Bu Blog içinde Ara

19 Haziran 2012 Salı

PEYGAMBERİMİZDEN ÖNCEKİ DURUM

PEYGAMBERİMİZDEN ÖNCEKİ DURUM


Bilinmelidir ki, Cenab-i Allah'ın Muhammed'i (s.a.v.) in­sanlığa peygamber olarak gönderdiği sıralarda artık nesli ke­silmeye yüz tutmuş bazı kitaplar dışında [1]gerek arabı ve ge­rekse arap olmayanı ile bütün yeryüzü halkı O'nun sevgisin­den yoksun kalmış, gazabını haketmiş durumda idi.
O günün insanları başlıca şu iki kısma ayrılıyorlardı:
a) Belirli bir kitaba bağlı kitaplılar. Bağlandıkları kitap ya önemli değişikliklere uğratılarak aslından uzaklaştırılmış veya çok daha önce tümü ile yürürlükten kaldırılmış (nes-hedilmiş) Bir kitap idi. Bu kategoriye girenlerin bir bölümü de kimi kısımları belirsiz ve kimi kısımları terkedilmiş bir takım dinlere inanıyorlardı.
b) İnsanlığın diğer bir ana kısmını da arap olan ve olma­yan ümmiler (herhangi bir hidayet kaynağından tümü ile yoksun olanlar) meydana getiriyorlardı. Bunlar hoşlarına gi­den ve kendilerine yarar sağlayacağını sandıkları çeşitli nesnelere tapıyorlardı. Bu nesneler kimi zaman bir yıldız, ki­mi zaman bir put, kimi zaman bir mezar, kimi zaman bir anıt ve kimi zaman da başka bir şey oluyordu. Hangi kategori­den olursa olsun, insanların tümü koyu bir cahiliyet içinde yüzüyorlardı. Bu derin bilgisizlik içinde aslında koyu bir bil­gisizlik örneği olan bir takım sözleri bilgi, kesinlikle fesad (eğrilik ve kargaşalık) olan bir takım davranışları örnek ve yararlı eylemler sayıyorlardı.
O dönemlerin bilgi ve amel yönünden göze batan seçkin simalarının amacı ya eski peygamberlerden artakalan bazı bilgi kırıntıları elde edebilmekti. Şarlatanların ve uydurma­cıların ihtirasları ile gölgelenmiş bilgi kırıntıları -üstelik doğ­ruları yanlışlarına karışarak belirsiz hale gelmiş bilgi kırın­tıları- veya az bir kısmı meşru, çoğu uydurma ve bu yüzden sahibine çok zararlı olabilen ayinlerle uğraşıyorlardı. Böy-Ielerinin diğer bir uğraş alanı da felsefecilerin peşinden gi­derek olanca güçleri ile tabiat, matematik ve iyi ahlak edin­me konularında akıl yürütme oluyordu. Bu yoldaki çabanın amacı tarif edilmez sıkıntılara katlandıktan sonra, eğer ola­bilirse, varlıkla yokluk arasında titreşen bir nebzelik yarar­lı gerçek kırıntısına ulaşabilmekti. O gerçek kırıntısı ki, ne bir susuzu kandırabilir ne bir hastaya şifa olabilir ve ne de ilahi kaynaklı bilginin boşluğunu doldurabilirdi. Çünkü el­de edilirse bile sapık kısmının oram gerçek kısmının payın­dan kat kat fazla idi. O da elde edilebilirse! Üstelik bu ala­nın uzmanları arasındaki derin görüş ayrılıkları ve çatışma­lar yüzünden elde edilebilen gerçek kırıntısını delil ve ge­rekçeye dayandırabiîmek imkansızlığa yakın derecede zor­du.
Bu ortamda Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Muhammed'i (s.a.v,) ilahi bilgilerle teçhiz ederek peygamber olarak gönderme­si insanlığa hiç bir dilin anlatamayacağı vehiç bir irfan sa­hibinin kavrayamayacağı derecede açık ve parlak bir hida­yet bağışladı. Bu ufuk açıcı hidayet, Peygamberimizin ge­nel olarak ümmetinin tümüne ve özellikle bilginler kesimi­ne öylesine yararlı bir bilgi birikimi, salih amel, yüce ahlak ve istikametli gelenek sistemi sağladı ki, diğer milletlerin her türlü kusurdan arındırılmış yararlı bilgi ve davranış kalıp­larının tümü biraraya getirilerek bu ilahi hidayet birikimi ile karşılaştırıl s a aralarındaki uçurum derecesindeki farkı kav­ramak bile imkansız olurdu. Rabbimize, O'nun sevgisine ve hoşnutluğuna mazhar olacak şekilde hamdolsun. Bu gerçe­ğin delillerini sunmanın ve örneklerini açıklamanın şimdi ye­ri değildir.
Cenabı Allah (c.c), Peyfamberimizi "Sırat-i müstakim (dosdoğru yol) ile eş anlamlı olan İslam dini ile donatarak gönderirken insanlara, her gün kılacakları namazların her re­katında kendisinden hidayet (doğru yola iletme) dilemele­rini emretmiş ve bu doğru yolun "kendilerine nimet sundu­ğu peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salih kulların yolu olup, gazaba uğramışlarla sapılmışların yolu olmadı­ğını" belirtmiştir. [2]

"Gazaba Uğrayanlar" ve "Sapıklıklar"


Sahabilerden Adiy b. Hatem[3] (r.a.) diyor kî:
"Bir gün Rasulullah'ın (s.a.v.) yanma girdim. O sırada mescidde oturuyordu. Yanındakiler kendisine:
"Bu Adiy b. Hatim'dir." dediler. Elimde ne emanname ve de bir tavsiye mektubu vardı.
Yanına götürüldüğümde elimi tuttu. -Daha Önce bir de­fasında benim için:
"Allah'dan onun elini benim elime koymasını dile­rim" demişti- Elimi tutarak ayağa kalktı, birlikte Mescid-den çıktık. Yolda önüne bir kadınla bir çocuk çıktı. Kadın:
"Sen'den bir dileğimiz var" dedi. Bunun üzerine elimi bı­rakıp onların yanına gitti ve dileklerini yerine getirdi.
Arkasından yine elimden tutarak beni evine götürdü. Cariyesi Velide'nin getirdiği bir yer minderi üzerine otur­du. Ben de karşısında oturdum Allah'a hamd-ü sena ettik­ten sonra bana:
"Lailahe İllallah (Allah'dan başka ilah yoktur) demek­ten mi kaçınıyorsun? Yoksa AHah'dan başka ilah oldu­ğuna dair bir bildiğin mi var?" diye sordu. Kendisine:
"Hayır, yok" diye cevap verdim. Bu cevabım üzerine bir süre konuştuktan sonra bir ara yine bana dönerek:
"Allahu ekber (Allah en büyüktür) demekten mi kaçı­nıyorsun? Yoksa Allah'dan daha büyük bir şey olduğu­na dair bir bildiğin mi var?" diye sordu. Ben kendisine yi­ne:
"Hayır, böyle bir bilgim yok" diye karşılık verince söz­lerine:
"Yahudiler, gazaba uğramışlar ve hristiyanlar da sa­pıklardır" diye devam etti. Ben kendisine:
"Ben dosdoğru yolu benimsemiş (Hanif) bir müslüma-nım" deyince yüzünün sevinçle parladığını gördüm."
Daha da uzun olan bu hadis Tirmizi'de yer almış ve "Hasen" ve "Garib" olarak nitelenmiştir.[4]
Bu hadisin anlamını pekiştiren Kur'an-ı Kerim'in bir yerinde şöyle buyuruluyor:
"De ki, Allah katında yeri bundan daha kötü olanı si­ze haber vereyim mi? Allah'ın kendilerine lanet ve ga-zab eylediği ve aralarından bir kısmını maymun, do­muz veya tağut tapıcısı yaptığı kimseler." (Maide: 5/60)
Ayetin daha öncesinden kolayca anlaşılabileceği üzere burada yahudiler kasdedilmektir.
Yine Cenab-ı Allah başka bir ayette şöyle buyuruyor:
"Allah'ın gazabına uğramış bir kavmi dost edinenle­ri görmüyor musun? Onlar ne sizdendirler ve ne de on­lardan."                                              (Mücadele: 58/14)
Burada sözü edilenlerin yahudileri dost edinen münafık­lar olduğu tefsir alimlerinin sözbirliği ve bu ayetin daha ön­cesinin işareti ile sabittir.
Başka bir ayette de şöyle buyuruluyor:
"Nerede olurlarsa olsunlar, üzerlerine zillet damga­sı vurulmuştur. Ancak Allah Man ve insanlardan cman alarak bu zilletten kurtulabilirler. Onlar Allah'ın gaza­bına uğramışlardır."                        (AI-i İmran: 3/112)
Aynı ifade Bakara suresinde "Onlar Allah'ın gazabına uğramışlardır" ve "Onlar gazab üstüne gazaba uğradı­lar" (Bakara: 2/61, 90) şeklinde iki yerde tekrar edilmiştir.
Bu ayetler yahudüerin "gazaba uğramışlar" olduklarını açıkça belirtmektedirler. Öte yandan Cenab-ı Allah (c.c.) hristiyanlar hakkında da şöyle buyuruyor:
"Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır. Oysa, tek ilandan başka hiçbir ilah yoktur. Onlar bu dediklerinden vazgeçmedikleri takdirde ara­larındaki kafirler kesinlikle acı bir azaba çarpılacaklar­dır. Onlar halâ tevbe edip Allah'ın mağfiretine sığınma­yacaklar mı? Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Mesih oğ­lu İsa sadece bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de doğru yolda idi. Her ikisi de (diğer inanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz da sonra onlar nasıl iftiralar düzüyorlar? De ki, Allah'ı bırakıp ne fay­da ve ne de zarar verme gücü olmayan nesnelere mi ta­pıyorsunuz? Hiç şüphesiz Allah işiten ve bilendir. De ki, ey kitaplılar (ehl-i kitab) dininizde hiçbir haklı gerekçe-
ye dayanmaksızın aşırılığa düşmeyiniz; daha önceleri sapmış, bir çoklarını saptırmış ve doğru yolu kaybetmiş bir kavmin keyfine uymayınız."          (Maide:5 /73-77)
Bu ayetler sözün gelişinden kolayca anlaşılacağı üzere hristiyanlara sesleniyor. Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah on­ları aşırılıktan, yanı sınırı aşmaktan sakınmaya çağırıyor. Nitekim aynı çağın ayette de tekrarlanıyor:
"Ey Kitaplılar, sakın dininizde aşırılığa düşüp, Allah hakkında aslı olmayan sözler söylemeyiniz. Meryem oğ­lu İsa Mesih sadece Allah'ın Rasulü, Meryem'e sunulmuş kelimesi ve O'ndan gelen bir ruhtur."       (Nisa: 4/171)
Buna göre yahudiler hakkın (gerçeğin) gerisinde berisin­de kalanlar, hritiyanlar da gerçek çizgisini aşanlar, ötesine taşanlardır. Bu arada yahudilerin "gazaba uğramışlık" ve hristiyaniarm "sapıtrmşhk" damgaları ile damgalanmaları­nın gerek kolayca anlaşılabilecek (zahiri) ve gerekse derin­liğine düşünmeyi gerektiren (batini) bir çok sebebi vardır ki, ele alınmalarının yeri burası değildir
Sözün kısası, yahudilerin kafirliği, bildiklerini uygula­malarından ileri gelir. Onlar gerçeği bildikleri halde kimi za­man ya söz ya da davranışları İle kimi zaman da ne söz ve ne de davranışları ile buna uymamaktadırlar. Bunun ya­nında hristiyaniarm kafirliği ilme dayalı olmayan amelleri yüzündendir. Çünkü onlar, Allah katından gelen bir şeriatın kılavuzluğuna bağlı olmaksızın bir çok ibadetler yapıyor ve Allah ile ilgili aslını bilmedikleri çeşitli iddialar ileri sürü­yorlar. Bu yüzdendir ki, aralarında Süfyan b. Uyeyne'nin[5] de bulunduğu bazı islam büyükleri şöyle demişlerdir:
"Alimlerimiz arasında kim yoldan çıkarsa bazı bakımlar­dan yahudüere benzemiş, buna karşılık ibadetle uğraşanları­mız arasmda yoldan çıkanlar da kısmen hristiyanlara benze­miş demektir." Bu görüşü açıklamanın yeri de burası değildir.
Cenab-ı Allah (c.c.) bizleri yahudilerle hristiyanlara özenmeyelim, onların peşlerine takılmayalım diye uyardı­ğı halde bu konudaki takdiri geçerli olmaktan geri kalmamış ve ezeli bilgisinin kavramış olduğu bu takdiri vaktiyle Pey­gamberimize (s.a.v.) bildirmiştir. Nitekim Ebu Said-i Hud-ri'nin rivayet ettiğine göre Rasurullah bir gün sahabilere:
"Sizden öncekilerin geleneklerine kılı kılma kesin­likle uyacaksınız. Öyle ki, onlar kertenkele deliğine gir­se siz de (mutlaka bir hikmeti vardır) diyerek oraya gire­ceksiniz"[6] buyurunca sahabiler:
"Ya Rasulallah, bizden öncekilerden kasdınız yahudiler­le hristiyanlar mıdır?" diye sordular. Peygamberimize de kendilerine:
"Başka kimler olabilir" diye karşılık vermiştir.
Diğer yandan Buhari'nin Ebu Hureyre'den[7] Allah ondan razı olsun- rivayet ederek kaydettiği bir hadise göre Peygam­berimiz (s.a.v.) bir defasında:
"Ümmetim karış karış ve kulaç kulaç eski devirlerin adet ve geleneklerini benimsemedikçe kıyamet kopma-yacaktır." buyurmuştur ve sahabilerin:
"Ya Rasulallah, Bizans ve Pers , devirlerini mi kasdedî-yorsunuz?" şeklindeki sorularına:
"Onlardan başka kim olabilir ki ?" diye cevap vermiş-tir.[8]
Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hem ehl-i ki­tap olan yahudiler ile hristiyanlara ve hem de Bizanslılar ile eski İranlı'lara benzeyeceklerini, onların yaşama tarzlarına özeneceklerini vaktiyle açık açık bildirmiştir. Bu yüzden Peygamberimiz hayatı boyunca müslümanlara hem beriki­lere ve hem de ötekilere benzemeye kalkışmayı kesinlikle yasaklamıştır.
Yalnız Peygamberimizin (s.a.v.) çok önceden haber ver­diği bu tehlike ümmetin tümünü kapsamaz. Çünkü bu hadis­ler yanında O'nun şöyle buyurduğunu da biliyoruz:
"Kıyamet gününe kadar ümmetim arasında hakkı tutup destekleyenler her zaman varolacaktır."[9]
Şu hadisler de aynı anlamdadır:
"Hiç şüphesiz Allah bu ümmeti sapıklıkta birleştir­mez."[10]
"Hiç şüphesiz Allah her dönemde bu dinin toprağına yeni fidanlar diker ve onları kendisine ibadet etmeye yöneltir."[11]
Demek ki, Peygamberimizin verdiği doğruluğu kesin bu haberlerden açıkça anlaşılıyor ki bu ümmetin bir kesimi O'nun katıksız islam dini demek olan rehberliğine sımsıkı bağlı kalırken, diğer bir kesimi yahudi dininin bazı unsurla­rına başka bir kesimi de hristiyan dininin bazı gelenekleri­ne sapacaklardır. Her ne kadar kimi durumlarda insan bu sap­ma yüzünden kafir, hatta fasık (günahkar mümin) olmasa bi­le, bazan bu sapma, sahibini kafirlik veya fasiklığa sürükler. Bazan bu sapma günah ve bazan da hata niteliği taşır.   ,
Bu sapma insan tabiatının hoşuna giden ve şeytan tara­fından göze alımlı gösterilen bir hastalıktır. Bu yüzdendir ki, Cenab-ı Allah (c.c.) kullarından bizleri ne yahudiliğe ve ne de hristiyanhğa hiçbir şekilde sapmayan dosdoğru yola iletmesi için kendisine dua etmemizi istemiştir. [12]

