PEYGAMBERİMİZDEN ÖNCEKİ DURUM
Bilinmelidir ki, Cenab-i Allah'ın Muhammed'i (s.a.v.) insanlığa peygamber olarak gönderdiği sıralarda artık nesli kesilmeye yüz tutmuş bazı kitaplar dışında [1]gerek arabı ve gerekse arap olmayanı ile bütün yeryüzü halkı O'nun sevgisinden yoksun kalmış, gazabını haketmiş durumda idi.
O günün insanları başlıca şu iki kısma ayrılıyorlardı:
a) Belirli bir kitaba bağlı kitaplılar. Bağlandıkları kitap ya önemli değişikliklere uğratılarak aslından uzaklaştırılmış veya çok daha önce tümü ile yürürlükten kaldırılmış (nes-hedilmiş) Bir kitap idi. Bu kategoriye girenlerin bir bölümü de kimi kısımları belirsiz ve kimi kısımları terkedilmiş bir takım dinlere inanıyorlardı.
b) İnsanlığın diğer bir ana kısmını da arap olan ve olmayan ümmiler (herhangi bir hidayet kaynağından tümü ile yoksun olanlar) meydana getiriyorlardı. Bunlar hoşlarına giden ve kendilerine yarar sağlayacağını sandıkları çeşitli nesnelere tapıyorlardı. Bu nesneler kimi zaman bir yıldız, kimi zaman bir put, kimi zaman bir mezar, kimi zaman bir anıt ve kimi zaman da başka bir şey oluyordu. Hangi kategoriden olursa olsun, insanların tümü koyu bir cahiliyet içinde yüzüyorlardı. Bu derin bilgisizlik içinde aslında koyu bir bilgisizlik örneği olan bir takım sözleri bilgi, kesinlikle fesad (eğrilik ve kargaşalık) olan bir takım davranışları örnek ve yararlı eylemler sayıyorlardı.
O dönemlerin bilgi ve amel yönünden göze batan seçkin simalarının amacı ya eski peygamberlerden artakalan bazı bilgi kırıntıları elde edebilmekti. Şarlatanların ve uydurmacıların ihtirasları ile gölgelenmiş bilgi kırıntıları -üstelik doğruları yanlışlarına karışarak belirsiz hale gelmiş bilgi kırıntıları- veya az bir kısmı meşru, çoğu uydurma ve bu yüzden sahibine çok zararlı olabilen ayinlerle uğraşıyorlardı. Böy-Ielerinin diğer bir uğraş alanı da felsefecilerin peşinden giderek olanca güçleri ile tabiat, matematik ve iyi ahlak edinme konularında akıl yürütme oluyordu. Bu yoldaki çabanın amacı tarif edilmez sıkıntılara katlandıktan sonra, eğer olabilirse, varlıkla yokluk arasında titreşen bir nebzelik yararlı gerçek kırıntısına ulaşabilmekti. O gerçek kırıntısı ki, ne bir susuzu kandırabilir ne bir hastaya şifa olabilir ve ne de ilahi kaynaklı bilginin boşluğunu doldurabilirdi. Çünkü elde edilirse bile sapık kısmının oram gerçek kısmının payından kat kat fazla idi. O da elde edilebilirse! Üstelik bu alanın uzmanları arasındaki derin görüş ayrılıkları ve çatışmalar yüzünden elde edilebilen gerçek kırıntısını delil ve gerekçeye dayandırabiîmek imkansızlığa yakın derecede zordu.
Bu ortamda Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Muhammed'i (s.a.v,) ilahi bilgilerle teçhiz ederek peygamber olarak göndermesi insanlığa hiç bir dilin anlatamayacağı vehiç bir irfan sahibinin kavrayamayacağı derecede açık ve parlak bir hidayet bağışladı. Bu ufuk açıcı hidayet, Peygamberimizin genel olarak ümmetinin tümüne ve özellikle bilginler kesimine öylesine yararlı bir bilgi birikimi, salih amel, yüce ahlak ve istikametli gelenek sistemi sağladı ki, diğer milletlerin her türlü kusurdan arındırılmış yararlı bilgi ve davranış kalıplarının tümü biraraya getirilerek bu ilahi hidayet birikimi ile karşılaştırıl s a aralarındaki uçurum derecesindeki farkı kavramak bile imkansız olurdu. Rabbimize, O'nun sevgisine ve hoşnutluğuna mazhar olacak şekilde hamdolsun. Bu gerçeğin delillerini sunmanın ve örneklerini açıklamanın şimdi yeri değildir.
Cenabı Allah (c.c), Peyfamberimizi "Sırat-i müstakim (dosdoğru yol) ile eş anlamlı olan İslam dini ile donatarak gönderirken insanlara, her gün kılacakları namazların her rekatında kendisinden hidayet (doğru yola iletme) dilemelerini emretmiş ve bu doğru yolun "kendilerine nimet sunduğu peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salih kulların yolu olup, gazaba uğramışlarla sapılmışların yolu olmadığını" belirtmiştir. [2]
"Gazaba Uğrayanlar" ve "Sapıklıklar"
Sahabilerden Adiy b. Hatem[3] (r.a.) diyor kî:
"Bir gün Rasulullah'ın (s.a.v.) yanma girdim. O sırada mescidde oturuyordu. Yanındakiler kendisine:
"Bu Adiy b. Hatim'dir." dediler. Elimde ne emanname ve de bir tavsiye mektubu vardı.
Yanına götürüldüğümde elimi tuttu. -Daha Önce bir defasında benim için:
"Allah'dan onun elini benim elime koymasını dilerim" demişti- Elimi tutarak ayağa kalktı, birlikte Mescid-den çıktık. Yolda önüne bir kadınla bir çocuk çıktı. Kadın:
"Sen'den bir dileğimiz var" dedi. Bunun üzerine elimi bırakıp onların yanına gitti ve dileklerini yerine getirdi.
Arkasından yine elimden tutarak beni evine götürdü. Cariyesi Velide'nin getirdiği bir yer minderi üzerine oturdu. Ben de karşısında oturdum Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra bana:
"Lailahe İllallah (Allah'dan başka ilah yoktur) demekten mi kaçınıyorsun? Yoksa AHah'dan başka ilah olduğuna dair bir bildiğin mi var?" diye sordu. Kendisine:
"Hayır, yok" diye cevap verdim. Bu cevabım üzerine bir süre konuştuktan sonra bir ara yine bana dönerek:
"Allahu ekber (Allah en büyüktür) demekten mi kaçınıyorsun? Yoksa Allah'dan daha büyük bir şey olduğuna dair bir bildiğin mi var?" diye sordu. Ben kendisine yine:
"Hayır, böyle bir bilgim yok" diye karşılık verince sözlerine:
"Yahudiler, gazaba uğramışlar ve hristiyanlar da sapıklardır" diye devam etti. Ben kendisine:
"Ben dosdoğru yolu benimsemiş (Hanif) bir müslüma-nım" deyince yüzünün sevinçle parladığını gördüm."
Daha da uzun olan bu hadis Tirmizi'de yer almış ve "Hasen" ve "Garib" olarak nitelenmiştir.[4]
Bu hadisin anlamını pekiştiren Kur'an-ı Kerim'in bir yerinde şöyle buyuruluyor:
"De ki, Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın kendilerine lanet ve ga-zab eylediği ve aralarından bir kısmını maymun, domuz veya tağut tapıcısı yaptığı kimseler." (Maide: 5/60)
Ayetin daha öncesinden kolayca anlaşılabileceği üzere burada yahudiler kasdedilmektir.
Yine Cenab-ı Allah başka bir ayette şöyle buyuruyor:
"Allah'ın gazabına uğramış bir kavmi dost edinenleri görmüyor musun? Onlar ne sizdendirler ve ne de onlardan." (Mücadele: 58/14)
Burada sözü edilenlerin yahudileri dost edinen münafıklar olduğu tefsir alimlerinin sözbirliği ve bu ayetin daha öncesinin işareti ile sabittir.
Başka bir ayette de şöyle buyuruluyor:
"Nerede olurlarsa olsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur. Ancak Allah Man ve insanlardan cman alarak bu zilletten kurtulabilirler. Onlar Allah'ın gazabına uğramışlardır." (AI-i İmran: 3/112)
Aynı ifade Bakara suresinde "Onlar Allah'ın gazabına uğramışlardır" ve "Onlar gazab üstüne gazaba uğradılar" (Bakara: 2/61, 90) şeklinde iki yerde tekrar edilmiştir.
Bu ayetler yahudüerin "gazaba uğramışlar" olduklarını açıkça belirtmektedirler. Öte yandan Cenab-ı Allah (c.c.) hristiyanlar hakkında da şöyle buyuruyor:
"Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır. Oysa, tek ilandan başka hiçbir ilah yoktur. Onlar bu dediklerinden vazgeçmedikleri takdirde aralarındaki kafirler kesinlikle acı bir azaba çarpılacaklardır. Onlar halâ tevbe edip Allah'ın mağfiretine sığınmayacaklar mı? Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Mesih oğlu İsa sadece bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de doğru yolda idi. Her ikisi de (diğer inanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz da sonra onlar nasıl iftiralar düzüyorlar? De ki, Allah'ı bırakıp ne fayda ve ne de zarar verme gücü olmayan nesnelere mi tapıyorsunuz? Hiç şüphesiz Allah işiten ve bilendir. De ki, ey kitaplılar (ehl-i kitab) dininizde hiçbir haklı gerekçe-
ye dayanmaksızın aşırılığa düşmeyiniz; daha önceleri sapmış, bir çoklarını saptırmış ve doğru yolu kaybetmiş bir kavmin keyfine uymayınız." (Maide:5 /73-77)
Bu ayetler sözün gelişinden kolayca anlaşılacağı üzere hristiyanlara sesleniyor. Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah onları aşırılıktan, yanı sınırı aşmaktan sakınmaya çağırıyor. Nitekim aynı çağın ayette de tekrarlanıyor:
"Ey Kitaplılar, sakın dininizde aşırılığa düşüp, Allah hakkında aslı olmayan sözler söylemeyiniz. Meryem oğlu İsa Mesih sadece Allah'ın Rasulü, Meryem'e sunulmuş kelimesi ve O'ndan gelen bir ruhtur." (Nisa: 4/171)
Buna göre yahudiler hakkın (gerçeğin) gerisinde berisinde kalanlar, hritiyanlar da gerçek çizgisini aşanlar, ötesine taşanlardır. Bu arada yahudilerin "gazaba uğramışlık" ve hristiyaniarm "sapıtrmşhk" damgaları ile damgalanmalarının gerek kolayca anlaşılabilecek (zahiri) ve gerekse derinliğine düşünmeyi gerektiren (batini) bir çok sebebi vardır ki, ele alınmalarının yeri burası değildir
Sözün kısası, yahudilerin kafirliği, bildiklerini uygulamalarından ileri gelir. Onlar gerçeği bildikleri halde kimi zaman ya söz ya da davranışları İle kimi zaman da ne söz ve ne de davranışları ile buna uymamaktadırlar. Bunun yanında hristiyaniarm kafirliği ilme dayalı olmayan amelleri yüzündendir. Çünkü onlar, Allah katından gelen bir şeriatın kılavuzluğuna bağlı olmaksızın bir çok ibadetler yapıyor ve Allah ile ilgili aslını bilmedikleri çeşitli iddialar ileri sürüyorlar. Bu yüzdendir ki, aralarında Süfyan b. Uyeyne'nin[5] de bulunduğu bazı islam büyükleri şöyle demişlerdir:
"Alimlerimiz arasında kim yoldan çıkarsa bazı bakımlardan yahudüere benzemiş, buna karşılık ibadetle uğraşanlarımız arasmda yoldan çıkanlar da kısmen hristiyanlara benzemiş demektir." Bu görüşü açıklamanın yeri de burası değildir.
Cenab-ı Allah (c.c.) bizleri yahudilerle hristiyanlara özenmeyelim, onların peşlerine takılmayalım diye uyardığı halde bu konudaki takdiri geçerli olmaktan geri kalmamış ve ezeli bilgisinin kavramış olduğu bu takdiri vaktiyle Peygamberimize (s.a.v.) bildirmiştir. Nitekim Ebu Said-i Hud-ri'nin rivayet ettiğine göre Rasurullah bir gün sahabilere:
"Sizden öncekilerin geleneklerine kılı kılma kesinlikle uyacaksınız. Öyle ki, onlar kertenkele deliğine girse siz de (mutlaka bir hikmeti vardır) diyerek oraya gireceksiniz"[6] buyurunca sahabiler:
"Ya Rasulallah, bizden öncekilerden kasdınız yahudilerle hristiyanlar mıdır?" diye sordular. Peygamberimize de kendilerine:
"Başka kimler olabilir" diye karşılık vermiştir.
Diğer yandan Buhari'nin Ebu Hureyre'den[7] Allah ondan razı olsun- rivayet ederek kaydettiği bir hadise göre Peygamberimiz (s.a.v.) bir defasında:
"Ümmetim karış karış ve kulaç kulaç eski devirlerin adet ve geleneklerini benimsemedikçe kıyamet kopma-yacaktır." buyurmuştur ve sahabilerin:
"Ya Rasulallah, Bizans ve Pers , devirlerini mi kasdedî-yorsunuz?" şeklindeki sorularına:
"Onlardan başka kim olabilir ki ?" diye cevap vermiş-tir.[8]
Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hem ehl-i kitap olan yahudiler ile hristiyanlara ve hem de Bizanslılar ile eski İranlı'lara benzeyeceklerini, onların yaşama tarzlarına özeneceklerini vaktiyle açık açık bildirmiştir. Bu yüzden Peygamberimiz hayatı boyunca müslümanlara hem berikilere ve hem de ötekilere benzemeye kalkışmayı kesinlikle yasaklamıştır.
Yalnız Peygamberimizin (s.a.v.) çok önceden haber verdiği bu tehlike ümmetin tümünü kapsamaz. Çünkü bu hadisler yanında O'nun şöyle buyurduğunu da biliyoruz:
"Kıyamet gününe kadar ümmetim arasında hakkı tutup destekleyenler her zaman varolacaktır."[9]
Şu hadisler de aynı anlamdadır:
"Hiç şüphesiz Allah bu ümmeti sapıklıkta birleştirmez."[10]
"Hiç şüphesiz Allah her dönemde bu dinin toprağına yeni fidanlar diker ve onları kendisine ibadet etmeye yöneltir."[11]
Demek ki, Peygamberimizin verdiği doğruluğu kesin bu haberlerden açıkça anlaşılıyor ki bu ümmetin bir kesimi O'nun katıksız islam dini demek olan rehberliğine sımsıkı bağlı kalırken, diğer bir kesimi yahudi dininin bazı unsurlarına başka bir kesimi de hristiyan dininin bazı geleneklerine sapacaklardır. Her ne kadar kimi durumlarda insan bu sapma yüzünden kafir, hatta fasık (günahkar mümin) olmasa bile, bazan bu sapma, sahibini kafirlik veya fasiklığa sürükler. Bazan bu sapma günah ve bazan da hata niteliği taşır. ,
Bu sapma insan tabiatının hoşuna giden ve şeytan tarafından göze alımlı gösterilen bir hastalıktır. Bu yüzdendir ki, Cenab-ı Allah (c.c.) kullarından bizleri ne yahudiliğe ve ne de hristiyanhğa hiçbir şekilde sapmayan dosdoğru yola iletmesi için kendisine dua etmemizi istemiştir. [12]
Bize Bulaşan Bazı Hastalıklar
Ben şimdi burada bu ümmete şu veya bu oranda bulaşan bazı ehl-i kitap veya yabancı kaynaklı hastalıklara parmak basacağım. Ta ki, düz yolun yolcusu olan müslümanlar "gazaba uğramışlar" ile "sapitmışiarın" tarafına sapmaktan kaçınabilsinler. Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kitaplılardan çoğu, gerçeğin ne olduğunu açıkça anladıktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlık yüzünden sizleri imanınızdan ayırıp kafirliğe döndürmek isterler." (Bakara: 2/109)
Cenab-ı Allah bu ayette müslümanların sahip oldukları doğru yolu ve gerçek bilgi birikimini çekemeyen, kıskanan yahudileri kınıyor. Sağımıza solumuza bakarsak bu hastalığın benzerini bu ümmetin bazı ilim ve ibadet adamlarında da görürüz. Böylelerinin Aliah'ın kendilerine yararlı ilim ve salih amel bağışladığı bazı dindaşların şu veya bu oranda kıskandıkları görülür. Bu kesinlikle kınanmış bir huydur ve buna göre "gazaba uğramışlar" in hastalıklarından bir parçadır. Cenab-ı Allah başka bir ayette de şöyle buyuruyor:
"Hiç şüphesiz Allah kendini beğenip övünen kimseleri sevmez. Onlar kendileri cimrilik ettikleri gibi başkalarına da cimri olmayı emrederler ve Allah'ın kendilerine bağışladığını gizlerler." (Nisa: 4/37)
Cenab-ı Allah bu ayette sözü geçenleri cimrilikle niteliyor. Bu cimrilik hem bilgi hem de mal cimriliğidir. Gerçi daha önceki ayetler, bu ayetteki asıl maksadın ilim cimiriliği olduğunu gösteriyor. Nitekim Cenab-ı Allah, bu kimseleri daha başka bir kaç ayette ilimlerini saklamakla kınıyor. Mesela bu ayetlerden biri şudur:
"Allah kendilerine Kitab verilenlerden" onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı. Fakat onlar vermiş oldukları sözü arkalarına atarak bu kitaba karşılık birkaç para aldılar. Kitabı satmak karşılığında satın aldıkları ne kadar kötü bir şeydir."
