113] Sahihi Buhari, kitab el-Menakib, Cahiliyye Davasında Bulun­manın Yasaklandığı Bab, Feth'ui-Bari, H. No: 3518, c.6, b. 546.
[114] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 114-125.
[115] Sahihi Müslim, Kilab el-Birr Ve el-Sıla Ve el-Adab, Zalim de Olsa Mazlum da Olsa Müslümamn Kardeşine Yardımcı Olması Babı, H. No: 2584, c.4, s. 1998.
[116] Hacc: 22/78.
"İnsanın kendi kabilesini, haksızlıkta desteklemesi-
dir."182 diye cevap verdi.
[117] Ünlü Sahabi'dir. Adı, Vasile b. el-Esk'a b. Ka'b b. Amir'dir. Beni Leys b. Abdi menat kabilesindendir.
Tebuk savaşından Önce müslüman oldu ve bu savaşa katıldı. Müslü­man olmadan Önce Medine'nin bir bucağında oturuyordu. Müslüman olunca Ehl-i Suffa oldu. Rasulullah'ın ölümünden sonra Şam'a gitti, orada savaşlara katıldı. Şam, Humus ve diğer şehirlerin fethinde bulun­du. H. 95'de Şam'da 105 yaşında öldü.
Bkz. îbn Sa'd, Tabakat El Kübra, c.7, s. 407-408; el-İsabe, c.3, s. 620. Biy. 9087.
[118] Süneni Ebi Davud, Kitab el-Edeb, Tutuculuk (Taassub) Babı, H.No:5119,c.5,s. 341.
İbn Mace Fesile'nin babasından naklettiği hadisi rivayet ediyor. İbn Hacer ve diğerleri bu ravinin Fesile binti Vasile b. el-Esk'a olduğunu kay­dediyor. İbn Mace'nin Fesile'den naklettiği hadis şöyle:
"Babamdan duydum. Diyordu: Peygamber'e, ırkçılık, adamın kendi toplumunu sevmesi midir? diye sordum. Rasulullah:
"Hayır, Irkçılık-tutuculuk- kişinin kendi kabilesini zulümde des-teklemesidir." buyurdu.
Süneni îbn Mace, Kitab el-Fiten, Irkçılık Babı, H. No: 3949, c.2, s. 1302. Fesile binti Vasile'nin soyu için bkz. el-İsabe, c.3, s. 626, Biy. 9087. Orada Nesile adıyla geçiyor.
[119] Asıl adı, Surake b. Malik b. Caşem b. Malik b. Amr b.Teym b. Müdlic el-Kinani; el-Müdlici'dir. Büyük sahabidir. Beni Müdlic oyma-ğındandır. Müslüman olmadan önce, Hicret yolculuğu sırasında Rasulul-lah'i Ebubekir'i yakalayıp Kureyş'e teslim etme girişiminde bulundu. Bu sırada atının ayaklan toprağa gömüldü. Bunun Peygambere özgü bir mucize olduğunu anladı. Amacım, Rasulullah ve arkadaşından gizledi. (Bilmezlikten geldi) Peygamber'e bir mektup verdi ve hemen orada müslüman oldu. Peygamber ona:
"Benim pazubentimi takınca Kisra'nın tacım tahtını parçalayıp yerle bir edeceksin." Ömer, İran'ı fethedince, Peygamber'in (s.a.v.) vaadini yerine getirmek ve mucizesini gerçekleştirmek için Rasutul-lah'ın Pazubentini ona taktı. Bunun üzerine Ömer:
"Kisra b. Hürmüzü yenilgiye uğratıp, tacını tahtını Müdlic oymağın­dan Surake b. Malik gibi bir arabiye (köylüye) giydiren Allah'a hamd ol­sun." diye dua etti. Surake, şairdi. H. 24'de vefat etti. Bkz. Esed el-öa-be, c.2, s.264-265-266.
[120] Ebi Davud, Kitab el-Edeb Asabiye (ırkçılık) Babı, H. No: 5120, c.5, s. 341. Ebu Davud bu rivayetini, Eyyub b. Süvey'den alıyor ra-vi zayıftır" diyor. Süneni Ebu Davud, c.5, s. 341. Eyyiib b. Süveyd el-Ramli el-Şeybani, Künyesi Ebu Mesud, adındaki bu ravi, Ahmed b. Hanbel imamlannca zayıftır. H. 201 'de vefat etti. Bkz. Tehzib el-Tehzib, el, s. 405-406. biy. 745, s.