Bize Bulaşan Bazı Hastalıklar


Ben şimdi burada bu ümmete şu veya bu oranda bulaşan bazı ehl-i kitap veya yabancı kaynaklı hastalıklara parmak basacağım. Ta ki, düz yolun yolcusu olan müslümanlar "gazaba uğramışlar" ile "sapitmışiarın" tarafına sapmaktan kaçınabilsinler. Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kitaplılardan çoğu, gerçeğin ne olduğunu açıkça anladıktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlık yüzünden sizleri imanınızdan ayırıp kafirliğe döndürmek ister­ler."                                                       (Bakara: 2/109)
Cenab-ı Allah bu ayette müslümanların sahip oldukları doğru yolu ve gerçek bilgi birikimini çekemeyen, kıskanan yahudileri kınıyor. Sağımıza solumuza bakarsak bu hasta­lığın benzerini bu ümmetin bazı ilim ve ibadet adamlarında da görürüz. Böylelerinin Aliah'ın kendilerine yararlı il­im ve salih amel bağışladığı bazı dindaşların şu veya bu oran­da kıskandıkları görülür. Bu kesinlikle kınanmış bir huydur ve buna göre "gazaba uğramışlar" in hastalıklarından bir par­çadır. Cenab-ı Allah başka bir ayette de şöyle buyuruyor:
"Hiç şüphesiz Allah kendini beğenip övünen kimsele­ri sevmez. Onlar kendileri cimrilik ettikleri gibi başka­larına da cimri olmayı emrederler ve Allah'ın kendileri­ne bağışladığını gizlerler."                           (Nisa: 4/37)
Cenab-ı Allah bu ayette sözü geçenleri cimrilikle niteli­yor. Bu cimrilik hem bilgi hem de mal cimriliğidir. Gerçi da­ha önceki ayetler, bu ayetteki asıl maksadın ilim cimiriliği olduğunu gösteriyor. Nitekim Cenab-ı Allah, bu kimseleri daha başka bir kaç ayette ilimlerini saklamakla kınıyor. Mesela bu ayetlerden biri şudur:
"Allah kendilerine Kitab verilenlerden" onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı. Fakat onlar vermiş oldukları sözü arkalarına ata­rak bu kitaba karşılık birkaç para aldılar. Kitabı satmak karşılığında satın aldıkları ne kadar kötü bir şeydir."
(Al-i İmran: 3/187)
Diğer bir ayette de şöyle buyuruluyor:
"İndirdiğimiz açık ayetleri ve doğru bilgiyi, biz Ki-tab'da insanlara açıkça belirttikten sonra, gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder ve hem de bütün lanet edebilenler lanet ederler. Ancak tevbe edip du­rumlarını düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başka. Onları affederim. Çünkü ben tevbelerin kabul edicisi ve rahmet sahibiyim."                            (Bakara: 2/159)
Aynı konuda bir diğer ayet de şudur:
"Allah'ın indirdiği Kitab'i insanlardan gizleyip bir kaç paraya satanlar var ya, onlar midelerine ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah onlarla ne kontışacak ve ne de kendilerini günahlarından arındıracak­tır. Onlar için acı bir azab vardır."         (Bakara: 2/174)
Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor:
"Onlar müminlere karşılaştıklarında inanıyoruz der­ler. Fakat şeytanları ile başbaşa kaldıkları zaman "Biz aslında sizin yanınızdayız, onlarla sadece alay ediyo­ruz" derler."                                            (Bakara: 2/14)
Görülüyor ki, ayetlerde Cenab-ı Allah "gazaba uğramışla­rı" bilgilerini halktan saklamakla niteliyor. Bu saklamanın se­bebi bazan cimrilik, bazan dünyalık bir bedel karşılığında bu görevden yan çizmek ve bazan da açıklanacak bilgilerin söy-leyicileri aleyhine koz olarak kullanılabilcekleri tehlikesidir.
Aynı hastalık bu ümmetin bazı ilim adamlarında da görü­lür. B öyleleri bazan cimrilikleri ve elde ettikleri üstünlüğe başkalarının ulaşmasını istememeleri yüzünden bildiklerini giz­lerler. Kimi zaman bildiğini söylememenin sebebi bu bilgi ba­samak edilerek, elde edilen mevki ve servettir. Eğer eldeki bil­gi başkalarına aktarılacak olursa bu bilgi karşılığında elde edilmiş olan mevki ve servtin elden kaçırılacağından korku­lur. Kimi zaman da bazıları şu yüzden bildiklerini açıklamak­tan kaçınırlar. Her hangi bir konuda karşısındakinden farklı dü­şünüyordur veya her hangi bir görüşüne karşı çıkılan bir gu­ruba bağlıdır. Adam bildiklerini açıklasa karşı tarafa haklılık kazandırıcı bir koz vereceğinden çekindiği için bildiğini sak­lar, açıklamaktan çekinir. Üstelik karşı tarafın haksız olduğun­dan, yanlış düşündüğünden emin olmadığı durumlarda böyle yapar. İşte bu yüzden Abdurrahman b. Mehdi [13]şöyle diyor:
"İlim adamları lehlerinde olanı da aleyhlerinde olanı da yazarlar, saklamazlar. Fakat ihtiraslarının zebunu olanlar sa­dece lehlerine olan şeyleri yazarlar."   .
Burada maksadımız konunun detayına girip hangi bilgi­yi açıklamak farz ve hangi bilgiyi açıklamak müstehaptır tar­tışmasına girişmek değildir. Sadece zeki kimselere Allah'ın bağışlayacağı yararlı sonuçları kazandırabilecek ana hatla­ra değinmek istedik. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlara 'Allah'ın indirdiği gerçeklere inanınız' denil­diğinde 'Biz, bize indirilen bilgilere inanırız' diyerek kendilerine indirilen bilgilerden sonrasını inkar ederler. Oysa o da kendilerine gelen bilgiyi doğrulayan bir ger­çektir. De ki, eğer gerçekten inanıyor idi iseniz daha önce niye Allah'ın peygamberlerini öldürdünüz?"
(Bakara: 2/91)
Bu ayetin iki ayet öncesinde şöyle buyuruluyor:
"Onlara kendi kitaplarını (Tevrat'ı) tasdik edici ola­rak Allah tarafından bir kitap (Kur'an) gönderildi. Da­ha önce inkar edenlere karşı yardım isteyip dururlarken, gerçek olduğunu bilip durdukları bu kitap kendilerine gelince onu inkar ettiler. Allah'ın laneti inkarcıların üzerine olsun!"                                        (Bakara: 2/89)
Cenab-ı Allah (c.c.) bu ayetlerde yahudilerin Peygambe­rimiz tarafından tebliğ edilip benimsenmesi istenen ilahi ger­çeği daha önceden bildikleri halde bu gerçek kendi ırkların­dan olmayan bir peygamber tarafından ortaya atılınca bilip durdukları bu gerçeği kabul etmediler. Onlar sadece kendi ırklarından olan biri tarafından bildirilecek gerçeği kabul edebilirlerdi. Bu yüzden kendi inanç sisteminin gereğine uy­maya bile yanaşmıyorlardı.
Bu hastalık, zamanımızda belirli bir ilim ve din gurubuna mensup olan fıkıh ve tasavvuf[14] adamlarında veya Pey­gamberimiz dışında üstün tutulan dini bir lidere körü körü­ne bağlanmış çömezlerde[15] görülüyor. Boyleleri gurupları tarafından onaylanmamış hiçbir fıkhı görüşü, hiçbir rivaye­tin gerçekliğini kabul etmeye yanaşmazlar. Üstelik bunlar kendi guruplarının gerekli gördüğü amelleri de yapmazlar. Oysa islamiyet, Peygamberimiz dışında hiçbir kişiye ve hiçbir belirli zümreye körü körüne bağlanmaksızın gerek il­mi araştırma ve gerekse rivayet alanlarında kayıtsız şartsız olarak gerçeğe, doğruya uymayı gerekli görür.
Cenab-ı Allah (c.c.) "Gazaba uğramışlar" in başka bir ni­teliğini şöyle belirtiyor:
"Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri anlamları­nın dışına kaydırırlar."                                (Nisa: 4/46)
Bu tutum başka bir ayette de şöyle tanımlanıyor:    "
"Onlardan bir gurup var ki, uydurdukları snzleri siz Kitab'dan sanasınız diye dillerini kıvırarak konuşur­lar. Oysa bu şekilde okudukları sözler aslında kitab'dan değildir."                                            (AI-i îmran: 3/78)
Tefsircilere göre bu ayetlerde söz konusu olan tahrif (kelimeleri veya kelimelerin anlamlarını değiştirmek) hem ilahi kaynaklı kelimeleri değiştirmeyi ve hem de bu kelime­leri bile bile yanlış yorumlamayı içerir.
Yorum yolu ile yapılan tahrifin örnekleri gerçekten çok­tur ve ümmetin bir çok zümreleri bu hastalığın zebunudur. Asıl metni değiştirme anlamındaki tahrife gelince bu sapık­lığa düşenler de az değildir. Böyleleri Peygamberimizin (s.a.v.) sözlerini değiştirerek asılsız sözde hadisler rivayet etmektedirler. Gerçi yetkili hadis uzmanları bu uydurma hadisleri titizlikle ayıklıyorlar. Böylelerinin bir kısmı, ger­çi başaramamışlardır, ama bizzat Kur'an-ı Kerim'i bile tah­rif etmeye yeltenerek, mesela "Vekellemellahu Musa Tek-limen" ayetinin son kelimesini "Tekellümen" şeklinde de­ğiştirmeye kalkışmışlardır. (Nisa: 4/164)
Dinleyicilerde söylenenlerin ilahi kaynağa dayandığı izlenimini uyandirabilmek için başvurulan "dil kıvırarak" okuma düzenbazlığına gelince buna da bazı vaizlerin Pey­gamberimize uydurma sözler isnad etmeleri veya sözde haklılıklarını ispat edebilmek için dinde yeri olmayan asıl­sız deliller ileri sürmeleri örnek olarak gösterilebilir. Bu tu­tum, hiç şüphesiz yahudi ahlakının bir örneğidir. Kur'an ve hadisin dikkatli okuyucuları bu tutumun sık sık verildiği­ni iyi bilirler. Bu dikkatli okuyucuların söz konusu yerici ifa­deleri okuduktan sonra bu ümmetin bazı mensupları tarafın­dan girişilen tahrif olaylarını iman nuru ile gözden geçirme­leri düşündürücü olsa gerektir.
Cenab-ı Allah hristiy anlar la ilgili olarak şöyle buyurur:
"Ey kitablılar (ehl-i kitab) dininiz konusunda aşırılı­ğa düşüp Allah hakkında gerçek dışı sözler söylemeyiniz. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın sadece bir kulu, Mer­yem'e sunduğu bir kelimesi ve O'ndan gelen bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlere inanınız. Sakın "Allah üç ta­nedir" demeyiniz. Kendi yararınıza olmak üzere bu sö­ze son veriniz. Çünkü Allah tek bir Halıdır ve çocuk sa­hibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O yeterli bir vekil (dayanak) dır."
(Nisa: 4/171)
Bu konudaki başka bir ayette de şöyle buyuruluyor:
"Allah, Meryem oğlu Mesih'dir, diyenler kafir oldu­lar. De ki, öyle ise Allah, Meryemoğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde olanların tümünü yok etmek istese Al­lah'a karşı kimin elinde bir şey var? Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan her şey O'nundur. O dilediğini ya­ratır. Hiç, şüphesiz, Allah her şeye kadirdir."
(Maide: 5/17)
Bu anlamdaki ayetlerin sayısı çoktur.
Hemen belirtelim ki, peygamberler ve seçkin kullar (sa­rihler) hakkında aşın görüşler beslemek, sapık abidler (ken­dilerini ibadete adayanlar) ile tasavvuf[16] bağlısı bazı züm­relerde de görülen bir hastalıktır. Öyle ki, böylelerinin ço­ğu hulul ve ittihad (Allah'a sızma ve O'nunla bütünleşme) akımları gibi ya hristiyanların iddialarından daha beter, ya aynı veya çok az daha hafif saçmalıklara kapılmışlardır.
Cenab-ı Allah'ın (c.c.) bu konudaki bir başka buyruğu da şöyledir:
"Onlar Allah'ı bir yana bırakarak hahamları ile ra­hiplerini ilah edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa oniara kendisinden başka ilah olmayan tek Allah'a kul­luk etmeleri emredildi. O, onların koştukları ortaklar­dan münezzehtir."                                     (Tevbe: 9/31)
Peygamberimiz (s.a.v.) sahabilerden Adiy b. Hatem'e -Allah ondan razı olsun- bu ayeti açıklarken:
"Hahamlarla rahipler kimi haramları helal ve kimi helal şeyleri de haram saydılar ve izleyicileri olan ehl-i kitab da bu konularda onlara uymuştur."[17] buyurmuştur.
Şimdi düşünelim. Çoğu cahil sofular (abidler) gözlerin­de büyüttükleri liderlerin her emrine körü körüne uyarlar. Bu emirler Allah'ın belli bir haramını helal ve belli bir helali­ni haram saymayı içerdikleri durumlarda bile bu böyle olu­yor.
Yine Cenab-ı Allah (c.c.) "sapıtmışlar" hakkında şöyle buyuruyor:
"Kendilerinin uydurdukları ruhbanlığı biz onların üzerine yazmadık. Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için bunu onlar ortaya çıkardılar, fakat ona gereği gibi de uy­madılar."                                                 (Hadid: 57/27)
Biz bir çok müslüman zümrelerin Allah tarafından açık­ça uydurma olduğu belirtilen bu ruhbanlık akımına kapıldık­larını biliyoruz.
Yine Cenab-ı Allah (c.c.) bir ayette şöyle buyuruyor:
"Bu mücadelede üstün çıkanlar O'nların mezarları üzerine mutlaka mescid yapalım" dediler." (Kehf: 18/21)
Eski devirlerde gerek "gazaba uğramış" yahudiler ve gerekse  “sapıtmış” hristiyanlar peygamberlerin ve saygı duydukları ölülerin mezarları üzerinde mabed yaparlar. Peygamberimiz bir çok kereler bu adeti ümmetine yasakladığı halde, hatta dünyadan ayrılacağı anda bu yasağı pekiştirmiş olmasına rağmen, bu ümmetin bir çok mensupları bu hasta İrktan da yakaların, kurtaramamışlardır.
Bu arada "sapıtmışlar" ın dinlerinin ağırlrk merkezini çal­gı aletlerinin sesleri ile alımlı resimlerle oturttukları görülür. Onlar dini törenlerinde ses çekiciliği ile müzik cazibe­si kadar hiç bu şeye önem vermezler. Bazı müslüman züm­relerin bu hastalığa da tutulduklarını görüyoruz. Çalgı, alet­leri ve kasideler eşliğinde yapılan sema törenleri güzel re­simlerle güzel seslerden kalbleri heyecana getirmek için yararlanma adetleri hristiyanlann bazı geleneklerine özenmekten başka ne anlama gelebilir?
Yine Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Yahudiler 'Hristiyanlar hiçbir gerçeğe dayanm,-yorlar' dedrier. Buna karşılık hristiyanlar da 'YahudiIer hiçbir gerçeğe dayanmıyorlar' dediler..."
(Bakara:2/113)
Görüldüğü gibi bu ayet yahudiler ile hristiyanların birbirlerini gerçeğe dayanmamakla suçlayarak reddettiklerini belirtiyor. Ne acıdır ki, bazı müslüman kesimlerde aynı hastalık gömülür. Mesela sen bazı fıkıh alimlerinin dervişler (mutasavvıflar) ve sofuları (abidleri) adam yerine koyma­dıklarım, onlar, kesinlikle cahil ve sapık saydıkların,Tut­turdukları yolun ilim ve gerçekten uzak olduğuna inandıklarını görüyorsun. Buna karşılık bir çok derviş[18] ile sofunun da şeriat ile ilmi boş saydığını hatta bunlarla uğraşanların Allah'dan uzak kaldığına bu kimselerin Allah katında yarar­lanacakları hiçbir şey elde edemeyeceklerine inandığına rastlıyoruz. Oysa işin doğrusu şudur. Gerek bu tarafta ve ge­rekse o tarafta bulunan Kur'an'a ve Sünnete uygun unsur­lar hak ve gerçek, buna karşılık gerek bu tarafta ve gerek­se o tarafta görülen Kur'an'a ve Sünnete aykırı unsurlar ba­tıldır, boştur,
Müslümanların Bizans'lılara ve eski İran'Iılan özenme­sine gelince İslam dinini iyi bilin ve olup bitenleri araştıran herkes bilir ki, bu ümmetin adet ve gelenekleri arasına ge­rek Bizans kültüründen ve gerekse eski İran kültüründen bir çok sözlü ve davranışa dayalı unsurlar karışmıştır.
Burada amacımız gerek "gazaba uğramışlar" ve gerekse "sapıtmışlar" ile bu ümmet arasında meydana gelen benzeş­melerin örneklerini tek tek saymak değildir. Üstelik bu benzeşme Örneklerinin bir kısmi ya ictihad yanılgılarından kaynaklandıkları veya zararlarını karşılayacak oranda yarar sağladıkları için, yahud daha değişik bir gerekçe yüzün­den sahiblerini günahkar olmaktan da uzak tutabilirler. Bi­zim asıl amacımaz istisnasız herkesin Sırat-ı Müstakim'e (doğru yola) iletilmeye kaçınılmaz şekilde muhtaç oldu­ğunun kesinlikle anlaşılmasını ve bunun yanında okuyucu­nun "sapıklık" gerçeği üzerine dikkatini yoğunlaştırarak bu tehlikeden kaçınılmasını sağlamaktır. [19]

Dosdoğru Yol


Bilmek gerekir ki "Sırat-ı Müstakim (Dosdoğru Yol) 'in "bazı inançlar ve tercihler gibi kalbde beliren içe dönük (batini) özellikleri olduğu gibi bir takım sözler, davranışlar ve ibadetler gibi dışa dönük (zahiri) göstergeleri vardır. Ay­rıca bu yolun beslenme, giyim, evlenme, barınma, biraraya gelme, ayrılma, yolculuk, ikamet, ata vb gibi gündelik ha­yat olaylarını içeren gelenek ve adet biçiminde göstergele­ri vardır.
Bu içe dönük ve dışa dönük göstergeler biribirinden ko­puk değildir, tersine aralarında kesinlikle bağlantı ve uyum vardır. Şöyle ki, bu göstergelerin sonucu olarak kalbde be­liren duygu ve heyecan dışa dönük belirtiler doğurduğu gi­bi, dışa dönük davranışlar bütünü de kalbde belirli duygu ve heyecanlar meydana getirir.
Cenab-ı Allah (c.c.) kulu ve elçisi olan Muhammed'i (s.a.v.) koyduğu bir yol (sünnet) bir yaşama tarzı ile birlik­te gönderdi. Bu yol O'nun tarafından konmuş bir düzen, bir yaşam tarzıdır. Bu yolun başlıca özelliklerinden biri, gerek "gazaba uğramışlar" m ve gerekse "sapıtmışlar" in yaşama biçimlerine ters düşen, onlarla bağdaşmayan davranış ve söz­leri içermesidir. Buna bağlı olarak Cenab-ı Allah, dışa dö­nük gidişatta ve görüntüde de bu iki guruba benzemez olma­yı emretmiştir. Her ne kadar sıradan halkın çoğunluğu dış görünüşteki benzerliğin zararlarını kavrayamaz ise de, bu prensip vardır ve başlıca gerekçeleri şunlardır:
1- Dışa dönük gidişatta ve görüntüdeki ortaklık, ortaklar arasında zamanla ahlak ve davranış uyuşumuna yolaçacak bir benzerlik ve uyum meydana getirir. Gündelik hayatta bu­nun örneklerine sık sık rastlanır. Mesela ilim adamlarının özel kılığına giren onlar gibi giyinen bir kimsenin içinde za­manla bu zümreye katıldığı gibi bir duygu uyanır. Yine mesela askeri üniforma giyen kimsenin huy ve karakteri ya­vaş yavaş askerlerin huy ve karakterlerine benzemeye baş­lar. Tabii ki, eğer adamın böyle bîr eğilim göstermesini önleyen bir sebep yoksa bu böyle olur.
2- Dışa dönük gidişatta ve görüntüdeki ayrılık aykırılık yahudi ve hristiyanlarla müslümanlar arasında kesin bir farklılığa ve bağdaşmazlığa yolaçar. Bu farklılık ve bağdaş­mazlık sayesinde müslüman, Allah'ın gazabına uğratan gerekçelerle sapıklık sebeplerinden uzak kalacağı gibi, Allah'ın hidayet ve hoşnutluğunu kazananla kaynaşır ve bunların  sonucu olarak Allah'ın kendi kurtulmuş askerleri ile hüsra- na uğramaya mahkum düşmanları arasında asla olmaması- nı emrettiği ilişki ve bağlılığın tamamen kesilmesi gerçek- leşmiş olur. Kalb ne derece diri olur ve İslamiyeti ne oran- da gerçek anlamı ile tanırsa yahudi ve hristiyanlara karşı bes- lediği ayrılık ve farklılık duygusu gerek içe ve gerekse dı­şa dönük olarak daha güçlü ve bazı müsmümanlara bulaş­mış huyları ile kendi arasına koyduğu mesafe daha uzak olur. Tabii ki, ben burada sırf çevreyi taklit etmekten kaynakla­nan kuru bir inanca dayalı müslümanlığı ve onun getirece­ği iğreti içe dönük ve dışa dönük özelliklere bürünmüş ol­mayı kasdetmiyorum.
3- Bu iki kesimin dışa dönük gidişattaki ortakları görü­nüm benzerliğine yol açar. Bunun sonucu olarak da hidaye­te ermiş ve Allah'ın hoşnutluğuna mazhar olmuşlar zümre­si ile "gazaba uğramışlar" ve "sapıtmışlar" zümreleri arasın­daki zahiri farklılık ortadan kalkar. Tabii bu prensibin da­ha başka gerekçeleri vi hikmetleri de vardır.
Bütün bu söylediklerimiz söz konusu dışa dönük gidişa­tın aslında kesinlikle mubah olduğu, yahudi ve hristiyanla­ra benzemenin dışında hiç bir sakınca taşımadığı durumlar içindir. Eğer söz konusu gidişat unsuru onların kafir olma­larına yolaçan Özelliklerinden biri ise, o zaman kafirliğin bir unsuru ile karşı karşıyayız demektir. Böyle bir şeyde onlar­la ortak olmak, onların kafirlik ve isyanlarına belli bir oran­da katılmak demek olur. Bu prensibi hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Doğruyu sadece Allah bilir. [20]