(Al-i İmran: 3/187)
Diğer bir ayette de şöyle buyuruluyor:
"İndirdiğimiz açık ayetleri ve doğru bilgiyi, biz Ki-tab'da insanlara açıkça belirttikten sonra, gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder ve hem de bütün lanet edebilenler lanet ederler. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başka. Onları affederim. Çünkü ben tevbelerin kabul edicisi ve rahmet sahibiyim." (Bakara: 2/159)
Aynı konuda bir diğer ayet de şudur:
"Allah'ın indirdiği Kitab'i insanlardan gizleyip bir kaç paraya satanlar var ya, onlar midelerine ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah onlarla ne kontışacak ve ne de kendilerini günahlarından arındıracaktır. Onlar için acı bir azab vardır." (Bakara: 2/174)
Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor:
"Onlar müminlere karşılaştıklarında inanıyoruz derler. Fakat şeytanları ile başbaşa kaldıkları zaman "Biz aslında sizin yanınızdayız, onlarla sadece alay ediyoruz" derler." (Bakara: 2/14)
Görülüyor ki, ayetlerde Cenab-ı Allah "gazaba uğramışları" bilgilerini halktan saklamakla niteliyor. Bu saklamanın sebebi bazan cimrilik, bazan dünyalık bir bedel karşılığında bu görevden yan çizmek ve bazan da açıklanacak bilgilerin söy-leyicileri aleyhine koz olarak kullanılabilcekleri tehlikesidir.
Aynı hastalık bu ümmetin bazı ilim adamlarında da görülür. B öyleleri bazan cimrilikleri ve elde ettikleri üstünlüğe başkalarının ulaşmasını istememeleri yüzünden bildiklerini gizlerler. Kimi zaman bildiğini söylememenin sebebi bu bilgi basamak edilerek, elde edilen mevki ve servettir. Eğer eldeki bilgi başkalarına aktarılacak olursa bu bilgi karşılığında elde edilmiş olan mevki ve servtin elden kaçırılacağından korkulur. Kimi zaman da bazıları şu yüzden bildiklerini açıklamaktan kaçınırlar. Her hangi bir konuda karşısındakinden farklı düşünüyordur veya her hangi bir görüşüne karşı çıkılan bir guruba bağlıdır. Adam bildiklerini açıklasa karşı tarafa haklılık kazandırıcı bir koz vereceğinden çekindiği için bildiğini saklar, açıklamaktan çekinir. Üstelik karşı tarafın haksız olduğundan, yanlış düşündüğünden emin olmadığı durumlarda böyle yapar. İşte bu yüzden Abdurrahman b. Mehdi [13]şöyle diyor:
"İlim adamları lehlerinde olanı da aleyhlerinde olanı da yazarlar, saklamazlar. Fakat ihtiraslarının zebunu olanlar sadece lehlerine olan şeyleri yazarlar." .
Burada maksadımız konunun detayına girip hangi bilgiyi açıklamak farz ve hangi bilgiyi açıklamak müstehaptır tartışmasına girişmek değildir. Sadece zeki kimselere Allah'ın bağışlayacağı yararlı sonuçları kazandırabilecek ana hatlara değinmek istedik. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlara 'Allah'ın indirdiği gerçeklere inanınız' denildiğinde 'Biz, bize indirilen bilgilere inanırız' diyerek kendilerine indirilen bilgilerden sonrasını inkar ederler. Oysa o da kendilerine gelen bilgiyi doğrulayan bir gerçektir. De ki, eğer gerçekten inanıyor idi iseniz daha önce niye Allah'ın peygamberlerini öldürdünüz?"
(Bakara: 2/91)
Bu ayetin iki ayet öncesinde şöyle buyuruluyor:
"Onlara kendi kitaplarını (Tevrat'ı) tasdik edici olarak Allah tarafından bir kitap (Kur'an) gönderildi. Daha önce inkar edenlere karşı yardım isteyip dururlarken, gerçek olduğunu bilip durdukları bu kitap kendilerine gelince onu inkar ettiler. Allah'ın laneti inkarcıların üzerine olsun!" (Bakara: 2/89)
Cenab-ı Allah (c.c.) bu ayetlerde yahudilerin Peygamberimiz tarafından tebliğ edilip benimsenmesi istenen ilahi gerçeği daha önceden bildikleri halde bu gerçek kendi ırklarından olmayan bir peygamber tarafından ortaya atılınca bilip durdukları bu gerçeği kabul etmediler. Onlar sadece kendi ırklarından olan biri tarafından bildirilecek gerçeği kabul edebilirlerdi. Bu yüzden kendi inanç sisteminin gereğine uymaya bile yanaşmıyorlardı.
Bu hastalık, zamanımızda belirli bir ilim ve din gurubuna mensup olan fıkıh ve tasavvuf[14] adamlarında veya Peygamberimiz dışında üstün tutulan dini bir lidere körü körüne bağlanmış çömezlerde[15] görülüyor. Boyleleri gurupları tarafından onaylanmamış hiçbir fıkhı görüşü, hiçbir rivayetin gerçekliğini kabul etmeye yanaşmazlar. Üstelik bunlar kendi guruplarının gerekli gördüğü amelleri de yapmazlar. Oysa islamiyet, Peygamberimiz dışında hiçbir kişiye ve hiçbir belirli zümreye körü körüne bağlanmaksızın gerek ilmi araştırma ve gerekse rivayet alanlarında kayıtsız şartsız olarak gerçeğe, doğruya uymayı gerekli görür.
Cenab-ı Allah (c.c.) "Gazaba uğramışlar" in başka bir niteliğini şöyle belirtiyor:
"Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri anlamlarının dışına kaydırırlar." (Nisa: 4/46)
Bu tutum başka bir ayette de şöyle tanımlanıyor: "
"Onlardan bir gurup var ki, uydurdukları snzleri siz Kitab'dan sanasınız diye dillerini kıvırarak konuşurlar. Oysa bu şekilde okudukları sözler aslında kitab'dan değildir." (AI-i îmran: 3/78)
Tefsircilere göre bu ayetlerde söz konusu olan tahrif (kelimeleri veya kelimelerin anlamlarını değiştirmek) hem ilahi kaynaklı kelimeleri değiştirmeyi ve hem de bu kelimeleri bile bile yanlış yorumlamayı içerir.
Yorum yolu ile yapılan tahrifin örnekleri gerçekten çoktur ve ümmetin bir çok zümreleri bu hastalığın zebunudur. Asıl metni değiştirme anlamındaki tahrife gelince bu sapıklığa düşenler de az değildir. Böyleleri Peygamberimizin (s.a.v.) sözlerini değiştirerek asılsız sözde hadisler rivayet etmektedirler. Gerçi yetkili hadis uzmanları bu uydurma hadisleri titizlikle ayıklıyorlar. Böylelerinin bir kısmı, gerçi başaramamışlardır, ama bizzat Kur'an-ı Kerim'i bile tahrif etmeye yeltenerek, mesela "Vekellemellahu Musa Tek-limen" ayetinin son kelimesini "Tekellümen" şeklinde değiştirmeye kalkışmışlardır. (Nisa: 4/164)
Dinleyicilerde söylenenlerin ilahi kaynağa dayandığı izlenimini uyandirabilmek için başvurulan "dil kıvırarak" okuma düzenbazlığına gelince buna da bazı vaizlerin Peygamberimize uydurma sözler isnad etmeleri veya sözde haklılıklarını ispat edebilmek için dinde yeri olmayan asılsız deliller ileri sürmeleri örnek olarak gösterilebilir. Bu tutum, hiç şüphesiz yahudi ahlakının bir örneğidir. Kur'an ve hadisin dikkatli okuyucuları bu tutumun sık sık verildiğini iyi bilirler. Bu dikkatli okuyucuların söz konusu yerici ifadeleri okuduktan sonra bu ümmetin bazı mensupları tarafından girişilen tahrif olaylarını iman nuru ile gözden geçirmeleri düşündürücü olsa gerektir.
Cenab-ı Allah hristiy anlar la ilgili olarak şöyle buyurur:
"Ey kitablılar (ehl-i kitab) dininiz konusunda aşırılığa düşüp Allah hakkında gerçek dışı sözler söylemeyiniz. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın sadece bir kulu, Meryem'e sunduğu bir kelimesi ve O'ndan gelen bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlere inanınız. Sakın "Allah üç tanedir" demeyiniz. Kendi yararınıza olmak üzere bu söze son veriniz. Çünkü Allah tek bir Halıdır ve çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O yeterli bir vekil (dayanak) dır."
(Nisa: 4/171)
Bu konudaki başka bir ayette de şöyle buyuruluyor:
"Allah, Meryem oğlu Mesih'dir, diyenler kafir oldular. De ki, öyle ise Allah, Meryemoğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde olanların tümünü yok etmek istese Allah'a karşı kimin elinde bir şey var? Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan her şey O'nundur. O dilediğini yaratır. Hiç, şüphesiz, Allah her şeye kadirdir."
(Maide: 5/17)
Bu anlamdaki ayetlerin sayısı çoktur.
Hemen belirtelim ki, peygamberler ve seçkin kullar (sarihler) hakkında aşın görüşler beslemek, sapık abidler (kendilerini ibadete adayanlar) ile tasavvuf[16] bağlısı bazı zümrelerde de görülen bir hastalıktır. Öyle ki, böylelerinin çoğu hulul ve ittihad (Allah'a sızma ve O'nunla bütünleşme) akımları gibi ya hristiyanların iddialarından daha beter, ya aynı veya çok az daha hafif saçmalıklara kapılmışlardır.
Cenab-ı Allah'ın (c.c.) bu konudaki bir başka buyruğu da şöyledir:
"Onlar Allah'ı bir yana bırakarak hahamları ile rahiplerini ilah edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa oniara kendisinden başka ilah olmayan tek Allah'a kulluk etmeleri emredildi. O, onların koştukları ortaklardan münezzehtir." (Tevbe: 9/31)
Peygamberimiz (s.a.v.) sahabilerden Adiy b. Hatem'e -Allah ondan razı olsun- bu ayeti açıklarken:
"Hahamlarla rahipler kimi haramları helal ve kimi helal şeyleri de haram saydılar ve izleyicileri olan ehl-i kitab da bu konularda onlara uymuştur."[17] buyurmuştur.
Şimdi düşünelim. Çoğu cahil sofular (abidler) gözlerinde büyüttükleri liderlerin her emrine körü körüne uyarlar. Bu emirler Allah'ın belli bir haramını helal ve belli bir helalini haram saymayı içerdikleri durumlarda bile bu böyle oluyor.
Yine Cenab-ı Allah (c.c.) "sapıtmışlar" hakkında şöyle buyuruyor:
"Kendilerinin uydurdukları ruhbanlığı biz onların üzerine yazmadık. Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için bunu onlar ortaya çıkardılar, fakat ona gereği gibi de uymadılar." (Hadid: 57/27)
Biz bir çok müslüman zümrelerin Allah tarafından açıkça uydurma olduğu belirtilen bu ruhbanlık akımına kapıldıklarını biliyoruz.
Yine Cenab-ı Allah (c.c.) bir ayette şöyle buyuruyor:
"Bu mücadelede üstün çıkanlar O'nların mezarları üzerine mutlaka mescid yapalım" dediler." (Kehf: 18/21)
Eski devirlerde gerek "gazaba uğramış" yahudiler ve gerekse “sapıtmış” hristiyanlar peygamberlerin ve saygı duydukları ölülerin mezarları üzerinde mabed yaparlar. Peygamberimiz bir çok kereler bu adeti ümmetine yasakladığı halde, hatta dünyadan ayrılacağı anda bu yasağı pekiştirmiş olmasına rağmen, bu ümmetin bir çok mensupları bu hasta İrktan da yakaların, kurtaramamışlardır.
Bu arada "sapıtmışlar" ın dinlerinin ağırlrk merkezini çalgı aletlerinin sesleri ile alımlı resimlerle oturttukları görülür. Onlar dini törenlerinde ses çekiciliği ile müzik cazibesi kadar hiç bu şeye önem vermezler. Bazı müslüman zümrelerin bu hastalığa da tutulduklarını görüyoruz. Çalgı, aletleri ve kasideler eşliğinde yapılan sema törenleri güzel resimlerle güzel seslerden kalbleri heyecana getirmek için yararlanma adetleri hristiyanlann bazı geleneklerine özenmekten başka ne anlama gelebilir?
Yine Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Yahudiler 'Hristiyanlar hiçbir gerçeğe dayanm,-yorlar' dedrier. Buna karşılık hristiyanlar da 'YahudiIer hiçbir gerçeğe dayanmıyorlar' dediler..."
(Bakara:2/113)
Görüldüğü gibi bu ayet yahudiler ile hristiyanların birbirlerini gerçeğe dayanmamakla suçlayarak reddettiklerini belirtiyor. Ne acıdır ki, bazı müslüman kesimlerde aynı hastalık gömülür. Mesela sen bazı fıkıh alimlerinin dervişler (mutasavvıflar) ve sofuları (abidleri) adam yerine koymadıklarım, onlar, kesinlikle cahil ve sapık saydıkların,Tutturdukları yolun ilim ve gerçekten uzak olduğuna inandıklarını görüyorsun. Buna karşılık bir çok derviş[18] ile sofunun da şeriat ile ilmi boş saydığını hatta bunlarla uğraşanların Allah'dan uzak kaldığına bu kimselerin Allah katında yararlanacakları hiçbir şey elde edemeyeceklerine inandığına rastlıyoruz. Oysa işin doğrusu şudur. Gerek bu tarafta ve gerekse o tarafta bulunan Kur'an'a ve Sünnete uygun unsurlar hak ve gerçek, buna karşılık gerek bu tarafta ve gerekse o tarafta görülen Kur'an'a ve Sünnete aykırı unsurlar batıldır, boştur,
Müslümanların Bizans'lılara ve eski İran'Iılan özenmesine gelince İslam dinini iyi bilin ve olup bitenleri araştıran herkes bilir ki, bu ümmetin adet ve gelenekleri arasına gerek Bizans kültüründen ve gerekse eski İran kültüründen bir çok sözlü ve davranışa dayalı unsurlar karışmıştır.
Burada amacımız gerek "gazaba uğramışlar" ve gerekse "sapıtmışlar" ile bu ümmet arasında meydana gelen benzeşmelerin örneklerini tek tek saymak değildir. Üstelik bu benzeşme Örneklerinin bir kısmi ya ictihad yanılgılarından kaynaklandıkları veya zararlarını karşılayacak oranda yarar sağladıkları için, yahud daha değişik bir gerekçe yüzünden sahiblerini günahkar olmaktan da uzak tutabilirler. Bizim asıl amacımaz istisnasız herkesin Sırat-ı Müstakim'e (doğru yola) iletilmeye kaçınılmaz şekilde muhtaç olduğunun kesinlikle anlaşılmasını ve bunun yanında okuyucunun "sapıklık" gerçeği üzerine dikkatini yoğunlaştırarak bu tehlikeden kaçınılmasını sağlamaktır. [19]
Dosdoğru Yol
Bilmek gerekir ki "Sırat-ı Müstakim (Dosdoğru Yol) 'in "bazı inançlar ve tercihler gibi kalbde beliren içe dönük (batini) özellikleri olduğu gibi bir takım sözler, davranışlar ve ibadetler gibi dışa dönük (zahiri) göstergeleri vardır. Ayrıca bu yolun beslenme, giyim, evlenme, barınma, biraraya gelme, ayrılma, yolculuk, ikamet, ata vb gibi gündelik hayat olaylarını içeren gelenek ve adet biçiminde göstergeleri vardır.
Bu içe dönük ve dışa dönük göstergeler biribirinden kopuk değildir, tersine aralarında kesinlikle bağlantı ve uyum vardır. Şöyle ki, bu göstergelerin sonucu olarak kalbde beliren duygu ve heyecan dışa dönük belirtiler doğurduğu gibi, dışa dönük davranışlar bütünü de kalbde belirli duygu ve heyecanlar meydana getirir.
Cenab-ı Allah (c.c.) kulu ve elçisi olan Muhammed'i (s.a.v.) koyduğu bir yol (sünnet) bir yaşama tarzı ile birlikte gönderdi. Bu yol O'nun tarafından konmuş bir düzen, bir yaşam tarzıdır. Bu yolun başlıca özelliklerinden biri, gerek "gazaba uğramışlar" m ve gerekse "sapıtmışlar" in yaşama biçimlerine ters düşen, onlarla bağdaşmayan davranış ve sözleri içermesidir. Buna bağlı olarak Cenab-ı Allah, dışa dönük gidişatta ve görüntüde de bu iki guruba benzemez olmayı emretmiştir. Her ne kadar sıradan halkın çoğunluğu dış görünüşteki benzerliğin zararlarını kavrayamaz ise de, bu prensip vardır ve başlıca gerekçeleri şunlardır:
1- Dışa dönük gidişatta ve görüntüdeki ortaklık, ortaklar arasında zamanla ahlak ve davranış uyuşumuna yolaçacak bir benzerlik ve uyum meydana getirir. Gündelik hayatta bunun örneklerine sık sık rastlanır. Mesela ilim adamlarının özel kılığına giren onlar gibi giyinen bir kimsenin içinde zamanla bu zümreye katıldığı gibi bir duygu uyanır. Yine mesela askeri üniforma giyen kimsenin huy ve karakteri yavaş yavaş askerlerin huy ve karakterlerine benzemeye başlar. Tabii ki, eğer adamın böyle bîr eğilim göstermesini önleyen bir sebep yoksa bu böyle olur.
2- Dışa dönük gidişatta ve görüntüdeki ayrılık aykırılık yahudi ve hristiyanlarla müslümanlar arasında kesin bir farklılığa ve bağdaşmazlığa yolaçar. Bu farklılık ve bağdaşmazlık sayesinde müslüman, Allah'ın gazabına uğratan gerekçelerle sapıklık sebeplerinden uzak kalacağı gibi, Allah'ın hidayet ve hoşnutluğunu kazananla kaynaşır ve bunların sonucu olarak Allah'ın kendi kurtulmuş askerleri ile hüsra- na uğramaya mahkum düşmanları arasında asla olmaması- nı emrettiği ilişki ve bağlılığın tamamen kesilmesi gerçek- leşmiş olur. Kalb ne derece diri olur ve İslamiyeti ne oran- da gerçek anlamı ile tanırsa yahudi ve hristiyanlara karşı bes- lediği ayrılık ve farklılık duygusu gerek içe ve gerekse dışa dönük olarak daha güçlü ve bazı müsmümanlara bulaşmış huyları ile kendi arasına koyduğu mesafe daha uzak olur. Tabii ki, ben burada sırf çevreyi taklit etmekten kaynaklanan kuru bir inanca dayalı müslümanlığı ve onun getireceği iğreti içe dönük ve dışa dönük özelliklere bürünmüş olmayı kasdetmiyorum.