[121] Cübeyr b. Mutim b. Adiy b. Nevfel el-Kuraşi, Büyük Sahabi ve Kureyş'İllerin en halimi (Yumuşak huylu) ve en efendilerindendi. Ku-reyş'lilerin ve çoğu Arapların soy kütüklerini, kendisinden öğrendiği soy bilginiydi (Nesabe). Babası el-Mu'ü, Taifliler tarafından reddedilip ge­ri dönen Rasulullah'ı himaye etti. Müslümanlar, Beni Haşimliler ve Ab-dulmuttaîip oğullarıyla ilişkiye geçip onlan açlık ve yokluğa mecbur eden Kureyş kabilesinin yaptığı antlaşmayı bozanlardan birisi de yine bu şa­hıstı.
Cübeyr, Mekke fethedilmezden Önce müslüman oldu. Fetih savaşı sı­rasında Mekke'ye yakın bir yerde Peygamberimiz :
"Kuşkusuz Mekke'de Kureyş'den dört gurup "nefer" vardır. Onlar aracılığıyla (insanlar) şirkten uzak olur, İslama ısınır..." Bun­lar arasında. Cübeyr b. Mutin'dan da söz etti. H. 52'de vefat etti. Bkz. Esed el-Ğabe, el, s. 271-272.
[122] Sünen-i Ebi Davud, Kitab el-Edeb, Irçilık Babı, H. No: 5121. c.5, s. 5121, c.5, s. 354. Müslim-Kitab el-Imare, H. No: 1848 Ebu Hurey-re'den.
[123] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Edeb, Irkçılık Babı, H. No: 5118, c. 5, s. 341. Hadisin İsnadı, sahihdir. E. Davud, îbn Mes'ud'dan buna uyan diğer bir hadis rivayet ediyor. Sünen-i Ebu Davud'. H. No: 5 U7. c.5, s.34O.
[124] Abdurrahman b. Ebi Ukbe, el-Farisi, el-Medenİ, Ensar'ın ya­kın dostu, bir sahabidir. Îbn Hibban: Mürsel rivayet etmekle birlikte güvenilir olduğunu söyler İbn Hacer, "Üçüncü kuşaktan Makbul bir ra-vidir." der. Tehzib el-Tehzib, c.6f s. 232, Biy. 472. Takiib el-Tehzib, c.l, s.492,Biy. 1051.
[125] Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Edeb, IrkçılıkBabı, H. No: 5123, c.5, s. 343, İbn Mace, Kitab el-Cihad, Savaşta Niyet Babı, H. No: 2784, c.2, s. 931, Ebi Ukbe'den rivayet edilen bu hadis "Mürsel” dır.
[126] Ebu Davud, Kitab el-Edeb, Soy-sopla övünme Babı, H. No: 5116. c.5, s. 339-340, Müellifin (îbn Teymiye) hadisin sahih olduğuna işa­ret ediyor.
Tirmizi, Kitab el-Menakib, Şam Ve Yemen'in Üstünlükleri, H. No: 3955-3956, s. 734-735.
Tirmizi de bazı güzel değişiklikleri, kelimelerde öncelik sonralık (takdim-tehir) var.
Tirmizi, İbn Ömer ve îbn Abbas, babında 3955 numara ile bir hadis rivayet ediyor. Bu hadisden sonra "Hadis "hasen" ve "garip" tir" diyor. İkinci hadisten sonra da: "Bu hadis bize göre birinciden daha sağlamdır. Yazgısını ekliyor. Sünen el-Tirmizi, c.5, s. 734-735.
[127] Sahih-i Müslim, Xitab el-tmare, Fitne (Kargılıklar) Ortaya Çıktığında Müslümanların Topluluk Halinde Olmayan Özen Göster­meleri Babı, c.3, s. 1476-1477. H. No: 1848. Hadisin iki rivayet tarikin arasındaki sözcük dizgisinde bazı farklılıklar var.
[128] Müslim, Kit ıb el-Fiten Ve Eşrat-Saa-Birisi Öbürünün Devesi­ni Çekinceye Kadar Kıyamet Kopmayacağı Babı: H. No: 2908, c.4, s. 2231-2232.
[129] Hz. Ali'nin dönemindeki Harici'lcre verilen ad. Bu ad, Küfe ya­kılarında, Harun'a denen bir yer adına nisbetle verilmiş. Harici'ler Ali'nin (r.a.) ordusundan ayrılınca buraya yerleşmiştiler. Bkz. eî-Bida-ye Ve-el'Nihaye, c.7, s. 278-280. Mu'cem el-Büldan, c.2, s. 245
[130] Asıl adı, Ebu Ümeyye, el-Ma'rur b. Süveyde el-Esedi'dir. Üçüncü Kuşak Küfe Tabün'den olan bu ravi çok güvenilir hadis ezber-leyicisidir. 120 yıl yaşadı. Bkz. tbn Sa'd Tabakat el-Kübra c.6, s.l 18; Tak-rib el-Tehzib, c.2, s. 263; Biy. No: 1275.