Taklitten Kaçınmanın Delilleri


Aslında geniş bir çerçeve içine oturtulabilecek belirli ve özel bir meseleyi ele aldığımız için, kafirlere karşı çık­mayı emreden bazı Kur'an, sünnet ve icma-ı ümmet delille­rini zikrederek işe giriştik. Bu deliller ister karşı çıkmanın her türlüsünü içersin, isterse belirli bir şeye karşı çıkmayı be­lirtsin ve karşı çıkma emri ister gereklilik ve isterse müste-hâblık anlamı taşısın, aradaki farkları gözönüne almadık.
Bunun arkasından da Özellikle bayram törenleri konusun­da kafirlere benzemeyi yasaklayan delilleri açıkladık. Bura­da önemle belirtmemiz gereken bir incelik var ki o da şudur. Her hangi bir guruba uymak veya karşı çıkmakla ilgili olan emir, sırf o guruba uymaya niyetlenmenin veya sırf uyma­nın yararlı olmasından ileri gelebilir. Buna karşılık uymama yasağı da sırf karşı çıkmaya niyetlenmenin veya sırf karşı çıkma tutumunun yararlı oluşuna dayanabilir. Şu anlamda ki, söz konusu uyma ve karşı çıkma tutumu, uyma ve karşı çıkma konusu davranıştan beğımsız olarak insana fayda ya­da zarar vericidir. Öyle ki, eğer uyma veya karşı çıkmaya ko­nu olan davranış, uyma veya karşı çıkma tutumundan bağım­sız olarak ele alınsa, söz konusu fayda ve zararı taşımaya­bilir.
İşte bu gerekçe ile bizler gerek Peygamberimizin (s.a.v.) gerekse ilk müslümanların öylesine davranışlarını örnek edinip uygulamaktan fayda sağlarız ki, eğer bu davranışlar onlar tarafından yapılmamış olsaydı, söz konusu faydayı bi­ze sağlayamayabılirlerdi. Yani bu davranışları sırf onlar yaptılar diye yaptığımız için bize yarar sağlamaktadırlar. Çünkü bu tutumumuz Peygamberimizle ilk müslümanlara karşı duyduğumuz sevgiyi pekiştirir ve kalblerimizle onların kalbleri arasında kaynaşma meydana getirir. Bu da biz­lere onlara diğer davranışlarında da uyma arzusu uyandırır. Bu sevgi ve kaynaşmanın şüphesiz başka yararlan vardır. Tıpkı bunun gibi kafirlerin öyle bazı davranışlarına uymak bize zararlı olur ki, eğer bu hareketleri onlar yapmamış ol­salar, onları işlemek bize zarar dokundurmayabüirdi.
Buna karşılık öyle davranışlar var ki, bunlarla ilgili uy­ma veya karşı çıkma emri, söz konusu davranışın faydalı ve­ya zararlı olma gerekçesine dayanır. Yani o davranışın biz-. zat kendisi, uyulması veya karşı çıkılması emredilen gurup­lar tarfından işlenmemiş olsa bile özünde ya faydalı veya za­rarlı olma karakteri taşımaktadır.
Bazan belirli bir davranışta bu iki gerekçede biraraya ge­lebilir. Yani uyma veya karşı çıkma emri hem söz konusu davranışın özü itibari ile faydalı ya da zararlı olmasına ve hem de bu davranışı işleyen guruba uymuş veya karşı çık­mış olmamıza dayanabilir. Bizden uyulması veya karşı çı­kılması istenen davranışların çoğu bu karekterdedir. Yani hem belirli bir guruba uymayı veya karşı çıkmayı ifade et­meleri açısından hem de aslında faydalı veya zararlı olma­ları bakımından anlamlıdırlar. Bu ince noktayı mutlaka kavramak ve kavradıktan sonra hiçbir zaman akıldan çıkar­mamak gerekir. Çünkü Cenab-ı Allah'ın (c.c.) gerek mutlak ve gerekse kayıtlı olarak kafirlere benzememizi yasaklayan emirlerinin anlamı ancak bu incelik sayesinde anlaşılabilir.
Bilesin ki, Kur'an belirli bir davranışla ilgili olarak an­cak genelleme ve sonuç çıkarma yolu ile hüküm bildirir. Kur'an'ın hükümlerini açıklayıp Özelleştiren kaynak sünnet­tir. [21]

Özenmeyi Yasaklayan Ayetler


Buna göre biz, bu genel kural hakkında Önce Kur'an'da yer alan ayetleri zikredecek ve arkasından da bu ayetlerin an­lam ve amaçlarını belirten hadisleri ele alacağız. Cenab-ı Al­lah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Biz İsrailoğullarina kitab, hüküm (bilgelik ve ege­menlik) ve peygamberlik verdik; onları güzel nzıklarla besledik ve kendilerini alemlere üstün kıldık. Ve onlara din konusunda açık bilgiler gönderdik. Onlar kendileri­ne bilgi geldikten sonra sırf aralarındaki çekemezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz, Rabbin Kıyamet günü ayrılığa düştükleri konularda aralarında hüküm verecektir. Sonra sana da bu konuda belirli bir şeriat ver­dik; sen ona uy, bilmeyenlerin keyfine uyma. Çünkü onlar Seni Allah'ın azabından kurtaramazlar. Hiç şüp­hesiz, zalimler birbirlerinin dostlarıdırlar, buna karşı­lık Allah günahdan kaçınanların dostudur."
(Casiye: 45/16-19)
Cenab-ı Allah bu ayetlerde İsrailoğullarma bir çok din ve dünya nimeti verdiğini, fakat onların kendilerine bilgi gel­dikten sonra biribirlerini çekemedikleri için aralarında ça­tışmaya giriştiklerini, daha sonra Muhammed'e (s.a.v.) ku­ralları belirli bir şeriat bildirip ona uymasını emrettiğini ve bilmeyenlerin keyiflerine uymasını yasakladığını belirti­yor.
Ayetteki "Bilmeyenler" deyiminin kapsamına bu şeriate ters düşen herkes girer. Onların "keyfiyeti" demek de, bu şe­riata ters düşenlerin hoşlarına giden bütün görüş ve davra­nışlar, müşriklerin asılsız dinlerinin gereği sayarak uygula­dıkları kurallar ile bunlara bağlı gelenekler demektir. Onlar bunlardan hoşlandıkları için bu alanda onlara uymak, onla­rın keyiflerine uymak demektir.
Böyle olduğu içindir ki, kafirler, kimi görüş ve gele­neklerin mülslümanlarca uygulanmasından sevinç duyarkr. Bu durumdan hoşlanırlar ve böyle bir sonuca varabilmek için büyük maddi masraflar yapmaya seve seve katlanırlar. On­ların gelenekleri arasında olan her hangi bir davranışı benim­semenin onların keiyflerine uymak demek olamayacağı far-zedilse bile, o konuda onlara karşı çıkmak böyle bir eğili­min söz konusu olmadığını ispat etmenin en kesin delili ve AUah'n rızasını kazanmanın en geçerli yoludur. Ayrıca böyle bir davranışta onlara uymak, daha başka ve daha teh­likeli konularda da onlara özenmenin bir bahenesİ olacak­tır. Çünkü Peygamberimizin (s.a.v.):
"Kim bir yasak bölgenin (koruluğun) çevresinde dola­şırsa, her an oraya girebilir" sözü bunun delilidir.
Bu iki endişeden hangisi gözönüne alınırsa alınsın amaç gerçekleşmiş olur. Gerçi ilk endişe daha önemli ve geçerli­dir. Şu ayet de aynı anlamı dile getiriyor:
"Kendilerine kitab verdiklerimiz aslına sana indirdi­ğimiz gerçekler karşısında sevinç duyarlar. Fakat (sana karşı birleşen) grupların bazı mensupları bu gerçeklerin bir kısmını inkar ederler. De ki, "Bana yalnız Allah'a kulluk etmem ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamam em­redildi. Ben (herkesi) çağırırım ve dönüşüm de O'na-dır. İşte biz bu gerçekleri arapça bir hikmet kaynağı halinde indirdik. Eğer sana gelen bu bilgiden sonra on­ların keyiflerine uyacak olursan, artık Sen'i Allah'ın azabından kurtaracak ne bir veli ne de bir koruyucu bu­lamazsın."                                                  (Ra'd: 36-37)
Burada "Onların keyiflerine, deyimindeki "onlar", Allah-u Alem, Peygamberimiz'e inmiş gerçeklerin bir kısmını inkar eden ve O'na karşı birleşik cephe oluşturan guruplar­dır. Buna göre yahudi olsun hristiyan olsun veya başka bir kesim olsun, Kur'an'ın bir kısmını inkar eden her gurup, her zümre ve her akım bu kategoriye girer. Cenab-ı Allah (c.c.) aynı konuda Kur'an'ın başka bir yerinde de şöyle buyuru­yor:
"Eğer sana bilgi geldikten sonra onların keyiflerine uyacak olursan, o takdirde kesinlikle zalimlerden olur­sun."                                                       (Bakara: 2/145)
Demek ki, "onların" dinlerinin gereği olan bir konuda ve­ya dinlerinden kaynaklanmış bir geleneklerinde onlara özen­mek, onların "arzularına ve keyiflerine" uymak demektir. Aslında onları arzularına ve keyiflerine uymak eylemi bun­lardan daha önemsiz bir özenti ile de gerçekleşir. Şu ayet de konumuza büyük oranda ışık tutucudur:
"Sen oların dinlerine (ideolojilerine, kültürlerine) sıkı sıkıya uymadıkça, ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden razı olmazlar. De ki, "Asıl doğru yol, Allah'ın yo­ludur." Sana gelen biligiden sonra eğer Sen onların ar­zularına ve keyiflerine uycak olursan, artık Sen'i Al­lah'ın azabından kurtaracak ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamazsın."                          (Bakara: 2/120)
Dikkat edilsin ki, Cenab-ı Allah (c.c.) ayetin bilgi verme Özelliği'taşıyan kısmında "millet" (yani ideoloji ve kültür) deyimini kullanırken, yasaklama cümlesinde "arzu ve keyif ifadesini kullanıyor. Çünkü söz konusu kavimler ve millet­ler, ancak ideolojilerine ve uygarlıklarına bütünü ile uyulun­ca tatmin olurlar ve ancak bu takdirde karşılanndakini be­nimserler. Bu yüzden onlara uymanın, onlara özenmenin azı da çoğu da yasaklanmıştır. Bilindiği gibi, daha önce belirt­tiğimiz üzere onların bazı dini geleneklerine uymak, belir­li oranda onların bir kısım arzularına uymak demek olduğu gibi, aynı zamanda diğer arzularında da onlara uyma ihtima­li'nin smınları içine girmek demektir. Şimdi de şu ayetle­ri okuyalım:
"Kendilerine Kitab verilenlere Sen her türlü ayeti (delili ve mucizeyi) getirecek olsan bile, onlar yine Sen'in kıblene uymazlar; Sen de oların kıblasine uyacak değil­sin. Aslında onlar da birbirlerinin kıblesine uymazlar.
Sana gelen bilgiden sonra eğer Sen onların arzularına ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde kesinlikle zalim­lerden olursun. Kendilerine Kitab verdiklerimiz (onun peygamber olduğunu) oğullarını tanıdıkları gibi bilirler. Buna rağmen onların bir gurubu, bile bile gerçeği sak­larlar. Gerçek, Rabb'inin katından gelendir. Sakın bu konuda kuşkuya düşenlerden olma. Herkesin yöneldiği bir istikamet vardır. Buna göre hayırlı konularda ara­nızda yarışınız. Nerede olursanız olunuz, Allah sizleri bir araya getirecektir. Allah her şeye kadirdir. Nereden yo­la çıkarsan yüzünü Mesci-i Haram'a doğru çevir; bu hiç şüphesiz Rabb'inin bildirdiği bir gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. Nereden yola çıkar­san yüzünü Mecid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olur­sanız, yüzünü o yana çeviriniz ki, insanların aleyhiniz­de kullanabilecekleri bir delilleri olmasın, yalnız onların arasındaki zalimler (gerçeği tanımayanlar) başka..."
(Bakara: 145-151)
İlk tefsir alimlerinin epeycesi[22] bu ayetlerin son kısımla­rını yorumlarken şöyle demişlerdir; "İnsanların, aleyhiniz­de kullanacilecekleri bir delilleri olmasın" cümlesinin an­lamı "Yahudiler, kendi kıblelerine uymanızı aleyhinizde bir delil diye kullanarak -Müslümanlar madem ki. bizim kıb­lemize uydular, yakında dinimize de uyurlar- diye konuşma­sınlar" demektedir. Cenab-ı Allah müslümaniarın kıblesini değiştirerek yahudilerin bu kozunu, bu dayanağını ellerin­den almıştır. Bilindiği gibi, "delil, gerekçe" terimi, doğru ol­sun, eğri olsun, tartışmalarda kullanılan dayanak demektir. Yine bu ilk dönem tefsircilerine göre, yukarıdaki ayetlerin son cümlesinde geçen "Yalnız onların arasındaki zalimler başka" ifadesi ile Kureyş'li müşrikler kasdedilmiştir. Çünkü müslürnanların kıblesinin Mescid-i Haram yönüne çev­rilmesi üzerine bunlar "Müslümanlar bizim kıblemize dön­düler. Buna göre yakında bizim dinimize de döneceklerdir" demeye başladılar. [23]