3- Bu iki kesimin dışa dönük gidişattaki ortakları görünüm benzerliğine yol açar. Bunun sonucu olarak da hidayete ermiş ve Allah'ın hoşnutluğuna mazhar olmuşlar zümresi ile "gazaba uğramışlar" ve "sapıtmışlar" zümreleri arasındaki zahiri farklılık ortadan kalkar. Tabii bu prensibin daha başka gerekçeleri vi hikmetleri de vardır.
Bütün bu söylediklerimiz söz konusu dışa dönük gidişatın aslında kesinlikle mubah olduğu, yahudi ve hristiyanlara benzemenin dışında hiç bir sakınca taşımadığı durumlar içindir. Eğer söz konusu gidişat unsuru onların kafir olmalarına yolaçan Özelliklerinden biri ise, o zaman kafirliğin bir unsuru ile karşı karşıyayız demektir. Böyle bir şeyde onlarla ortak olmak, onların kafirlik ve isyanlarına belli bir oranda katılmak demek olur. Bu prensibi hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Doğruyu sadece Allah bilir. [20]
Taklitten Kaçınmanın Delilleri
Aslında geniş bir çerçeve içine oturtulabilecek belirli ve özel bir meseleyi ele aldığımız için, kafirlere karşı çıkmayı emreden bazı Kur'an, sünnet ve icma-ı ümmet delillerini zikrederek işe giriştik. Bu deliller ister karşı çıkmanın her türlüsünü içersin, isterse belirli bir şeye karşı çıkmayı belirtsin ve karşı çıkma emri ister gereklilik ve isterse müste-hâblık anlamı taşısın, aradaki farkları gözönüne almadık.
Bunun arkasından da Özellikle bayram törenleri konusunda kafirlere benzemeyi yasaklayan delilleri açıkladık. Burada önemle belirtmemiz gereken bir incelik var ki o da şudur. Her hangi bir guruba uymak veya karşı çıkmakla ilgili olan emir, sırf o guruba uymaya niyetlenmenin veya sırf uymanın yararlı olmasından ileri gelebilir. Buna karşılık uymama yasağı da sırf karşı çıkmaya niyetlenmenin veya sırf karşı çıkma tutumunun yararlı oluşuna dayanabilir. Şu anlamda ki, söz konusu uyma ve karşı çıkma tutumu, uyma ve karşı çıkma konusu davranıştan beğımsız olarak insana fayda yada zarar vericidir. Öyle ki, eğer uyma veya karşı çıkmaya konu olan davranış, uyma veya karşı çıkma tutumundan bağımsız olarak ele alınsa, söz konusu fayda ve zararı taşımayabilir.
İşte bu gerekçe ile bizler gerek Peygamberimizin (s.a.v.) gerekse ilk müslümanların öylesine davranışlarını örnek edinip uygulamaktan fayda sağlarız ki, eğer bu davranışlar onlar tarafından yapılmamış olsaydı, söz konusu faydayı bize sağlayamayabılirlerdi. Yani bu davranışları sırf onlar yaptılar diye yaptığımız için bize yarar sağlamaktadırlar. Çünkü bu tutumumuz Peygamberimizle ilk müslümanlara karşı duyduğumuz sevgiyi pekiştirir ve kalblerimizle onların kalbleri arasında kaynaşma meydana getirir. Bu da bizlere onlara diğer davranışlarında da uyma arzusu uyandırır. Bu sevgi ve kaynaşmanın şüphesiz başka yararlan vardır. Tıpkı bunun gibi kafirlerin öyle bazı davranışlarına uymak bize zararlı olur ki, eğer bu hareketleri onlar yapmamış olsalar, onları işlemek bize zarar dokundurmayabüirdi.
Buna karşılık öyle davranışlar var ki, bunlarla ilgili uyma veya karşı çıkma emri, söz konusu davranışın faydalı veya zararlı olma gerekçesine dayanır. Yani o davranışın biz-. zat kendisi, uyulması veya karşı çıkılması emredilen guruplar tarfından işlenmemiş olsa bile özünde ya faydalı veya zararlı olma karakteri taşımaktadır.
Bazan belirli bir davranışta bu iki gerekçede biraraya gelebilir. Yani uyma veya karşı çıkma emri hem söz konusu davranışın özü itibari ile faydalı ya da zararlı olmasına ve hem de bu davranışı işleyen guruba uymuş veya karşı çıkmış olmamıza dayanabilir. Bizden uyulması veya karşı çıkılması istenen davranışların çoğu bu karekterdedir. Yani hem belirli bir guruba uymayı veya karşı çıkmayı ifade etmeleri açısından hem de aslında faydalı veya zararlı olmaları bakımından anlamlıdırlar. Bu ince noktayı mutlaka kavramak ve kavradıktan sonra hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Çünkü Cenab-ı Allah'ın (c.c.) gerek mutlak ve gerekse kayıtlı olarak kafirlere benzememizi yasaklayan emirlerinin anlamı ancak bu incelik sayesinde anlaşılabilir.
Bilesin ki, Kur'an belirli bir davranışla ilgili olarak ancak genelleme ve sonuç çıkarma yolu ile hüküm bildirir. Kur'an'ın hükümlerini açıklayıp Özelleştiren kaynak sünnettir. [21]
Özenmeyi Yasaklayan Ayetler
Buna göre biz, bu genel kural hakkında Önce Kur'an'da yer alan ayetleri zikredecek ve arkasından da bu ayetlerin anlam ve amaçlarını belirten hadisleri ele alacağız. Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Biz İsrailoğullarina kitab, hüküm (bilgelik ve egemenlik) ve peygamberlik verdik; onları güzel nzıklarla besledik ve kendilerini alemlere üstün kıldık. Ve onlara din konusunda açık bilgiler gönderdik. Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra sırf aralarındaki çekemezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz, Rabbin Kıyamet günü ayrılığa düştükleri konularda aralarında hüküm verecektir. Sonra sana da bu konuda belirli bir şeriat verdik; sen ona uy, bilmeyenlerin keyfine uyma. Çünkü onlar Seni Allah'ın azabından kurtaramazlar. Hiç şüphesiz, zalimler birbirlerinin dostlarıdırlar, buna karşılık Allah günahdan kaçınanların dostudur."
(Casiye: 45/16-19)
Cenab-ı Allah bu ayetlerde İsrailoğullarma bir çok din ve dünya nimeti verdiğini, fakat onların kendilerine bilgi geldikten sonra biribirlerini çekemedikleri için aralarında çatışmaya giriştiklerini, daha sonra Muhammed'e (s.a.v.) kuralları belirli bir şeriat bildirip ona uymasını emrettiğini ve bilmeyenlerin keyiflerine uymasını yasakladığını belirtiyor.
Ayetteki "Bilmeyenler" deyiminin kapsamına bu şeriate ters düşen herkes girer. Onların "keyfiyeti" demek de, bu şeriata ters düşenlerin hoşlarına giden bütün görüş ve davranışlar, müşriklerin asılsız dinlerinin gereği sayarak uyguladıkları kurallar ile bunlara bağlı gelenekler demektir. Onlar bunlardan hoşlandıkları için bu alanda onlara uymak, onların keyiflerine uymak demektir.
Böyle olduğu içindir ki, kafirler, kimi görüş ve geleneklerin mülslümanlarca uygulanmasından sevinç duyarkr. Bu durumdan hoşlanırlar ve böyle bir sonuca varabilmek için büyük maddi masraflar yapmaya seve seve katlanırlar. Onların gelenekleri arasında olan her hangi bir davranışı benimsemenin onların keiyflerine uymak demek olamayacağı far-zedilse bile, o konuda onlara karşı çıkmak böyle bir eğilimin söz konusu olmadığını ispat etmenin en kesin delili ve AUah'n rızasını kazanmanın en geçerli yoludur. Ayrıca böyle bir davranışta onlara uymak, daha başka ve daha tehlikeli konularda da onlara özenmenin bir bahenesİ olacaktır. Çünkü Peygamberimizin (s.a.v.):
"Kim bir yasak bölgenin (koruluğun) çevresinde dolaşırsa, her an oraya girebilir" sözü bunun delilidir.
Bu iki endişeden hangisi gözönüne alınırsa alınsın amaç gerçekleşmiş olur. Gerçi ilk endişe daha önemli ve geçerlidir. Şu ayet de aynı anlamı dile getiriyor:
"Kendilerine kitab verdiklerimiz aslına sana indirdiğimiz gerçekler karşısında sevinç duyarlar. Fakat (sana karşı birleşen) grupların bazı mensupları bu gerçeklerin bir kısmını inkar ederler. De ki, "Bana yalnız Allah'a kulluk etmem ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamam emredildi. Ben (herkesi) çağırırım ve dönüşüm de O'na-dır. İşte biz bu gerçekleri arapça bir hikmet kaynağı halinde indirdik. Eğer sana gelen bu bilgiden sonra onların keyiflerine uyacak olursan, artık Sen'i Allah'ın azabından kurtaracak ne bir veli ne de bir koruyucu bulamazsın." (Ra'd: 36-37)
Burada "Onların keyiflerine, deyimindeki "onlar", Allah-u Alem, Peygamberimiz'e inmiş gerçeklerin bir kısmını inkar eden ve O'na karşı birleşik cephe oluşturan guruplardır. Buna göre yahudi olsun hristiyan olsun veya başka bir kesim olsun, Kur'an'ın bir kısmını inkar eden her gurup, her zümre ve her akım bu kategoriye girer. Cenab-ı Allah (c.c.) aynı konuda Kur'an'ın başka bir yerinde de şöyle buyuruyor:
"Eğer sana bilgi geldikten sonra onların keyiflerine uyacak olursan, o takdirde kesinlikle zalimlerden olursun." (Bakara: 2/145)
Demek ki, "onların" dinlerinin gereği olan bir konuda veya dinlerinden kaynaklanmış bir geleneklerinde onlara özenmek, onların "arzularına ve keyiflerine" uymak demektir. Aslında onları arzularına ve keyiflerine uymak eylemi bunlardan daha önemsiz bir özenti ile de gerçekleşir. Şu ayet de konumuza büyük oranda ışık tutucudur:
"Sen oların dinlerine (ideolojilerine, kültürlerine) sıkı sıkıya uymadıkça, ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden razı olmazlar. De ki, "Asıl doğru yol, Allah'ın yoludur." Sana gelen biligiden sonra eğer Sen onların arzularına ve keyiflerine uycak olursan, artık Sen'i Allah'ın azabından kurtaracak ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamazsın." (Bakara: 2/120)
Dikkat edilsin ki, Cenab-ı Allah (c.c.) ayetin bilgi verme Özelliği'taşıyan kısmında "millet" (yani ideoloji ve kültür) deyimini kullanırken, yasaklama cümlesinde "arzu ve keyif ifadesini kullanıyor. Çünkü söz konusu kavimler ve milletler, ancak ideolojilerine ve uygarlıklarına bütünü ile uyulunca tatmin olurlar ve ancak bu takdirde karşılanndakini benimserler. Bu yüzden onlara uymanın, onlara özenmenin azı da çoğu da yasaklanmıştır. Bilindiği gibi, daha önce belirttiğimiz üzere onların bazı dini geleneklerine uymak, belirli oranda onların bir kısım arzularına uymak demek olduğu gibi, aynı zamanda diğer arzularında da onlara uyma ihtimali'nin smınları içine girmek demektir. Şimdi de şu ayetleri okuyalım:
"Kendilerine Kitab verilenlere Sen her türlü ayeti (delili ve mucizeyi) getirecek olsan bile, onlar yine Sen'in kıblene uymazlar; Sen de oların kıblasine uyacak değilsin. Aslında onlar da birbirlerinin kıblesine uymazlar.
Sana gelen bilgiden sonra eğer Sen onların arzularına ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde kesinlikle zalimlerden olursun. Kendilerine Kitab verdiklerimiz (onun peygamber olduğunu) oğullarını tanıdıkları gibi bilirler. Buna rağmen onların bir gurubu, bile bile gerçeği saklarlar. Gerçek, Rabb'inin katından gelendir. Sakın bu konuda kuşkuya düşenlerden olma. Herkesin yöneldiği bir istikamet vardır. Buna göre hayırlı konularda aranızda yarışınız. Nerede olursanız olunuz, Allah sizleri bir araya getirecektir. Allah her şeye kadirdir. Nereden yola çıkarsan yüzünü Mesci-i Haram'a doğru çevir; bu hiç şüphesiz Rabb'inin bildirdiği bir gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. Nereden yola çıkarsan yüzünü Mecid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız, yüzünü o yana çeviriniz ki, insanların aleyhinizde kullanabilecekleri bir delilleri olmasın, yalnız onların arasındaki zalimler (gerçeği tanımayanlar) başka..."
(Bakara: 145-151)
İlk tefsir alimlerinin epeycesi[22] bu ayetlerin son kısımlarını yorumlarken şöyle demişlerdir; "İnsanların, aleyhinizde kullanacilecekleri bir delilleri olmasın" cümlesinin anlamı "Yahudiler, kendi kıblelerine uymanızı aleyhinizde bir delil diye kullanarak -Müslümanlar madem ki. bizim kıblemize uydular, yakında dinimize de uyurlar- diye konuşmasınlar" demektedir. Cenab-ı Allah müslümaniarın kıblesini değiştirerek yahudilerin bu kozunu, bu dayanağını ellerinden almıştır. Bilindiği gibi, "delil, gerekçe" terimi, doğru olsun, eğri olsun, tartışmalarda kullanılan dayanak demektir. Yine bu ilk dönem tefsircilerine göre, yukarıdaki ayetlerin son cümlesinde geçen "Yalnız onların arasındaki zalimler başka" ifadesi ile Kureyş'li müşrikler kasdedilmiştir. Çünkü müslürnanların kıblesinin Mescid-i Haram yönüne çevrilmesi üzerine bunlar "Müslümanlar bizim kıblemize döndüler. Buna göre yakında bizim dinimize de döneceklerdir" demeye başladılar. [23]
Kıble Değişiminin Hikmeti
Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah, açıkça belirtiyor ki. Kıble değişikliğinin hikmeti bu konuda kafirlerden ayrılmak, onlara ters düşmektir. Böylece onların sapık beklentilerine kesin şekilde set çekilmek istenmiştir, bilindiği gibi bu gerekçe, bu endişe bütün uyum ve karşı çıkışlarda vardır. Çünkü kafirin her hangi bir konudaki görüş ve davranışına uyulduğu takdirde bu uyum daha sonraki bağlılıkların gerekçesi ve basamağı olmaktadır. Tıpkı kıble konusunda yahu-diler için söz konusu olduğu gibi. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sakın kendilerine açık deliller geldikten sonra bölünüp ayrılığa düşenler gibi olmayınız."(Al-i İmran: 3/105)
Ayette söz konusu olan zümreler, aralarında yetmişten çok guruba ayrılmış olan, yahidilerle, hristiyanlardır. Bu yüzdendir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ümmetini onlar gibi bölünüp parçalanmamaya çağırmış, bu alanda onların kötü geleneğine özenmemizi yasaklamıştır. Bununla birlikte yine Peyfamberimiz "ümmetinin yetmiş üç guruba ayrılacağını" da haber vermekten geri kalmamıştır.
Burada önemli bir nokta vardır ki, o da şudur: Peygamberimizin "Falanca gibi olma, ona benzeme" şeklindeki yasaklayıcı sözü sözel veya anlam bakımından genellik ifade eder. Genellik ifade etmediği durumlarda da söz konusu zümrelere ters düşmenin, onlara benzemekten kaçınmanın şeriata uygun olduğu, şeriatımızda kesinlikle yasaklanmamış olan konularda onlara benzemekten ne derece uzak durulursa, özenilmesi kesinlikle yasaklanmış konularda onlara benzeme tehlikesine düşmekten o oranda uzak kalınacağı anlamına gelir ki, bu da çok önemli bir kazanç ve çok yararlı bir başarıdır. Şimdi de bu anlayışla Cenab-ı Allah'ın, Musa ile Harun'a -selam üzerlerine olsun- seslenen şu ayeti okuyalım:
"Dosdoğru olunuz ve sakın bilmeyenlerin yoluna uymayınız." (Yunus: 10/89)
Başka bir ayette de şöyle buyurulmuştur:
"Musa, kardeşi Harun'a "Kavmin arsında benim yerimi al, düzeltici ol, sakın bozguncuların yolundan gitme." (A'raf: 7/142)
Bir de şu ayeti okuyalım:
"Kim doğru yolu açıkça belledikten sonra Peygambere karşı gelip müminlerin yolundan başka bir yola girerse onu seçtiği yolla başbaşa bırakır ve cehenneme atarız."