[131] Buharı, Kitab el-İman, Cahiliye İşlerinden Olan Günahlar Ba­bı, Feth'ul Bari, el, s. 84, H. No: 30; H. No: 6050, c. 10, s. 475, sözcük akışında bazı değişiklikler var.
Sahih-i Müslim, Kitab el-îman, Efendilerin Yediklerinden Köleleri­ne de Yedirmeleri Babı, H. No: 1661, c.3, s. 1282-1283. Hadisi, çeşitli -birkaç- rivayet yoluyla nakleden Müslim'in rivayetleriyle, müellifin (İbn Teymiye) aldığı hadisin güzel dizgesinde bazı değişiklikler vardır,
[132] Müellif, (Allah ona rahmet etsin) burada Müslim'de bulunan bir hadise İşaret ettiğini söylüyor. Neki, yukarda geçen şekliyle Müslim'de böyle bir hadise rasthyamadım. Fakat bu senet ve bu sözcüklerle bura­da geçen hadisi Buhari'de gördüm.
Bkz. Sahih el-Buhari, Kitab el-Diyat, Haksız Yere Öldürülen Kim­senin Kanının Bedelini İsteme Babı, Feth'ul-Bari, c.12, s. 210, H. No: 6882. Burada "Li yurhika" var "Li yurika yerine" Her ikisi de aynı anlamdadır.
[133] Aynı hadise geçen sayfalarda değinildi.
[134] Buhari, Müslim ve diğer hadis kitaplarında geçen hadisin bir bö­lümüdür. Buhari hadisi, Ebu Hureyre'den rivayet ediyor. Rasulullah şöyle buyurdu:
"Oruç (arkakasına s ığınılan) kalkandır. (Biriniz otururken) çirkin söz söylemesin, cahillik etmesin..." Sahih-i Buhari, Kitab, el-Savm Orucun Üstünlükleri Babı, H. No: 1894, Feth el-Bari, c.4, s. 103.
Müslim, Kitab el-Sıyam, Oruçlu tken Dili Koruma Babı, H. No: 1151,c.2, s. 806. Sözcükler "İzaEsbaha, Ehadükümyevmensaimen, fela yerfüs ve le yechel." (Sizden biriniz bir gün oruç tuttuğunda, kö­tü konuşmasın, cahiIİk etmesin). Ebu Davud, Müellifin anlattığı hadi­sin sözcükleriyle uyum içindedir. Bkz. Sünen- i Ebu Davud, Kitab el-Savm, Oruçlu İken Gıybet Etme Babı, H. No: 2362. c. 2, s. 768.
[135] Bu ikilik -beyt- cahiliye döneminin ve ünlü Muallakat-ı Seb'a (yedi askı) nın ozanlarından Amr. b. Gülsüm adındaki şairin uzun övgü-kaside-sinden alınmıştır. Bkz. Ebubekir el-Anbari, Kitab Şerh el-Kasa-idel-Seb'as. 426.
[136] Bkz. Tefsir İbn Cerir, c.4, s. 202-203.
[137] Büyük Sahabidir. Asıl adı, Abdullah b.Öraer b. el-Hattab b. Nü-feyl el-Kuraşi el-Advi'dir. Bi'setten üç yıl önce doğdu. On yaşında bir ço­cukken Medine'ye hicret etti. Bedir ve Uhud savaşında, babası onun savaşa katılmasını Rasulullah'dan istedi. Küçük olduğu için Rasulullah uygun görmedi. Hendek Savaşma katılmasını onayladı. Şüphelilerden ka­çınması ve ibadete düşkünlüğüyle ünlüydü. Osman'ın öldürülme fitne­sinde, olaylardan uzak durmayı tercih etti. H. 73 yılında vefat etti. (Al­lah ondan razı olsun) Bkz. el-İsabe, c. 2, s. 347-350, Biy. 4834.
[138] Sahih-i Müslim, Kitab el-Zühd, Kendilerine Zulm Edenlerin Oturduktan Yere Girmeyin, Babı, H. No: 2981, c.4, s. 2286.
[139] Sahih-i Buhari, Kitab el-Enbiya, Allah'ın "Semud'a Kardeşle­ri Salih'i gönderdik" Ayeti Babı, H. No: 3378, Feth'ul-Bari c. 6, s. 378; 3379 No'lu hadis de bu hadisin aynısıdır.