Kıble Değişiminin Hikmeti


Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah, açıkça belirtiyor ki. Kıb­le değişikliğinin hikmeti bu konuda kafirlerden ayrılmak, on­lara ters düşmektir. Böylece onların sapık beklentilerine kesin şekilde set çekilmek istenmiştir, bilindiği gibi bu ge­rekçe, bu endişe bütün uyum ve karşı çıkışlarda vardır. Çünkü kafirin her hangi bir konudaki görüş ve davranışına uyulduğu takdirde bu uyum daha sonraki bağlılıkların gerek­çesi ve basamağı olmaktadır. Tıpkı kıble konusunda yahu-diler için söz konusu olduğu gibi. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sakın kendilerine açık deliller geldikten sonra bölü­nüp ayrılığa düşenler gibi olmayınız."(Al-i İmran: 3/105)
Ayette söz konusu olan zümreler, aralarında yetmişten çok guruba ayrılmış olan, yahidilerle, hristiyanlardır. Bu yüz­dendir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ümmetini onlar gibi bölünüp parçalanmamaya çağırmış, bu alanda onların kötü geleneğine özenmemizi yasaklamıştır. Bununla birlik­te yine Peyfamberimiz "ümmetinin yetmiş üç guruba ayrı­lacağını" da haber vermekten geri kalmamıştır.
Burada önemli bir nokta vardır ki, o da şudur: Peygam­berimizin "Falanca gibi olma, ona benzeme" şeklindeki ya­saklayıcı sözü sözel veya anlam bakımından genellik ifade eder. Genellik ifade etmediği durumlarda da söz konusu zümrelere ters düşmenin, onlara benzemekten kaçınmanın şeriata uygun olduğu, şeriatımızda kesinlikle yasaklanma­mış olan konularda onlara benzemekten ne derece uzak durulursa, özenilmesi kesinlikle yasaklanmış konularda onla­ra benzeme tehlikesine düşmekten o oranda uzak kalınaca­ğı anlamına gelir ki, bu da çok önemli bir kazanç ve çok ya­rarlı bir başarıdır. Şimdi de bu anlayışla Cenab-ı Allah'ın, Musa ile Harun'a -selam üzerlerine olsun- seslenen şu aye­ti okuyalım:
"Dosdoğru olunuz ve sakın bilmeyenlerin yoluna uy­mayınız."                                                 (Yunus: 10/89)
Başka bir ayette de şöyle buyurulmuştur:
"Musa, kardeşi Harun'a "Kavmin arsında benim ye­rimi al, düzeltici ol, sakın bozguncuların yolundan git­me."                                                           (A'raf: 7/142)
Bir de şu ayeti okuyalım:
"Kim doğru yolu açıkça belledikten sonra Peygambe­re karşı gelip müminlerin yolundan başka bir yola girer­se onu seçtiği yolla başbaşa bırakır ve cehenneme atarız."
(Nisa: 4/115)
Kur'an'da aynı anlamda daha bir çok ayet vardır. Bu ayetlerde görüleceği üzere özenilmemesi gereken zümrele­rin yolları ve davranışları, "mü'minlerin dışında kalanların yollan" hatta "bozguncuların ve "bilmeyenlerin " yollarıdır. Şimdi bu genel kavramların kapsamına girmediği farzedi-Ien bir yabancı görüş ve davranış düşünelim. Bu belirli ya­bancı görüş ve davranışın cinsinin yasaklandığı kesin oldu­ğuna göre bu cinsin bütün türlerine özenmekten uzak dur­mak, kesin, yasaklardan uzak kalmanın daha güvenli bir yolu olduğu gibi, o belirli görüş ve davranışa yakın durmak da kesin yasaklara düşme tehlikesini daha yakma getirici bir tutumdur. Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sana kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve pe-kiştirici olarak gerçek uyarınca bu Kitabı indirdik. On­ların arasında Allah'ın sana indirdiği gerçeklere uygun hüküm ver, sakın sana gelen gerçeklerden ayrılıp onların arzularına uyma. Biz her biriniz için bir düzen ve yol belirledik. Allah dileseydi, hepinizi birtek ümmet ya­pardı. Fakat gönderdiği şeriatlerle sizleri denemek iste­di. O halde iyiliklerde birbirlerinizle yarışınız. Hepini­zin dönüşü Allah'adır, O size anlaşmazlığa düştüğü­nüz konuların mahiyetini bildirecektir. Onların arasın­da Allah'ın indirdiği gerçekler uyarınca hüküm ver, sa­kın onların keyiflerine uyma, ve onların Sen'i Allah'ın indirdiği gerçeklerin bir kısmından saptırmalarından kendilerini sakındir.Eğer Sen'den yüz çevirirse, bil ki Al­lah bazı günahları yüzünden kendilerini musibete uğrat­mak istiyordur. Zaten insanların çoğu sapık davranişh-dir (fasikür)." (Maide: 5/48-49)
Görülüyor ki, onların yoluna uymak, onların arzularına aymak veya arzularına uyma tehlikesi ile karşı karşıya ol­mak demeft olduğu gibi onların yoluna karşı çıkmak, onla­rın arzularına uyma tehlikesinden kesinlikle uzak kalmak de­mektir.
Bilesin ki, Kur'an'da bizleri kafir milletlere benzemek­ten sakındıran ayetler ve onların davranışlarından uzak ol­mamızı ibretli örneklerle anlatan kıssalar (hikayeler) pek çoktur. Mesela Cenab-ı Allah, kafirlere vereceği cezaları an­lattıktan sonra bize dönerek bir ayette de:
"Ey basiret sahipleri, ibret alınız" "Onların hayat hikayelerinden şüphesiz, akıl sahipleri için ibret (ders ve­rici bir söz) vardır." diyor.     (Haşr: 59/2, Yusuf: 12/12)
Kur'an'da bu tip ayetler daha pek çoktur. Bu ayetlerin bir kısmı bizim maksadımızı açıkça belirtirken, diğer bir kismı-da maksadımıza işaret etmekte veya bu konuya tamamlayı­cı bir açıklık getirmektedir.
Ayrıca şunu da belirtelim ki, kafirlere karşı çıkmamızın gerekliliği belirtilmek istenince, böyle konular söz konusu olunca bunu bu anlamdaki ayetlerin tümü değil, bazıları açıkça belirtilmektedir. Biz kafirlere her alanda ve genel­likle karşı çıkmanın, ters düşünmenin şeriatımıza uygun ol­duğunu vurguladık. Çünkü bizim bu konudaki asıl amacımız budur. Bu anlamdaki ayetlerin kesinlik ve gereklilik ifade edenleri öyle olmayanlardan ayırdetmeye gelince şu anda­ki amacımız bu değildir.
înşaallah (Allah dilerse) ilerde belirteceğiz ki, bayram tö­renleri konusunda kafirlere benzemek, haram olan özenti­lerdendir. Bizim bu eseri yazarken güttüğümüz asıl belirli amaç budur. Bunun dışındaki meseleleri gündeme getir­memizin sebebi bu konuda amacımıza vardıran geniş çer­çeveli bir genel kural meydana getirmektir. Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Erkek ve kadın bütün münafıklar aralarından bir bütündürler. Hepsi kötülüğü emredip, iyiliği yasaklar­lar ve eli sıkı olurlar. Onlar Allah'ı unuttukları için Al­lah da onları unuttu. Münafıklar, aynı zamanda fasık fır­lar. Allah kadm-erkek bütün münafıklarla kafirleri ebe­di olarak cehenneme koyacağını kesinlikle bildirmiştir, orası onlara yeter, Allah onlara lanet etmiştir, onları sürekli bir azab beklemektedir. Siz de sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden daha güçlü, sizden daha çok ser­vet ve evlad sahibi idiler, dünyalık paylarının zevkine da-hp oyalandılar. Sizden öncekiler nasıl dünyalık payları­nın zevkine dalıp oyalandilarsa siz de payınızın zevki­ne dalıp oyalandınız, batıla dalanlar gibi siz de batıla dal­dınız. Oysa onlar amelleri dünyada ve ahirette boşuna gitmiş kimselerdir, onlar asıl hüsrana uğrayanlardır. Onlara kendilerinden öncekilerin Nuh, Ad, Semud ka­vimlerinin; İbrahim kavminin, Medyen halkının ve Lut kavminin başları üzerine ters döneri şehirlerinin haber­leri gelmedi mi? (Onların başlarına gelenleri duymadılar mı?) Peygamberleri onlara açık gerçekler getirmişlerdi (ama inanmadılar ve bundan dolayı Allah'ın gazabına uğra­dılar) Allah onlara asla zulmetme m iş ti, tersine onlar kendi kendilerine zulmettiler. Kadın-Erkek bütün mü­minler birbirlerinin dostlarıdırlar. Aralarında iyiliği emredip kötülü ğü yasaklarlar, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve Rasulüllah'a itaat ederler. İşte bun­lara Allah rahmet edecektir. Hiç şüphesiz Allah aziz ve hikmet sahibidir. Allah Kadın-erkek bütün müminlere altlarından ırmaklar akan içlerinde ebedi kalacakları cennetler ve Adn cennetlerinde alımlı meskenler va d et­miştir. Allah'ın onlardan razı olması, bunların hepsin­den büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur. Ey Peygam­ber, kafirlere ve münafıklara karşı cihad et (savaş), on­lara karşı sert ol. Onların varacakları yer cehennemdir, orası ne kötü varılacak bir yerdir!"     (Tevbe: 9/67-73)
Yukarıdaki ayetlerde Allah (c.c.) münafıkların ve mümin­lerin niteliklerini, özelliklerini açıkladı. Bu iki zümrenin her ikisi de müslüman görünüşlüdür. Bu arada sözü geçen nite­lik ve tutumlarına rağmen müslüman gibi görünen münafık­larla ne olduklarını açıkça ortaya koyan kafirleri cehenne­me atacağını bildirmiş ve Peygamberine her iki zümre ile sa­vaşmayı emretmiştir.
Şunu belirtelim ki, Cenab-ı Allah'ın, kulu ve elçisi Hz. Muhammed'i (s.a.v.) görevlendirip gönderdiği ve hele Me­dine'ye göç edildiği günlerden beri insanlar mümin, müna­fık ve kafir olmak üzere üç kategoriye ayrılmaya başlamış­lardır.
Kafir, inkarcılığını açıkça ifade eden bir kimsedir. Onun durumu ve kimliği bellidir. Bizim buradaki amıcımız ise, Kur'an'da ve sünnette belirtilen münafıkların sıfatları ile il­gilidir. Çünkü kıb/e ehline (yani müminlere) asıl tehlike bu zümreden gelir. Cenab-ı Allah, yukarıdaki ayetlerde müna-fıklurı "Birbirlerinden olan bir bütün" ve müminleri de "Birbirlerinin dostalari" olarak nitelendirmiştir.
Bu tespiti şöyle açıklayabiliriz. Münafıklar duygu ve davranış bakımından biribirlerinin benzeri oldukları hal­de, Cenab-ı Allah (c.c.) onlarla ilgli olarak:
"Sen onları bir bütün zannedersin, ama aslında kalb-Ieri (duyguları) başka başkadır" buyuruyor. (Haşr: 59/14)
Demek ki, onların kalbleri arasında sevgi ve bağlılık yoktur. Aralarındaki dayanışma ancak hep birlikte inan­dıkları ortak amaç varoldukça vardır. Bu ortadan kalkınca hemen birbirlerinden kopuverirler. Oysa mümin böyle de­ğildir. O, mümin kardeşini sadece yüzyüze iken değil, gıya­bında 8a sever ve destekler. Araya ülkeler ve çağlar girs> büe bu böyle olur.
Yukarıya aldığımız ayetlerde Cenab-ı Allah (c.c.) daha sonra bu iki zümreyi gerek kendilerine dönük, sadece ken­dilerini ilgilendiren ve gerekse başkalarına dönük, başkala­rını ilgilendiren davranış ve tutumları bakımından tanıt­mıştır. Cenab-ı Allah'ın bu konudaki ifadeleri alabildiğine geniş kapsamlıdır. [24]

Dini Davranışlar Üçe Ayrılır


Şöyle ki, insanın dinle ilgili davranışları (amelleri) iki tür­lüdür. Biri bir hareketi yapmak veya yapmamak. Öbürü de belirli bir hareketin yapılmasını veya yapılmamasını başka­sına emretmek. Yapılan harekete gelince de, bu hareket ya bizzat yapana veya başkasına yararlı olur. Buna göre dini davranışlar şu şekilde üçe ayrılır bunların bir dördüncüsü yoktur.
1- Yararı sadece sahibine ait olan başkasını ilgilendirme­yen dini eylemler. Mesela namaz kılmak gibi.
2-  Yararı başkalarına dokunan dini eylemler. Mesela zekat vermek gibi.
3- Başkasına yapılması emredilen dini eylemler (amel­ler). Bu durumda eylemi yapan başkasıdır, kişinin bu eylem­deki payı onun yapılmasını emretmiş olmasıdır.
Cenab-ı Allah (c,c.) münafıkların niteliklerini belirtirken onların "münkeri (kötülüğü) emredip marufu (iyiliği) yasak­ladıklarım, buna karşılık müminlerin niteliklerini belirtirken de onların "marufu emredip, münker'i yasakladıklarım" vurguluyor. "Maruf iman ve salih amel türünden Allah'ın sevdiği, hoşlandığı davranış ve tutumların tümünü içeren bir terimdir. "Münker" de Allah'ın hoşuna gitmeyen, O'nun ta­rafından yasaklanan bütün davranış ve tutumları içerir.
Münafıkların niteliklerini belirten yukardaki ayetin de­vamında "Ellerini tutarlar (alıkoyarlar)" diye buyuruluyor. Ünlü tefsir bilgini Mücahid,[25] ayetin bu cümlesini "Elleri­ni Allah yolunda harcama yapmakan alıkoy arlar."[26] diye yo­rumlarken, bir başka ünlü tefir bilgini olan Katade'nin açık­laması "Ellerini her türlü hayın işlemekten geri tutarlar" şek­lindedir. Görüldüğü gibi, Mücahid'in yorumu[27] "Mali yarar sağlamaya" işaret ederken, Katade'nin yorumu "hem mali hem de bedeni yarar sağlamaya" işaret etmektedir. "Elini tutmak, onu alıkoymak", cimrilik ve el sıkılığı" anlamına ge­len bir deyimdir. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) bir ayette:
"Ellerini ne sımsıkı boynuna bağla ve ne de sonuna kadar aç."                                                   (İsra: 17/29)
buyurmuştur. Aynı anlamdaki başka bir ayet de şöyledir:
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, dediler, tersine bağ­lı olan kendi elleridir, ayrıca böyle dedikleri için lanete uğradılar. Oysa Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği gibi ve­rir."                                                           (Maide: 5/64)
Yine yukardaki ayete dönersek münafıkların:
"Ellerini tutma, vermekten alıkoyma" niteliklerine karşılık müminler hakkında:
"Onlar zekatı verirler" buyuruluyor. Zekat, her ne ka­dar şeriatta belirlenen mali bir verginin adı işerde daha ge­niş anlamda başkalarına sağlanan her türlü mali ve bedeni yararı içeren bir terimdir.
Yine aynı ayetin devamında münafıklar için "Onlar Al­lah'ı unuttukları için Allah'da onları unuttu" buyurulu­yor. "Allah'ı unutmak" demek "O'nu zikretmemek, anma­mak" demektir.
. Münafıkların bu niteliğine karşılık olarak müminler "Onlar namazı kılarlar" diye nitelendiriliyorlar. Namaz da -tıpkı zekat için dediğimiz gibi- hem farz namazları ve hem de nafile namazları içerir. Namaz terimi, ayrıca gerek söz­lü ve sözsüz^ (manevi) bütün zikir (Allah'ı anma) türlerini de ifade eder. Nitekim sahabilerden İbn-i Mesud[28] Allah ondan razı olsun-:
"Allah 'ı zikrettiğin (andığın) sürece istersen çarşıda do­laşıyor ol" ve Muaz b. Cebel'de[29] -Allah ondan razı olsun:
"İlmi çalışma yapmak, teşbihtir" derlerken namazın bu geniş anlamını vurgulamışlardır. [30]

Servet, Mal, Evlatlar Ancak Allah İçindir


Aynı ayetlerde Cenab-ı Allah (c.c.) daha sonra kafirler ve münafıklar için belirlediği laneti ve ahirette onlar için ha­zırladığı cenenemle sürkekli azabı vurguluyor. Bunun kar­şılığı olarak da müminlere vadetmiş olduğu cenneti, hoşnut­luğu ve rahmeti haber veriyor.
Ayrıca bu ayetlerde görülen kelime düzeni ile sözcük se­çiminin bir çok sırlan vardır, şimdi bunu ele almanın sıra­sı değildir, şimdiki tek amacımız ilerde üzerinde duracağı­mız bir genel kuralı ortaya çıkarmaktır.
Bir yoruma göre Cenab-ı Allah'ın buradaki "onlar için sürekli bir azap vardır" şeklindeki ifadesinde kafirler ve münafıklar için hem dünyada ve hem de ahirette ayrılmaz şe­kilde var olan karamsarlık, keder, üzüntü, bunalım, sıkıntı ve cehalet gibi psikolojik acılara işaret edilmektedir. Çün­kü bilindiği gibi kafirliğin ve Allah'a karşı gelmenin daha dünyada çekilen sürekli bir takım acıları ve bunalımları vardır. Böyle olduğu içindir ki, bu tip kimselerin çoğunluk­la dünya saadetini ancak alkollü içki ve uyuşturucu madde içmek gibi, oyalayıcı görüntüler seyretmek gibi ve çalgı aletleri dinlemek gibi yollarda bulabildiklerini görürüz.
Buna karşılık yine aynı ayetlerde müminlerle ilgili ola­rak "Onlara Allah rahmet edecektir" buyuruluyor. Ger­çekten Cenab-ı Allah, müminlere bağışlamış olduğu iman hazzı, gönül huzuru, inanç sürura, ilim aşkı, faydalı iş ve şev­ki ve salih amel sevinci gibi imtiyazlar sayesinde onlara rah­metinin bazı tezahürlerini daha dünyadayken tattırmıştır.
Cenab-ı Allah (c.c.) söz konusu ayetlerin bir yerinde "Sizden öncekiler gibi ki onlar sizden daha güçlü, sizden daha çok servet ve evlad sahibi idiler..." buyuruyor. Aye­tin başındaki benzetme edatı olan "gibi" ile ilgili çeşitli yorumlar vardır. Bu yorumlardan birine göre ayet "sizler, siz­den öncekiler gibisiniz" demektir. Başka bir yoruma göre de, bu ifade "sizler, sizden önceklerin yaptıklarını yaptınız, onlar gibi davrandınız anlamındadır. Bu yoruma göre ben­zetme yönü "daha öncekilerin davranışları" iken başka bir görüş de benzetme yönünün azab olduğunu ve buna göre -ki bu daha yerindedir- ayetin anlamının "Allah sizden ön­cekileri lanete uğrattığı gibi onları da lanete uğratmış ve aza­ba çarptırmıştır" veya "Allah münafıklara bizden öncekile­re vadettiğini vadederek onları daha öncekileri lanete uğrat­tığı gibi lanete uğratmıştır, daha öncekiler için olduğu gibi onlar için de sürekli bir azab vardır." şeklinde olduğunu ile­ri sürmüştür.
Bu ayetin yorumu üzerinde beliren iki görüşten birinin benzetme yönünün davranış (amel) ve öbürünün azab oldu­ğunu ileri sürdüklerini hatırlayacak olursan, her iki görüşün biribirine bağlı olduğunu, aralarında yakın ilişki bulunduğu­nu anlarsın. Çünkü sebep benzerliği sonuç benzerliğim ge­rektirir, bunun tersi de doğrudur yanı sonuçlar arasındaki ben­zerlik sebepler arasında da benzerlik bulunmasını gerektirir.
Söz konusu kimselerde görülen bu benzerliğin mümin-lerdeki karşılığını Cenab-ı Allah aynı ayetlerin bir yerinde "Onlar Allah'a ve Rasulııllah'a itaat ederler" şeklinde ifa­de ediyor. Çünkü Allah'a ve Rasulullah'a itaat etmek "siz­den öncekiler" gibi olmamayı, onlara ters düşmeyi gerekti­rir, yani bu iki tutum birbiri taban tabana zıttır.
Aynı ayette geçen "Onlar dünyalık paylarının zevki­ne dalıp oyalandılar" ifadesi tefsirciler tarafından çeşitli şe­killerde yorumlanmıştır. Tefsir bilginlerinden Abdurrez-zak'ın[31] Ma'mer[32] yolu ile Hasan-ı Basrİ'ye[33] dayanarak
ileri sürdüğüne göre ayetteki "Halak (pay, nasib)" onların sapık dini inançları demektir.[34] Sahabilerden Ebu Hurey-re'nin[35] -Allah ondan razı olsun- de bu görüşte olduğu bil­dirilmiştir. İbni Abbas'a[36] -Allah ondan razı olsun- göre de "onların payları" demek ahiretten dünyadaki payları de­mektir.[37] Diğer bir gurup tefsir bilginine göre burada "on­ların dünyalık paylan"[38] kasdedilmiştir.
Aslında ayet, bu tefsir bilginlerinin hipsinin yorumları­nı içerecek bir genişliktedir. Bilindiği gibi Cenab-ı Allah (c.c.) burada:
"Onlar sizden daha güçlü, sizden daha çok servet ve evlad sahibi idiler." buyuruyor. "Onlarda" varolduğu be­lirtilen bu kuvvetle bu kimseler hem dünya ve hem de ahi-ret için çalışabilirler, kuvvetlerini böylesine dengeli bir şe­kilde kullanabilirlerdi. Servetlerini ve evladlarını da öyle. İşte bu güç bu servet ve bu evladlar, ayette geçen "Halak'ı (payı, nasibi) meydana getirir. "Onlar" güçlerini, servetle­rine ve evladlarım sırf dünya için kullandılar. Bu gücü bu serveti ve bu evladlari Icullanarak yaptıkları davranışların tü­mü onların" dinidir. Eğer onlar bu davranışları Allah ve ahi-ret yurdu uğruna işleselerdi, bu davranışları karşılığında sevap kazanacaklardı. Bu kimselerin söz konusu nimetler­den yararlanıp onlarla oyalanmaları" bu nimetlerden geçi­ci hazlar almaları demektir. Buna göre yaptığı işleri sırf dünya amacı ile yapan herkes bu ifadenin kapsamına girer. Yapılan davranışın cinsi ister ibadet olsun, ister başka bir ha­reket olsun, farketmez. Ayeti okumaya devam edelim; "Siz­den önceküer nasıl dünyalık paylarının zevkine dalıp oya-landılarsa, siz de payınızın zevkine dalıp oyalandınız, batı­la dalanlar gibi siz de batıla daldınız."
Dünyalık Payla Oyalanma ve Eğriliğe Dalma
Cenab-ı Allah, bu ayete "Dünyalık payla oyalanma" ile ügrıiığe dalma" yi birarada zikrediyor. Çünkü dinde sapık­lık, yanlış inançlara kapılıp bu yanlış inançları dile getirmek veya gerçek inanca ters düşen hareketler yapmak yolu ile olur. Birincisi bidatler ve benzerleri,[39] ikincisi ise günahlar vebenzeri yanlış hareketlerdir.[40] Birinci kategorinin kaynaği şüpheli görüşler, ikinci kategorinin kaynağı ise ihtiraslar, nefsin aşırı arzularıdır.
Nitekim atalarımız "İnsanların iki zümresinden sakınınız, Aşırı arzularına kapılmış ihtiras sahipleri ile, körlük dere­cesinde dünyaya bağlanan dünya tutkunu". Yine eskilerimi­zin şöyle bir sözleri var; "Günahkar alimle, cahil sofunun (ibadet düşkününün) fitnesinden sakınınız. Bu ikisinin fit­nesi baştan çıkmaya müsait herkesi ayartabilir. "Gazaba uğ­ramışlara" ikincisi de gerçek bilgiye dayanmaksızın amel eden "Sapıklar" a benzer.
Ahmed b. Hanbel'in[41] -Allah ondan razı olsun- önemli özelliklerini belirtirken, söylenen şu sözler de konumuz bakımından önemli olduğu için hatırlatılmaya değer. Onun hakkında şöyle denmiştir:
"Rahmetli, dünyaya karşı ne kadar dirençli ve eski müs-1 limanları ne kadar benzerdi! Üzerine üşüşen bidatları geri­ye püskürtmüş ve üzerine gelen dünyayı geri çevirmiştir."[42]
Nitekim Cenab-i Allah (c.c.) bir ayette takva sahibi ön­derleri şöyle tanıtmıştır:
"Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman aralarından buyruğumuzla doğru yola ileten ön­derler çıkardık."                                      (Secde: 32/24)
Çünkü sabır sayesinde aşın ihtiraslar gemlenir ve kesin iman (yakın) sayesinde de şüpheler, bulanık görüşler sayı­lır. Bunun yanında:
"Onlar birbirlerine gerçeği ve sabretmeyi tavsiye ederler."                                                      (Asr: 103/3)
ayeti ile:
"Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya-kub'u an."                                                (Secde: 32/45)
şeklindeki ayetler bu gerçeği vurgular.
Peygamberimizin (s.a.v.) şu hadisi de bu önemli nokta­ya açıklık getiriyor:
"Hiç şüphesiz Allah, şüpheler başına üşüşünce kılı kır­ka yaran basiret sahipleri ile duyguları ihtirasları büyü­yünce dizginleri elden kaçırmayan kamil akıl sahipleri­ni sever."[43]
Sözün kısası, ayetteki "Dünyalık payınızla oyalandınız" ifadesi günahkarların hastalığı olan ihtiraslara kapılmaya işa­ret ederken "Daha öncekiler gibi eğriliğe daldınız" ifadesi bidatçıların, şahsi görüş ve çekemezliklere bağımlı kimse­lerin hastalığı olan şüphelere kapılmaya işaret etmektedir. Çoğunlukla bu iki hastalık birarada bulunur. Çünkü, inan­cında sakatlık bulunan bir kimsenin bu halinin davranışla­rına yansımaması ender görülen bir durumdur. Ayette daha önce yaşamış kavimlerin dünyalık payları ile oyalandıkla­rım ve eğriliğe daldıklarını açıkça belirtiyor. Şimdiki sapık­lar da onların yaptığım yapmışlardır. [44]