(Nisa: 4/115)
Kur'an'da aynı anlamda daha bir çok ayet vardır. Bu ayetlerde görüleceği üzere özenilmemesi gereken zümrelerin yolları ve davranışları, "mü'minlerin dışında kalanların yollan" hatta "bozguncuların ve "bilmeyenlerin " yollarıdır. Şimdi bu genel kavramların kapsamına girmediği farzedi-Ien bir yabancı görüş ve davranış düşünelim. Bu belirli yabancı görüş ve davranışın cinsinin yasaklandığı kesin olduğuna göre bu cinsin bütün türlerine özenmekten uzak durmak, kesin, yasaklardan uzak kalmanın daha güvenli bir yolu olduğu gibi, o belirli görüş ve davranışa yakın durmak da kesin yasaklara düşme tehlikesini daha yakma getirici bir tutumdur. Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sana kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve pe-kiştirici olarak gerçek uyarınca bu Kitabı indirdik. Onların arasında Allah'ın sana indirdiği gerçeklere uygun hüküm ver, sakın sana gelen gerçeklerden ayrılıp onların arzularına uyma. Biz her biriniz için bir düzen ve yol belirledik. Allah dileseydi, hepinizi birtek ümmet yapardı. Fakat gönderdiği şeriatlerle sizleri denemek istedi. O halde iyiliklerde birbirlerinizle yarışınız. Hepinizin dönüşü Allah'adır, O size anlaşmazlığa düştüğünüz konuların mahiyetini bildirecektir. Onların arasında Allah'ın indirdiği gerçekler uyarınca hüküm ver, sakın onların keyiflerine uyma, ve onların Sen'i Allah'ın indirdiği gerçeklerin bir kısmından saptırmalarından kendilerini sakındir.Eğer Sen'den yüz çevirirse, bil ki Allah bazı günahları yüzünden kendilerini musibete uğratmak istiyordur. Zaten insanların çoğu sapık davranişh-dir (fasikür)." (Maide: 5/48-49)
Görülüyor ki, onların yoluna uymak, onların arzularına aymak veya arzularına uyma tehlikesi ile karşı karşıya olmak demeft olduğu gibi onların yoluna karşı çıkmak, onların arzularına uyma tehlikesinden kesinlikle uzak kalmak demektir.
Bilesin ki, Kur'an'da bizleri kafir milletlere benzemekten sakındıran ayetler ve onların davranışlarından uzak olmamızı ibretli örneklerle anlatan kıssalar (hikayeler) pek çoktur. Mesela Cenab-ı Allah, kafirlere vereceği cezaları anlattıktan sonra bize dönerek bir ayette de:
"Ey basiret sahipleri, ibret alınız" "Onların hayat hikayelerinden şüphesiz, akıl sahipleri için ibret (ders verici bir söz) vardır." diyor. (Haşr: 59/2, Yusuf: 12/12)
Kur'an'da bu tip ayetler daha pek çoktur. Bu ayetlerin bir kısmı bizim maksadımızı açıkça belirtirken, diğer bir kismı-da maksadımıza işaret etmekte veya bu konuya tamamlayıcı bir açıklık getirmektedir.
Ayrıca şunu da belirtelim ki, kafirlere karşı çıkmamızın gerekliliği belirtilmek istenince, böyle konular söz konusu olunca bunu bu anlamdaki ayetlerin tümü değil, bazıları açıkça belirtilmektedir. Biz kafirlere her alanda ve genellikle karşı çıkmanın, ters düşünmenin şeriatımıza uygun olduğunu vurguladık. Çünkü bizim bu konudaki asıl amacımız budur. Bu anlamdaki ayetlerin kesinlik ve gereklilik ifade edenleri öyle olmayanlardan ayırdetmeye gelince şu andaki amacımız bu değildir.
înşaallah (Allah dilerse) ilerde belirteceğiz ki, bayram törenleri konusunda kafirlere benzemek, haram olan özentilerdendir. Bizim bu eseri yazarken güttüğümüz asıl belirli amaç budur. Bunun dışındaki meseleleri gündeme getirmemizin sebebi bu konuda amacımıza vardıran geniş çerçeveli bir genel kural meydana getirmektir. Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Erkek ve kadın bütün münafıklar aralarından bir bütündürler. Hepsi kötülüğü emredip, iyiliği yasaklarlar ve eli sıkı olurlar. Onlar Allah'ı unuttukları için Allah da onları unuttu. Münafıklar, aynı zamanda fasık fırlar. Allah kadm-erkek bütün münafıklarla kafirleri ebedi olarak cehenneme koyacağını kesinlikle bildirmiştir, orası onlara yeter, Allah onlara lanet etmiştir, onları sürekli bir azab beklemektedir. Siz de sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden daha güçlü, sizden daha çok servet ve evlad sahibi idiler, dünyalık paylarının zevkine da-hp oyalandılar. Sizden öncekiler nasıl dünyalık paylarının zevkine dalıp oyalandilarsa siz de payınızın zevkine dalıp oyalandınız, batıla dalanlar gibi siz de batıla daldınız. Oysa onlar amelleri dünyada ve ahirette boşuna gitmiş kimselerdir, onlar asıl hüsrana uğrayanlardır. Onlara kendilerinden öncekilerin Nuh, Ad, Semud kavimlerinin; İbrahim kavminin, Medyen halkının ve Lut kavminin başları üzerine ters döneri şehirlerinin haberleri gelmedi mi? (Onların başlarına gelenleri duymadılar mı?) Peygamberleri onlara açık gerçekler getirmişlerdi (ama inanmadılar ve bundan dolayı Allah'ın gazabına uğradılar) Allah onlara asla zulmetme m iş ti, tersine onlar kendi kendilerine zulmettiler. Kadın-Erkek bütün müminler birbirlerinin dostlarıdırlar. Aralarında iyiliği emredip kötülü ğü yasaklarlar, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve Rasulüllah'a itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Hiç şüphesiz Allah aziz ve hikmet sahibidir. Allah Kadın-erkek bütün müminlere altlarından ırmaklar akan içlerinde ebedi kalacakları cennetler ve Adn cennetlerinde alımlı meskenler va d etmiştir. Allah'ın onlardan razı olması, bunların hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur. Ey Peygamber, kafirlere ve münafıklara karşı cihad et (savaş), onlara karşı sert ol. Onların varacakları yer cehennemdir, orası ne kötü varılacak bir yerdir!" (Tevbe: 9/67-73)
Yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c.) münafıkların ve müminlerin niteliklerini, özelliklerini açıkladı. Bu iki zümrenin her ikisi de müslüman görünüşlüdür. Bu arada sözü geçen nitelik ve tutumlarına rağmen müslüman gibi görünen münafıklarla ne olduklarını açıkça ortaya koyan kafirleri cehenneme atacağını bildirmiş ve Peygamberine her iki zümre ile savaşmayı emretmiştir.
Şunu belirtelim ki, Cenab-ı Allah'ın, kulu ve elçisi Hz. Muhammed'i (s.a.v.) görevlendirip gönderdiği ve hele Medine'ye göç edildiği günlerden beri insanlar mümin, münafık ve kafir olmak üzere üç kategoriye ayrılmaya başlamışlardır.
Kafir, inkarcılığını açıkça ifade eden bir kimsedir. Onun durumu ve kimliği bellidir. Bizim buradaki amıcımız ise, Kur'an'da ve sünnette belirtilen münafıkların sıfatları ile ilgilidir. Çünkü kıb/e ehline (yani müminlere) asıl tehlike bu zümreden gelir. Cenab-ı Allah, yukarıdaki ayetlerde müna-fıklurı "Birbirlerinden olan bir bütün" ve müminleri de "Birbirlerinin dostalari" olarak nitelendirmiştir.
Bu tespiti şöyle açıklayabiliriz. Münafıklar duygu ve davranış bakımından biribirlerinin benzeri oldukları halde, Cenab-ı Allah (c.c.) onlarla ilgli olarak:
"Sen onları bir bütün zannedersin, ama aslında kalb-Ieri (duyguları) başka başkadır" buyuruyor. (Haşr: 59/14)
Demek ki, onların kalbleri arasında sevgi ve bağlılık yoktur. Aralarındaki dayanışma ancak hep birlikte inandıkları ortak amaç varoldukça vardır. Bu ortadan kalkınca hemen birbirlerinden kopuverirler. Oysa mümin böyle değildir. O, mümin kardeşini sadece yüzyüze iken değil, gıyabında 8a sever ve destekler. Araya ülkeler ve çağlar girs> büe bu böyle olur.
Yukarıya aldığımız ayetlerde Cenab-ı Allah (c.c.) daha sonra bu iki zümreyi gerek kendilerine dönük, sadece kendilerini ilgilendiren ve gerekse başkalarına dönük, başkalarını ilgilendiren davranış ve tutumları bakımından tanıtmıştır. Cenab-ı Allah'ın bu konudaki ifadeleri alabildiğine geniş kapsamlıdır. [24]
Dini Davranışlar Üçe Ayrılır
Şöyle ki, insanın dinle ilgili davranışları (amelleri) iki türlüdür. Biri bir hareketi yapmak veya yapmamak. Öbürü de belirli bir hareketin yapılmasını veya yapılmamasını başkasına emretmek. Yapılan harekete gelince de, bu hareket ya bizzat yapana veya başkasına yararlı olur. Buna göre dini davranışlar şu şekilde üçe ayrılır bunların bir dördüncüsü yoktur.
1- Yararı sadece sahibine ait olan başkasını ilgilendirmeyen dini eylemler. Mesela namaz kılmak gibi.
2- Yararı başkalarına dokunan dini eylemler. Mesela zekat vermek gibi.
3- Başkasına yapılması emredilen dini eylemler (ameller). Bu durumda eylemi yapan başkasıdır, kişinin bu eylemdeki payı onun yapılmasını emretmiş olmasıdır.
Cenab-ı Allah (c,c.) münafıkların niteliklerini belirtirken onların "münkeri (kötülüğü) emredip marufu (iyiliği) yasakladıklarım, buna karşılık müminlerin niteliklerini belirtirken de onların "marufu emredip, münker'i yasakladıklarım" vurguluyor. "Maruf iman ve salih amel türünden Allah'ın sevdiği, hoşlandığı davranış ve tutumların tümünü içeren bir terimdir. "Münker" de Allah'ın hoşuna gitmeyen, O'nun tarafından yasaklanan bütün davranış ve tutumları içerir.
Münafıkların niteliklerini belirten yukardaki ayetin devamında "Ellerini tutarlar (alıkoyarlar)" diye buyuruluyor. Ünlü tefsir bilgini Mücahid,[25] ayetin bu cümlesini "Ellerini Allah yolunda harcama yapmakan alıkoy arlar."[26] diye yorumlarken, bir başka ünlü tefir bilgini olan Katade'nin açıklaması "Ellerini her türlü hayın işlemekten geri tutarlar" şeklindedir. Görüldüğü gibi, Mücahid'in yorumu[27] "Mali yarar sağlamaya" işaret ederken, Katade'nin yorumu "hem mali hem de bedeni yarar sağlamaya" işaret etmektedir. "Elini tutmak, onu alıkoymak", cimrilik ve el sıkılığı" anlamına gelen bir deyimdir. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) bir ayette:
"Ellerini ne sımsıkı boynuna bağla ve ne de sonuna kadar aç." (İsra: 17/29)
buyurmuştur. Aynı anlamdaki başka bir ayet de şöyledir:
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, dediler, tersine bağlı olan kendi elleridir, ayrıca böyle dedikleri için lanete uğradılar. Oysa Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği gibi verir." (Maide: 5/64)
Yine yukardaki ayete dönersek münafıkların:
"Ellerini tutma, vermekten alıkoyma" niteliklerine karşılık müminler hakkında:
"Onlar zekatı verirler" buyuruluyor. Zekat, her ne kadar şeriatta belirlenen mali bir verginin adı işerde daha geniş anlamda başkalarına sağlanan her türlü mali ve bedeni yararı içeren bir terimdir.
Yine aynı ayetin devamında münafıklar için "Onlar Allah'ı unuttukları için Allah'da onları unuttu" buyuruluyor. "Allah'ı unutmak" demek "O'nu zikretmemek, anmamak" demektir.
. Münafıkların bu niteliğine karşılık olarak müminler "Onlar namazı kılarlar" diye nitelendiriliyorlar. Namaz da -tıpkı zekat için dediğimiz gibi- hem farz namazları ve hem de nafile namazları içerir. Namaz terimi, ayrıca gerek sözlü ve sözsüz^ (manevi) bütün zikir (Allah'ı anma) türlerini de ifade eder. Nitekim sahabilerden İbn-i Mesud[28] Allah ondan razı olsun-:
"Allah 'ı zikrettiğin (andığın) sürece istersen çarşıda dolaşıyor ol" ve Muaz b. Cebel'de[29] -Allah ondan razı olsun:
"İlmi çalışma yapmak, teşbihtir" derlerken namazın bu geniş anlamını vurgulamışlardır. [30]
Servet, Mal, Evlatlar Ancak Allah İçindir
Aynı ayetlerde Cenab-ı Allah (c.c.) daha sonra kafirler ve münafıklar için belirlediği laneti ve ahirette onlar için hazırladığı cenenemle sürkekli azabı vurguluyor. Bunun karşılığı olarak da müminlere vadetmiş olduğu cenneti, hoşnutluğu ve rahmeti haber veriyor.
Ayrıca bu ayetlerde görülen kelime düzeni ile sözcük seçiminin bir çok sırlan vardır, şimdi bunu ele almanın sırası değildir, şimdiki tek amacımız ilerde üzerinde duracağımız bir genel kuralı ortaya çıkarmaktır.
Bir yoruma göre Cenab-ı Allah'ın buradaki "onlar için sürekli bir azap vardır" şeklindeki ifadesinde kafirler ve münafıklar için hem dünyada ve hem de ahirette ayrılmaz şekilde var olan karamsarlık, keder, üzüntü, bunalım, sıkıntı ve cehalet gibi psikolojik acılara işaret edilmektedir. Çünkü bilindiği gibi kafirliğin ve Allah'a karşı gelmenin daha dünyada çekilen sürekli bir takım acıları ve bunalımları vardır. Böyle olduğu içindir ki, bu tip kimselerin çoğunlukla dünya saadetini ancak alkollü içki ve uyuşturucu madde içmek gibi, oyalayıcı görüntüler seyretmek gibi ve çalgı aletleri dinlemek gibi yollarda bulabildiklerini görürüz.
Buna karşılık yine aynı ayetlerde müminlerle ilgili olarak "Onlara Allah rahmet edecektir" buyuruluyor. Gerçekten Cenab-ı Allah, müminlere bağışlamış olduğu iman hazzı, gönül huzuru, inanç sürura, ilim aşkı, faydalı iş ve şevki ve salih amel sevinci gibi imtiyazlar sayesinde onlara rahmetinin bazı tezahürlerini daha dünyadayken tattırmıştır.
Cenab-ı Allah (c.c.) söz konusu ayetlerin bir yerinde "Sizden öncekiler gibi ki onlar sizden daha güçlü, sizden daha çok servet ve evlad sahibi idiler..." buyuruyor. Ayetin başındaki benzetme edatı olan "gibi" ile ilgili çeşitli yorumlar vardır. Bu yorumlardan birine göre ayet "sizler, sizden öncekiler gibisiniz" demektir. Başka bir yoruma göre de, bu ifade "sizler, sizden önceklerin yaptıklarını yaptınız, onlar gibi davrandınız anlamındadır. Bu yoruma göre benzetme yönü "daha öncekilerin davranışları" iken başka bir görüş de benzetme yönünün azab olduğunu ve buna göre -ki bu daha yerindedir- ayetin anlamının "Allah sizden öncekileri lanete uğrattığı gibi onları da lanete uğratmış ve azaba çarptırmıştır" veya "Allah münafıklara bizden öncekilere vadettiğini vadederek onları daha öncekileri lanete uğrattığı gibi lanete uğratmıştır, daha öncekiler için olduğu gibi onlar için de sürekli bir azab vardır." şeklinde olduğunu ileri sürmüştür.
Bu ayetin yorumu üzerinde beliren iki görüşten birinin benzetme yönünün davranış (amel) ve öbürünün azab olduğunu ileri sürdüklerini hatırlayacak olursan, her iki görüşün biribirine bağlı olduğunu, aralarında yakın ilişki bulunduğunu anlarsın. Çünkü sebep benzerliği sonuç benzerliğim gerektirir, bunun tersi de doğrudur yanı sonuçlar arasındaki benzerlik sebepler arasında da benzerlik bulunmasını gerektirir.
Söz konusu kimselerde görülen bu benzerliğin mümin-lerdeki karşılığını Cenab-ı Allah aynı ayetlerin bir yerinde "Onlar Allah'a ve Rasulııllah'a itaat ederler" şeklinde ifade ediyor. Çünkü Allah'a ve Rasulullah'a itaat etmek "sizden öncekiler" gibi olmamayı, onlara ters düşmeyi gerektirir, yani bu iki tutum birbiri taban tabana zıttır.
Aynı ayette geçen "Onlar dünyalık paylarının zevkine dalıp oyalandılar" ifadesi tefsirciler tarafından çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Tefsir bilginlerinden Abdurrez-zak'ın[31] Ma'mer[32] yolu ile Hasan-ı Basrİ'ye[33] dayanarak
ileri sürdüğüne göre ayetteki "Halak (pay, nasib)" onların sapık dini inançları demektir.[34] Sahabilerden Ebu Hurey-re'nin[35] -Allah ondan razı olsun- de bu görüşte olduğu bildirilmiştir. İbni Abbas'a[36] -Allah ondan razı olsun- göre de "onların payları" demek ahiretten dünyadaki payları demektir.[37] Diğer bir gurup tefsir bilginine göre burada "onların dünyalık paylan"[38] kasdedilmiştir.
Aslında ayet, bu tefsir bilginlerinin hipsinin yorumlarını içerecek bir genişliktedir. Bilindiği gibi Cenab-ı Allah (c.c.) burada:
"Onlar sizden daha güçlü, sizden daha çok servet ve evlad sahibi idiler." buyuruyor. "Onlarda" varolduğu belirtilen bu kuvvetle bu kimseler hem dünya ve hem de ahi-ret için çalışabilirler, kuvvetlerini böylesine dengeli bir şekilde kullanabilirlerdi. Servetlerini ve evladlarını da öyle. İşte bu güç bu servet ve bu evladlar, ayette geçen "Halak'ı (payı, nasibi) meydana getirir. "Onlar" güçlerini, servetlerine ve evladlarım sırf dünya için kullandılar. Bu gücü bu serveti ve bu evladlari Icullanarak yaptıkları davranışların tümü onların" dinidir. Eğer onlar bu davranışları Allah ve ahi-ret yurdu uğruna işleselerdi, bu davranışları karşılığında sevap kazanacaklardı. Bu kimselerin söz konusu nimetlerden yararlanıp onlarla oyalanmaları" bu nimetlerden geçici hazlar almaları demektir. Buna göre yaptığı işleri sırf dünya amacı ile yapan herkes bu ifadenin kapsamına girer. Yapılan davranışın cinsi ister ibadet olsun, ister başka bir hareket olsun, farketmez. Ayeti okumaya devam edelim; "Sizden önceküer nasıl dünyalık paylarının zevkine dalıp oya-landılarsa, siz de payınızın zevkine dalıp oyalandınız, batıla dalanlar gibi siz de batıla daldınız."