[140] Buharı ve Müslim, hadisi İbn Ömer'den naklediyorlar. Bkz. Sa-hih-i Buharı Kitab el-Enbiya, Bir önceki bab, H. No: 3380, Feth'ul-Ba-ri.c.6, s. 378-379.
Sahih-i Müslim, Kitab el-Zühd, Kendine Zulmedenlerin Yerlerine Gir­meyin Girerseniz Ağlayarak Girin Babı, H. No: 2980, c. 4, s. 2285.
[141] Bu ravi, Said b. Abdurralıman el-öıfari-Mısri'dir. Künyesi, Ebu Salih olan bu zat hakkında İbn Hacer Tehzib el-Tehzib'inde, İbn Hİbban onun güvenilirliğini onayladı, "diyor". el-Acla: "Mısri, güvenilir, tabi­dir." der. Hz. Ali'den olan rivayeti mürseldîr. Bkz. Tehzib el-Tehzib c.4, s. 58-59 Biy. 100.
[142] Sünen Ebi Davud, Kitab el-Salat, Namaz Kılmanın Caiz Olma­dığı Yerler Babı, H. No: 490, c. I, s. 329. Hutabi, Mealim el-Sünen isim­li eserinde bu hadisin açıklamasında şöyle diyor: "Bu hadisin isnadı "Mekal" dir."
Hiç bir alimin, Babİl topraklarında namazın haram olduğunu söyle­diğini bilmiyorum. Bunu söyledikten sonra Ebu Davud daha sahih olan şu hadisi sunuyor: "Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı..." Bkz. Hamiş Sünen-i Ebi Davud, c. 1, s. 329. Gerçi müellif az sonra hadisin burada ge­çen senetten daha sağlam senetle rivayet edildiğini anlatacak. Bu senet hadisin sıhhatini destekler niteliktedir. Aynı hadisi Beyhaki Süneninde, c.2, s. 451, Korku ve Azab Yerlerinde Namaz Kılmanın Kerameti Bab.n da tahriç ediyor.
[143] Siyer kitapları Rasulullah'ın bu mescidin yakılmasını emret­tiğini yazıyorlar: Bkz. İbn İshak, Sire el-Nebi; İbn Hİşam, Tehzib, c.4, s. 956; İbn Kesir, el-Sife el-Nebi, c.4, s. 40.
[144] Buharı, Kitab Fadl el-Salat Fi Mescid-i Mekke ve el-Medine ve Medine Mescitlerinde Namaz Kılmanın Üstünlükleri Babı, H. No: 1189,Feth'ul-Barİ, c.3, s.63,Buhari'ninEbu Hureyre'den rivayet etti­ği hadis şöyledir, Rasulullah buyurdu:
"Develer ancak üç mescit için sürülürler. Mescid-i Haram, Mes­cid-i Rasul ve Mescid-i Aksa." "Bu hadisi İzleyen 1190 No'lu hadisde (yine Ebu Hureyre'den) şöyle denmektedir:
"Benim mescidimde bir namaz, Mescid-Haram dışında kilanan bin namazdan daha hayırlıdır."
[145] Tirmizi, Namazla ilgili Bablar, Mescid-i Küba'da Namaz Kıl­ma Babı, H. No: 324, c.2, s. 145-146. Üseyd b. Zahir el-Ensari, Rasulul-lah'dan şöyle naklediyor:
"Mescid-İ Küba'da namaz kılmak umre gibidir." Üseyd bu hadi­sine Tirmizi: "Hasen ve gariptir" diyor. Hakim, el-Müstedrek, c.l, s. 487'de, aynı hadisi rivayet ettikten sonra şöyle ekliyor: "Bu isnadı sağ­lam bir hadistir. Ne ki, Ebu el-Ebred'den başka kimse tahriç etmedi. Ha­disin ravilerinden biri meçhuldür (kimliği bilinmiyor)."
Buhari ve Müslim'de Rasulullah'ın Mescİd-İ Küba'yı her Cumarte­si günü ziyaret ettiği ve orada iki rekat namaz kıldığını kanıtlayan bil­giler var. Bkz. Feth'ul-Bari, H. No: 1193-1194, c.3, s. 69; Sahih-i Müs­lim, H. No: 1399, c.2, s. 1016-1017.