Kur'an'ın Anlaşılmasında Zaman Faktörü


Bir de şunu belirtmek gerekir. Ayetteki "Oyalandınız" ve "Daldınız" şeklindeki geçmiş zamanlı ifadeler bu eylem­lerin geçmişte meydana geldiğini haber vermekle birlikte ay­nı zamanda kıyamet gününe kadar aynı davranışları işleye­cek olanları kmayıcı özelliktedirler. Tıpkı Peygamber Efen­dimiz zamanında (s.a.v.) yaşayan kafirler ile münafıkların davranış ve niteleklerini haber veren ayetlerin kıyamet gü­nüne kadar aynı davranışları işleyecek ve aynı nitelikleri ta­şıyacak olan kimse için kmayıcı olması gibi.
Ayetteki bu ifadeler sürekli bir durumu, kesintisiz bir re­aliteyi de haber veriyor olabilirler. Çünkü bu ifadeler her ne kadar "oyalandınız" ve "daldınız" şeklinde sadece o dö­nemde yaşayanlara sesleniyor gibi görülüyor, ikinci şahıs-lı bir üslup taşıyorlarsa da, gerek Peygamberimiz döne­minde yaşayan ve gerekse o günlerden kıyamet gününe ka­dar gelip geçecek olan herkese hitap etmektedirler. Sebebi­ne gelince bu sözler, Allah kelamıdır ve Peygamberimiz sa­dece bu sözleri Allah katından alıp insanları tebliğ etmiştir, başka bir rolü yoktur.
Ayetin bu şekildeki yorumu, alimlerin çoğunluğunun görüşüdür. Gerçi bazı fıkıh usulü alimleri, ayetteki ikinci şa­hıs zamirinin sadece Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında ya­şayanları kapsadığını, daha sonraki dönemlerin insanlarını ancak ya hüküm ayniliğini belirten kesin bilgimizle, ya sünnetle ya icma-ı ümmetle ve kıyas yolu ile içerdiğini ile­ri sürmüşlerdir. Bu görüşe göre "oyalanma" ve "eğriliğe dal­ma" eylemini gerçekleştiren herkes, hangi dönemde yaşamış olursa olsun, "oyalandınız" ve "eğriliğe daldınız" ifadele­rinin muhatabı olmuş olur.
Cenab-ı Allah, bu ayetlerin devamında, sözü geçen "oya-lananjar" ile "eğriliğe dalan" ların karşılaşacakları acı akibeti "Onlar, amelleri hem dünyada ve hem de ahirette boşu­na gitmiş kimselerdir, onlar asıl hüsrana uğrayan kimseler­dir" buyruğu ile haber vermektedir. İşte bu ayetlerin üzerin­de duruşumuzun asıl masadı bu hükümdür. Kısaca tekrarlar­sak, Allah tıpkı daha önceki ümmetlerde olduğu bu ümmet arasında dünyalık paylan ile oyalananlan ve eğriliğe dalan­ların varolduğunu haber vererek böylelerini kınıyor ve on­ları acı bir akıbetin beklediğini haber veriyor.
Cenab-ı Allah (c.c.) daha sonraki ayette bu kimseleri kendilerinden önce gelip geçenlerden ibret almaya çağıra­rak buyuruyor ki:
"Onlara kendilerinden öncekilerin, Nuh Semud ka­vimlerinin; İbrahim kavminin, Medyen halkının ve Lut kavminin başları üzerine ters dönen şehirlerinin haber­leri gelmedi mi? (Onların başlarına gelenleri duymadılar mı?) Peygamberleri onlara açık gerçekler getirmişlerdi (ama onlar inanmadılar ve bundan dolayı Allah'ın gazabı­na uğradılar) Allah onlara asla zulmetmemişti, tersine on­lar kendi kendilerine zulmettiler."            (Tevbe: 9/70)
Daha önce belirttiğimiz gibi, müminlerin bu ayetlerin bir yerinde Allah'a ve Rasulullah'a itaat etmekle vasiflandırıl-maları bu kimselerin eski dönemlerde yaşayanlara benze­mekle nitelendirilip bu yüzden kınanmalarına karşılıktır. Yi­ne bu ayetlerin devamında Allah'ın, müminlere kafirlerle ve münafıklarla cihad etmeye çağırması, "zevke dalanların" ve eğriliğe sapanların" cihad hedefi olduklarının delilidir. [45]

Müşriklere Benzemeyi Yasaklayan Hadisler


Kur'an nasıl bu ümmetin din ve dünya hayatı konusun­da eski çağların sapıklarına benzediğini belirterek böylele­rini kınıyorsa Peygamberimizin de bu gerçeği vurgulayan ha­disleri vardır ve sahabilerin bu ayetlerle hadisleri biribirlerine bağlı olarak yorumladıkları görülmektedir. Nitekim Ebu Hureyre'nin -Allah ondan razı olsun- rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Sizler adım adım, karış karış ve dirsek dirsek daha önceki ümmetlerin yollarını izleyeceksiniz. Öyle ki, on­lardan biri kertenkele deliğine girmiş olsa -mutlaka bir hikmeti vardır diyerek- siz de o deliğe gireceksiniz."
Ebu Hureyre hadisin burasında dinleyicilerine:
"İsterseniz, 'Sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden daha güçlü, daha çok servet ve evlad sahibi idiler...' ayetini okuyunuz- dedikten sonra, hadisi nakletmeye şöyle devam etti, Sahabiler:
"Ya Rasulallah, Pers'lerin, Rumların ve diğer kitab eh­linin yaptıklarını yapacağımızı mı söylemek istiyorsunuz?" diye sorunca Peygamber kendilerine:
"Başka kimler olabilir ki?" diye cevap verdi.[46]
Sahabilerden İbn-i Abbas -Allah ondan razı olsun- da bu ayetle ilgili olarak:
"Bu gece, dün geceye ne kadar da benziyor! işte İsrailo-ğullarına benzedik gitti."[47] demiştir. Sahabelerinden İbn
Mesud (r.a.) da bu konuda şöyle diyor:
"Sizler, îsrailoğullanna tutum ve gidişat bakımından en çok benzeyen ümmetsiniz. Kılı kılına onların davranışları­na özeniyorsunuz. Yalnız onlar gibi altın buzağı heykeline tapıp tapmayacağınızı bilmiyorum."
Yine sahabilerden Huzeyfe b. Yeman[48] -Allah ondan ra­zı olsun- avm konuda şunları söylüyor; Günümüzde sizin aranızda bulunan münafıklar, Peygamberimiz zamanında ya­şayan münafıklardan daha beterdir. Dinleyenlerin:
"Bu nedenle bövledir?" şeklindeki sorusuna bu sahabi:
"Çünkü o dönemin münafıkları münafıklıklarınım sak­lıyorlardı. Oysa şimdiki münafıklar açıktan açığa müna­fıklık yapıyorlar."[49] diye cevaplandırmıştır.
Din ve dünya konusunda müslümanlarla eski ümmetler ara­sında benzerlik olacağını haber vererek bu durumu kınayan ve bu duruma düşmekten sakınmaya çağıran daha pek çok hadis vardır. Mesela dünya menfaatma kapılma konusunda Amr b. Avf[50] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen ve Buhari ile Müslim'de yer alan şöyle bir olay anlatılmıştır:
Peygamberimizin Ümmetin Dünya Malı Konusunda Rekabete Gireceğinden Endişe Etmesi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir ara sahabilerden Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı -Allah ondan razı olsun- cizye toplamak üzere Bahreyn'e gönderdi. Bilindiği gibi Rasulullah, daha önce Bahreyn halkı ile barış yapmış ve Ala b. Hadremi'yi[51] bu yöreye vali tayin etmişti.
Bir süre sonra Ebu Ubeyde,[52] bu yörenin cizyesini top­layıp Medine'ye döndü. Bu durumu haber alan sahabiler dö­nüşünün ertesi günü, büyük bir kalabalık halinde sabah na­mazına üşüştüler. Rasulullah namazı bitirip     Mescid'den çı­kacağı sırada kalabalık bir gurup önüne çıktı. Onları bu durumda  gören Peygamberimiz    gülümseyerek: 
"Öyle sanıyorum ki, Ebıı Ubeyde'nin Bahreyn'den bir şeyler getirdiğini haber aldınız." buyurdu. Sahabiler: "Evet" deyince Rasulullah kendilerine şunları söyledi: "İstekle beklediğiniz bu ganimet bölüşünıüne hem sevininiz ve hem de üzülünüz. Sebebine gelince sizin hakkınızda korktuğum şey fakirlik değildir. Tersine si­zin hesabınıza korktuğum şey, tıpkı daha önceki ümmet­lere oluduğu gibi, dünyanın önünüzde açılması (büyük servetler elde etmeniz) ve arkasından bu alanda birbirle-rinizle o eskiler gibi rekabete girişip onlar gibi kendini­zi mahvetmenizdir."[53]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz, ümmetinin geleceği he­sabına fakirlikten değil tersine dünyanın önlerinde açılıp bu konuda birbirlerine düşmelerinden ve bunun sonucu olarak kendilerini mahvetmelerinden kaygı duymaktadırlar. İşte yu­karıdaki ayetlerde haber verilen "dünyalık payla oyalanma" olayı budur.
Yine hem Buhari'de hem de Müslim'de yer alan ve Uk-be b. Amir[54] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen bir hadise göre:
"Bir gün Rasulullah, Uhud'lu bir cenazenin namazım kıl­dıktan sonra minbere çıkarak şu konuşmayı yaptı:
"Ben sizin önderinızim, size örnek olayım diye gönde­rildim. Şu anda, vallahi, -kıyamet günü buluşma yerimiz olan- Havuz'umu görüyorum. Yeryüzü hazinelerinin -ve­ya yeryüzünün- anahtarları bana verilmiştir.Vallahi, si­zin hakkınızda korktuğum şey, Ben'den sonra Allah'a or­tak koşmanız, tekrar müşrik olmanız değildir. Fakat sizin hesabınıza korktuğum şey, dünya uğrunda ara­nızda rekabete düşmenizdir."[55]
Başka bir rivayete göre Rasulullah'ın sözlerinin bu kıs­mı:
"... Fakat sizin hesabınıza korktuğum şey, dünya uğ­runda rekabete girişip, biribirinizi öldürmeniz ve bunun sonucu olarak sizden öncekiler gibi mahvolmanız, hela­ke sürüklenmenizdir" şeklindedir. Hadisi rivayet eden Ukbe, sözlerini "Bu, Peygamberimizi minberde son görüşüm olmuştur"[56] diye bağlamıştır. Müslim'de yer alan ve Abdul­lah b. Ömer[57] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen bir hadise göre de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün sahabilere dönerek:
"Pers ve Bizans hazineleri elinize geçtiği zaman aca­ba nasıl bir toplum olacaksınız?" diye sordu. Dinleyici­ler arasında bulunan Abdurrahman b, Avf'ın[58] -Allah ondan razı olsun-:
"Allah bize nasıl olmamızı emretti ise öyle oluruz"[59]şeklindeki cevabı üzerine Rasulullah sözlerini şöyle bağla­dı:
"O zaman aranızda rekabete girişir, sonra birbirini­zi kıskanırsanız ve arkasından biribirinize küserseniz. Daha sonra başka yerlere göçüp oralarda yerleşerek bi-ribirinizi öldürmeye girişirsiniz."[60]
Buhari ile Müslim'in, Ebu Said-ül Hudri'den[61] -Allah on­dan razı olsun- rivayet ederek yer verdikleri bir hadise gö­re de hadisi rivayet eden Ebu Said el-Hudri şöyle bir olay an­latıyor:
Bir gün Peygamberimiz minbere çıkıp oturdu. Biz de onun çevresinde oturduk. Arkasından bize dönerek:
"Benden sonra sizin hesabınıza korktuğum şeyler­den biri önünüzde açılacak olan dünyanın çekiciliği ve alımlılığıdır." diye buyurdu. Aramızdan biri:
"Ya Rasulallah, kötü şeyden iyiük gelir mi?" diye sor­du. Bu soru üzerine Peygamberimiz bir süre sustu.
Allah'ın Dilediği Gibi Kullanılmayan Varlık Kıyamet Günü Sahibinin Aleyhine Şahit Olur.
Bu yüzden arkadaşlarımızdan biri soruyu sorana:
"Niye sen Rasulullah ile konuştuğun halde O Seninle ko­nuşmuyor?" diye sordu. Aslında biz bu sırada Peygamber'e vahiy geldiğini anlamıştık. Nitekim bir süre sonra terleyen alnını sildiler, arkasından bize dönerek:
"Soru sahibi nerede?" diye sordu. Böyle derken ondan hoşlandığı belli oluyurdu. Arkasından:
"Kötü şeyden hayır çıkmaz, hayır gelmez" buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti;
"İlkbaharın erken güveren bir kısım otlağı bu otlak­tan otlayan hayvanları ya öldürür veya ölümün eşiğine getirir. Fakat yazın olgunlaşmış çimenini otlayan hayvan böyle olmaz. Hayvan öğleye kadar böyle bir çimende otladıktan sonra işkembesine aldıklarını sindirir ve faz­lalıkları dışkı ve sidik olarak dışarı atar, arkasından yine otlamaya devam eder. Varlık, müslümanın eline geçince, yani bu varlığın bir kısmını yoksullara, yetim­lere ve yolda kalmışlara veren müslümanın eline geçin­ce ne güzel bir şeydir o!"
Nitekim Rasulullah, başka bir defasında "Haksız yere servet ele geçiren kimse yediği halde doymayan kimse gi­bidir. Üstelik ele geçirdiği mal Kıyamet günü aleyhinde şahid olur" buyurmuştur."[62]
Yine Müslim'in, Ebu Said'e -Allah ondan razı olsun- da­yandırarak yer verdiği bir hadise göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Dünya tatlı ve alımlı renklidir. Allah sizi burada egemen kılarak nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dün­yadan sakınınız, kadınlardan sakınınız. Çünkü israilo-ğullarını ilk baştan çıkaran fitne kadınlar olmuştur."[63]
Görülüdüğü gibi, müslümanlan kadınların fitnesi karşı­sında uyanık olmaya çağırmakta ve bu duyarlığın sebebi ola­rak da İsrai loğu Harını ayartan ilk fitnenin kadınlar olduğu­nu haber vermektedir. Bu hadisin bir benzeri de Muaviye[64] -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edilen aşağıda­ki hadistir. Buna göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"İsrailoğulları, ne zaman kadınlarının saç örgülerini avuçladılarsa o zaman mahvolmuşlardır."[65]
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, kitab ehlinin bayram törenleri ve diğer adetleri konusunda müslümanlar arasın­da meydana gelen çoğu benzerliklerin asıl aşılayıcıları ka­dınlar olmaktadır. [66]