Dünyalık Payla Oyalanma ve Eğriliğe Dalma
Cenab-ı Allah, bu ayete "Dünyalık payla oyalanma" ile ügrıiığe dalma" yi birarada zikrediyor. Çünkü dinde sapıklık, yanlış inançlara kapılıp bu yanlış inançları dile getirmek veya gerçek inanca ters düşen hareketler yapmak yolu ile olur. Birincisi bidatler ve benzerleri,[39] ikincisi ise günahlar vebenzeri yanlış hareketlerdir.[40] Birinci kategorinin kaynaği şüpheli görüşler, ikinci kategorinin kaynağı ise ihtiraslar, nefsin aşırı arzularıdır.
Nitekim atalarımız "İnsanların iki zümresinden sakınınız, Aşırı arzularına kapılmış ihtiras sahipleri ile, körlük derecesinde dünyaya bağlanan dünya tutkunu". Yine eskilerimizin şöyle bir sözleri var; "Günahkar alimle, cahil sofunun (ibadet düşkününün) fitnesinden sakınınız. Bu ikisinin fitnesi baştan çıkmaya müsait herkesi ayartabilir. "Gazaba uğramışlara" ikincisi de gerçek bilgiye dayanmaksızın amel eden "Sapıklar" a benzer.
Ahmed b. Hanbel'in[41] -Allah ondan razı olsun- önemli özelliklerini belirtirken, söylenen şu sözler de konumuz bakımından önemli olduğu için hatırlatılmaya değer. Onun hakkında şöyle denmiştir:
"Rahmetli, dünyaya karşı ne kadar dirençli ve eski müs-1 limanları ne kadar benzerdi! Üzerine üşüşen bidatları geriye püskürtmüş ve üzerine gelen dünyayı geri çevirmiştir."[42]
Nitekim Cenab-i Allah (c.c.) bir ayette takva sahibi önderleri şöyle tanıtmıştır:
"Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman aralarından buyruğumuzla doğru yola ileten önderler çıkardık." (Secde: 32/24)
Çünkü sabır sayesinde aşın ihtiraslar gemlenir ve kesin iman (yakın) sayesinde de şüpheler, bulanık görüşler sayılır. Bunun yanında:
"Onlar birbirlerine gerçeği ve sabretmeyi tavsiye ederler." (Asr: 103/3)
ayeti ile:
"Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya-kub'u an." (Secde: 32/45)
şeklindeki ayetler bu gerçeği vurgular.
Peygamberimizin (s.a.v.) şu hadisi de bu önemli noktaya açıklık getiriyor:
"Hiç şüphesiz Allah, şüpheler başına üşüşünce kılı kırka yaran basiret sahipleri ile duyguları ihtirasları büyüyünce dizginleri elden kaçırmayan kamil akıl sahiplerini sever."[43]
Sözün kısası, ayetteki "Dünyalık payınızla oyalandınız" ifadesi günahkarların hastalığı olan ihtiraslara kapılmaya işaret ederken "Daha öncekiler gibi eğriliğe daldınız" ifadesi bidatçıların, şahsi görüş ve çekemezliklere bağımlı kimselerin hastalığı olan şüphelere kapılmaya işaret etmektedir. Çoğunlukla bu iki hastalık birarada bulunur. Çünkü, inancında sakatlık bulunan bir kimsenin bu halinin davranışlarına yansımaması ender görülen bir durumdur. Ayette daha önce yaşamış kavimlerin dünyalık payları ile oyalandıklarım ve eğriliğe daldıklarını açıkça belirtiyor. Şimdiki sapıklar da onların yaptığım yapmışlardır. [44]
Kur'an'ın Anlaşılmasında Zaman Faktörü
Bir de şunu belirtmek gerekir. Ayetteki "Oyalandınız" ve "Daldınız" şeklindeki geçmiş zamanlı ifadeler bu eylemlerin geçmişte meydana geldiğini haber vermekle birlikte aynı zamanda kıyamet gününe kadar aynı davranışları işleyecek olanları kmayıcı özelliktedirler. Tıpkı Peygamber Efendimiz zamanında (s.a.v.) yaşayan kafirler ile münafıkların davranış ve niteleklerini haber veren ayetlerin kıyamet gününe kadar aynı davranışları işleyecek ve aynı nitelikleri taşıyacak olan kimse için kmayıcı olması gibi.
Ayetteki bu ifadeler sürekli bir durumu, kesintisiz bir realiteyi de haber veriyor olabilirler. Çünkü bu ifadeler her ne kadar "oyalandınız" ve "daldınız" şeklinde sadece o dönemde yaşayanlara sesleniyor gibi görülüyor, ikinci şahıs-lı bir üslup taşıyorlarsa da, gerek Peygamberimiz döneminde yaşayan ve gerekse o günlerden kıyamet gününe kadar gelip geçecek olan herkese hitap etmektedirler. Sebebine gelince bu sözler, Allah kelamıdır ve Peygamberimiz sadece bu sözleri Allah katından alıp insanları tebliğ etmiştir, başka bir rolü yoktur.
Ayetin bu şekildeki yorumu, alimlerin çoğunluğunun görüşüdür. Gerçi bazı fıkıh usulü alimleri, ayetteki ikinci şahıs zamirinin sadece Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında yaşayanları kapsadığını, daha sonraki dönemlerin insanlarını ancak ya hüküm ayniliğini belirten kesin bilgimizle, ya sünnetle ya icma-ı ümmetle ve kıyas yolu ile içerdiğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüşe göre "oyalanma" ve "eğriliğe dalma" eylemini gerçekleştiren herkes, hangi dönemde yaşamış olursa olsun, "oyalandınız" ve "eğriliğe daldınız" ifadelerinin muhatabı olmuş olur.
Cenab-ı Allah, bu ayetlerin devamında, sözü geçen "oya-lananjar" ile "eğriliğe dalan" ların karşılaşacakları acı akibeti "Onlar, amelleri hem dünyada ve hem de ahirette boşuna gitmiş kimselerdir, onlar asıl hüsrana uğrayan kimselerdir" buyruğu ile haber vermektedir. İşte bu ayetlerin üzerinde duruşumuzun asıl masadı bu hükümdür. Kısaca tekrarlarsak, Allah tıpkı daha önceki ümmetlerde olduğu bu ümmet arasında dünyalık paylan ile oyalananlan ve eğriliğe dalanların varolduğunu haber vererek böylelerini kınıyor ve onları acı bir akıbetin beklediğini haber veriyor.
Cenab-ı Allah (c.c.) daha sonraki ayette bu kimseleri kendilerinden önce gelip geçenlerden ibret almaya çağırarak buyuruyor ki:
"Onlara kendilerinden öncekilerin, Nuh Semud kavimlerinin; İbrahim kavminin, Medyen halkının ve Lut kavminin başları üzerine ters dönen şehirlerinin haberleri gelmedi mi? (Onların başlarına gelenleri duymadılar mı?) Peygamberleri onlara açık gerçekler getirmişlerdi (ama onlar inanmadılar ve bundan dolayı Allah'ın gazabına uğradılar) Allah onlara asla zulmetmemişti, tersine onlar kendi kendilerine zulmettiler." (Tevbe: 9/70)
Daha önce belirttiğimiz gibi, müminlerin bu ayetlerin bir yerinde Allah'a ve Rasulullah'a itaat etmekle vasiflandırıl-maları bu kimselerin eski dönemlerde yaşayanlara benzemekle nitelendirilip bu yüzden kınanmalarına karşılıktır. Yine bu ayetlerin devamında Allah'ın, müminlere kafirlerle ve münafıklarla cihad etmeye çağırması, "zevke dalanların" ve eğriliğe sapanların" cihad hedefi olduklarının delilidir. [45]
Müşriklere Benzemeyi Yasaklayan Hadisler
Kur'an nasıl bu ümmetin din ve dünya hayatı konusunda eski çağların sapıklarına benzediğini belirterek böylelerini kınıyorsa Peygamberimizin de bu gerçeği vurgulayan hadisleri vardır ve sahabilerin bu ayetlerle hadisleri biribirlerine bağlı olarak yorumladıkları görülmektedir. Nitekim Ebu Hureyre'nin -Allah ondan razı olsun- rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Sizler adım adım, karış karış ve dirsek dirsek daha önceki ümmetlerin yollarını izleyeceksiniz. Öyle ki, onlardan biri kertenkele deliğine girmiş olsa -mutlaka bir hikmeti vardır diyerek- siz de o deliğe gireceksiniz."
Ebu Hureyre hadisin burasında dinleyicilerine:
"İsterseniz, 'Sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden daha güçlü, daha çok servet ve evlad sahibi idiler...' ayetini okuyunuz- dedikten sonra, hadisi nakletmeye şöyle devam etti, Sahabiler:
"Ya Rasulallah, Pers'lerin, Rumların ve diğer kitab ehlinin yaptıklarını yapacağımızı mı söylemek istiyorsunuz?" diye sorunca Peygamber kendilerine:
"Başka kimler olabilir ki?" diye cevap verdi.[46]
Sahabilerden İbn-i Abbas -Allah ondan razı olsun- da bu ayetle ilgili olarak:
"Bu gece, dün geceye ne kadar da benziyor! işte İsrailo-ğullarına benzedik gitti."[47] demiştir. Sahabelerinden İbn
Mesud (r.a.) da bu konuda şöyle diyor:
"Sizler, îsrailoğullanna tutum ve gidişat bakımından en çok benzeyen ümmetsiniz. Kılı kılına onların davranışlarına özeniyorsunuz. Yalnız onlar gibi altın buzağı heykeline tapıp tapmayacağınızı bilmiyorum."
Yine sahabilerden Huzeyfe b. Yeman[48] -Allah ondan razı olsun- avm konuda şunları söylüyor; Günümüzde sizin aranızda bulunan münafıklar, Peygamberimiz zamanında yaşayan münafıklardan daha beterdir. Dinleyenlerin:
"Bu nedenle bövledir?" şeklindeki sorusuna bu sahabi:
"Çünkü o dönemin münafıkları münafıklıklarınım saklıyorlardı. Oysa şimdiki münafıklar açıktan açığa münafıklık yapıyorlar."[49] diye cevaplandırmıştır.
Din ve dünya konusunda müslümanlarla eski ümmetler arasında benzerlik olacağını haber vererek bu durumu kınayan ve bu duruma düşmekten sakınmaya çağıran daha pek çok hadis vardır. Mesela dünya menfaatma kapılma konusunda Amr b. Avf[50] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen ve Buhari ile Müslim'de yer alan şöyle bir olay anlatılmıştır:
Peygamberimizin Ümmetin Dünya Malı Konusunda Rekabete Gireceğinden Endişe Etmesi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir ara sahabilerden Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı -Allah ondan razı olsun- cizye toplamak üzere Bahreyn'e gönderdi. Bilindiği gibi Rasulullah, daha önce Bahreyn halkı ile barış yapmış ve Ala b. Hadremi'yi[51] bu yöreye vali tayin etmişti.
Bir süre sonra Ebu Ubeyde,[52] bu yörenin cizyesini toplayıp Medine'ye döndü. Bu durumu haber alan sahabiler dönüşünün ertesi günü, büyük bir kalabalık halinde sabah namazına üşüştüler. Rasulullah namazı bitirip Mescid'den çıkacağı sırada kalabalık bir gurup önüne çıktı. Onları bu durumda gören Peygamberimiz gülümseyerek:
"Öyle sanıyorum ki, Ebıı Ubeyde'nin Bahreyn'den bir şeyler getirdiğini haber aldınız." buyurdu. Sahabiler: "Evet" deyince Rasulullah kendilerine şunları söyledi: "İstekle beklediğiniz bu ganimet bölüşünıüne hem sevininiz ve hem de üzülünüz. Sebebine gelince sizin hakkınızda korktuğum şey fakirlik değildir. Tersine sizin hesabınıza korktuğum şey, tıpkı daha önceki ümmetlere oluduğu gibi, dünyanın önünüzde açılması (büyük servetler elde etmeniz) ve arkasından bu alanda birbirle-rinizle o eskiler gibi rekabete girişip onlar gibi kendinizi mahvetmenizdir."[53]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz, ümmetinin geleceği hesabına fakirlikten değil tersine dünyanın önlerinde açılıp bu konuda birbirlerine düşmelerinden ve bunun sonucu olarak kendilerini mahvetmelerinden kaygı duymaktadırlar. İşte yukarıdaki ayetlerde haber verilen "dünyalık payla oyalanma" olayı budur.
Yine hem Buhari'de hem de Müslim'de yer alan ve Uk-be b. Amir[54] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen bir hadise göre:
"Bir gün Rasulullah, Uhud'lu bir cenazenin namazım kıldıktan sonra minbere çıkarak şu konuşmayı yaptı:
"Ben sizin önderinızim, size örnek olayım diye gönderildim. Şu anda, vallahi, -kıyamet günü buluşma yerimiz olan- Havuz'umu görüyorum. Yeryüzü hazinelerinin -veya yeryüzünün- anahtarları bana verilmiştir.Vallahi, sizin hakkınızda korktuğum şey, Ben'den sonra Allah'a ortak koşmanız, tekrar müşrik olmanız değildir. Fakat sizin hesabınıza korktuğum şey, dünya uğrunda aranızda rekabete düşmenizdir."[55]
Başka bir rivayete göre Rasulullah'ın sözlerinin bu kısmı:
"... Fakat sizin hesabınıza korktuğum şey, dünya uğrunda rekabete girişip, biribirinizi öldürmeniz ve bunun sonucu olarak sizden öncekiler gibi mahvolmanız, helake sürüklenmenizdir" şeklindedir. Hadisi rivayet eden Ukbe, sözlerini "Bu, Peygamberimizi minberde son görüşüm olmuştur"[56] diye bağlamıştır. Müslim'de yer alan ve Abdullah b. Ömer[57] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen bir hadise göre de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün sahabilere dönerek:
"Pers ve Bizans hazineleri elinize geçtiği zaman acaba nasıl bir toplum olacaksınız?" diye sordu. Dinleyiciler arasında bulunan Abdurrahman b, Avf'ın[58] -Allah ondan razı olsun-:
"Allah bize nasıl olmamızı emretti ise öyle oluruz"[59]şeklindeki cevabı üzerine Rasulullah sözlerini şöyle bağladı:
"O zaman aranızda rekabete girişir, sonra birbirinizi kıskanırsanız ve arkasından biribirinize küserseniz. Daha sonra başka yerlere göçüp oralarda yerleşerek bi-ribirinizi öldürmeye girişirsiniz."[60]
Buhari ile Müslim'in, Ebu Said-ül Hudri'den[61] -Allah ondan razı olsun- rivayet ederek yer verdikleri bir hadise göre de hadisi rivayet eden Ebu Said el-Hudri şöyle bir olay anlatıyor:
Bir gün Peygamberimiz minbere çıkıp oturdu. Biz de onun çevresinde oturduk. Arkasından bize dönerek:
"Benden sonra sizin hesabınıza korktuğum şeylerden biri önünüzde açılacak olan dünyanın çekiciliği ve alımlılığıdır." diye buyurdu. Aramızdan biri:
"Ya Rasulallah, kötü şeyden iyiük gelir mi?" diye sordu. Bu soru üzerine Peygamberimiz bir süre sustu.
Allah'ın Dilediği Gibi Kullanılmayan Varlık Kıyamet Günü Sahibinin Aleyhine Şahit Olur.
Bu yüzden arkadaşlarımızdan biri soruyu sorana:
"Niye sen Rasulullah ile konuştuğun halde O Seninle konuşmuyor?" diye sordu. Aslında biz bu sırada Peygamber'e vahiy geldiğini anlamıştık. Nitekim bir süre sonra terleyen alnını sildiler, arkasından bize dönerek:
"Soru sahibi nerede?" diye sordu. Böyle derken ondan hoşlandığı belli oluyurdu. Arkasından:
"Kötü şeyden hayır çıkmaz, hayır gelmez" buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti;
"İlkbaharın erken güveren bir kısım otlağı bu otlaktan otlayan hayvanları ya öldürür veya ölümün eşiğine getirir. Fakat yazın olgunlaşmış çimenini otlayan hayvan böyle olmaz. Hayvan öğleye kadar böyle bir çimende otladıktan sonra işkembesine aldıklarını sindirir ve fazlalıkları dışkı ve sidik olarak dışarı atar, arkasından yine otlamaya devam eder. Varlık, müslümanın eline geçince, yani bu varlığın bir kısmını yoksullara, yetimlere ve yolda kalmışlara veren müslümanın eline geçince ne güzel bir şeydir o!"
Nitekim Rasulullah, başka bir defasında "Haksız yere servet ele geçiren kimse yediği halde doymayan kimse gibidir. Üstelik ele geçirdiği mal Kıyamet günü aleyhinde şahid olur" buyurmuştur."[62]
Yine Müslim'in, Ebu Said'e -Allah ondan razı olsun- dayandırarak yer verdiği bir hadise göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Dünya tatlı ve alımlı renklidir. Allah sizi burada egemen kılarak nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan sakınınız, kadınlardan sakınınız. Çünkü israilo-ğullarını ilk baştan çıkaran fitne kadınlar olmuştur."[63]
Görülüdüğü gibi, müslümanlan kadınların fitnesi karşısında uyanık olmaya çağırmakta ve bu duyarlığın sebebi olarak da İsrai loğu Harını ayartan ilk fitnenin kadınlar olduğunu haber vermektedir. Bu hadisin bir benzeri de Muaviye[64] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen aşağıdaki hadistir. Buna göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"İsrailoğulları, ne zaman kadınlarının saç örgülerini avuçladılarsa o zaman mahvolmuşlardır."[65]
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, kitab ehlinin bayram törenleri ve diğer adetleri konusunda müslümanlar arasında meydana gelen çoğu benzerliklerin asıl aşılayıcıları kadınlar olmaktadır. [66]
Bölünmede Benzeme
Daha öncekiler gibi eğriliğe saplanma konusuna gelince Abdullah İbn-i Amr -Allah ondan razı olsun- anlatü. Buna göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"İsraüoğullarının başına gelen her şey, adım adım, tıpkısı tıpkısına benim ümmetimin de başına gelecek, öyle ki, İsraiEoğulIarından biri eğer açıkça anasının üzerinden geçecek olursa, benim ümmetimden de bu işi yapan çıkacaktır. İsailoğullari yetmiş iki guruba ayrılmış, benim ümmetim de yetmiş üç guruba ayrılacaktır. Bir tanesi dışında bu gurupların hepsi cehennemliktir."