[146] Ebu Davud, Osman b. Ebi el-As'dan, Rasulullah'ın şöyle bu­yurduğunu tahriç ediyor:
"Rasulullah, Taiflilere diktatörlerinin saraylarını mescit haline getir­melerini emretti." "Sünen-i Ebu Davud, Kitab el-Salat, Mescitlerin Ya­pılması Babı, H. No: 450, c.l, s. 311. İbn Mace aynı hadisi Kitab el-Me-sacid Ve el-Cemaat, Nerelere Mescit Yapmak Caizdir babı, aynı sözcük­lerle, Sadece burada Ebü Davud'dan farklı olarak "Tavağitihim" yerine "Tağitihim" kelimesi var. H. No: 743, c.l, s.245.
[147] Nesai, Hadisi Talak b. Ali (r.a.) rivayet ediyor. Talak diyor: "El­çi olarak Rasulullah'a çıktık. Bİ'dat edip arkasında namaza durduk. Ül­kemizde bizim çok manastırlarımız olduğunu kendisine söyledik. Orala­rı nasıl temizleyip kullanır hale getirilmesini bize öğretmesini istedik. Su istedi. Ağzını burnunu yıkayıp abdest aldı. Sonra o suyu bir kaba döktü. Bize:
"Çıkınız. Ülkenize gittiğinizde manastırlarınızı değiştirin. Bu sudan oralara serpin ve oraları mescit edinin" buyurdu. Hadis:
"Biz orayı mescitleştirdik ve müslümanlan ezanla oraya çağır­dık." ifadelerine kadar devam ediyor. Bkz. Siinen-i Nesai, Kitab el-Me-sacit, Manastırların Mescit Edinilmesi Babı, s. 38-39, c.2.
[148] Bu hususla ilgili Buhari-Müslim ve diğer hadis kitaplarında bil­gi gelmiştir. Rasulullah, Medine'ye hicret edince müşriklerin mezarlığı olan yere bir mescit yapılmasını ve oradaki mezarların sökülmesini em­retti.
Bkz. Sahih-i Buhari, Kitab el-Salat, Müşriklerin ve Cahiliye Döne­minden Kalan Mezarlıkların Sökülüp Yerine Mescit Yapılabilir mi? Ba­bı, H. No: 428, Feth'ul-Bari, c.l, s. 524.
Müslim, Kİtab el-Mesacid Ve Mevadıu el-Salah, Mescidlerin Yapı­mı Babı, H. No: 524, c.l, s. 373.
[149] Sünen-i Ebi Davud, Kitab el-Libas, Şöhret (gösteriş de dene­bilir) İçin Elbise Giyme Babı, H. No: 4031, c.4, s. 314.
[150] Asıl adı, Osman b. Muhammed b. İbrahim b. Osman el-Abe-si, Ebul Hasem b. Ebi Şeybe'dir. Tefsirde ve hadiste güvenilir ünlü kaynaktır. Onuncu kuşak Küfe Tabiİ'İerindendir. Ayrıca güvenilir ünlü hadis ezberleyiçişidir. İbn Hacer, Takrib el-Tehzib'de: "Evhamlı olma­sına karşın ezberi çok güçlüdür. Kur'an'ı Ezberlemediği söylenir" der. H. 239 yılında 83 yaşında öldü. Bkz. İbn kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.10, s. 319; İbn Hacer, Takrib el-Tehzib, c.2, s. 13-14, biy. 107.
[151] Bu ravi, Haşim b. Müslim el-Leysi el-Bağdadi'dir. Künyesi, Ebu'n-Nadr'dır. Daha çok künyesiyle tanınır. Takma adı, Kaysar'dır. Do­kuzuncu kuşak Bağdat'h Tabii Herdendir. Güvenilir bir ravidir. İbn Ha­cer Takrib el-Tehzib'de "Güvenilirliği kanıtlanmıştır"' der. 73 yaşında ve­fat etti. (H. 207) Bkz. İbn Sa'd, Tabakat el-Kübra, c.7, s. 314, biy. 39.
[152] Asıl adı, Hasan b. Atiye el-Muharibi, kabilesinin efendisidir. Künyesi Ebubekirel-Dimaşki'dir. Güvenilir, fikıhçı, abid bir kimsedir. H. 120'deöldii, Takrib el-Tehzib, c.l, s. 162, bıy.237.
[153] Ravinin adı Abdurrahman b. Sabiî b. Sevban el-Anbesi el-Dı-meşki'dir. Hatası olmakla birlikte, doğru sözlüdür. 165'de vefat etti. Bkz. el-Takrib, c.l, s.474, biy. 886.