Bölünmede Benzeme


Daha öncekiler gibi eğriliğe saplanma konusuna gelince Abdullah İbn-i Amr -Allah ondan razı olsun- anlatü. Buna göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"İsraüoğullarının başına gelen her şey, adım adım, tıpkısı tıpkısına benim ümmetimin de başına gelecek, öy­le ki, İsraiEoğulIarından biri eğer açıkça anasının üzerin­den geçecek olursa, benim ümmetimden de bu işi yapan çıkacaktır. İsailoğullari yetmiş iki guruba ayrılmış, be­nim ümmetim de yetmiş üç guruba ayrılacaktır. Bir ta­nesi dışında bu gurupların hepsi cehennemliktir."
Sahabilerden birinin:
"Bu tek gurup hangisidir?" şeklindeki sorusuna Rasulul-lah (s.a.v.):
"Bu gün benim ve sahabilerimin gittiği yolu benimse­yenlerdir." diye cevap vermiştir. Hadisi Ebu İsa el-Tirmi-zi rivayet etti ve bu hadis açıklanmış garip bir hadistir fakat bu hadisin bu yoldan başka bir yolla rivayetini bilmiyoruz. Peygamberimiz, ümmeti arasında bu şekilde ayrılık belire­ceğini, Ebu Hureyre, Sa'd, Muaviye, Amr b. Avf ve başka sahabiler tarafından rivayet edilen hadislerde de belirtmiş­tir. Bizim burada öncelikle îbn Amr -Allah hepsinden razı olsun- tarafından rivayet edilen hadise öncelikle yer verişi­mizin sebebi bu hadiste yahudilerle müslümanlar arasında doğacak benzerliğin vurgulanmış olmasıdır.
Nitekim Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- tarafından Muhammed b. Amr'den, o da Ebi Seleme'den rivayet edil­diğine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki guruba bölün­dü. Hristiyanlar da öyle. Benim ümmetim de yetmiş üç guruba bölünecektir."
Muaviye -Allah ondan razı olsun- tarafından rivayet edildiğine göre ise Peygamberimiz (s.a.v.) aynı konuda şöyle buyuruyor:
Kitap ehli dinleri konusunda yetmiş iki guruba bö­lündüler. Bu ümmet de yetmiş üç guruba bölünecektir. Biri dışında bu gurupların tümünün yei cehennemdir, (bu kurtuluş gurub) cemaat gurubudur. Benim ümmetimden öyleleri çıkacaktır ki, kuduz hastalığı nasıl bir vücudu sa­rarsa bu ayrılıkçı görüşler tarafından öyle sarılacak­lar. Bu hastalığın girmediği hiç bir damarları ve hiç bir eklemleri kalmayacaktır."[67]
Hadisi rivayet eden Muaviye sözlerini şöyle bağlıyor:
"Ey Araplar, eğer siz Rasulullah'ın yolundan gitmeyecek, onun söylediklerine uymayacak olursanız, sizin dışınızda-kiler haydi haydi bu yoldan uzak kalacak, onun buyrukları­na yan çizeceklerdir."
Görüldüğü gibi Peygamberimiz bu hadislerde yetmiş üç guruba bölüneceğini haber veriyor. Öte yandan şüphe yok ki, bu yetmiş üç gurubun yetmiş ikisi Kur'an'ın belirttiği:
"Daha öncekiler gibi eğriliğe saplananlar" kategorisine girmektedirler. Ayrıca bu bölünme ya sırf din konusunda hem din ve hem dünya konusunda veya sırf dünya konusunda olur.
Oysa okuduğumuz hadislerde haber verilen bu bölünme ve ayrılık aşağıdaki ayetlerde Allah (c.c.) tarafından ke­sinlikle yasaklanmıştır:
"Sakın, kendilerine açık deliller geldikten sonra bö­lünüp ayrılığa düşenler gibi olmayınız. İşte onları büyük bir azab bekliyor."
"Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenlere senin hiç bir işin yoktur, onların işi Allah'a kalmıştır. İlerde Allah onlara yaptıklarını tek tek bildirecektir."
"İşte benim dosdoğru yolum budur, bu yolla uyu­nuz. Başka yollara saparak dosdoğru yoldan ayrı düşme­nize meydan vermeyiniz"
(Al-i İmran: 150; En'am: 159,153)
Bu ayetlerin anlamı Müslim'in[68] Amir bin Sa'd b. Ebu Vakkas'ın[69] babasından -Allah her ikisinden razı olsun- ri­vayet ettiği şu hadisle uyuşmaktadır. Sa'd'ın babası diyor ki:
Peygamberimiz bir defasında bir gurup sahabi ile birlik­te Aliye'den yürüyüşe geçti. Beni Muaviye mescidinin önü­ne gelince içeri girdi, iki rekat namaz kıldı, biz de öyle yaptık. Namazdan sonra uzun bir dua yaptı. Arkasından bi­ze doğru dönerek şunları söyledi:
"Rabbimden üç şey istedim, ikisini kabul ve birini red­detti. Rabbimden ümmetimi kıtlık ve kuraklıkla helak et­memesini diledim, bu dileğimi kabul etti. Yine Rabb'im-den ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim onu da kabul etti. Fakat Rabb'imden ümmetimin birbir­lerine düşüp aralarında savaşmamalırım istedim, bu dileğimi reddetti."[70]
Yine Sevban[71] -Allah ondan razı olsun- tarafından riva­yet edilen ve Müslim de yer aldığına göre Rasurullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Allah yeryüzünü dümdüz yapıp gözlerimin önüne serdi, böylece doğusunu da batısını da görebildim. Dün-yanın benim önüme serilen kesimini ümmetim egemen­liği altına alacaktır. Ayrıca bana kırmızı ve beyaz mücev­herlerin (altın ve gümüş) her ikisi de verildi. Bu arada Rabb'imden ümmetimi kuraklıkla kıtlıkla helak etme­mesini ve başlarına kendilerinden başka bir düşman musallat etmemesini diledim. Allah bu dileklerime kar­şılık bana buyurdu ki:
"Ey Muhammed, Ben bir şeye hükmedince artık onun önüne geçilmez. Ben ümmetimi kuraklık ve kıtlıkla he­lak etmeme ve onların üzerine kendilerinden başka hiç­bir düşman musallat etmeme konularında dileklerini kabul ettim. Fakat aralarında belirecek düşmanlık so­nunda birbirlerini öldürecekler ve yek diğerlerini esir edeceklerdir."[72]
Yukarıdaki hadisi aynen rivayet eden Bürkani[73]bu nok­tadan itibaren Peygamberimizin sözlerini şöyle bağladığı­nı söylüyor:
"...Bir kere aralarına kılıç girince artık Kıyamet gü­nüne kadar kalkmayacaktır. Ümmetin bir kısmı müşrik­lere katılmadıkça ve diğer bir kısmı da putlara tapma-dıkça Kıyamet kopmayacaktır. Bu arada ümmetim ara­sında otuz yalancı ortaya çıkıp Peygamber olduklarını ileri süreceklerdir. Oysa Ben Peygamberlerin sonuncu-suyum, Ben'den bonra peygamber yoktur."
Fakat ümmetimin bir gurubu her zaman hak yolda başa­rıyla yürüyecek, kendilerini destekiz ve yüzüstü bırakanlar, Allah'ın son emri (Kıyamet günü) gelinceye kadar, onlara zararlı olamayacaklardır."[74]
Bu anlamda değişik kanallardan rivayet edilen çok sayı­da hadis vardır. Peygamberimiz bu hadislerin tümünde bu ümmetin kesinlikle ayrılığa ve bölünmeye uğrayacağına işaret etmekte ve Allah'ın hastalığından uzak kalacaklarını takdir ettiği kesimi bu tehlike karşısında uyarmaktadır. Ni­tekim Nezzal b. Sebure'nin[75] anlattığına göre sahabilerden Abdullah b. Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor:
Bir defasında bir arkadaşımızın Kur'an'ın bir ayetini Peygamberimizden duymuş olduğumdan değişik bir şekil­de okuduğunu görünce, hemen elinden tutup kendisini Ra-sulullah'ın yanına götüdüm ve meseleyi O'na anlattım, fa­kat yüzünde memnuniyetsiz bir ifadenin belirdiğini gör­düm. Bu arada şöyle buyurdu: "Her ikinizin de okuduğu doğ­rudur. Sakın ihtilafa düşmeyiniz, çünkü sizden önceki ümmetler ihtilafa düştükleri için helak oldulur."[76]
Görüldüğü gibi Peygamberimiz bu olayda çatışan taraf­lardan her ikisinin karşı taraftaki haklılık payını reddeden şekli ile ihtilafa düşmeyi,ayrılığa kapılmayı yasaklıyor. Çünkü her iki sahabi de ayeti doğru okumuştur. Peygambe­rimiz bu ihtilafı yasaklarken daha önceki ümmetlerin ihti­lafa düştükleri için helak olduklarını gerekçe olarak göster­miştir. Nitekim daha sonraları Şam ve Irak halkının Kur'an'ın bazı ayetlerini farklı harflerle okuduklarını gören Huzeyfe b. Yemani, halife Osman'a şöyle demiştir. "Bu ümmetin imdadına yetiş de, daha önceki ümmetlerin başla­rına geldiği gibi kitabları konusunda ayrılığa düşmesin­ler."[77]
Bu hadisten iki sonuç çıkıyor. Biri bu tip konularda ih­tilafa düşmenin haram olduğu ve Öbürü de bizden önceki üm­metlerin başlarına gelenlerden ders alarak onlara benze­mekten kaçınmamız gerektiğidir. [78]