Sahabilerden birinin:
"Bu tek gurup hangisidir?" şeklindeki sorusuna Rasulul-lah (s.a.v.):
"Bu gün benim ve sahabilerimin gittiği yolu benimseyenlerdir." diye cevap vermiştir. Hadisi Ebu İsa el-Tirmi-zi rivayet etti ve bu hadis açıklanmış garip bir hadistir fakat bu hadisin bu yoldan başka bir yolla rivayetini bilmiyoruz. Peygamberimiz, ümmeti arasında bu şekilde ayrılık belireceğini, Ebu Hureyre, Sa'd, Muaviye, Amr b. Avf ve başka sahabiler tarafından rivayet edilen hadislerde de belirtmiştir. Bizim burada öncelikle îbn Amr -Allah hepsinden razı olsun- tarafından rivayet edilen hadise öncelikle yer verişimizin sebebi bu hadiste yahudilerle müslümanlar arasında doğacak benzerliğin vurgulanmış olmasıdır.
Nitekim Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- tarafından Muhammed b. Amr'den, o da Ebi Seleme'den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki guruba bölündü. Hristiyanlar da öyle. Benim ümmetim de yetmiş üç guruba bölünecektir."
Muaviye -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edildiğine göre ise Peygamberimiz (s.a.v.) aynı konuda şöyle buyuruyor:
Kitap ehli dinleri konusunda yetmiş iki guruba bölündüler. Bu ümmet de yetmiş üç guruba bölünecektir. Biri dışında bu gurupların tümünün yei cehennemdir, (bu kurtuluş gurub) cemaat gurubudur. Benim ümmetimden öyleleri çıkacaktır ki, kuduz hastalığı nasıl bir vücudu sararsa bu ayrılıkçı görüşler tarafından öyle sarılacaklar. Bu hastalığın girmediği hiç bir damarları ve hiç bir eklemleri kalmayacaktır."[67]
Hadisi rivayet eden Muaviye sözlerini şöyle bağlıyor:
"Ey Araplar, eğer siz Rasulullah'ın yolundan gitmeyecek, onun söylediklerine uymayacak olursanız, sizin dışınızda-kiler haydi haydi bu yoldan uzak kalacak, onun buyruklarına yan çizeceklerdir."
Görüldüğü gibi Peygamberimiz bu hadislerde yetmiş üç guruba bölüneceğini haber veriyor. Öte yandan şüphe yok ki, bu yetmiş üç gurubun yetmiş ikisi Kur'an'ın belirttiği:
"Daha öncekiler gibi eğriliğe saplananlar" kategorisine girmektedirler. Ayrıca bu bölünme ya sırf din konusunda hem din ve hem dünya konusunda veya sırf dünya konusunda olur.
Oysa okuduğumuz hadislerde haber verilen bu bölünme ve ayrılık aşağıdaki ayetlerde Allah (c.c.) tarafından kesinlikle yasaklanmıştır:
"Sakın, kendilerine açık deliller geldikten sonra bölünüp ayrılığa düşenler gibi olmayınız. İşte onları büyük bir azab bekliyor."
"Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenlere senin hiç bir işin yoktur, onların işi Allah'a kalmıştır. İlerde Allah onlara yaptıklarını tek tek bildirecektir."
"İşte benim dosdoğru yolum budur, bu yolla uyunuz. Başka yollara saparak dosdoğru yoldan ayrı düşmenize meydan vermeyiniz"
(Al-i İmran: 150; En'am: 159,153)
Bu ayetlerin anlamı Müslim'in[68] Amir bin Sa'd b. Ebu Vakkas'ın[69] babasından -Allah her ikisinden razı olsun- rivayet ettiği şu hadisle uyuşmaktadır. Sa'd'ın babası diyor ki:
Peygamberimiz bir defasında bir gurup sahabi ile birlikte Aliye'den yürüyüşe geçti. Beni Muaviye mescidinin önüne gelince içeri girdi, iki rekat namaz kıldı, biz de öyle yaptık. Namazdan sonra uzun bir dua yaptı. Arkasından bize doğru dönerek şunları söyledi:
"Rabbimden üç şey istedim, ikisini kabul ve birini reddetti. Rabbimden ümmetimi kıtlık ve kuraklıkla helak etmemesini diledim, bu dileğimi kabul etti. Yine Rabb'im-den ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim onu da kabul etti. Fakat Rabb'imden ümmetimin birbirlerine düşüp aralarında savaşmamalırım istedim, bu dileğimi reddetti."[70]
Yine Sevban[71] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen ve Müslim de yer aldığına göre Rasurullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Allah yeryüzünü dümdüz yapıp gözlerimin önüne serdi, böylece doğusunu da batısını da görebildim. Dün-yanın benim önüme serilen kesimini ümmetim egemenliği altına alacaktır. Ayrıca bana kırmızı ve beyaz mücevherlerin (altın ve gümüş) her ikisi de verildi. Bu arada Rabb'imden ümmetimi kuraklıkla kıtlıkla helak etmemesini ve başlarına kendilerinden başka bir düşman musallat etmemesini diledim. Allah bu dileklerime karşılık bana buyurdu ki:
"Ey Muhammed, Ben bir şeye hükmedince artık onun önüne geçilmez. Ben ümmetimi kuraklık ve kıtlıkla helak etmeme ve onların üzerine kendilerinden başka hiçbir düşman musallat etmeme konularında dileklerini kabul ettim. Fakat aralarında belirecek düşmanlık sonunda birbirlerini öldürecekler ve yek diğerlerini esir edeceklerdir."[72]
Yukarıdaki hadisi aynen rivayet eden Bürkani[73]bu noktadan itibaren Peygamberimizin sözlerini şöyle bağladığını söylüyor:
"...Bir kere aralarına kılıç girince artık Kıyamet gününe kadar kalkmayacaktır. Ümmetin bir kısmı müşriklere katılmadıkça ve diğer bir kısmı da putlara tapma-dıkça Kıyamet kopmayacaktır. Bu arada ümmetim arasında otuz yalancı ortaya çıkıp Peygamber olduklarını ileri süreceklerdir. Oysa Ben Peygamberlerin sonuncu-suyum, Ben'den bonra peygamber yoktur."
Fakat ümmetimin bir gurubu her zaman hak yolda başarıyla yürüyecek, kendilerini destekiz ve yüzüstü bırakanlar, Allah'ın son emri (Kıyamet günü) gelinceye kadar, onlara zararlı olamayacaklardır."[74]
Bu anlamda değişik kanallardan rivayet edilen çok sayıda hadis vardır. Peygamberimiz bu hadislerin tümünde bu ümmetin kesinlikle ayrılığa ve bölünmeye uğrayacağına işaret etmekte ve Allah'ın hastalığından uzak kalacaklarını takdir ettiği kesimi bu tehlike karşısında uyarmaktadır. Nitekim Nezzal b. Sebure'nin[75] anlattığına göre sahabilerden Abdullah b. Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor:
Bir defasında bir arkadaşımızın Kur'an'ın bir ayetini Peygamberimizden duymuş olduğumdan değişik bir şekilde okuduğunu görünce, hemen elinden tutup kendisini Ra-sulullah'ın yanına götüdüm ve meseleyi O'na anlattım, fakat yüzünde memnuniyetsiz bir ifadenin belirdiğini gördüm. Bu arada şöyle buyurdu: "Her ikinizin de okuduğu doğrudur. Sakın ihtilafa düşmeyiniz, çünkü sizden önceki ümmetler ihtilafa düştükleri için helak oldulur."[76]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz bu olayda çatışan taraflardan her ikisinin karşı taraftaki haklılık payını reddeden şekli ile ihtilafa düşmeyi,ayrılığa kapılmayı yasaklıyor. Çünkü her iki sahabi de ayeti doğru okumuştur. Peygamberimiz bu ihtilafı yasaklarken daha önceki ümmetlerin ihtilafa düştükleri için helak olduklarını gerekçe olarak göstermiştir. Nitekim daha sonraları Şam ve Irak halkının Kur'an'ın bazı ayetlerini farklı harflerle okuduklarını gören Huzeyfe b. Yemani, halife Osman'a şöyle demiştir. "Bu ümmetin imdadına yetiş de, daha önceki ümmetlerin başlarına geldiği gibi kitabları konusunda ayrılığa düşmesinler."[77]
Bu hadisten iki sonuç çıkıyor. Biri bu tip konularda ihtilafa düşmenin haram olduğu ve Öbürü de bizden önceki ümmetlerin başlarına gelenlerden ders alarak onlara benzemekten kaçınmamız gerektiğidir. [78]
[1] Bu konuda Müslim Sahih'inde uzun bir hadis naklediyor. Hadis şöyle: "Allah (c.c.) yeryüzüne baktı. Ehl-i Kitab'ın dışında Arap'a da Aceme -azap olmayan- de gazap etti... İlh. Bkz. Müslim, Kitab-EI Cenne, Dünyada Cennetlikler Ve Cenennemliklerin Bilinmesini Belirleyen nitelikler, Babı (bölümü). Hadis No: 2865, c. 4, s.2197.)
[2] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 7-14.
[3] Sahabi'nin büyüklerinden olan Adiy bin Hatem'in asıl adı, Adi bin Hatem bin Abdullah bin Sa'd el-Taid'ir. Cahiliye döneminde iyilik ve co-mertliğiyle ünlüydü. H. 10. yılında müslüman oldu. Cahiliye döneminde de müslüman olduktan sonra da kabilesinin lideriydi. Riddet günü, -İslam'dan dönmelerin olduğu dönem- müslüman kaldı. Irak ve diğer ülkelerin fethinde bulundu. Daha sonra Kııfe'de yaşarmiH sürdürdü, Sıffiyn olayında Ali'nin (r.a.) yanında yer aldı. H. 68'dc 121) yaşında öldü. Bkz. el-İsabe, Fi Temyiz el-Sahabe, c. 2, sh. 468-469.)
[4] Sünen e3-Tirmizi, Kitab'u Tefsir el-Kur'an, Fatiha Suresinin Açıklaması Babı, H. No: 2953, c. 5, s. 202, 203, 204. Tirmizi, hadisin "Hasen" ve "Garib" olduğunu, Simak bin Harb'den başkasının rivayet ettiğini bilmediğini söylüyor. Hadisin başka tanıkları ve çoğu kısaltılmış diğer bîr takım rivayet yollan da vardır. Bkz. Ahmed'in Müsned'i, c. 4, s. 378.)
[5] Selef imamlarından olan Süfyan bin Uyeyne'nin asıl adı, Süfyan bin Uyeyne bin Ebi İmran'dır. Beni HilaPin dostudur. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. 107 h'de Kııfe'de doğdu. Rivayet ettiği hadislerin bir çoğu delil olabileceği kanıtlanmış Sika (sağlam) bir ravidir. Mekke'de yaşadığı dönemde Hicaz'ın Muhaddisi (hadisçisi)ydi. İmam Şafii hakkında, "Eğer İmam Malik ve süfyan olmasaydı. Hicaz'da ilim yok olurdu." der. Mekke'de yaşadı ve orada vefat etti. (198. H) Bkz. el-Tabakat el-Küb-ra, İbn Sa'd, c. 5, s. 497; ayrıca. Zerkeli el-Alam, c. 3, s. 105)
[6] Bu hadis, yaygın sahih hadis kitaplarında (Buhari Müslim) Sü-nen'lerde (Süneni Ebu Dayud, Süneni Tİrmizi, Süneni Nesa-i, Süneni îbn Mace) ve Müsned'lerde (Ahmed îbn Hanbel'in müsnedi) nakledilmiştir. Buhari, Müslim, hadisi bir takım yollardan rivayet ediyorlar. Neki, orada "Hazvel kuzzeti bil-kuzze" ibaresine rastlanılmadı. Sahihayn'in (Buhari-Müslim) söz birliğiyle rivayet ettikleri sözcükler Ebu Said el-Hudri'nin rivayetidir. O da "Le tetbe anne sünene men kane kabieküm şibran bi şib-rin ve zira'an bi zira in..."-Yani, "Sizden öncekilerin geleneklerine karış karış adım adım uyacaksınız" kelimelerim içeren rivayettir.
Bkz. sahih el-Buharİ, Kitab el-İ'tisam, Peygamberin: "Sizden öncekilerin geleneklerine mutlaka uyacaksınız" hadisi babı, H. No: 7320; Feth'ul-Bari, c. 3, s. 200; Müslim, kitab el-İlim, Yahudi ve Hristiyanla-rm Yollarına Uyma Babı. H. No: 2669, c. 4, s. 2054.
Hadisi yukarıda geçen metniyle Ahmed bin Hanbel Müsned'in de 4, s. 125'detahriçetti. Ayni sözcüklerle İbn el-Esir, Cami el-usul isimli eseri, c. 10, s. 34'de anlatmış.)
[7] Büyük Sahabilerden olan Ebu Hureyre'nin asıl adı, Abdurrahman bin Sahra el-Dusi'dir. Hicretin yedinci yılında müslüman oldu. Çoğunlukla Rasulullah'la birlikte olduğu ve onun hizmetinde bulunduğu için çok hadis rivayet etti. Ayrıca Ashab-ı Suffa'dandı. Rasulullah'a (s.a.v.) unutkanlığından yakındı. Rasulullah gömleğini yaymasını emretti. O da yaydı sonra topladı. Ebu Hureyre bu olaydan sonra hiçbir hadisi unutmadığını söyledi. Hz. Ömer (r.a.) onu Bahreyn'e gönderdi. Oradan döndükten sonra Medine'de yaşadı ve orada öldü. (H. 59). Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, İbn Kesir, c. 9, s. 103-114; Esed el-Gabe, c. 5, s. 315-316.
[8] Sahih el-Buhari, Kitab el-1'tisam, "Sizden öncekilerin yollarına mutlaka uyacaksınız" Bölümü, H. No: 7319,Feth'ul-Bari, c.3, s. 300.
[9] Bu hadis, ünlü hadis kitaplarının hemen hepsinde naklediliyor.
Biz burada sadece Sahihayn'm yani, Buhari ve Müslim'in rivayetlerine değinmekle yetineceğiz. Buhari hadisi, Kitab el-Menakib, bab, 27, H. No: 3640'da tahriç ediyor. Bkz. Feth'ul-Bari, c. 6, s. 632 H. No: 7311. Aynı hadis 7459 numara ile Muğire bin Şu,'be'den rivayet ediyor. Muaviye'den de başka sözcüklerle tahriç etmektir. Fethu'1-Bari, H. No: 3641. Müslim bu hadisi Kitab el-îmare, Peygamber'in "Ümmetimden bir topluluk..." sözü babında naklediyor. Hadis numaraları, 1920, Sev-ban'dan, 1921. Muğire'den, 1037, Muaviye'den.
[10] Hadisi Tirmizi İbn Ömer'den naklediyor. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu:
"Kuşkusuz Allah ümmetimi -ya da Muhammed ümmetini- sapıklık üzerine birleştirmez. Allah'ın eli toplulukla birliktedir. Kim topluluktan (cemaat) ayrılırsa ateşe yaklaşır." Bkz. Tirmizi, Kitap el-Fi-ten, Cemaatin Gerekliliği babı, H. No: 2167, c. 4, s. 466. Tirmizi, hadis bu yönüyle "gariptir" diyor. Hakim'in Müstedrek'inde hadisin başka ravileri de vardır. Bkz. c. 1, s. 115-116. İbn Ebi Asım'ın Sünne'sinde hadis şu numaralarla naklediliyor: 80, 82, 83, 84, 85, s. 39,41,42; Aynı hadisi Suyuti, Cami el-Sağir isimli eserinde -Allah'ın eli cemaat üzerindedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe yaklaşır- fazlalığıyla anlatıyor. Ve hadisin "Hasen" olduğunu söylüyor. el-Cami el-Sağir, c. 1, s. 278, H. No: 1818; Hadis Müsned'de başka ravi'den naklediliyor. Ebu Zer şöyle anlatıyor; Peygamber'den:
"Kuşkusuz Allah azze ve celle kesinlikle ümmetimi hidayetten başka bir şeyde toplamaz." Müsned c. 5, s. 145. Sünen el-Daremi, c. 1, s. 29. Giriş kısmında, Peygamber'e Verilen Üstünlükler Babı. Burada: "Onlar sapıklık üzerine birleşmezler" ibaresi kaydedilmiş.
[11] İbn Mace hadisi, eserine giriş kısmında tahriç ediyor. Bkz. Süneni İbn Mace, Rasulullah'ın Sünnetine Uyma Babı, H. No: 8, c. 1, s. 5.
Ebİ Unbe el-Havlani -Allah ondan razı olsun- anlatıyor: Rasulul-lah'dan şöyle duydum:
"Allah her zaman bu dinîn toprağında, kendisine itaatte kullanacağı fidanlar diker (yetiştirir)."
Ahmed'in Müsned'inde aynı raviden, buna benzer bir şekilde rivayet ediliyor. el-Müsned, c. 4, s. 200. Hadisten söz eden imamlara rastlanmadı. Ancak hadisin ravileri, hadisi reddedecek ölçüde zayıf değillerdir
[12] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 14-23.