[154] Ünlü hadis imamı ve ezbercisi olan bu alimin asıl adı, Yahya b. Main b. Avn el-Gadfani'dir. Künyesi, Ebuzekeriya el-Bağdadi'dir. Cerh ve Ta'dil'de (Hadis ravilerini kategorilere ayırarak güvenilirliklerini kritize etmek) imamdır. Ahmed b. Hanbel'in arkadaşıdır. İmamlığı ve bü­tün erdemleri kendisinde toplanmıştı. 233'de 70 yaşlarındayken vefat et­ti. Bkz. el-Cerh Ve el-Ta'dil, c.l, s. 314-318; Takrib el-Tehzib, c.2, s. 358, biy. 181.
[155] Asıl adı, Abdullah b. Abdulkerim b. Yezid b. Ferruh el-Razi'dir. Künyesi, Ebu Zer'a'dır. Güvenilir hadis imamlarının büyüklerindendir. Cerh ve Ta'dil'de Yahya b. Main gibi güçlüdür. 264'de vefat etti. Öldü­ğünde 63 yaşındaydı. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 536, biy. 1479; el-Cerh Ve el-Ta'dil,, c.l, s.328-349.
[156] Adı, Abdurrahman b. İbrahim b. Amr el-Osmani; Künyesi, Ebu Said el-Dımaşki; Lakabı Dahim'dir. Güvenilir, sağlam hadis ezber-leyicisidir. 245'de, 75 yaşındayken öldü. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 471, biy. 856.
[157] Muhammed b. İdris b. el-Münzir el-Hanzali Ebu Hatem el-Ra-zi'dir. Ünlü imam, hafız ve düzgün kişiliği ve ezberleme ve koruma gü­cü, sağlarncılığı kanıtlanmış hadis imamlarından biridir. Cerh ve Ta'dil konusunda iyi olan alimlerde bu savı doğruluyor. 277'de vefat etti. Do­ğumu, 195. Bkz. Tehzib El.Tehzib, c.9, s. 31-34, biy. 40.
[158] Sünen el-Beyhaki: c.9, s. 234.
İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 125-147.
[159] Diğer baskılardan bu ravihin adı, İbn Harb olarak geçmektedir. Kimliği, yazmalardan daha sağlıklı bir şekilde anlaşılmaktadır. Saptıya-bildiğimiz kadarıyla ravi, Muhammed b. Hatkib b. Ebl Harb el-Cerce-rai'dir. Ahmed b. Hanbel ile yazışır ve hadisleri ona sorardı. İmamdan bir­çok mesele ve hadisi nakletmiş, Bkz. Tabakat el-Hanabile, c.l, s. 331, biy. 105.
[160] Nisaburi, Mesail el-İmam-ı Ahmed, c. 2, s. 145-146.
[161] Ahmed b. Hanbel'e uyanların büyüklerinden olan bu alimin asıl adı, Harb b. İslami, b; Half el-Hanzali el-Kirmani'dir. İmam Ahmad'den bir takım meseleler dinledi ve onları Hilal ve diğer imama uyan alimle­re anlattı. Ülkesinin Hukukçusu (fıkıhçısı) idi. Hükümdar, yargı İşlerin­de ona başvururdu. Bkz. Tabakat Al-Hanabile, c.l, s. 145.
[162] Ümmetin büyük imamlarından olan alimin asıl adı, Abdullah b. Mübarek b. Vadıh el-Hanzali, el-Temimi el-Mervezi; Künyesi, Ebu Ab-durrahman'dır. İlimde, takvada, düzgün ahlaklılıkta erdem ve riyaset (başkanlık) çağının imamıydı. Sağlam ve güvenilir hadis ezbercisi İmam­ların en ünlülerindendir. İbn Uyeyne onun bu özelliğini şu sözüyle nite­lemektedir:
"Fıkıhçı, alim, ibadete düşkün (abid) zahid (dini özellik taşamayan şeylere değer vermeyen), üst;.d, cesur, şair, cömert, ümmete hakkı tav­siye eden (nasihat eden), Müslümanların efendilerinin efendisi bir zat­tı. "Heyte savaşından dönerken öldü. (H. 181) Bkz. Tehzib el-Tehzib, c.5, s. 382-387. biy. 657.
[163] Adı Ahmed b. İbrahim b. Kesir b. Zeyd el-Devraki el-Bağda-di olan bu hadis alimi, Ahmed b. Hanbeli'nin sohbetinde bulunanların İle­ri gelenlerinden güvenilir hadis lafızidır. Ahmed b. Hanbel'den dinledi­ği hadis ve diğer meseleleri, kendinden sonra gelenlere aktarmıştır. H. 246'de vefat etti. Bkz. Takrib el-Tehzib, c.l, s. 9-10. biy. 3; İbni Cevzi, Menakib İmam Ahmed, s. 610.