[1] Bu konuda Müslim Sahih'inde uzun bir hadis naklediyor. Hadis şöyle: "Allah (c.c.) yeryüzüne baktı. Ehl-i Kitab'ın dışında Arap'a da Ace­me -azap olmayan- de gazap etti... İlh. Bkz. Müslim, Kitab-EI Cenne, Dünyada Cennetlikler Ve Cenennemliklerin Bilinmesini Belirleyen ni­telikler, Babı (bölümü). Hadis No: 2865, c. 4, s.2197.)
[2] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 7-14.
[3] Sahabi'nin büyüklerinden olan Adiy bin Hatem'in asıl adı, Adi bin Hatem bin Abdullah bin Sa'd el-Taid'ir. Cahiliye döneminde iyilik ve co-mertliğiyle ünlüydü. H. 10. yılında müslüman oldu. Cahiliye dönemin­de de müslüman olduktan sonra da kabilesinin lideriydi. Riddet günü, -İslam'dan dönmelerin olduğu dönem- müslüman kaldı. Irak ve diğer ül­kelerin fethinde bulundu. Daha sonra Kııfe'de yaşarmiH sürdürdü, Sıffiyn olayında Ali'nin (r.a.) yanında yer aldı. H. 68'dc 121) yaşında öldü. Bkz. el-İsabe, Fi Temyiz el-Sahabe, c. 2, sh. 468-469.)
[4] Sünen e3-Tirmizi, Kitab'u Tefsir el-Kur'an, Fatiha Suresinin Açıklaması Babı, H. No: 2953, c. 5, s. 202, 203, 204. Tirmizi, hadisin "Ha­sen" ve "Garib" olduğunu, Simak bin Harb'den başkasının rivayet etti­ğini bilmediğini söylüyor. Hadisin başka tanıkları ve çoğu kısaltılmış di­ğer bîr takım rivayet yollan da vardır. Bkz. Ahmed'in Müsned'i, c. 4, s. 378.)
[5] Selef imamlarından olan Süfyan bin Uyeyne'nin asıl adı, Süfyan bin Uyeyne bin Ebi İmran'dır. Beni HilaPin dostudur. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. 107 h'de Kııfe'de doğdu. Rivayet ettiği hadislerin bir ço­ğu delil olabileceği kanıtlanmış Sika (sağlam) bir ravidir. Mekke'de ya­şadığı dönemde Hicaz'ın Muhaddisi (hadisçisi)ydi. İmam Şafii hakkın­da, "Eğer İmam Malik ve süfyan olmasaydı. Hicaz'da ilim yok olurdu." der. Mekke'de yaşadı ve orada vefat etti. (198. H) Bkz. el-Tabakat el-Küb-ra, İbn Sa'd, c. 5, s. 497; ayrıca. Zerkeli el-Alam, c. 3, s. 105)
[6] Bu hadis, yaygın sahih hadis kitaplarında (Buhari Müslim) Sü-nen'lerde (Süneni Ebu Dayud, Süneni Tİrmizi, Süneni Nesa-i, Süneni îbn Mace) ve Müsned'lerde (Ahmed îbn Hanbel'in müsnedi) nakledilmiştir. Buhari, Müslim, hadisi bir takım yollardan rivayet ediyorlar. Neki, orada "Hazvel kuzzeti bil-kuzze" ibaresine rastlanılmadı. Sahihayn'in (Buhari-Müslim) söz birliğiyle rivayet ettikleri sözcükler Ebu Said el-Hudri'nin ri­vayetidir. O da "Le tetbe anne sünene men kane kabieküm şibran bi şib-rin ve zira'an bi zira in..."-Yani, "Sizden öncekilerin geleneklerine ka­rış karış adım adım uyacaksınız" kelimelerim içeren rivayettir.
Bkz. sahih el-Buharİ, Kitab el-İ'tisam, Peygamberin: "Sizden önce­kilerin geleneklerine mutlaka uyacaksınız" hadisi babı, H. No: 7320; Feth'ul-Bari, c. 3, s. 200; Müslim, kitab el-İlim, Yahudi ve Hristiyanla-rm Yollarına Uyma Babı. H. No: 2669, c. 4, s. 2054.
Hadisi yukarıda geçen metniyle Ahmed bin Hanbel Müsned'in de 4, s. 125'detahriçetti. Ayni sözcüklerle İbn el-Esir, Cami el-usul isimli ese­ri, c. 10, s. 34'de anlatmış.)
[7] Büyük Sahabilerden olan Ebu Hureyre'nin asıl adı, Abdurrahman bin Sahra el-Dusi'dir. Hicretin yedinci yılında müslüman oldu. Çoğun­lukla Rasulullah'la birlikte olduğu ve onun hizmetinde bulunduğu için çok hadis rivayet etti. Ayrıca Ashab-ı Suffa'dandı. Rasulullah'a (s.a.v.) unut­kanlığından yakındı. Rasulullah gömleğini yaymasını emretti. O da yay­dı sonra topladı. Ebu Hureyre bu olaydan sonra hiçbir hadisi unutmadı­ğını söyledi. Hz. Ömer (r.a.) onu Bahreyn'e gönderdi. Oradan döndük­ten sonra Medine'de yaşadı ve orada öldü. (H. 59). Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, İbn Kesir, c. 9, s. 103-114; Esed el-Gabe, c. 5, s. 315-316.
[8] Sahih el-Buhari, Kitab el-1'tisam, "Sizden öncekilerin yolları­na mutlaka uyacaksınız" Bölümü, H. No: 7319,Feth'ul-Bari, c.3, s. 300.
[9] Bu hadis, ünlü hadis kitaplarının hemen hepsinde naklediliyor.
Biz burada sadece Sahihayn'm yani, Buhari ve Müslim'in rivayetle­rine değinmekle yetineceğiz. Buhari hadisi, Kitab el-Menakib, bab, 27, H. No: 3640'da tahriç ediyor. Bkz. Feth'ul-Bari, c. 6, s. 632 H. No: 7311. Aynı hadis 7459 numara ile Muğire bin Şu,'be'den rivayet ediyor. Muaviye'den de başka sözcüklerle tahriç etmektir. Fethu'1-Bari, H. No: 3641. Müslim bu hadisi Kitab el-îmare, Peygamber'in "Ümmetimden bir topluluk..." sözü babında naklediyor. Hadis numaraları, 1920, Sev-ban'dan, 1921. Muğire'den, 1037, Muaviye'den.
[10] Hadisi Tirmizi İbn Ömer'den naklediyor. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu:
"Kuşkusuz Allah ümmetimi -ya da Muhammed ümmetini- sapık­lık üzerine birleştirmez. Allah'ın eli toplulukla birliktedir. Kim top­luluktan (cemaat) ayrılırsa ateşe yaklaşır." Bkz. Tirmizi, Kitap el-Fi-ten, Cemaatin Gerekliliği babı, H. No: 2167, c. 4, s. 466. Tirmizi, hadis bu yönüyle "gariptir" diyor. Hakim'in Müstedrek'inde hadisin başka ravileri de vardır. Bkz. c. 1, s. 115-116. İbn Ebi Asım'ın Sünne'sinde ha­dis şu numaralarla naklediliyor: 80, 82, 83, 84, 85, s. 39,41,42; Aynı ha­disi Suyuti, Cami el-Sağir isimli eserinde -Allah'ın eli cemaat üzerinde­dir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe yaklaşır- fazlalığıyla anlatıyor. Ve ha­disin "Hasen" olduğunu söylüyor. el-Cami el-Sağir, c. 1, s. 278, H. No: 1818; Hadis Müsned'de başka ravi'den naklediliyor. Ebu Zer şöyle anlatıyor; Peygamber'den:
"Kuşkusuz Allah azze ve celle kesinlikle ümmetimi hidayetten baş­ka bir şeyde toplamaz." Müsned c. 5, s. 145. Sünen el-Daremi, c. 1, s. 29. Giriş kısmında, Peygamber'e Verilen Üstünlükler Babı. Burada: "Onlar sapıklık üzerine birleşmezler" ibaresi kaydedilmiş.
[11] İbn Mace hadisi, eserine giriş kısmında tahriç ediyor. Bkz. Sü­neni İbn Mace, Rasulullah'ın Sünnetine Uyma Babı, H. No: 8, c. 1, s. 5.
Ebİ Unbe el-Havlani -Allah ondan razı olsun- anlatıyor: Rasulul-lah'dan şöyle duydum:
"Allah her zaman bu dinîn toprağında, kendisine itaatte kullana­cağı fidanlar diker (yetiştirir)."
Ahmed'in Müsned'inde aynı raviden, buna benzer bir şekilde riva­yet ediliyor. el-Müsned, c. 4, s. 200. Hadisten söz eden imamlara rastlan­madı. Ancak hadisin ravileri, hadisi reddedecek ölçüde zayıf değillerdir
[12] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 14-23.
[13] Büyük imamlardandır. Asıl adı, Abdurrahman b. Mehdi b. Ha­san el-Anberi el-Lu'lüi el-Basri'dir. H. 135'de doğdu. Selefin büyük imamlarından olduğu gibi, güvenilir hadîs alimlerindendir de. Gayet takva bir kişiliğe sahipti. Şafii: "Dünyada bir benzerine rastlamadım" di­yor onun için. Doğum yeri olan Basra'da öldü. (H. 198) Bkz. el-Lübab fi Tehzib el-Ensab, İbn Cerir, c. 3, s. 135-136; Ayrıca Bkz. Tehzib el-Teh-zib, ibn Cerir, c. 6, s. 279-281.
[14] Mutasavvife: Bunlar birtakım sufi tarikatlerine giren derviş ve mürşidlerdir. Günümüzdeki hiyerarşik şekliyle tasavvuf, İslama yaban­cı bir meloddur. Müslümanlar arasına sonradan sokuşturulmuş, Allah'ın Kitabında Rasulullah'm Sünnetinde, Sahabi'nin, Tabii'nin, isiarmn özün­deki Selefi Salihin'in yanında hiçbir aslı olmayan bir anlayıştır. Hura­felerle, amelde sözde ve inançta birçok sapmalarla dolu bir bidattir. Gü­nümüzde birçok islam ülkelerinde(!) bu tür inançlara sahip bir çok sufi-lerin bulunduğunu görüyor, duyuyor ve okuyoruz. Çarşı pazarda onların yazdıkları bidatlarla, sapıklıklarla ve şirklerle dolu birçok ünlü kitapla­rına tanık oluyoruz. Örnek olması bakımından burada bir takımını zikre­delim.
Şarani el-Tabakat el-Kübra, 'Nebbani' Cami-i Keramet el-Evliya. Nebhani, Şevahid el-Hakk. Tacani, Cevahir el-Ma'ani, Kaşani, Şerh Fu-sus el-Hikem. Dr. Abdulhalim el-Mahmud, El Seyyid Ahmed el-bedevi, Dr. Abdulhalim Mahmud, Ebu Medyen el-Gavs, Hayatuhu ve miracuhu ilallahİ, Salah Azzam, Aktab el-Tasavvuf el-Selase, Ebi Nasr el-Tusi, el-Lema'a, daha bir çokları.
[15] İttibe Al-Firak (Ekollere) uyanlar: Bunlara eski çağdan örnek Mu­tezile, Cehmiye Harici ve Şiiler'dir. Çağımızda ise milliyetçilik (Irkçı­lık) Dirilişçilik, Sosyalizm gibi ideolojiler ve çağdaş uydurma dinlerden olan Bahailik, Kadiyanilik gibi dinler mezhepler ve hareketler.
[16] Tasavvuufçular, şeyhlerini ve tarikat büyüklerini Allah'tan başka­sına yaklaştınlamayacak niteliklerle niteler ve yüceltirler. Melekut'e (melek­ler evreni) tasarruf eden oluşları idare eden ve gaybı bilen "Gavslar" diye ad vermekle şirke düşüyorlar. Abdal, Aktab, Evtad diye adlandırmak da bu ka­bildendir. Onlarla ilgili kitaplar, bu tür unvanlarla doludur. Şanı yüce olan Allah onların bütün bu söylediklerinden büyüktür. Bu bağlamdaki örnekler İçin bakınız: Cami-i Keramet el-Evliya. c. 1, s. 69-79; aynca bu kitabın.ya-zannm(İbnTeymiye)Mecmuel-Fetava,c. II,s. 333-345'e bakabilirsiniz.
[17] Tirmizi, Kitab, Tefsii el-Kur'an, Tevbe suresinin açıklanması bö­lümü. H. No: 3095, c. 5, s. 278, Tİrmizi, "B:i hadis gariptir" diyor. Ay­rıca bkz. Tefsir İbn Cerir El Taberi, Cüz. 10, s. 80-81.
[18] el-Müftakira Bunlar kendilerini bilgisizce ibadete veren, kendilerine reva gördükleri muhtaçlıklan açıktan görünen Sufi ve derviş geçinen kimselerdir.Çokluk uzlete (insanlardan ve dünya işlerinden el etek çekerek ıssız bir köşeye çekilen) çekilirler ya da amaçsız rindane (esrik) gezilere çıkarlar. Şer’i ilmi noksan kabul ederler ve sahibine bir yarar sağlamayan görünürde bir bilgi (zahiri ilim) olarak görürler. Çoğu aklı kıt kimselerdir. Avamdan bilgisiz bazılarının itikatlarına benzer insanları vardır. Bunlara halk arasında meczup ya da derviş diye ad verilir. Allah'ın sırrını kendilerine verdiğine inanırlar ve kendilerini ehliillah (Allah ehli) sa­yarlar. Buna benzer daha bir çok batıl inançları vardır. Allah'tan kurtuluş ve afiyet isteriz. Geniş bilgi için bakınız: Müellifin Mecmu el-Fetava, c. 11.
[19] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 23-26.
[20] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 26-27.
[21] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 27-32.
[22] Burada Selefin ünlü tefsircileri Mücahit, Ata, el-Dehhak, Re-bii Bin Enes, ve Katade el-Seyyidi kasdedilmektedir.
[23] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 32-37.
[24] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 37-40.
[25] Tefsir ilminin Öncü alimlerinden olan Mücahid'in asıl adı, Mü­cahit bin Cabirel-Mahzumi, el-Mekki'dir. Künyesi, Ebu el-Haccac'dır. Tabin'in üçüncü kuşağmdandır. Tefsir ilminde büyük olduğu gibi fıkıh-da da büyüktü. H. 103 'de 83 yaşındayken vefat etli. Kütüb-i Sitte-alti ha­dis kitabı-müellifleri, diğer hadisçiler kendisinden hadis tahriç etmişler­dir. Bkz. Takrib el-Tehzib, c. 2, s. 229; Tabakat el-Kübra, İbn Sa'd, c.5, s. 466 467.
[26] Tefsirciler, Mücahid'in "Ellerini tutarlar" ayetini "hak yoluna ver-mekien ahkoyarlar" diye yorumladığını anlatıyorlar. Bkz. Tefsir el-Ta-beri, c. 10, s. 120. Müellifin yukarıda zikrettiği sözcükler İbn Kesir tef­sirinden alınmıştır. Bkz. Tefsir-i İbn Kesir, c. 2, s. 368.
[27] Bkz. Tefsir el-Taberi, c. 10, s. 121.
[28] Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Abdullah İbn Mesud, bin Gafil, bin. Habîp el-Hezeli'dir. Künyesi, Ebu Ab'difrahman'dır. Beni Zühre ka­bilesiyle antlaşma yapan Sahabiydi. Mekke'de Said bin Zeyd ve eşi Fa-tıma binti el-Hattab müslüman olduğu sırada ilk müslüman olanlardan­dır. İlk müslüman olan altıncı kişi olduğu da söyleniyor. Kur'an-ı Mek­ke'de ilk defa açık okuyan ve bundan dolayı işkence edilenlerin ilkidir. Cenab-ı Rasule hizmet etti. İki hicrette de -Habeşistan ve Medine hicre­ti- bulundu. İki kıbleye -Mescid-i Aksa ve Mescid-i haram- yönelip na­maz kılanlar arasındadır. Bedir, Uhud, diğer savaş ve seferlerde hazır bu­lundu. Kur'an'ı ve tefsirini en iyi bilen sahabilerdendir. Onun bu özelligine bizzat Rasuiullah da tanıktır. Ömer bin Hattab -Allah ondan razı olsun- islamı insanlara Öğretmesi için kendisim Kufe'ye gönderdi. Os­man'ın Halifeliği döneminde tekrar Medine'ye döndü ve orada vefat et­ti. (H. 38) Bkz. Esed el-Gabe, c. 3, s.256-260; el-İsabe, c. 2, s.368-"370.
[29] Asıl adı, Mu'az bin. Cebel bin Amr bin Evs, el-Ensari el-Haz-reci olan Muaz bin Cebel de Sahabi'nin ululanndandır. Künyesi Ebu Ab-durrahman'dır. Akabe bi'atı sırasında biat eden 70 Ensar'dan biridir. He­men bütün savaş ve seferlerde Peygamber'le birlikte bulundu. Kur'an'ı en iyi bilen Sahabiler arşındadır. Onun bu özelliğine ve ümmetin "Helal ve Haramı" en iyi bildiğine Rasuiullah tanıklık ediyor. Sahabi arasında Fetva verebilme liyakatına sahip olduğu için Peygamber (s.a.v.) onu Yemen'e yargıç ve mürşid tayin etti. Ebu Bekir'in hilafeti sırasında Me­dine'ye döndü. Şam'da Ebu Ubeyde ile birlikte düşmana karşı çarpıştı. Veba hastalığına yakalandığı sırada Ebu Ubeyde, Onu Habeşistan'a ha­life atadı. H. 18'de, 33 yaşında iken Ürdün'ün ücra bir bucağında yaşa­ma veda etti. (Allah ondan razı olsun) Geniş bilgi için bkz. Esed el-Ga­be, c.4, s.301 biyografyi No: 3620.
[30] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 40-44.
[31] Büyük imamlardandır. Asıl adı, Abdurrezzak bin Hiimam bin Nafi el-Humeyri, el-San'ani'dİr. Künyesi, Ebu Bekir'dir. H. 126'da doğ­du. Tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde güvenilir (sika) hafız imamlardandır. Ünlü eserleri vardır. Birkaçı, el-Musannef Fi el-Hadis, Tefsir el-Kur'an, Ki­tap el-Sünne Fi el-Fıkıh ve Kitab el-Megazi. H. 210'da Öldü. Bkz. Taba-kat el-Hanabile, c. 1, s. 209, biyografi No: 280; Zirikli el-A'lam, c. 3 s. 3531.
[32] Asıl adı, Ma'mer bin Raşid bin Ebu Ömer el-Ezdi'dir. Fıkıh'da ve hadis ezberleyiciliğinde güvenilir, kaynak imamlardandır. Basra'da doğdu. (H.95) Yemen'de yaşadı ve orada tanındı (ünlü oldu). Ölümüne kadar burada ikamet etti. H. 153'de vefat etti. Bkz. el-Bidaye ve'n-Niha-ye, c. 9, s. 266-267; Takrib el-Tehzib, c. 2, s. 266, Biyografi No: 1284.
[33] Asıl ismi Hasan bin Yesar el-Basri'dir. Künyesi, Ebi Said'dir. Tabf in'in büyüklerinden olan bu ünlü imam, H. 21 'de Medine'de doğ­du. Basra'da yaşadı, tefsirde fıkıhda ve hadiste zamanının ve ümmetin önemli alimiydi. Hz. Ali'nin korumasında büyüdü. Egemenliğinde bulu­nanlara Allah'ın emrettiğiyie emretti, yasakladığıyla yasakladı. Böyle­likle büyük saygınlık kazandı. H. 100'de vefat etti, Bkz. İbn Hallikan Ve-fayet el-Ayan, c. 2, s.69-73, biyografi No: 156; Tehzib el-Tehzib, c. 2, s. 263-270. biyografi No: 488.
[34] Bkz. Tefsir İbn Kesir.-c. 2, s. 368; Tefsir İbn Cerir, c. 10, s. 123.
[35] Bkz. Tefsir İbn Kesir, c.2, s. 368.
[36] Sahabilerin ulularından ve ümmetin yüksek alimlerinden olan bu sahabinin asıl adı, Abdullah îbn Abbas, bin Abdulmuttalib, el-Haşİmi, el-Kuraşi'dir. Rasulullah'ın amca oğludur. Tefsirde Kur'an'ın tercüma­nı ve raüslümanların önderidir. Rasul (s.a.v.) Dinde anlayışlı (Fakih), Kur'an'ın te'vilini ona öğretmesi için Allah'a dua etti. Tefsirde, lügat il­minde, Megazi -tarih ilminde, Arap şiirineki geniş bilgisinden dolayı ken­disine Derya, okyanus anlamına gelen "el-Bahr" diye isim veriliyordu. Raşit Halifelerin zamanında halifelerin, işlerini enine boyuna istişare et­tikleri öncü bir zattı. Hz. Osman'ın hilafeti zamanında onun emriyle Hicaz'a vali atanmıştı. Haricilerle savaş sırasında. Ali ile birlikte oldu. Onlarla tartışmış ve sağlam deliller getirmişti. Bir süre de Basra'ya emir tayin edildi. Daha sonra Taife yerleşti ve (H.68 'de) ölümüne kadar bu­rada yaşamını sürürdü. Doğumu Hicret'ten üç yıl öncedir. Geniş bilgi için bakınız İbn Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 295-306; İbn Sa'd Ta-bakat el-Kübra, c. 2, s. 635-372.
[37] Bkz. Firuz Abadi, el-Mikbas Fi Tefsir İbn Abbas, s. 124.
[38] Bu görüş İmam el-Sada'ya aittir. Bkz. Şevkani, Feth el-Kadir, c. 2, s. 380.
[39] Örneğin, İbadetlerde gereksiz.artırımlar, Kabirlerin yanında dua eimek ve üzerlerine "iiirbe"ler yapmak, üç mescidin dışında kalan (M. Haram, M. Aksa ve M. Nebi) mescitleri görmek için yolculuğa çıkmak, Yılbaşı, bazı önemeli günlerin yıldönümlerini ulusal bayramlar ve bun­lara bezer uydurma gün ve gecelerde karşılıklı yoklamalarda (ziyaret) bu­lunmak. Bunların hepsi, batıla bulaşmış eylemlerdir.