[13] Büyük imamlardandır. Asıl adı, Abdurrahman b. Mehdi b. Hasan el-Anberi el-Lu'lüi el-Basri'dir. H. 135'de doğdu. Selefin büyük imamlarından olduğu gibi, güvenilir hadîs alimlerindendir de. Gayet takva bir kişiliğe sahipti. Şafii: "Dünyada bir benzerine rastlamadım" diyor onun için. Doğum yeri olan Basra'da öldü. (H. 198) Bkz. el-Lübab fi Tehzib el-Ensab, İbn Cerir, c. 3, s. 135-136; Ayrıca Bkz. Tehzib el-Teh-zib, ibn Cerir, c. 6, s. 279-281.
[14] Mutasavvife: Bunlar birtakım sufi tarikatlerine giren derviş ve mürşidlerdir. Günümüzdeki hiyerarşik şekliyle tasavvuf, İslama yabancı bir meloddur. Müslümanlar arasına sonradan sokuşturulmuş, Allah'ın Kitabında Rasulullah'm Sünnetinde, Sahabi'nin, Tabii'nin, isiarmn özündeki Selefi Salihin'in yanında hiçbir aslı olmayan bir anlayıştır. Hurafelerle, amelde sözde ve inançta birçok sapmalarla dolu bir bidattir. Günümüzde birçok islam ülkelerinde(!) bu tür inançlara sahip bir çok sufi-lerin bulunduğunu görüyor, duyuyor ve okuyoruz. Çarşı pazarda onların yazdıkları bidatlarla, sapıklıklarla ve şirklerle dolu birçok ünlü kitaplarına tanık oluyoruz. Örnek olması bakımından burada bir takımını zikredelim.
Şarani el-Tabakat el-Kübra, 'Nebbani' Cami-i Keramet el-Evliya. Nebhani, Şevahid el-Hakk. Tacani, Cevahir el-Ma'ani, Kaşani, Şerh Fu-sus el-Hikem. Dr. Abdulhalim el-Mahmud, El Seyyid Ahmed el-bedevi, Dr. Abdulhalim Mahmud, Ebu Medyen el-Gavs, Hayatuhu ve miracuhu ilallahİ, Salah Azzam, Aktab el-Tasavvuf el-Selase, Ebi Nasr el-Tusi, el-Lema'a, daha bir çokları.
[15] İttibe Al-Firak (Ekollere) uyanlar: Bunlara eski çağdan örnek Mutezile, Cehmiye Harici ve Şiiler'dir. Çağımızda ise milliyetçilik (Irkçılık) Dirilişçilik, Sosyalizm gibi ideolojiler ve çağdaş uydurma dinlerden olan Bahailik, Kadiyanilik gibi dinler mezhepler ve hareketler.
[16] Tasavvuufçular, şeyhlerini ve tarikat büyüklerini Allah'tan başkasına yaklaştınlamayacak niteliklerle niteler ve yüceltirler. Melekut'e (melekler evreni) tasarruf eden oluşları idare eden ve gaybı bilen "Gavslar" diye ad vermekle şirke düşüyorlar. Abdal, Aktab, Evtad diye adlandırmak da bu kabildendir. Onlarla ilgili kitaplar, bu tür unvanlarla doludur. Şanı yüce olan Allah onların bütün bu söylediklerinden büyüktür. Bu bağlamdaki örnekler İçin bakınız: Cami-i Keramet el-Evliya. c. 1, s. 69-79; aynca bu kitabın.ya-zannm(İbnTeymiye)Mecmuel-Fetava,c. II,s. 333-345'e bakabilirsiniz.
[17] Tirmizi, Kitab, Tefsii el-Kur'an, Tevbe suresinin açıklanması bölümü. H. No: 3095, c. 5, s. 278, Tİrmizi, "B:i hadis gariptir" diyor. Ayrıca bkz. Tefsir İbn Cerir El Taberi, Cüz. 10, s. 80-81.
[18] el-Müftakira Bunlar kendilerini bilgisizce ibadete veren, kendilerine reva gördükleri muhtaçlıklan açıktan görünen Sufi ve derviş geçinen kimselerdir.Çokluk uzlete (insanlardan ve dünya işlerinden el etek çekerek ıssız bir köşeye çekilen) çekilirler ya da amaçsız rindane (esrik) gezilere çıkarlar. Şer’i ilmi noksan kabul ederler ve sahibine bir yarar sağlamayan görünürde bir bilgi (zahiri ilim) olarak görürler. Çoğu aklı kıt kimselerdir. Avamdan bilgisiz bazılarının itikatlarına benzer insanları vardır. Bunlara halk arasında meczup ya da derviş diye ad verilir. Allah'ın sırrını kendilerine verdiğine inanırlar ve kendilerini ehliillah (Allah ehli) sayarlar. Buna benzer daha bir çok batıl inançları vardır. Allah'tan kurtuluş ve afiyet isteriz. Geniş bilgi için bakınız: Müellifin Mecmu el-Fetava, c. 11.
[19] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 23-26.
[20] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 26-27.
[21] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 27-32.
[22] Burada Selefin ünlü tefsircileri Mücahit, Ata, el-Dehhak, Re-bii Bin Enes, ve Katade el-Seyyidi kasdedilmektedir.
[23] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 32-37.
[24] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 37-40.
[25] Tefsir ilminin Öncü alimlerinden olan Mücahid'in asıl adı, Mücahit bin Cabirel-Mahzumi, el-Mekki'dir. Künyesi, Ebu el-Haccac'dır. Tabin'in üçüncü kuşağmdandır. Tefsir ilminde büyük olduğu gibi fıkıh-da da büyüktü. H. 103 'de 83 yaşındayken vefat etli. Kütüb-i Sitte-alti hadis kitabı-müellifleri, diğer hadisçiler kendisinden hadis tahriç etmişlerdir. Bkz. Takrib el-Tehzib, c. 2, s. 229; Tabakat el-Kübra, İbn Sa'd, c.5, s. 466 467.
[26] Tefsirciler, Mücahid'in "Ellerini tutarlar" ayetini "hak yoluna ver-mekien ahkoyarlar" diye yorumladığını anlatıyorlar. Bkz. Tefsir el-Ta-beri, c. 10, s. 120. Müellifin yukarıda zikrettiği sözcükler İbn Kesir tefsirinden alınmıştır. Bkz. Tefsir-i İbn Kesir, c. 2, s. 368.
[27] Bkz. Tefsir el-Taberi, c. 10, s. 121.
[28] Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Abdullah İbn Mesud, bin Gafil, bin. Habîp el-Hezeli'dir. Künyesi, Ebu Ab'difrahman'dır. Beni Zühre kabilesiyle antlaşma yapan Sahabiydi. Mekke'de Said bin Zeyd ve eşi Fa-tıma binti el-Hattab müslüman olduğu sırada ilk müslüman olanlardandır. İlk müslüman olan altıncı kişi olduğu da söyleniyor. Kur'an-ı Mekke'de ilk defa açık okuyan ve bundan dolayı işkence edilenlerin ilkidir. Cenab-ı Rasule hizmet etti. İki hicrette de -Habeşistan ve Medine hicreti- bulundu. İki kıbleye -Mescid-i Aksa ve Mescid-i haram- yönelip namaz kılanlar arasındadır. Bedir, Uhud, diğer savaş ve seferlerde hazır bulundu. Kur'an'ı ve tefsirini en iyi bilen sahabilerdendir. Onun bu özelligine bizzat Rasuiullah da tanıktır. Ömer bin Hattab -Allah ondan razı olsun- islamı insanlara Öğretmesi için kendisim Kufe'ye gönderdi. Osman'ın Halifeliği döneminde tekrar Medine'ye döndü ve orada vefat etti. (H. 38) Bkz. Esed el-Gabe, c. 3, s.256-260; el-İsabe, c. 2, s.368-"370.
[29] Asıl adı, Mu'az bin. Cebel bin Amr bin Evs, el-Ensari el-Haz-reci olan Muaz bin Cebel de Sahabi'nin ululanndandır. Künyesi Ebu Ab-durrahman'dır. Akabe bi'atı sırasında biat eden 70 Ensar'dan biridir. Hemen bütün savaş ve seferlerde Peygamber'le birlikte bulundu. Kur'an'ı en iyi bilen Sahabiler arşındadır. Onun bu özelliğine ve ümmetin "Helal ve Haramı" en iyi bildiğine Rasuiullah tanıklık ediyor. Sahabi arasında Fetva verebilme liyakatına sahip olduğu için Peygamber (s.a.v.) onu Yemen'e yargıç ve mürşid tayin etti. Ebu Bekir'in hilafeti sırasında Medine'ye döndü. Şam'da Ebu Ubeyde ile birlikte düşmana karşı çarpıştı. Veba hastalığına yakalandığı sırada Ebu Ubeyde, Onu Habeşistan'a halife atadı. H. 18'de, 33 yaşında iken Ürdün'ün ücra bir bucağında yaşama veda etti. (Allah ondan razı olsun) Geniş bilgi için bkz. Esed el-Gabe, c.4, s.301 biyografyi No: 3620.
[30] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 40-44.
[31] Büyük imamlardandır. Asıl adı, Abdurrezzak bin Hiimam bin Nafi el-Humeyri, el-San'ani'dİr. Künyesi, Ebu Bekir'dir. H. 126'da doğdu. Tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde güvenilir (sika) hafız imamlardandır. Ünlü eserleri vardır. Birkaçı, el-Musannef Fi el-Hadis, Tefsir el-Kur'an, Kitap el-Sünne Fi el-Fıkıh ve Kitab el-Megazi. H. 210'da Öldü. Bkz. Taba-kat el-Hanabile, c. 1, s. 209, biyografi No: 280; Zirikli el-A'lam, c. 3 s. 3531.
[32] Asıl adı, Ma'mer bin Raşid bin Ebu Ömer el-Ezdi'dir. Fıkıh'da ve hadis ezberleyiciliğinde güvenilir, kaynak imamlardandır. Basra'da doğdu. (H.95) Yemen'de yaşadı ve orada tanındı (ünlü oldu). Ölümüne kadar burada ikamet etti. H. 153'de vefat etti. Bkz. el-Bidaye ve'n-Niha-ye, c. 9, s. 266-267; Takrib el-Tehzib, c. 2, s. 266, Biyografi No: 1284.
[33] Asıl ismi Hasan bin Yesar el-Basri'dir. Künyesi, Ebi Said'dir. Tabf in'in büyüklerinden olan bu ünlü imam, H. 21 'de Medine'de doğdu. Basra'da yaşadı, tefsirde fıkıhda ve hadiste zamanının ve ümmetin önemli alimiydi. Hz. Ali'nin korumasında büyüdü. Egemenliğinde bulunanlara Allah'ın emrettiğiyie emretti, yasakladığıyla yasakladı. Böylelikle büyük saygınlık kazandı. H. 100'de vefat etti, Bkz. İbn Hallikan Ve-fayet el-Ayan, c. 2, s.69-73, biyografi No: 156; Tehzib el-Tehzib, c. 2, s. 263-270. biyografi No: 488.
[34] Bkz. Tefsir İbn Kesir.-c. 2, s. 368; Tefsir İbn Cerir, c. 10, s. 123.
[35] Bkz. Tefsir İbn Kesir, c.2, s. 368.
[36] Sahabilerin ulularından ve ümmetin yüksek alimlerinden olan bu sahabinin asıl adı, Abdullah îbn Abbas, bin Abdulmuttalib, el-Haşİmi, el-Kuraşi'dir. Rasulullah'ın amca oğludur. Tefsirde Kur'an'ın tercümanı ve raüslümanların önderidir. Rasul (s.a.v.) Dinde anlayışlı (Fakih), Kur'an'ın te'vilini ona öğretmesi için Allah'a dua etti. Tefsirde, lügat ilminde, Megazi -tarih ilminde, Arap şiirineki geniş bilgisinden dolayı kendisine Derya, okyanus anlamına gelen "el-Bahr" diye isim veriliyordu. Raşit Halifelerin zamanında halifelerin, işlerini enine boyuna istişare ettikleri öncü bir zattı. Hz. Osman'ın hilafeti zamanında onun emriyle Hicaz'a vali atanmıştı. Haricilerle savaş sırasında. Ali ile birlikte oldu. Onlarla tartışmış ve sağlam deliller getirmişti. Bir süre de Basra'ya emir tayin edildi. Daha sonra Taife yerleşti ve (H.68 'de) ölümüne kadar burada yaşamını sürürdü. Doğumu Hicret'ten üç yıl öncedir. Geniş bilgi için bakınız İbn Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 295-306; İbn Sa'd Ta-bakat el-Kübra, c. 2, s. 635-372.
[37] Bkz. Firuz Abadi, el-Mikbas Fi Tefsir İbn Abbas, s. 124.
[38] Bu görüş İmam el-Sada'ya aittir. Bkz. Şevkani, Feth el-Kadir, c. 2, s. 380.
[39] Örneğin, İbadetlerde gereksiz.artırımlar, Kabirlerin yanında dua eimek ve üzerlerine "iiirbe"ler yapmak, üç mescidin dışında kalan (M. Haram, M. Aksa ve M. Nebi) mescitleri görmek için yolculuğa çıkmak, Yılbaşı, bazı önemeli günlerin yıldönümlerini ulusal bayramlar ve bunlara bezer uydurma gün ve gecelerde karşılıklı yoklamalarda (ziyaret) bulunmak. Bunların hepsi, batıla bulaşmış eylemlerdir.
[40] Büyük günahlar diye adlandırılan bu eylemleri de şöyle sıralayabiliriz. Faiz yemek, Alkollü içki ve uyuşturucu kullanmak, zina etmek, batıl yollardan (kumar, şans oyunları vs.) insanların malını yemek, hırsızlık etmek, Anne-baba haklarını çiğnemek, yalan yere tanıklıkta bulunmak. Bunlar ve benzerleri, yukarda müellifin de işaret ettiği gibi dünya-hk payla oyalanmaktır.
[41] Dört büyük islam mezhebinden biri olan Hanbelt mezhebinin kurucusu olan Ahmed İbn Hanbel bk. Hilal bin Hilal el-Şeybani, Bağdat'da doğdu. (H.164) Küçük yaşta ilim Öğrenmeye başladı. Bağdat dışındaki ülkelere gitti ve oraların ünlü ilim adamlarından okudu. Bu yıllarda bile hafızasının güçlülüğü ile ünlüydü. Sünnet'e bağlılığı, "Hakk'ı kanıtlamadaki gücü, takvası ve düzgün kişiliği sayesinde FıknYda, hadis'de büyük imamlardan oldu. Kur'an'ın mahluk (sonradan yaratılmış) olduğu savında bulunan bid'atçılara karışa verdiği savaşımıyla ünü bütün islam dünyasına yayıldı.
[42] İbn Kayyum el-Cevzi, bu görüşü, Ebi Umeyr İsa bin Muhammed bin el-Nehhas, el-Rami, el-Filistini'nin Menakib el-İmam Ahmed isimli eserinin 173. sayfasından naklediyor. Bunun gibi aynı ifadeyi İbn Kesir, el-Bidaye ve el-Nihaye isimli eserinde kaydetmiş. Bkz. a.g.e., c. 10 s. 336. Ravinin künyesi Ebu Ömer'dir.
Onun bu karşı duruşu, çokluk müslümanlar üzerinde etkili olmaya başlayan Mu'tezile ve diğer sünnet dışı ekollerin (mezhepler, fırkalar) etkinliklerini geriletti. Allahu Tea'la bu çalışma bereketiyle sünnet taraftarlarını (Ehl-i Sünnet) günümüze kadar bozuntuya uğramadan getirdi. Kur'an, sünnet, kelam ve diğer islam ilimleri alanında bir çok yazılmış eserleri vardır. En ünlü eseri "el-Müsned" dir. H. 241 'de öldü. Allah ona rahmet etsin. Bkz. İbn kesir, el-Bidaye ve el-Cevzi ve el-Nihaye, c. 10, s. 325-343.
[43] Üstad bu hadisle, Fetva, c. 20, s. 58, s. 44'de işaret ediyor. Ne ki, hadisin senetleri (ravi zincirini) zikretmiyor.
[44] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 44-46.
[45] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 47-48.
[46] Sahiheyn'de (Buhari-Müslim) Sünenler'de ve Müsnedler'de bu hadisi nakleden Şahitler (raviler) vardır. Üstad bir kısmına, kitabının başında değindi. Orada bazı rivayet tariklerini anlattı.
Hafız îbn Kesir, -Sözcüklerdeki bazı değişiklerle- hadise bu özel di-zimiyle, tefsirinde işaret ediyor. Sonra, "Buhari'de de hadisin şahitleri vardır" diyor. Bkz. Tefsir-i İbn Kesir, c. 2 s. 368.. İbn Cerir şu senetle (an-latanlar zinciriyle) naklediyor hadisi: el-Müsenna, ona da Ebu Salih dedi: Bana Ebu Aşar, ona, Said bin Ebi Said el-Makberi, ona da Ebu Hureyre anlattı. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu... Sonra hadisi naklediyor. Bkz. Tefsir-i İbn Cerir, c. 10, s. 121.
[47] İbn Cerir tefsirinde bu hadisi şu senetle naklediyor: Bana el-Kasım anlattı ona, el-Hüseyin, ona Haccac, ona İbn Cerih, ona Ömer bin Hattab, ona îkrime, ona da İbn Abbas anlattı, "Sizden öncekiler gibi..." kelimeleriyle başlayan ayet konusunda yukarıda anlatılan sözü söyledi. Ve bu sözün ardından mezkûr hadisi nakletti. Bkz. Tefsir İbn Cerir, c,10, s. 121-122.