[164] Adı, Ahmed b. Hanbel b. Furat b. Halit el-Dabi; Künyesi, Ebu Mes'ud olan alim, hadisçi fetvacıdır. Peygamber'in sözlerini en iyi ez­berleyen büyük hadis e .becisidir. Yazılı bir çok eserleri vardır, ilimde de­rin görüşlü (Rasih), İbn Hacer ve diğer hadisçilere, güvenelirliği kanıt­lanmıştır. İbn Hacer Takrib el-Tehzib'inde:
"Hiçbir mesnedi aramaksızın ondan hadis alabilirsiniz" der. H. 258'de Öldü. Bkz. Tehsib el-Tehzib c.l, s. 66-67 biy. 117 Takrib el-Teh­zib, c.l, s. 23, biy. 102.
[165] el-Muğni Ve el-Şerh el-Kebir, c.l, s. 309-310.
[166] Age.,c. l.s.482.
[167] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 147-151.
[168] Bu sahabinin kimliği hakkında her hangi bir bilgiye rastlama­dım. Ancak, el-Acluni Keşfi el-Hafa'da, Ebu Nuaym'in bu hadisi Ka'ka'a b. Ebi Hedret'ten tahriç ettiğini anlatıyor. Bkz. Keşf el-Hafa c.l s. 378 el-İsabec. 3, s. 239.
[169] el-Acluni, Keşf el-Hafa'da: "Hadisi, Taberanİ büyük mecmu­asında (Mecmu el-Kübra), İbn Şahin el-Sahabe'de Ebuşeyh ve Ebu Nu-ayım da el-Marife'de rivayet ettiler dedi. "Hadisi anlatıyor ve ekliyor: "El Beğavi Mu'cem el-Sahabe'de tahriç ediyor hadise." Bkz. Keşf el-Hafa ve Müzil el-İlbas, c.l, s. 378, H. No: 1018. İbn Hacer.hadisin ravisi Ka'ka'a bin Hedred'in biyografisine el-İsabe adlı eserinde değiniyor. Bu ravîden Beğavi, İbn Şahin ve Taberani hadis almışlardır. Bkz. el-İsabe, ç.3,s.239.
[170] Hadisi rivayet eden Tirmizi, naklettikten sonra şöyle diyor: "Bu hadisin isnadı, zayıftır. Bkz. Sünen el-Tirmizi, Kitab el-îst'izan, Elle îşa-ret Ederek Selam Vermenin Keraheti Babı, H. No: 2695, c.5, s. 56-67. Mü­ellif burada hadisin zayıf olmasına karşın, Savı destekler nitelikte her han­gi bir görüşün olmadığını açıklıyor.
[171] Büyük Sahabi'dir. Adı, Rükane b. Abdi Yezid b. Haşim b. Abdulmuttalib el-Kuraşi'dir. Kureyş oymağının en azılılarından İdi. Mekke'nin fethi sırasında Müslüman olanlarla birlikte müslüman oldu. Daha sonra Medine'ye yerleşti. Rasulullah'dan bir takım hadisler riva­yet etti. Osman'ın Hilafeti sırasında öldü. (H.42), Esed el—Gabe, c.2, s. 187-188.
[172] Ebu Davud, Kitab el-Libas, Sarık Babı, H. No: 4078, c.4, s. 340-341.
[173] Sünen El Tirmizi, Kitab el-Nikah, Muhammed b. Hattab el-Ceh-mi'nin, Nikahın duyurulması konusunda Peygamber'den rivayet ettiği ha­dis babı, H. No: 1088, c.3, s. 398. Tirmizi: "Muhammed b. Hatab'ın bu hadisi "hasen" dir " diyor; Müsned-i Ahmed, c.3, s. 418, c.4, s. 77; İbn Mace, Kitab el-Nikah , Nikahın Duyurulması Babı, H. No: 1896, c.4, s. 611; Nesai, Kitab el-Nİkah, Ses Ve Tefle Nikahı Duyurma Babı, c.6, s. 127.
[174] Buhari, İbn Abbas'dan şu hadisi naklediyor: "Peygamber, kadınsı davranan erkeklere, erkeksi davranan kadınla­ra lanet etti." ve ardından "bu tür davrananları evlerinizden (sanırım bu ifadeyle evden çok şehir, ülke kasdedilmektedir.) çıkarın." buyurdu. Ravi, Rasulullah falancayı, Ömer falancayı çıkardı diyor. Kitab el-Libas, Kadınlara Özenen Erkekleri Evlerden Kovma Babı, H. No: 5886, Feth'ul-Bari, c. 10, s. 333.