[40] Büyük günahlar diye adlandırılan bu eylemleri de şöyle sırala­yabiliriz. Faiz yemek, Alkollü içki ve uyuşturucu kullanmak, zina etmek, batıl yollardan (kumar, şans oyunları vs.) insanların malını yemek, hır­sızlık etmek, Anne-baba haklarını çiğnemek, yalan yere tanıklıkta bulun­mak. Bunlar ve benzerleri, yukarda müellifin de işaret ettiği gibi dünya-hk payla oyalanmaktır.
[41] Dört büyük islam mezhebinden biri olan Hanbelt mezhebinin ku­rucusu olan Ahmed İbn Hanbel bk. Hilal bin Hilal el-Şeybani, Bağdat'da doğ­du. (H.164) Küçük yaşta ilim Öğrenmeye başladı. Bağdat dışındaki ülkele­re gitti ve oraların ünlü ilim adamlarından okudu. Bu yıllarda bile hafızası­nın güçlülüğü ile ünlüydü. Sünnet'e bağlılığı, "Hakk'ı kanıtlamadaki gücü, takvası ve düzgün kişiliği sayesinde FıknYda, hadis'de büyük imamlardan oldu. Kur'an'ın mahluk (sonradan yaratılmış) olduğu savında bulunan bid'atçılara karışa verdiği savaşımıyla ünü bütün islam dünyasına yayıldı.
[42] İbn Kayyum el-Cevzi, bu görüşü, Ebi Umeyr İsa bin Muhammed bin el-Nehhas, el-Rami, el-Filistini'nin Menakib el-İmam Ahmed isim­li eserinin 173. sayfasından naklediyor. Bunun gibi aynı ifadeyi İbn Ke­sir, el-Bidaye ve el-Nihaye isimli eserinde kaydetmiş. Bkz. a.g.e., c. 10 s. 336. Ravinin künyesi Ebu Ömer'dir.
Onun bu karşı duruşu, çokluk müslümanlar üzerinde etkili olmaya baş­layan Mu'tezile ve diğer sünnet dışı ekollerin (mezhepler, fırkalar) etkin­liklerini geriletti. Allahu Tea'la bu çalışma bereketiyle sünnet taraftarla­rını (Ehl-i Sünnet) günümüze kadar bozuntuya uğramadan getirdi. Kur'an, sünnet, kelam ve diğer islam ilimleri alanında bir çok yazılmış eserleri var­dır. En ünlü eseri "el-Müsned" dir. H. 241 'de öldü. Allah ona rahmet et­sin. Bkz. İbn kesir, el-Bidaye ve el-Cevzi ve el-Nihaye, c. 10, s. 325-343.
[43] Üstad bu hadisle, Fetva, c. 20, s. 58, s. 44'de işaret ediyor. Ne ki, hadisin senetleri (ravi zincirini) zikretmiyor.
[44] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 44-46.
[45] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 47-48.
[46] Sahiheyn'de (Buhari-Müslim) Sünenler'de ve Müsnedler'de bu hadisi nakleden Şahitler (raviler) vardır. Üstad bir kısmına, kitabının başında değindi. Orada bazı rivayet tariklerini anlattı.
Hafız îbn Kesir, -Sözcüklerdeki bazı değişiklerle- hadise bu özel di-zimiyle, tefsirinde işaret ediyor. Sonra, "Buhari'de de hadisin şahitleri vardır" diyor. Bkz. Tefsir-i İbn Kesir, c. 2 s. 368.. İbn Cerir şu senetle (an-latanlar zinciriyle) naklediyor hadisi: el-Müsenna, ona da Ebu Salih de­di: Bana Ebu Aşar, ona, Said bin Ebi Said el-Makberi, ona da Ebu Hu­reyre anlattı. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu... Sonra hadisi naklediyor. Bkz. Tefsir-i İbn Cerir, c. 10, s. 121.
[47] İbn Cerir tefsirinde bu hadisi şu senetle naklediyor: Bana el-Kasım anlattı ona, el-Hüseyin, ona Haccac, ona İbn Cerih, ona Ömer bin Hattab, ona îkrime, ona da İbn Abbas anlattı, "Sizden öncekiler gibi..." kelimele­riyle başlayan ayet konusunda yukarıda anlatılan sözü söyledi. Ve bu sö­zün ardından mezkûr hadisi nakletti. Bkz. Tefsir İbn Cerir, c,10, s. 121-122.
[48] Büyük sahabilerdendir. Asıl adı, Huzeyfe b. Hasl bin Cabir el-A'besi'dir. "el-Yemani" lakabhdır. Künyesi Ebu Hasl'dir. Münafıklar ko­nusunda Rasuluüah'ın sırdaşıydı. Rasulullah onların isimlerini ona söy­ler ve kimseye söylemeyip kendisine saklamasını isterdi. O da ömür bo­yu Rasulullah'm bu sırrım korudu. Uhud'da Rasu'ullah'la birlikte oldu. Ömer bin Hattab onu, Pers Ülkelerinden olan el-Medain'e vali olarak atadı. Üslendiği bu görevini başanyla yerine getirdi. Bu sırada Hemadan, Rey, Mah, Sindan'ı fethetti. Nihavend'lilerle de barış antlaşması yaptı. Di­ğerleri Rasulullah'dan "hayır" -iyilikleri- sorarken o, içine düşme olası­lığı olan "şer" İ sorardı. Medain'de vefat etti. (h.36). -Allah ondan razı ol­sun- Bkz. Esed el-Gabe, c.l.s. 390-392; Zerkeli, el-A'lam, c.2, s. 171.
[49] Bkz. Kenz el-Ummal, c.l, s. 367, H. No: 1615, Hadis Ebi Şey-be'den rivayet edildiği için "Şin" harfi simge olarak kullanılmış.
[50] Amr bin Avf el-Ensari, ulu sahabüerdendir. Beni Amir Bin Lui'le antlaşma yapan Uhud'da Rasulullah'la birlikte bulunan sahabiler arasındadır. Tüm yaşamını Medine'de sürdürdü. Rasululîah'dan tek bir hadis rivayet etli. Bu hadisi de ondan el-Mesrur bin Mahrime almış. Meiin yukarında geçil. Bkz. Hsed el-Oab^ c. 4, s. 124.
[51] Asıl adı, Abdullah bin el-Hadrami, Abdullah bin Ubade bin Ekber bin Rebi'a olan bu zat, sahabidendir. Harb Bin Ümeyye ile antlaş­ma yapan delegelerdendir. el-Hadrami: el-Hadra-Mevt diye bilinen şe-hire nisbeten verilen addır. Rasulullah (s.a.v.) Onu Bahreyn'e emir ata­dı. Daha sonra Ebu Bekir, -Allah ondan razı olsun- onu, Kufe'ye emir ata-yıncaya kadar Bahreyn emiri olarak görevini sürdürdü. Kufe'ye giderken yolda öldü. Duası kabul olan, bir çok "Keramet"i görülen kimseydi. H. 14. ya da 21'de öldüğü söyleniyor. Yani, kesin bir tarih yok. Bkz. İbn Ke­sir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 4 . s. 7. s, 120; Esed el-Gabe, c. 4, s.7.
[52] Ebu Ubeyde Cennetle müjdelenen on kişiden biri ve Sahabi 'nin ululanndandır. Cenab-ı Rasul (s.a.v.) "Bu ümmetin en emini" ismini ver­di ona. İlk müslüman olanlardandır. Seferlerin çoğunda Peygamber'le (s.a.v.) bulundu. Uhud'da Rasulullah'm yüzüne saplanın iki ok parçası­nı da o çıkardı. Asıl adı, Amir bin Abdullah bin el-Cerrah bin Hilal bin Ehyeb, bin el-Fehri, el-Kuraşi'dir. Habeşistan'a ve Medine'ye hicret et­ti, ömer -Allah ondan razı olsun- Şam ordularında Halit bin Velid'in ye­rine komutan tayin etti. Kahramanlıkta tekti. H. 18'de vebadan vefat et­ti. Bütün çocukları kendisinden önce öldüğü için neslinden kendisinden sonraya kimse kalmadı. Bkz. İbn Sa'd Tabakat el-Kübra, c.3 s. 409-415; Esed el-Ğabe, c. 3, s. 84-86; İbn Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye c.7, s. 94.
[53] Hadisi Bahari, Müslim, Tİrmizi, îbn Mace, Ahraed Müsned'in-de lahric ettiler-naklettiler.- Bkz. Feth'ul-Bari Kitab el-Cizye ve el-Mü-vede'a, Ehl-i Harb'le anlaşma ve cizye babı, c.6, s. 258. H. No: 31-58, Ki­tab el-Megazi Bab: 12- isimsiz- c.7, s. 319-320, H. No: 4015; Müslim, -Kitab el-Zühd ve Rekaik- H. No: 2961 c.4, s. 2273; Sünen el-Tirmizi Ki­tab Sıfat el-Kıyame. bab: 28, c.4, H. No: 2461. Tirmizi "Bu hadis "hasen" ve" sahih" dir." diyor; Sünen İbn Mace, Kitab, el-Fiten-Malın Sınav "Fitne" olması babı, h. No: 39-97, s. 2, s. 1325; Miisned-i Ahmed c. 4, s. 137-327.
[54] Büyük sahabidir. Asıl adı, Ukbe bin Amir bin Abbas bin Malik el-Ciiheni 'dir. İnsanların Kur'an'ı en güzel okuyanıydı. Güçlü bir atıcıy­dı (silah kullanan). 55 Hadis rivayet elti. H. 44'de Mısır valiliğinde bu­lundu ve orada vefat etti. (58 H.)Bkz. Esed el-Gabe, c. 3, s. 412; Zerke-li, el-Alam, c. 4, s. 240.
[55] Hadisi Buhari, Müslim, Ahmed bin Hanbel ve Tirmizi rivayet et­tiler. Bkz. Feth'ul-Bari, Kitab el-Cenaiz-Şehid üzerine namaz kılma ba­bı, H. No:1343, c. 3, s.209. Hadisin diğer kısımları Buhari'de şu numa­ralarla yer almaktadır: 3596/4042/6426/6590; Müslim -Kitab el-Fedail-Peygamberimizin (s.a.v.) Havzını ve niteliklerini kanıtlama (isbat) babı, c. 4, s. 149; Sünen el-Tirmizi, -Kitab Sıfati el-Kıyame-bab, 28, H. No:2462, c. 4, s. 640; Tirmizi, Bu hadis "Hasen" ve "sahih" dir diyor.
[56] Ukbe'nin rivayetindeki bu fazlalığı Müslim, yukarıda geçen hadisin numarası altında, diğer bir rivayet tarikiyle (zincir-yol) naklet­mektedir. H. No: 2296, c. 4, s. 1796. aynı hadisi Buharı, şu sözcüklerle kaydediyor. "Fe kanet ahim ma nazartin nazartüha ila Rasulullah (s.a.v.)" yani, "Bu bakışım Rasululkh'a son bakışımdı." Bkz. Feth'ul-Bari, Kitab el-Megazi, Uhud Savaşı böl imü, c. 7, s. 348-349, h. No: 4042.
[57] Sahabinin ululanndandır. Asıl adı, Abdullah b. Amr b. El As, b. Vail el-Sehmi el-Kuraşi'dir. Babasından önce müslüman oldu. Peygam-ber'in izniyle "el-Sadıka" adın vediği sayfayi, hadis yazardı. Sahabi'nin alim ve abidlerindendi. Babasıyla birlikte Şam'ın fethinde bulundular. Kendisi islememesine karşın babasının emriyle, Sıffin olayına karıştı. Da­ha sonraları bu olayı anımsadığında kahırlanarak şöyle derdi: "Bana ne oldu ki ben, Sıffin'de bulundum" Muaviye onu Kufe'ye vali atadı. Mı­sır'da öldü. (H. 65), Şam'da öldüğü de söylenir. Bkz. îbn Kesir el-Bida-ye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 263-264; İbn Sa'd, Tabakat el-Kübra, c. 4, s. 261-268.
[58] Büyük Sahabi ve Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Asıl adı Abdurrahman b. Avf b. Abdi Avf b. Abdi el-Hars b. Zühre el-Kura-şı'dir. Hz. Ömer'in belirlediği altı şura üyesinen birisidir. Kendisi Hila­fet hakkından vazgeçerek Hz. Osman'ın hilafetinde ona bi'at edinceye kadar şura başkanhğım yüriinü. Sahabi'nin iîfc müslüman oJanîanndan-dır. Her iki hicretle de buludu. Bütün savaşlarda Peygamber'in yanında yer aldı. Sahabi'nin sayılı zenginleri arasındadır. Allah yolunda çok verirdi. Onun hakkında Ömer, "Müslümanların efendilerinin efendisi­dir" dedi. Medine'de vefat etti. (H. 32). Bkz. el-İsabe fi temyiz el-Saha-he, c. 2, s. 416-417, biyografi No: 5179.
[59] Elimizdeki M islim nüshasında, "Az-ze ve Cel-le" ibaresi bulun­muyor.
[60] Bkz. Müslim Kitab el-Zühd ve el-Rekaik, H. No: 2962, c.4, s. 2274, "Biriniz öbürünüzün boynunu vurursunuz"un anlamı: "Bir ki; mınız diğer kısma amtr olma girişiminde bulıınur"dur. Bkz. Şerh el-Nevevi Ab Müslim, c.î8, s. 97.
[61] Büyük Sahabi'dir. Asıl adı, Sa'd İbn Malik b. Sa'lebe el-Ensa-ri el-Hazreci'dir. Peygamber'den (s.a.v.) çok hadis rivayet eden, Saha-bi'nin fıkıhçılanndandir. Yaşı küçük olmasına rağmen Hendek Savaşın­da bulunmuş. Daha sonraki çatışmalara da katılmıştır. Sahabi'nin bilgi­li ve seçkinlerindendi. -Aîlah ondan razı olsun- H. 74'de vefat etti. Bkz. Esed el-Ğabe, c.5, s. 211; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 9, s.3-4.
[62] Buhari bu hadisi bir çok konuda nakletti. Bkz. el-Cihad Allah yo­lunda vermenin fazileti babı, H. No: 921, 1465, 6427. Müslim'de Sahi-hi'nde bir çok yollardan (tariklerden) tahriç ediyor bu hadisi. Bkz. Kitab el-Zekat Dünya süsünün doğurduğu zararlardan korkma babı, H. No: 1052, c. 2, s. 727-728-729.
[63] Sahihi Müslim Kitab Er-Rikak Cennetliklerin çoğunun fakirler, Cehennemliklerin çoğunun kadınlar va kadınların fitneliklerini açıklama babı, H. No:2742, c. 4, s. 2098.
[64] Bilinen Sahabi'lerdendir. Asıl adı, Muaviye b. Ebu Süfyan, Sahr b. Harb b. Ümeyye el-Kuraşi, el-Emevi'dir. Fetih yılında (Mekke'nin fetih) müslüman oldu. Rasulullah (s.a.v.) onu, vahiy katibi yaptı. Huneyn, Yemame savaşlarına katıldı. RasuluIIah'dan bir çok hadis rivayet etti. Ze­ki, cömert ve yumuşak huyluluğuyla efendi bir kişiliğe sahipti. Ömer onu Şam'a vali olarak atadı. Osman'ın döneminde de aynı görevini başarıy­la sürdürdü. Cihad ehliydi. Bu görevi, Osman'ın öldürülmesinden son­ra, Ali b. Ebi Talib'in hilafeti sırasında maydana gelen ünlü Sıffin ve Ce-mel Fitnesi olayına kadar devam etti. Ali'nin -Allah ondan razı olsun- İbn Mülcem tarafından öldürülmesinden (şehîd edilmesinden) sonra, halife olarak müslümanlar ona bi'at ettiler. Hz. Hasan'la antlaşma yaptıktan son­ra, (H. 40) hilafeti üzerinde bütün görüşler birleşti. (Bütün müslümanlar-ca hilafeti onaylandı.) Ölümüne kadar bu görevde bulundu. (H.60). Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 117-144.)
[65] Sahihi Müslim, Kitab el-Libas ve el-Zine takma saç (peruka) kul­lanmanın haram olması babı, H. No: 2127, c. 3, s. 1679.
[66] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 57-63.
[67] Hadisi Ahmed b. Hanbel Miisned'inde, c. 4, s. 102'de; Ebu Da-vud Kısaca Kitab el-Sünne-Sünnelin Açıklaması babı, H. No: 4597, c.5, s. 5-6'da kaydediyor. Îbn Ebi Asım, -Kitab el-Sünne-Kmanmış Tutkular babı, H. No: 1-2, c. 1, s. 7-8. Diğerlerinden farklı olarak hadisi, iki tarik­ten tahriç ediyor. "Vallahi Ya Ma'şeral Arab..." ibaresini zikretmiyor. Ay­nı hadisi Hakim, el-Müstedrek, c. 1, s. 128 'de naklediyor.
[68] Ası) adı, Müslim b. el-Haccac b. Müslim el-Kuşeyr'i el-Nisabu-ri'dir. H. 204'de doğdu. Bir görüşe göre 206. sayılı hadis hafizlarından-dır. Ünlü Sahih'i Müslüm isimli eserin sahibidir. Bu eser, Buhari'den son­ra sahihlik bakımından Sünnet kitaplarının ikincisidir. Bu büyük eserin dışında müellifin hadis ve diğer ilimlerle ilgili daha bir çok eserleri var­dır. -Allah ona rahmet etsin- Alim, Takva, Vera ehli olmak gibi bir çok üstün nitelikleri kendisinde toplamıştı. 261 H'de vefat etti. Bkz. el-Bi-daye ve'n-Nihaye, c.l 1, s. 33-34; Ayrıca Muhammed {Mehmet olabilir) Fuat Abdulbaki'nin yazdığı, el-Tercüme-İ Müslim, c.5, s.591.
[69] Asıl adı, Amir b. Sa'd b. Ebi Vakkas el-Leysi olan bu zat hem Tabii'nin büyüklerinden hem de güvenilir en çok hadis rivayet edenler­dendir. Bazı sahabilerden hadis dinledi. Ondan da Said b. Mîiseyyeb, Mii-cahid, el-Zühri Eş'as b. İshak ve başka hadis ravileri dinledi. Medine'de öldü. (H. 104) Bkz. Ibn Sa'd Tabakat el-Kübra, c.5, s. 167; el-Cerh Ve eI-Ta'dil,c.6,s.l67.
[70] Sahihi Müslim, Kitab el-Fİten ve el-Eşratı el-Sa'ah Ümmet'in bir kısmının diğerini yok edeceği Babı, h. No: 2890, c.4, s. 2216.
[71] Peygamberimizin (s.a.v.) dostu olan bu zatın asıl adı, Sevban b. Cühder'dir. Denildiğine göre Cühder Yemen'Iidir. Cahiliye döneminde esir satıcılarının eline düştü. Rasulullah onu satın aldı ve azad etti (öz­gürlüğüne kavuşturdu). Böylelikle onu, milletin en hayırlısı durumuna ge­tirdi. Peygamber'in yanında kaldı. Rasulullah'm yakını oldu. Yolculuk­ta veya ikamet ettiği yerde O'ndan bir daha ayrılmadı. Rasulullah'dan son­ra Mısır'ın fethine katıldı. Daha sona Humus'a gitti ve burada bir ev yap­tı. Ölünceye kadar orada oturdu. Mısır'da öldüğü de söyleniyor. Ölüm yı­lı, H. 53 -Allah ondan razı olusun- Bkz. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 5, 314.
[72] Müslim, Kitab el-Fİten Ve Eşrati el-Sa'ah Ümmetin Bir kısmı Diğerini Öldüreceği Babı, H. No: 2889 c. 4, s. 2215.
[73] el-Bürkani el-Hafız Ebu Bekir, Ahmed, b. Muhammed b. Ahmed Galib el-Biirkani'dir. H. 333'de doğdu. İlim elde etmek için seyahatla-ra çıktı. Kütüphane biriktirdi. Hadisi, fıkıhı, Kur'an'ı ve grameri iyi bi­len biriydi. Hadis konusunda güzel eserleri vardır. H. 425'de vefat etti. -Allah ona rahmet etin- Bkz. el-Bidaye, el-Nihaye, c.12, s. 36; el-Lübab Fi Tehzib el-Ensab, el, s. 140.
[74] Müellifin burada anlattığı fazlaljğıyla birlikte Sevban'm rivayet ettiği bu hadisin tamamını Ebu Davud Süneni'nde, Kitab el-Fiten Ve el-Melahim, Fitneleri Ve Kanıtlarını (delillerini) Anlatma Babı, H. No: 4252, c.4, s. 450-451-452'de kaydediyor. Tirmizi, Kitab el-Fiten H. No:2202'de rivayet ediyor. Aynı hadisi isim vermediği bir bab altında 2219'da; Yine aynı hadisi, c. 4, s. 490-499'da, Yalancılar ortaya çıkın­caya kadar (sanırım yalancı peygamberler kasdediliyor) "Kıyamet kop-mayacak" adını verdiği babda kaydediyor. Her iki hadisin de "Hasen" ve "Sahih" olduğunu söylüyor. İbn Mace ise -sözel dizgede bazı değişlik­lerle -Kitab el-Fiten, H. No: 3952, c. 2, s. 1304'de rivayet ediyor.
[75] Tabiin'in büyük ve erdemlilerinden olan bu zatın asıl adı, Nez­zal b. Sebure, el-Hilali, el-Amiri'dir. Peygamber'i gördüğü de söylenir. Hz. Ali, Abdullah İbn Mesud ve diğer sahabilerden hadis rivayet etmiş­tir. Şa'bi, el-Dahhak gibi bir takım hadisçiler de ondan hadis rivayet et­miştir. Yahya b. Muin ve diğer hadis tenkitçileri, güvenilir olduğunu söy­lüyorlar. Bkz. Kitab el-Cerh ve el-Ta'dil, c. 7, s. 498, biyografi No: 2279; Esed el-Ğabe, c. 5, s. 45.
[76] Hadise Müslim'de rastlıyamadım. Ancak Buhari ve Ahmed'in Müsned'inde gördüm. Bkz. Sahihi Buhari, Kitab el-Husumat, Kişiler (Ya­hudi ve Müslümanlar) Arasındaki Düşmanlığı Anlatan Bab: Feth'ul-Bari, H.No: 2410, c. 5, s. 70, Buhari hadisi, birden çok konuda tahriç edi­yor. H. No: 3476-5062, Feth'ul-Bari; Müsned'i Ahmed, c.l, s. 412-456.
[77] Hadisi, Buhari rivayet ediyor. Şu sözcüklerle "Edrik Hazihi el ümme, kable en yahtelifu el yahud ve el nesara" (Yahudi ve Hıristiyan­ların çelişkilerine düşmeden bu ümmetin imdadına yetiş). Bkz. Buhari, kitab el-Fedail el-Kur'an, Kur'an'ın Toplanması (Bir araya getirilmesi) babı: H. No: 4987, Feth'ul-Bari, c. 9, s. II.
[78] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 48-57.