[48] Büyük sahabilerdendir. Asıl adı, Huzeyfe b. Hasl bin Cabir el-A'besi'dir. "el-Yemani" lakabhdır. Künyesi Ebu Hasl'dir. Münafıklar konusunda Rasuluüah'ın sırdaşıydı. Rasulullah onların isimlerini ona söyler ve kimseye söylemeyip kendisine saklamasını isterdi. O da ömür boyu Rasulullah'm bu sırrım korudu. Uhud'da Rasu'ullah'la birlikte oldu. Ömer bin Hattab onu, Pers Ülkelerinden olan el-Medain'e vali olarak atadı. Üslendiği bu görevini başanyla yerine getirdi. Bu sırada Hemadan, Rey, Mah, Sindan'ı fethetti. Nihavend'lilerle de barış antlaşması yaptı. Diğerleri Rasulullah'dan "hayır" -iyilikleri- sorarken o, içine düşme olasılığı olan "şer" İ sorardı. Medain'de vefat etti. (h.36). -Allah ondan razı olsun- Bkz. Esed el-Gabe, c.l.s. 390-392; Zerkeli, el-A'lam, c.2, s. 171.
[49] Bkz. Kenz el-Ummal, c.l, s. 367, H. No: 1615, Hadis Ebi Şey-be'den rivayet edildiği için "Şin" harfi simge olarak kullanılmış.
[50] Amr bin Avf el-Ensari, ulu sahabüerdendir. Beni Amir Bin Lui'le antlaşma yapan Uhud'da Rasulullah'la birlikte bulunan sahabiler arasındadır. Tüm yaşamını Medine'de sürdürdü. Rasululîah'dan tek bir hadis rivayet etli. Bu hadisi de ondan el-Mesrur bin Mahrime almış. Meiin yukarında geçil. Bkz. Hsed el-Oab^ c. 4, s. 124.
[51] Asıl adı, Abdullah bin el-Hadrami, Abdullah bin Ubade bin Ekber bin Rebi'a olan bu zat, sahabidendir. Harb Bin Ümeyye ile antlaşma yapan delegelerdendir. el-Hadrami: el-Hadra-Mevt diye bilinen şe-hire nisbeten verilen addır. Rasulullah (s.a.v.) Onu Bahreyn'e emir atadı. Daha sonra Ebu Bekir, -Allah ondan razı olsun- onu, Kufe'ye emir ata-yıncaya kadar Bahreyn emiri olarak görevini sürdürdü. Kufe'ye giderken yolda öldü. Duası kabul olan, bir çok "Keramet"i görülen kimseydi. H. 14. ya da 21'de öldüğü söyleniyor. Yani, kesin bir tarih yok. Bkz. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 4 . s. 7. s, 120; Esed el-Gabe, c. 4, s.7.
[52] Ebu Ubeyde Cennetle müjdelenen on kişiden biri ve Sahabi 'nin ululanndandır. Cenab-ı Rasul (s.a.v.) "Bu ümmetin en emini" ismini verdi ona. İlk müslüman olanlardandır. Seferlerin çoğunda Peygamber'le (s.a.v.) bulundu. Uhud'da Rasulullah'm yüzüne saplanın iki ok parçasını da o çıkardı. Asıl adı, Amir bin Abdullah bin el-Cerrah bin Hilal bin Ehyeb, bin el-Fehri, el-Kuraşi'dir. Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etti, ömer -Allah ondan razı olsun- Şam ordularında Halit bin Velid'in yerine komutan tayin etti. Kahramanlıkta tekti. H. 18'de vebadan vefat etti. Bütün çocukları kendisinden önce öldüğü için neslinden kendisinden sonraya kimse kalmadı. Bkz. İbn Sa'd Tabakat el-Kübra, c.3 s. 409-415; Esed el-Ğabe, c. 3, s. 84-86; İbn Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye c.7, s. 94.
[53] Hadisi Bahari, Müslim, Tİrmizi, îbn Mace, Ahraed Müsned'in-de lahric ettiler-naklettiler.- Bkz. Feth'ul-Bari Kitab el-Cizye ve el-Mü-vede'a, Ehl-i Harb'le anlaşma ve cizye babı, c.6, s. 258. H. No: 31-58, Kitab el-Megazi Bab: 12- isimsiz- c.7, s. 319-320, H. No: 4015; Müslim, -Kitab el-Zühd ve Rekaik- H. No: 2961 c.4, s. 2273; Sünen el-Tirmizi Kitab Sıfat el-Kıyame. bab: 28, c.4, H. No: 2461. Tirmizi "Bu hadis "hasen" ve" sahih" dir." diyor; Sünen İbn Mace, Kitab, el-Fiten-Malın Sınav "Fitne" olması babı, h. No: 39-97, s. 2, s. 1325; Miisned-i Ahmed c. 4, s. 137-327.
[54] Büyük sahabidir. Asıl adı, Ukbe bin Amir bin Abbas bin Malik el-Ciiheni 'dir. İnsanların Kur'an'ı en güzel okuyanıydı. Güçlü bir atıcıydı (silah kullanan). 55 Hadis rivayet elti. H. 44'de Mısır valiliğinde bulundu ve orada vefat etti. (58 H.)Bkz. Esed el-Gabe, c. 3, s. 412; Zerke-li, el-Alam, c. 4, s. 240.
[55] Hadisi Buhari, Müslim, Ahmed bin Hanbel ve Tirmizi rivayet ettiler. Bkz. Feth'ul-Bari, Kitab el-Cenaiz-Şehid üzerine namaz kılma babı, H. No:1343, c. 3, s.209. Hadisin diğer kısımları Buhari'de şu numaralarla yer almaktadır: 3596/4042/6426/6590; Müslim -Kitab el-Fedail-Peygamberimizin (s.a.v.) Havzını ve niteliklerini kanıtlama (isbat) babı, c. 4, s. 149; Sünen el-Tirmizi, -Kitab Sıfati el-Kıyame-bab, 28, H. No:2462, c. 4, s. 640; Tirmizi, Bu hadis "Hasen" ve "sahih" dir diyor.
[56] Ukbe'nin rivayetindeki bu fazlalığı Müslim, yukarıda geçen hadisin numarası altında, diğer bir rivayet tarikiyle (zincir-yol) nakletmektedir. H. No: 2296, c. 4, s. 1796. aynı hadisi Buharı, şu sözcüklerle kaydediyor. "Fe kanet ahim ma nazartin nazartüha ila Rasulullah (s.a.v.)" yani, "Bu bakışım Rasululkh'a son bakışımdı." Bkz. Feth'ul-Bari, Kitab el-Megazi, Uhud Savaşı böl imü, c. 7, s. 348-349, h. No: 4042.
[57] Sahabinin ululanndandır. Asıl adı, Abdullah b. Amr b. El As, b. Vail el-Sehmi el-Kuraşi'dir. Babasından önce müslüman oldu. Peygam-ber'in izniyle "el-Sadıka" adın vediği sayfayi, hadis yazardı. Sahabi'nin alim ve abidlerindendi. Babasıyla birlikte Şam'ın fethinde bulundular. Kendisi islememesine karşın babasının emriyle, Sıffin olayına karıştı. Daha sonraları bu olayı anımsadığında kahırlanarak şöyle derdi: "Bana ne oldu ki ben, Sıffin'de bulundum" Muaviye onu Kufe'ye vali atadı. Mısır'da öldü. (H. 65), Şam'da öldüğü de söylenir. Bkz. îbn Kesir el-Bida-ye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 263-264; İbn Sa'd, Tabakat el-Kübra, c. 4, s. 261-268.
[58] Büyük Sahabi ve Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Asıl adı Abdurrahman b. Avf b. Abdi Avf b. Abdi el-Hars b. Zühre el-Kura-şı'dir. Hz. Ömer'in belirlediği altı şura üyesinen birisidir. Kendisi Hilafet hakkından vazgeçerek Hz. Osman'ın hilafetinde ona bi'at edinceye kadar şura başkanhğım yüriinü. Sahabi'nin iîfc müslüman oJanîanndan-dır. Her iki hicretle de buludu. Bütün savaşlarda Peygamber'in yanında yer aldı. Sahabi'nin sayılı zenginleri arasındadır. Allah yolunda çok verirdi. Onun hakkında Ömer, "Müslümanların efendilerinin efendisidir" dedi. Medine'de vefat etti. (H. 32). Bkz. el-İsabe fi temyiz el-Saha-he, c. 2, s. 416-417, biyografi No: 5179.
[59] Elimizdeki M islim nüshasında, "Az-ze ve Cel-le" ibaresi bulunmuyor.
[60] Bkz. Müslim Kitab el-Zühd ve el-Rekaik, H. No: 2962, c.4, s. 2274, "Biriniz öbürünüzün boynunu vurursunuz"un anlamı: "Bir ki; mınız diğer kısma amtr olma girişiminde bulıınur"dur. Bkz. Şerh el-Nevevi Ab Müslim, c.î8, s. 97.
[61] Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Sa'd İbn Malik b. Sa'lebe el-Ensa-ri el-Hazreci'dir. Peygamber'den (s.a.v.) çok hadis rivayet eden, Saha-bi'nin fıkıhçılanndandir. Yaşı küçük olmasına rağmen Hendek Savaşında bulunmuş. Daha sonraki çatışmalara da katılmıştır. Sahabi'nin bilgili ve seçkinlerindendi. -Aîlah ondan razı olsun- H. 74'de vefat etti. Bkz. Esed el-Ğabe, c.5, s. 211; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 9, s.3-4.
[62] Buhari bu hadisi bir çok konuda nakletti. Bkz. el-Cihad Allah yolunda vermenin fazileti babı, H. No: 921, 1465, 6427. Müslim'de Sahi-hi'nde bir çok yollardan (tariklerden) tahriç ediyor bu hadisi. Bkz. Kitab el-Zekat Dünya süsünün doğurduğu zararlardan korkma babı, H. No: 1052, c. 2, s. 727-728-729.
[63] Sahihi Müslim Kitab Er-Rikak Cennetliklerin çoğunun fakirler, Cehennemliklerin çoğunun kadınlar va kadınların fitneliklerini açıklama babı, H. No:2742, c. 4, s. 2098.
[64] Bilinen Sahabi'lerdendir. Asıl adı, Muaviye b. Ebu Süfyan, Sahr b. Harb b. Ümeyye el-Kuraşi, el-Emevi'dir. Fetih yılında (Mekke'nin fetih) müslüman oldu. Rasulullah (s.a.v.) onu, vahiy katibi yaptı. Huneyn, Yemame savaşlarına katıldı. RasuluIIah'dan bir çok hadis rivayet etti. Zeki, cömert ve yumuşak huyluluğuyla efendi bir kişiliğe sahipti. Ömer onu Şam'a vali olarak atadı. Osman'ın döneminde de aynı görevini başarıyla sürdürdü. Cihad ehliydi. Bu görevi, Osman'ın öldürülmesinden sonra, Ali b. Ebi Talib'in hilafeti sırasında maydana gelen ünlü Sıffin ve Ce-mel Fitnesi olayına kadar devam etti. Ali'nin -Allah ondan razı olsun- İbn Mülcem tarafından öldürülmesinden (şehîd edilmesinden) sonra, halife olarak müslümanlar ona bi'at ettiler. Hz. Hasan'la antlaşma yaptıktan sonra, (H. 40) hilafeti üzerinde bütün görüşler birleşti. (Bütün müslümanlar-ca hilafeti onaylandı.) Ölümüne kadar bu görevde bulundu. (H.60). Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 117-144.)
[65] Sahihi Müslim, Kitab el-Libas ve el-Zine takma saç (peruka) kullanmanın haram olması babı, H. No: 2127, c. 3, s. 1679.
[66] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 57-63.
[67] Hadisi Ahmed b. Hanbel Miisned'inde, c. 4, s. 102'de; Ebu Da-vud Kısaca Kitab el-Sünne-Sünnelin Açıklaması babı, H. No: 4597, c.5, s. 5-6'da kaydediyor. Îbn Ebi Asım, -Kitab el-Sünne-Kmanmış Tutkular babı, H. No: 1-2, c. 1, s. 7-8. Diğerlerinden farklı olarak hadisi, iki tarikten tahriç ediyor. "Vallahi Ya Ma'şeral Arab..." ibaresini zikretmiyor. Aynı hadisi Hakim, el-Müstedrek, c. 1, s. 128 'de naklediyor.
[68] Ası) adı, Müslim b. el-Haccac b. Müslim el-Kuşeyr'i el-Nisabu-ri'dir. H. 204'de doğdu. Bir görüşe göre 206. sayılı hadis hafizlarından-dır. Ünlü Sahih'i Müslüm isimli eserin sahibidir. Bu eser, Buhari'den sonra sahihlik bakımından Sünnet kitaplarının ikincisidir. Bu büyük eserin dışında müellifin hadis ve diğer ilimlerle ilgili daha bir çok eserleri vardır. -Allah ona rahmet etsin- Alim, Takva, Vera ehli olmak gibi bir çok üstün nitelikleri kendisinde toplamıştı. 261 H'de vefat etti. Bkz. el-Bi-daye ve'n-Nihaye, c.l 1, s. 33-34; Ayrıca Muhammed {Mehmet olabilir) Fuat Abdulbaki'nin yazdığı, el-Tercüme-İ Müslim, c.5, s.591.
[69] Asıl adı, Amir b. Sa'd b. Ebi Vakkas el-Leysi olan bu zat hem Tabii'nin büyüklerinden hem de güvenilir en çok hadis rivayet edenlerdendir. Bazı sahabilerden hadis dinledi. Ondan da Said b. Mîiseyyeb, Mii-cahid, el-Zühri Eş'as b. İshak ve başka hadis ravileri dinledi. Medine'de öldü. (H. 104) Bkz. Ibn Sa'd Tabakat el-Kübra, c.5, s. 167; el-Cerh Ve eI-Ta'dil,c.6,s.l67.
[70] Sahihi Müslim, Kitab el-Fİten ve el-Eşratı el-Sa'ah Ümmet'in bir kısmının diğerini yok edeceği Babı, h. No: 2890, c.4, s. 2216.
[71] Peygamberimizin (s.a.v.) dostu olan bu zatın asıl adı, Sevban b. Cühder'dir. Denildiğine göre Cühder Yemen'Iidir. Cahiliye döneminde esir satıcılarının eline düştü. Rasulullah onu satın aldı ve azad etti (özgürlüğüne kavuşturdu). Böylelikle onu, milletin en hayırlısı durumuna getirdi. Peygamber'in yanında kaldı. Rasulullah'm yakını oldu. Yolculukta veya ikamet ettiği yerde O'ndan bir daha ayrılmadı. Rasulullah'dan sonra Mısır'ın fethine katıldı. Daha sona Humus'a gitti ve burada bir ev yaptı. Ölünceye kadar orada oturdu. Mısır'da öldüğü de söyleniyor. Ölüm yılı, H. 53 -Allah ondan razı olusun- Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 5, 314.
[72] Müslim, Kitab el-Fİten Ve Eşrati el-Sa'ah Ümmetin Bir kısmı Diğerini Öldüreceği Babı, H. No: 2889 c. 4, s. 2215.
[73] el-Bürkani el-Hafız Ebu Bekir, Ahmed, b. Muhammed b. Ahmed Galib el-Biirkani'dir. H. 333'de doğdu. İlim elde etmek için seyahatla-ra çıktı. Kütüphane biriktirdi. Hadisi, fıkıhı, Kur'an'ı ve grameri iyi bilen biriydi. Hadis konusunda güzel eserleri vardır. H. 425'de vefat etti. -Allah ona rahmet etin- Bkz. el-Bidaye, el-Nihaye, c.12, s. 36; el-Lübab Fi Tehzib el-Ensab, el, s. 140.
[74] Müellifin burada anlattığı fazlaljğıyla birlikte Sevban'm rivayet ettiği bu hadisin tamamını Ebu Davud Süneni'nde, Kitab el-Fiten Ve el-Melahim, Fitneleri Ve Kanıtlarını (delillerini) Anlatma Babı, H. No: 4252, c.4, s. 450-451-452'de kaydediyor. Tirmizi, Kitab el-Fiten H. No:2202'de rivayet ediyor. Aynı hadisi isim vermediği bir bab altında 2219'da; Yine aynı hadisi, c. 4, s. 490-499'da, Yalancılar ortaya çıkıncaya kadar (sanırım yalancı peygamberler kasdediliyor) "Kıyamet kop-mayacak" adını verdiği babda kaydediyor. Her iki hadisin de "Hasen" ve "Sahih" olduğunu söylüyor. İbn Mace ise -sözel dizgede bazı değişliklerle -Kitab el-Fiten, H. No: 3952, c. 2, s. 1304'de rivayet ediyor.
[75] Tabiin'in büyük ve erdemlilerinden olan bu zatın asıl adı, Nezzal b. Sebure, el-Hilali, el-Amiri'dir. Peygamber'i gördüğü de söylenir. Hz. Ali, Abdullah İbn Mesud ve diğer sahabilerden hadis rivayet etmiştir. Şa'bi, el-Dahhak gibi bir takım hadisçiler de ondan hadis rivayet etmiştir. Yahya b. Muin ve diğer hadis tenkitçileri, güvenilir olduğunu söylüyorlar. Bkz. Kitab el-Cerh ve el-Ta'dil, c. 7, s. 498, biyografi No: 2279; Esed el-Ğabe, c. 5, s. 45.
[76] Hadise Müslim'de rastlıyamadım. Ancak Buhari ve Ahmed'in Müsned'inde gördüm. Bkz. Sahihi Buhari, Kitab el-Husumat, Kişiler (Yahudi ve Müslümanlar) Arasındaki Düşmanlığı Anlatan Bab: Feth'ul-Bari, H.No: 2410, c. 5, s. 70, Buhari hadisi, birden çok konuda tahriç ediyor. H. No: 3476-5062, Feth'ul-Bari; Müsned'i Ahmed, c.l, s. 412-456.
[77] Hadisi, Buhari rivayet ediyor. Şu sözcüklerle "Edrik Hazihi el ümme, kable en yahtelifu el yahud ve el nesara" (Yahudi ve Hıristiyanların çelişkilerine düşmeden bu ümmetin imdadına yetiş). Bkz. Buhari, kitab el-Fedail el-Kur'an, Kur'an'ın Toplanması (Bir araya getirilmesi) babı: H. No: 4987, Feth'ul-Bari, c. 9, s. II.
[78] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 48-57.