[175] Müsned-i İmam Ahmed, c.l, s. 241, İbn Abbas'a dayanarak.
[176] Sahih el-Buhan Kitab el-Savm, Peygamber'in "yazamayız, he-saplıyamayız" sözü babı, H. No: 3913, Feih'ul-Bari, c.4, s. 136; Sahi­hi Müslim, Kitab el-Sıyam, Ayı Görül Görmez Hemen Oruca Başlama­nın Gerekliliği Babı, H. No: 1080, c.2,s. 761.
[177] Buhari-Müslim ve diğer bilinen, ünlü sünnet kitapları bu ha­disi kaydediyorlar.
Bkz. Buhari, Kitab el-Savm, Peygamberin: "ayı görünce oruç tutun bir diğerini görünce iftar edin (orucunuzu açm-bayram edin)" Hadisi Ba­bı, Hadis No: 1909, Feth'ul-Bari, c.4, s. 119; Sahih-i Müslim Kitab el-Savm, Hilaİ Görüldüğünde Ramazan Orucuna Başlamanm Gerekliliği Ba­bı, H. No: 1080, c.2, s. 759.
[178] Suyuti, el-Camiel-Sağir, c.2, s. 103. Taberani, el-Kebİri'inde kaydettiğine göre, hadis hasendir.
[179] Konuyla ilgili Buhari-Müslim, Ebu Hureyre'den hadisi tahrif ediyor.
"Sizden birisi, Ramazandan bir iki gün önce oruç tuturak Rama-zan'ı karşılasın. Ancak, daha önceden oruçluysa orucuna devam et­sin." Bu sözcükler Buhari'ye aittir. Ramazan'dan Önce Bİr veya İki Gün Oruç tutarak Ramazanı Karşılamayın. Hadisi Babı, H. No: 1914, Feth'ul-Bari, c,4, s. 127-128. Müslim'in hadisinde bazı sözcükler fark­lı, Bkz. Sahİh-i Müslim, Kitab el-Sıyam, Bir İki Gün Önce Oruç Tutarak Ramazan'ı Karşılamayın Babı, H. No: 1082, c.2, s. 762. Hadisi, diğer Sa­hih, Sünen ve Müsned sahipleri de rivayet ettiler.
[180] Humeyd b. Abdurrahman b. Avf b, Abdi et-Haris b. Zühre el-Kurai adındaki bu ravi (hadis anlatıcısı) Üçüncü kuşak Medine'li Tabii'ler-dendir. Güvenilirdir. 105'de öldü. İbn Sa'd H. 95'de 73 yaşında iken Öl­düğünü söylüyor. Bkz. Tabakat el-Kübra, c.5, s. 153-154; Takrib el-Tehzib,c.l,s.203,biy. 603.
[181] Hadis Buhari, Müslim ve diğer muteber hadis kitaplarında ri­vayet edilmektedir, Müslim'in s. 114'de naklettiği bu hadisi Buhari, yukarda geçen sözel dizimîyle Kitab el-Libas, Takma Saç Kullanma Babı, H. No: 5932, c.10, s. 373, Feth'ul-Bari'de kaydediyor.
[182] Müslim Sahih'inde her İki rivayeti de Buhari'nin Humayd b. Ab­durrahman'dan naklettiği hadisle birlikte, İbn Müseyyeb'den naklediyor. Bkz. Müslim, Kitab el-Libas Ve el-Zine, Takma Saç Kullanmanın Haram Olması Babı, H. No: 2127, c. 3, s. 1679. Müslim'in kaydettiği bütün ri­vayetler müellifinkinin aynıdır.
[183] Sünen Ebi Davud, Kitab el-Salat, Elbise Dar Olduğunda Bel­den Aşağısını Örtme Babı, H. No:635, c. 1, s. 418, Hutabi: İstimal el-Ya-hudi'yi, "elbisesiz kimsenin yalnız belden üstüne attığı şal, olarak açık­lıyor. Bkz. Mealim el-Sünen Fi Hamiş-i Sünen Ebi Davud, c.l, s. 417.
[184] Sahih-i Müslim, Kitab el-Libas, H. No: 2099, c.3, s. 1661; Sa-hih-i Buharı, Kitab el-Libas, Bab: 20-21, H. No: 5819... 5822, Feth'ul-Bari, c. 10, s. 278-279; Sünen Ebi Davud, Kitab el-Salat, Elbise Dar Ol­duğunda, Babı, H. No: 634, c.l, s. 417.
[185] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 151-160.